Dr. Ali Sak
Bu yazımı daha evvel yazmış olduğum „Atatürkçü Düşünce Nedir?“ başlıklı yorumum nedeniyle değerli hocamız Prof. Dr. D. Ali Ercan’ın yazmış olduğu eleştiriye/yoruma cevaben yazmaya karar verdim. Değerli hocam yazısına şu şekilde başlamış:
[…] “Sevgili Ali Sak, daha önceki yazılarınızı da beğeniyle okumuştum…Ancak aşağıdaki, “Atatürkçü düşünce nedir?” başlıklı yazınıza bir ilave açıklama getirmek gerektiğini düşünüyorum.. Yobaz takımının sempatisini çekmek için mi, yoksa Atatürk’ü tanımayan (aslında bal gibi tanıyor da, ama işlerine gelmiyor) mütedeyyin cemaate Atatürk’ü tanıtmak ve sevdirmek niyetiyle mi nedir, bilinmez. Son zamanlarda Atatürk’ü dindar göstermek gayretkeşliklerinin arttığını gözlemliyoruz… Tabii ki Mustafa Kemal saltanatın ve hilafetin sona erdirildiği kritik bir dönemde, (diğer dinlerde görülmeyen bir yoğunlukta) bütün ayrıntılarıyla dünya yaşamını yönlendirme iddiasında olan islam dinine elbette tavır alacak değildi.. Bu nedenle de palyatif bir tedbir olarak düşündüğü “diyanet işleri başkanlığını” kurmuştu.. Ömrü vefa etseydi, laik bir devlet sistemiyle hiç bir şekilde uyuşmayan ve hatta zamanla laik sisteme tehdit olmaya başlayan bu kurumu da kesinlikle kaldırırdı…[…] “Atatürk belki inançlıydı (kesinlikle teist değil, belki deist ? ) ve Islam dinini çok iyi incelemişti, ama Atatürk’ü nerdeyse İslamın kılıcı, kurtarıcısı, mekke medinenin koruyucusu vs.. konumunda göstermek (ki bunlar Atatürk’ün kurtuluş ve bağımsızlık için savaşmadığı, ancak din için cihad yürüttüğü anlamına gelir) doğru bir yaklaşım değildir… Atatürk’ün dindar olup olmadığını, neye inanıp neye inanmadığını sorgulamak da kimsenin haddine değildir.. Bu onun kişisel, gizli özlük meselesidir.. Bizi ilgilendiren onun bilfiil yaptıklarıdır.. Atatürk, hayatta en gerçek yol göstericinin bilim olduğunu (din değil) söyleyerek ve bu ilkeyi yaşama geçirerek dini bir kenara bırakmıştır.. (veya daha kibar bir söylemle, dini insanların vicdanlarına bırakmıştır). Kısacası Atatürkçü bakış açısından din kişisel bir meseledir, yani bir insanın inancı, onun ne tür müziği sevdiği gibi kişisel bir şeydir, o kadar.. Dinin eğitimde, siyasette, kamu yönetiminde, ortak kamusal yaşamda ve uluslararası ilişkilerde yeri olmamalıdır […] „Bu bakımdan devletimizin kuruluş felsefesi diyebileceğimiz kemalist ideolojiyi (Atatürkçü düşünceyi) öz olarak şöyle tanımlayabiliriz: BİLİMİ REHBER ALAN MİLLİ DEVLET ANLAYIŞI.. Bazılarının zannettiği gibi Kemalizm sadece Türkiyede geçerli olan bir dünya görüşü değildir.. Bu tanım evrenseldir.. Bilimi rehber almak demek, dini rehber alan teokratik devlet yapısının aksine, laik bir devlet yapısını öngörmek demektir.. tabii ki laiklik de demokrasinin temel koşuludur, laikliğin olmadığı yerde demokrasi olamaz.. Milli devlet (ulus devlet) ise kulluktan bireyliğe geçmiş insanların, uluslaşmış bir halkın yurt ve ulus bütünlüğü temelinde kurduğu tam bağımsız cumhuriyettir…[…] Bu gün uygar dünya, adını doğrudan telaffuz etmeseler de, “Atatürkü unutun, resimlerini indirin” vs.. diyen bazı densizler çıksa da, aslında Kemalist ideolojiyi uygulamaya çalışıyor.. Dünyadaki gidişat aklın ve bilimin egemenliğini kabullenen, planlı ekonomiyi savunan ulus devletlerin lehine dönüyor…„
Cevabıma başlamadan önce şunun altını çizmekte fayda vardır sanırım. Ben şahsen Kemalizm yerine Atatürkçü Düşünce terimini tercih ediyorum. Bu elbette kişisel bir tercihtir ve herhangi bir nedeni de yoktur. Değerli hocamızın Atatürk’ün dine yönelik yapmış olduğu çalışmalara vurgu yapanlara yönelik söylemiş olduğu “yobaz takımının sempatisini çekmek için mi, yoksa Atatürk’ü tanımayan mütedeyyin cemaate Atatürk’ü tanıtmak ve sevdirmek niyetiyle mi nedir, bilinmez. Son zamanlarda Atatürk’ü dindar göstermek gayretkeşliklerinin arttığını gözlemliyoruz…” söze kısaca bir cevap verirsek konuyu daha da aydınlatmış oluruz sanırım. Hayır, sevgili hocam bahsedilen yazımla ben hiç bir surette Atatürk’ü olduğundan daha az veya daha çok dindar gösterme çabası içinde olmadım. Fakat bu konuda da bir çok bilinmeyen veya ezberci dediğimiz yanlış yorumlar vardır. Bakın bizzat Atatürk bu konuda 27.07.1937 de Bombay Cronicle’e vermiş olduğu mülakatta ne diyor: “[…] Arapların arasında mevcud olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa bir kaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendi işimize kafi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için islamiyetin mukaddes yerlerini musevilerin ve hristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki buraların Avrupa emparyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmiyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve islamiyete lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima islam hakimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız…[…].” Maksat gerçek Atatürkçü Düşünceyi insanlara aktarmaksa Atatürk’ü her yönüyle anlatmak gerekiyor; cephede, meclisde, bilimde, siyasette, tarihde, dinde ve dost sohpetlerinde bir elinde kadehi diğer elinde sigarasıyla birlikte. Ben şuna da inanıyorum ki Atatürk’ün ömrü vefa etseydi, hocamın dediği gibi Diyanet İşleri Başkanlığını kesinlikle kaldırmazdı, fakat bugünkü şekline gelmesine de kesinlikle müsade etmezdi. Zira bugünkü haliyle bu başkanlık çağdaşlıktan ve bilimden çok uzaklarda kalmış ve insanların zihnini hurafelerle besleyen bir kurum haline gelmiştir. Atatürk artık olmadığına göre eminim ki bizim gibi Atatürkçü Düşünceyi yaşam felsefesi olarak benimsemiş kişiler bu ve benzeri kurumların zamanla tekrar bilimin ışığında yürümelerine yardımcı olacaklardır. Aksi takdirde Türk milletinin üzerine sadece karanlık değil, zifiri karanlık günlerin çökmesi kaçınılmazdır.
Atatürkçü düşünce, Atatürk gibi düşünme değil, Atatürk’ün öngördüğü ilkeler ışığında, fakat herkesin kendi kişisel birikimi doğrultusunda düşünmektir. Bu ilkelerin başında da elbette bilim gelir. Atatürk her fırsatta bilimin önemini vurgulamıştır. Nitekim 22 ekim 1922 de Bursa da yapmış olduğu konuşmada bilime vermiş olduğu önemi şu sözlerle vurgulamıştır.
„…Yurdumuzun en bayındır, en göz alıcı, en güzel yerlerini üç buçuk yıl kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı mağlup eden zaferin sırrı nedir, bilir misiniz? Orduların sevk ve idaresinde bilim ve fen ilkelerinin kılavuz edinilmesindedir (kimilerinin dediği gibi evliyaların değil). Milletimizin siyasi ve içtimai hayatı ile ulusumuzun düşünümsel eğitiminde de yol göstericimiz bilim ve fen olacaktır. Türk milleti, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiiri ile edebiyatı okul sayesinde ve okulun vereceği bilim ve fen sayesinde bütün olağanüstü incelikleri ve güzellikleriyle oluşup gelişecektir.“
Bilim konusunda Atatürk’ün şu sözünü muhakkak hepimiz duymuşuzdur: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” Kısaltılmış şekliyle verilen bu cümlenin tam metninde Atatürk şöyle seslenmektedir: “Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. Yalnız, ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekamülünü (olgunlaşmasını, gelişimini, evrimini) idrak etmek ve terakkiyatını (değişimini ve ilerlemesini) zamanında takip eylemek şarttır. ”
Atatürk’ün bilime vermiş olduğu önemi hepimiz bildiğimiz halde; bize „hayatta en hakiki mürşit ilimdir“ dediği halde; biz Türk milleti olarak neden bilimde çok gerilerdeyiz? Çünkü ezberciyiz de ondan. Papağan gibi bize söyleneni ezberleriz ve bu ezberciliği hayatımızın tüm safhalarına taşırız. Daha önceki yazımda da belirtmiştim. Hep mışlarla yaşarız; okuyormuş gibi yaparız, seviyormuş gibi severiz, biliyormuş gibi davranırız.
Evet Atatürk’ün dediği gibi “hakiki mürşit bilimdir” fakat bakın bugünkü sözde Atatürk hayranlarına, sözde Atatürkçü Düşünce’ cilere. Buyurun Atatürkçü Düşünce’nin nasıl mışlı ve muşlu hale geldiğinin son bir örneği:
Ne yazıktır ki Türk milleti Atatürk’ü Ardahan’ın Damal ilçesindeki Karadağ sırtlarına vuran gölgede arar durumuna geldi. Bu gölgeyi bir mucize olarak kabul edenleri mi ararsın, alkış tutarak Atatürk’ü andıklarına mı acırsın, internet sitelerinde bunu duyuran Atatürk’çülere mi üzülürsün, bu gölge nedeniyle düzenlenen Damal Mucize Şenlikleri’ne mi yanarsın. Bu şenliklere valisi, belediye başkanı, tugay komutanı yanı sıra 3 bin kişiyle ve askeri bando eşliğinde Karadağ’a düşen gölgede Atatürk’ü arayanlara ne demeli? Nerede bilim? Nerede Atatürkçü Düşünce? Atatürk’ün olmadık gölgesine bu kadar ilgisi olan bir ülkede Atatürkçü Düşünce acaba ne durumda? Bakın Türk milletinin düştüğü bu durumu milliyet gazetesi okurlarından gelen yorumlarda da açıkça görebiliriz: “Bu kadarı da tesadüf olamaz. Her yıl bu bulutlar Atatürk’ün portresini yansıtıyor. Çok mübarek insanmış çok!” Bir başka yorumcu: “Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olamadığından yola çıkarsak bu da tesadüf değildir. Atatürk, gelmiş geçmiş en akıllı, en çağdaş, en güçlü liderdir. Onu sevmeyen, kendini dindar zanneden, ama aslında din-i dar olanlara duyurulur.”
Bu mudur Atatürkçü Düşünce? Bu mudur bilime sahip çıkma? Hayır, asla ve asla bu Atatürkçü Düşünce değildir. Ne talihsizliktir ki, özellikle kişileri kutsamanın, birilerini mübarek kılmanın, bilime değil mucizelere yönelmenin son örneklerinden birisini yaşamakta ve de yaşatmaktayız, hem de Atatürkçülük adına. Binlerce yıldır mevcut olan bir doğa olayında Atatürk’ü aramak neyse, kabak çekirdeğinde Allah’ı aramak O’dur ve arasında hiç bir fark da yoktur. […] Trabzon’un Sürmene ilçesinde bir vatandaş, bahçesinde yetiştirdiği kabağı yemek için kestiğinde, kabak çekirdeklerinde Arapça yazı ve rakamlara benzeyen şekiller görünce gözlerine inanamadı. Kabak çekirdeklerindeki şekilleri Arapça bilenlere gösterdiğini belirten vatandaş, kendisine çekirdeklerin bazılarında Allah yazdığını ve diğerlerinde de yine Arapça yazılar olduğunun söylendiğini ifade etti. Bu durum üzerine çok duygulandığını belirten vatandaş, “Bunları görüp de, duygulanmamak hele inanmamak ve asi olmak çok büyük felaket” dedi […].http://www.haberler.com/kabak-cekirdeklerinde-allah-yazisi-haberi/
İşte vatanımızdan inanılmaz manzaralar. Birileri Atatürkçülük adına Atatürk’ü dağın gölgesinde gördüğüne inanıyor, diğeri ise Allah’ı kabak çekirdeğine sığdırabiliyor.
Bakın aşağıdaki şiirin yazarı Halim Yağcıoğlu ne güzel demiş:
“Mustafa Kemal’i anlamak bu değil, Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.”
ATATÜRK’TEN SON MEKTUP
Siz beni hala anlayamadınız
Ve çağlarca da anlamayacaksınız…
Hep tutturmus “yıl 1919” Mayıs’ın 19’u diyorsunuz
Ve eskimis sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz.
Mustafa Kemal’i anlamak bu değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Bırakın o altın yaprağı artık,
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler,
Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin;
Hakkından gelebildiniz mi, yokluğun, sefaletin?
Mustafa Kemal’i anlamak yerinde saymak değil.
Mustafa Kemal’in ülküsü sadece söz değil.
Bana muştular getirin bir daha
Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan,
Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınızmı?
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınızmı?
Mustafa Kemal’i anlamak avunmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Hala o acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
Hala oturmuş on Kasımlarda bana ağlıyorsunuz.
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın!
Uluslar fethine çıkıyor uzak dünyaların,
Mustafa Kemal’i anlamak göz boyamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız;
Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil,
Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar
Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar.
Mustafa Kemal’i anlamak ağlamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü,
Görüyorum ki hala aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş,
Birbirinize düşmüşsünüz halka eğilmek dururken,
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen?..
Mustafa Kemal’i anlamak itişmek değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslara;
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklara,
Bu vatan, bu canım vatan sizden calışmak ister,
Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter yeter!
Mustafa Kemal’i anlamak aldatmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Halim Yağcıoğlu