Anayasa değişikliklerini içeren Yasa’ya ilişkin iptal davasının Anayasa Mahkemesi’nce incelenmesi sonucu, merakla beklenen karar açıklandı.
Sonuç, birçok yönden okunabilir. Öncelikle, “Anayasa Mahkemesi “teklif edilemezlik” yönünden inceleme yapamaz, yapsa bile halkoylamasından önce yapamaz” diyenlere ve hukuku saptıranlara yanıt verildi. İkincisi, inceleme yapıldı ve hatta kısmî iptal kararları da verildi. Bunlar yadsınamaz.
Ancak, karar okumaya devam edildiğinde aynı umudun taşınmadığı görülüyor. Mahkeme, Anayasa değişikliklerinin tamamının, teklif, imza, gizli oy ihlali, görüşmelerde demokratiklik, amaç gibi konularda iptal istemini kabul etmedi. Dahası, değişikliklerin bütün olarak halkoyuna sunulmasının demokratik hukuk devletini değiştirdiği savını da kabul etmedi. Halkoylaması maddesi, diğerlerinden çok daha can alıcı. Böylece, demokrasinin ana damarının tahribatı Mahkemece engellenemedi. Mahkeme, bütün maddelerin birlikte halkoyuna sunulmasına evet derken, damdan bacadan her konunun birlikte halkoyuna sunulmasını önleyemedi, şekli öze tercih etti. Daha doğrusu özü koruyucu önlemi alamadı.
Gelelim, iptali istenilen diğer maddelere. Madde bazında iptal isteminin özeti, Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nin yapılarının değiştirilerek, yargının yürütmenin güdümüne sokulmasının “demokratik hukuk devleti”ne, “kuvvetler ayrılığı”na ve “yargı bağımsızlığı”na aykırılığıydı. Anayasa Mahkemesi bu iptal istemini de yerinde görmedi. Kısmî olarak verdiği iptal kararları ile yine şekli ve teknik iki konuyu öze tercih etmiş oldu. Anayasa Mahkemesi’nin, TBMM ve Cumhurbaşkanı ağırlıklı oluşumuna iptal demedi. HSYK’nin, üye sayısı ne kadar artarsa artsın Adalet Bakanı ve müsteşarının yönetimi ve yönlendirmesiyle çalışmasına iptal demedi.
İptallerden biri, hem Anayasa Mahkemesi, hem de HSYK’de her boş üyelik için ilgili kurumlar tarafından gösterilecek üçer adaya değil, ancak bir adaya oy verme işlemi. Yerinde bir iptal. Çünkü bu değişikliği “bu kadar da olmaz” diye anlatıyorduk.
Diğer iptal ise, HSYK’ye Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan seçilecekler arasında yer alan “iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri ve üst kademe yöneticileri”. Cumhurbaşkanı’na verilen doğrudan seçme yetkisine hayır demeyen Anayasa Mahkemesi, hiç olmazsa keyfiliği bir nebze önledi.
Evet, bu kararın olumlu bir sonucu var; Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın değiştirilmez hükümlerinin yasama organı tarafından değiştiremeyeceğini, değiştirilmesinin teklif edilemeyeceğini bir kez daha vurgulamış oldu. Anayasa’nın ilk üç maddesini değiştirmeye kalkarsanız incelerim, dedi. Nitekim bu iktidarı memnun etmedi.
Ancak, Mahkeme, TBMM’nin, Cumhurbaşkanı’nın, Adalet Bakanı ve Müsteşarının yargıyı oluşturma ve yönetme konusuna, hukuk devletini değiştirme yönünden de hayır demedi. Bu sonuç, iptal isteminde bulunanları ve Türkiye’de yargının yürütme tarafından teslim alınma girişiminin, yine yargı tarafından engelleneceği umudunu taşıyanları hayal kırıklığına uğrattı.
Bu sonuç, böyle güdümlü bir yargı sisteminin, kuvvetler ayrılığına, evrensel hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerine uygunluğu anlamına gelmez. Anayasa Mahkemesi, esasa girerek inceleme yapmamıştır. Konuyu Anayasa’nın ilk üç maddesinin değiştirilip değiştirilmediği yönünden, şekil yönünden denetlemiştir. Kararın yayımı, gerekçesi, Yüksek Seçim Kurulu’nun buna göre alacağı karar bir yana, şimdi son sözü halk söyleyecektir. Hem de, kimilerinin söylediği gibi hukuk dışı yöntemlerle, hukuku yok sayarak değil, hukuken halk söyleyecektir.
Kararı, bir başka yönden okursak, 12 Eylül ürünü 1982 Anayasası’nın, Anayasa gereği değiştirilemeyen ilk üç maddesindeki demokratik hukuk devleti yorumu, kimi zaman evrensel demokratik ilkeleri yakalarken, bu kez 24 Ocak ve 12 Eylül ruhunu üzerinden atamamıştır. Bizim, “12 Eylül ürünü Anayasa değişmelidir” derken kastettiğimiz işte budur.
Ali Rıza Aydın
Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü
===============================================================================
Bu baskıya bu karar!
Birçok hukukçunun “Anayasa Mahkemesi’nin en gerekli olduğu zaman” dediği bir karar için Mahkeme dün topu halka attı. AKP’nin tek başına hazırlayıp Meclis’ten de kendi çoğunluğunun oylarıyla geçirdiği ve yüksek yargıyı kesinlikle siyasi iktidara bağımlı hale getirecek Anayasa değişikliğinde, maddelerin içinden bazı cümleleri cımbızla çekerek iptal etmesi, geriye kalanları ise olduğu gibi bırakması elbette gelecekte olacaklar açısından Anayasa Mahkemesi’ne büyük bir sorumluluk yüklediği gibi yapılan baskılara da büyük ölçüde boyun eğdiğini gösteriyor.
Hükümet üyelerinden başlayıp Anayasa Mahkemesi raportörlerine uzanan kalabalık bir kitlenin (adeta kadrolu gibi her daim iktidar destekçisi gazete, yazar ve hukukçuları unutmayalım) Anayasa yasağı filan dinlemeyerek yaptığı ağır baskıların bu sonucu vermesi aslında sürpriz sayılmaz.
Demokrasinin ‘D’sinin olmadığı ama dillerden de düşürülmeyerek siyasi kazanç beklendiği bir ülkede hiçbir şey sürpriz değildir artık.
AYM; Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirecek ve üyelerin çoğunun iktidar partisinin bir parçası olan, aynı tabanın seçtiği Cumhurbaşkanı ile yine “AKP çoğunluğu” demek olan Meclis tarafından seçilmesini sağlayacak maddeleri tümüyle iptal etmesi gerekirken sadece bazı detayları iptal etti.
Eğer bu değişiklik referandumda yüzde 51 oy alacak olursa yine Cumhurbaşkanı; 14 Anayasa Mahkemesi üyesinin 4’ünü doğrudan, 10’unu gösterilen adaylar arasından seçecek. Geriye kalan 3 üyeyi de (Meclis’in 2/3’ünün oyları, yani nitelikli çoğunluk bile gerekmediği için) Meclis’teki iktidar oyları seçecek. Böylece AYM neredeyse tümüyle çoğunluğu ele geçiren partinin kontrolünde olacak.
Tehlike anlatılmalı!
HSYK’nın başında Adalet Bakanı ile Müsteşarı yine duracak ve baskıyı eksik etmeyecek. Adalet Bakanı’nın “Hakimler için soruşturma yetkisi” kaldığı için elinde bir baskı unsuru daha olacak.
Ama örneğin yüksek mahkemelerin üyeleri AYM’ye aday seçerken tek oy yerine her adaya oy kullanabilecek. Mahkeme’nin yaptığı değişiklik bu… Tek oyla bile bir adayın seçilme ihtimali ortadan kalkıyor ama sonuçta seçilen 3 adaydan birini tercih hakkı Cumhurbaşkanı’nda olduğuna göre büyük bir değişiklik yaratmaması mümkün.
AKP halâ Anayasa Mahkemesi’nden çıkan karara bozuluyor gibi bir görüntü sergilemeye çalışsa da yanılmamak lazım.
Referandum sonucunun nasıl bir tehlike yaratacağını, yüksek mahkemeleri de çok kısa sürede siyasallaştıracağını halka net şekilde anlatmaktan başka çözüm kalmadı bence!
*****
Kılıçdaroğlu korkusu
Geçenlerde haberdi; Kemal Kılıçdaroğlu Facebook’ta dünyanın en popüler ilk 15 ismi arasına girmiş. Bu kadar kısa sürede bu ilgi çok dikkat çekici bir gelişmedir ama köşelere bakınca bazıları için aynı derecede ürkütücü olduğu görülüyor. Eğer yazı özellikle bir saldırı yazısı olarak hazırlanmamışsa mutlaka kenarına köşesine onu yıpratma amaçlı birkaç cümle sıkıştırılıyor.
Demek ki içinde bulunduğumuz şartlarda en popüler olma, en “korkulan“ olmayı da birlikte getiriyor.
Gazete köşeleri genellikle hakaret sınırında durmayı tercih ederken “özerk” olmayı “göbekten bağlı” olmak şeklinde algıladığı görülen TRT’nin “Tele-Vizyon” dergisi hakarette bile hiç sakınca görmeden doludizgin Kılıçdaroğlu’na saldırmakta.
Geçen sayısında CHP liderine ailesinden, kendisine kadar her türlü hakareti sıraladıktan, öğrencilik günlerindeki çalışkanlığını bile hakarete çevirerek defalarca tekrarladıktan sonra bu ay da CHP’ye yüklenmeyi “astrolog”ları yoluyla sürdürmüşler.
Astrolog değil falcı mübarek… Yazdıklarında bir “Üç gün mü desem, üç ay mı… Üç vakte kadar CHP’nin şansı kalmayacak, meydan tek bir partiye kalacak” cümlesi eksik. “CHP şanslı görünüyormuş ama fazla hayale kapılmamalı” imiş. Oysa “AKP lideri de çok şanslı ama şansı sürecek”miş.
Bu ay yine Kılıçdaroğlu faaliyetini akıllarınca kotarmışlar, bakalım Ağustos’ta hangi parlak buluşla ortaya çıkacaklar?
Bu falcının bir cümlesi var ki asıl sürpriz orada gizli, diyor ki;
“Zaten seçimler sırasında dünyanın konjonktürel yapısında o kadar büyük değişiklikler olacak ki, CHP’nin, AKP’nin dışında farklı değişiklikler var Türkiye içinde”…
Acaba kulağına bir yerlerden “seçimden önce bir savaş çıkacağı”, böylece seçimlerin filan unutulacağı fısıldanmış olabilir mi? Bence olabilir, böyle bir kehanet durup dururken yapılmaz.
Bu sözleri unutmadan bekleyelim bakalım, özerk (!) TRT’nin özerk (!) dergisinin kâhini haklı çıkacak mı?
Ruhat MENGİ
Vatan
——————————————————————————————————————————————————-
AKP’den af hazırlığı
Anayasa Mahkemesi kararını verdi. Durum çok net değil ama AKP çok güvendiği anketlere bakacak ve erken seçime gidip gitmeyeceğini düşünecek.
Görünen manzaraya göre AKP’nin birinci parti olsa bile tek başına iktidar olma olasılığı özellikle Yüce Mahkeme’nin kararından sonra daha da azaldı.
Çünkü bu karar “orta yol” bulma ihtiyacından kaynaklansa da sonuçta AKP’nin yenilgisi bir anlamda. Üstelik şimdi öyle bir durum doğdu ki referandum için güçlü bir kampanya yapamayacak. “Demokrasiye müdahale” deyip 27 Nisan bildirisi gibi konuyu istismar edemeyecek.
Ankara’ya gidip geldikçe, (biliyorsunuz her Cuma günü Ankara’da oluyorum. Beyaz TV’de tartışma programına katılıyorum) siyasi çevrelerle de temas olanağı buluyorum. Ankara artık tamamen seçime kilitlenmiş.
AKP seçime gidecek gitmesine de “tek başına iktidarı kaybetmesi” halinde “hesap sorulması” olasılığının da güçlü olduğunu biliyor. Anayasa Mahkemesi kararından sonra konunun daha da ciddileşeceği büyük bir olasılık. İşte bu nedenle bazı hukukçuların çok gizli biçimde “bir genel af tasarısı” üzerinde çalışmaya başladığı konuşuluyor.
Konuyu bana aktaran bir siyasetçi “AKP bir af kanunu çıkartmadan seçime gitmez, gidemez. Çünkü tek başına iktidar olamaması halinde açılacak davalarla ve özellikle Yüce Divan’la baş edebilmesi çok zor” dedi.
Aynı siyasetçi AKP’nin 1999’daki “Rahşan Affı”nı hatırlatır nitelikte bir af çıkartmak zorunda olduğunu belirterek şöyle konuştu: “Genel af konusunda sıkıntı terör suçları ve özellikle İmralı’daki kişinin durumuyla ilgili. Yapılacak en küçük hata sonucu, eşitlik gereği İmralı’dakinin de bundan yararlanma ihtimali ortaya çıkar. Bu nedenle AKP özellikle mali suçların üzerine gidecektir.”
Bu siyasetçinin, AKP kulislerinden aldığı bilgilere göre anlattıklarının özeti şu: “Seçimlere kısa bir zaman kala AKP parlamento çoğunluğuna dayanarak, seçim sonrası kendilerine yönelecek hangi suçlamalar olacaksa bunlarla ilgili af çıkartacak. Bu konu seçimlere çok az zaman kalacağı için kamuoyunda gereği gibi tartışılamayacak. AKP seçimi kaybetse bile, yeni iktidarlar, hesap sormak adına dava açsalar da bunlar af kapsamına gireceği için fazla bir hükmü olamayacak.”
*****
Mavi Marmara olayında kafama takılan sorular
Başkan Obama’nın Tayyip Erdoğan’a “İsrail’den taleplerinizin ilk üçü tamam, uluslararası soruşturma istemeyin, siz de zararlı çıkabilirsiniz” dediği basında yer aldı. Doğal olarak insan bunun ne anlama geldiğini merak ediyor. Uluslararası bir soruşturmada Türkiye’nin aleyhine ne çıkabilir ki?
Olaya sadece bizim açımızdan bakınca, sadece uğradığımız alçakça saldırıyı, İsrail’in terörünü görüyoruz. Ama belli ki iş uluslararası boyuta taşınınca durum farklılaşıyor. O zaman Türkiye’ye de bazı sorular sorulacağı anlaşılıyor.
Olayın ilk gününden beri kafamı kurcalayan bazı sorular vardı. Günün sıcaklığında ve hassasiyeti de göz önüne aldığımda o soruları hemen sormamıştım. Ama konu madem Obama’nın da diline dolandı, sormak gerektiğine inanıyorum.
Sorularım Mavi Marmara gemisinin yola çıkış yöntemiyle ilgili.
Bu gemi yardım gemisi olmasına rağmen bir yolcu gemisi statüsü ile yola çıktı. Bu durumda geminin bir konşimentosunun olması ve tüm yolcuların da burada gösterilmesi gerekir. Ayrıca gemi hareket ederken gideceği limanlar, kalacağı süre, yolcu kapasitesi, çalışan sayısı, günlük iaşe miktarı da belirlenmek ve raporlanmak zorundadır.
Buradan yola çıkarak aklıma takılan soruları sıralayayım:
1- Mavi Marmara gemisi yola çıkmadan önce hangi rotayı saptadı? Varış limanı belirlenmiş miydi?
2- Gemiye yolcu kabulü ne şekilde yapıldı?
3- Yolcular bilet aldılar mı?
4- Aldılarsa bu biletler için bir bedel ödendi mi?
5- Geminin yolcu kapasitesi ne kadardı?
6- Yolcular gidecekleri herhangi bir ülke için vize aldılar mı?
7- Yolcular gemiye binerken pasaport kontrolünden geçtiler mi?
8- Pasaport polisi gidilecek ülkeyle ilgili vizeyi görmek istedi mi?
9- Yolcular çıkış harcı ödediler mi?
10- Yolcular dönüşte yurda pasaport göstererek mi girdiler?
*****
Somali’de Türk gemileri var
Obama’nın “Uluslararası soruşturma istemeyin” uyarısıyla Somali’deki korsanlara karşı görev yapan Türk gemilerini kastettiği de ileri sürülüyor. Somali’de gemi kaçıran korsanlara karşı uluslararası güçler Aden Körfezi’nde devriye geziyor. Bu savaş gemileri bir güvenlik tehdidi algıladıklarında müdahale hakkına sahip. Uluslararası deniz hukuku bu hakkı veriyor.
“Türk gemileri güvenlik tehdidine karşı başka gemilere açık sularda müdahale ediyor. Biz de aynısını yaptık. Tehdit gördük” demesi halinde Türkiye’nin zorda kalabileceği ileri sürülüyor.
*****
Maliye zorla dergi satar mı?
Okurlardan birkaç tepki alınca ben de yazmak gereği hissettim. Çünkü hani “sinek küçüktür ama mide bulandırır” denir ya, işte böyle küçük gibi görünen bir yolsuzluktan, usulsüzlükten söz etmek istiyorum.
Yönetim yeri İstanbul olan “Maliye” adlı bir dergi var. Bu dergiyi satmak için ilginç bir pazarlama yöntemi bulmuşlar.
Dergi adına bazı kişiler adreslere “kurye” gibi giderek üzerinde “Maliye” yazan ve hepimizin görür görmez tanıdığı ve anladığı sarı resmi zarfı üzerinde adı yazan kişiye uzatıyorlar. Bu tebligatın karşılığında da 10 lira istiyorlar.
Bu zarfı görenler genellikle bir resmi evrak geldiğini düşünerek 10 lirayı veriyorlar. Daha sonra zarfı açtıklarında ise bir dergi ile karşılaşıyorlar.
Bu konuda o kadar çok şikâyet olmuş ki, bir internet sitesi bile açılmış. Buna rağmen “bana mısın” diyen yok. Dergi aynı yöntemle “satılmaya!” devam ediyor.
Dergi, Maliye Bakanlığı’nın yayın organı görünümünde. İçindeki yazılar ve haberler de hep bakanlıkla ilgili. Acaba Maliye Bakanı’nın veya yetkililerinin bundan haberi var mı?
Yoksa, önlem almalılar. Eğer varsa da, ciddi bir ülkede Maliye “üç kuruş para için bu yolları dener mi” diye sormak hakkımız olur.
*****
Akbil’ler değişiyor
Bir okurdan gelen haklı feryadı sizlerle paylaşmak istedim: Akbil’ler temmuz sonunda değişecek ama 10 lira karşılığında sadece 2 noktada bu değişim yapılıyor. 69 yaşındaki anam, Akbil’ini değiştirmek için temmuz sıcağında, herkesin akın akın geldiği, kuyrukta, saat 11.00’den 16.00’ya kadar bekliyor. Haliyle kadıncağız, onca saat ayakta durmaktan harap, akşam dayak yemiş gibi her tarafı ağrıyarak yattığı yeri bilmeden perişan vaziyette kalıyor. “Hangi devlet vatandaşına bu kadar zulüm ediyor?” (Hele ki 65 yaş üstü! Hadi biz gençler bekleriz…)
Can ATAKLI
Vatan