Kıbrıs adasına yaşanan iki halk arasındaki çatışma ve yıllardır yaşanan huzursuzluklar, hep Rumların adanın tümüne egemen olmak arzu ve hayallerinden kaynaklandı.
Sanki de tüm Rumların gözleri kör ve hiçte yıllardır kafalarına akıl koymadılar.
Hala daha gerçekleri göremiyorlar ve aynı hayalci kafada devam ediyorlar.
1968 yılından beridir sürdürülen müzakereler, ada üzerinde Rumların yıllardır sürdürdükleri baskıcı sahiplenme arzuları nedeni ile hep çıkmaza girdi.
Rumların tek bir arzuları ve hedefleri var “Adanın tümünü sahiplenmek.
Adayı bizlerle bölüşmek ve hep birlikte barış içinde yaşamak gibi bir düşünceleri de yok. Bu nedenle de ellerindeki her tür olanağı, bu kötü emelleri doğrultusunda kullandılar.
Önce silahı denediler.
Türklerin adadaki varlığına silah zoru ile son vermeye çalıştılar. Kimilerini evlerini yakıp yıkıp öldürerek, kimilerini de göçe zorlayarak.
Bu yöntemin sonucu beklenmedik bir şekilde geldi ve Türkiye 1968 yılında adaya çıkarma kararı alarak, bu yolun yanlış olduğuna Rumların dikkatini çekti.
Türkiye’nin bu kararı sonrasında birazcık akıllanan ve Hanya’yı Konya’yı anlayan Makarios, taktik değiştirdi ve silahı bir kenara bırakarak “Ekonomik Soykırımı” yürürlüğe koydu.
Gerçekten de bu yöntem Türkleri ekonomik olarak sıfırlayıp başarıya doğru gidiyordu ki, Yunanistan imdadımıza yetişti. Adanın Yunanistan topraklarına katılımı amaçlı olarak Makarios’a karşı yapılan darbe, 20 Temmuz Mutlu Barış Harekâtını da beraberinde getirdi.
Türkiye’nin bu müdahalesi, biz Kıbrıslı Türklerin rüyalarımızda bile göremeyeceği bir şekilde sonlandı.
Özgürdük ve hepimiz de adanın kuzeyinde toplanarak kendi yönetimimizi kurduk. Artık ne Rumların öldürücü ekonomik baskısı vardı ne de silahlı tehditleri.
Tabii ki Rumlar, yıllardır hayalini kurdukları Türkleri adadan atmak ve adanın tümüne hâkim olduktan sonra Yunanistan’a katılmak yerine, beklemedikleri bir şekilde adanın üçte birini kaybedince, mücadelenin yöntemini tekrar değiştirdiler.
Dünya üzerindeki Helenleri önce örgütleyip sonra da devreye sokarak, ABD gibi Rusya gibi güçlü devletleri arkalarına alıp “Siyasi Mücadele”ye başladılar.
Bu, adanın tümünü ele geçirmek için uygulamaya koydukları 3. Yöntem oldu. Zaten başka bir seçenekleri de kalmamıştı.
Gerçekten de başarılı oldular. BM Genel Kurulundan, BM Güvenlik Konseyinden, ABD Senatosundan, Fransız Meclisinden Türkiye aleyhine kararlar çıkarttırmayı başardılar. AB’ye girdiler ve AB’yi tepe tepe Türkiye ve KKTC aleyhine kullanmaya başladılar. Türkiye’den ve Kıbrıslı Türklerden taviz koparmak için de her yolu denediler.
İşler bir müddet istedikleri gibi gitti ama ibre gene, yavaş yavaş aleyhlerine doğru dönmeye başladı. Gelişmeler, Türkiye’yi küçümsemenin bedelini aynen 1974’de olduğu gibi ağır bir şekilde ödemeye başlayacaklarına işaret ediyor.
2014 yılı AB’de Lizbon Anlaşmasının tümü ile yürürlüğe gireceği yıl. Kıbrıslı Rumların AB içindeki yetkileri sıfırlanacak ve “Veto” hakları ortadan kalkacak. Nitelikli Oylama devreye girdiği zaman tek başlarına “Hayır” demelerinin bir manası ve etkisi olmayacak. 2014 yılından sonra AB içinde Rumların esameleri bile okunmayacak.
Tam tersi gelişmeler olacak ve Türkiye’nin bölgesel politik, ekonomik ve askeri gücünü hep üzerlerinde hissetmeye başlayacak Rumlar.
“Su Projesi” ise tüm politik, siyasi ve ekonomik dengeleri bozacak, gelişmelere de ağırlığını hemen koyacak.
Türkiye’den borularla Kıbrıs’a su getirme projesi gerçekleştiği anda, aynen 20 Temmuz 1974’de olduğu gibi güç ibresi iyice Türklerin lehine dönecek.
O yıllarda “Kıbrıs’a Kalıcı Barışı Getirmek Müzakereleri” hala devam ediyor durumdaysa, Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin elindeki “Su Kozu”, Rumlara her tür tavizi verdirecekleri güçte bir silah haline dönüşecek.
“Su” ve “Hava” yaşamın vazgeçilmez temel taşlarından. Onlarsız yaşam devam edemiyor. Kıbrıs’a da özlenen barışı en güçlü ateşli silahtan bile daha etkin olan “Su” getirecek.
Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
19 Temmuz 2010
Bir yanıt yazın