Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
İş, icraata geldiğinde, kaçmakta, bahane bulmakta, birilerine yıkmakta epey mahir bir milletizdir. Ne sorumluluğu kabul ederiz ne de çözüm noktasında biraz kafa patlatmayı, taşın altına elimizi koymayı…
Terörle mücadelede de geldiğimiz aşama bu!
En son bahane üretecek olanlar, hatta “bahane”nin kenarından kazara bile geçmemesi gerekenler, ne yazık ki bu konuda da liderliği kimseye bırakmıyor. Bunun yerine bir adım daha ileri gidip, büyük bir “yüzsüzlükle” ve “pişkinlikle” kendileri dışında neredeyse tüm âlemi sersem yerine koymaya çalışıyorlar!
Dolayısıyla, bugün terör sorununun çözümü noktasında çok daha farklı yöntemlerin uygulanması gereken bir dönem söz konusudur. “Açılım”, artık ters tepen bir “silahtır” ve bunu gündeme getirenler de büyük bir “güven kaybı” ile karşı karşıyadır.
Bu güven kaybı çok boyutludur.
En temelde halkın çözüm noktasında siyasi iradeye karşı bir güven sorunu söz konusudur. Bunun dışında, düne kadar bu hususta hükümete destek veren birçok kesim de bu güven kaybını artık çok net bir şekilde ortaya koymaya başlamıştır.
Ayrıca, hükümetin mevcut politikaları sonucu ülkedeki temel kurumlar ile karşı karşıya kaldığı sorunlar ve iç siyaset bağlamında gelinen “seviyesiz” aşama, süreci içinden çıkılmaz bir hale sokmuş, aradaki mevcut güven sorunundan dolayı, sorunun artık ortak bir zeminde tartışılma olasılığı da neredeyse ortadan kalkmıştır.
Dolayısıyla, teröre çözüm noktasında milli mutabakat ve kolektif liderlik bazlı bir zafiyet söz konusu olup, bunun mevcut siyasi irade ile çözümü hususunda bir inanç kaybı ortama hâkimdir. Bundan dolayı da “açılım”, çözümden daha ziyade sorunu daha da derinleştiren boş bir hayal olarak ortaya çıkmış, sonrasında kâbus olmaya başlamış tehlikeli bir kavram olarak karşımızda durmaktadır.
“Açılım” neden bir hataydı?
Aslında “açılım” denen süreç, en başından itibaren “açıklandığı yer”, “adı”, “açıklayıcıları” ve “zamanlaması” itibarıyla bir hataydı. Bunun birçok nedeni var. Kısaca, maddeler halinde sıralayacak olursak:
1- “Açılım”, gerçekte bir Ankara projesi değildi. Ankara diyenler, açıkçası milletle kafa bulmayı meslek edinenler olup, onları artık daha fazla dikkate almak, abesle iştigalden farksızdır. Dolayısıyla son dönemde “açılım aslında bir devlet politikası değildi” açıklamasının altında da bu gayri millilik durumu yatmaktadır.
2- “Açılım” milli bir proje olmadığı için kodları ve kavramları itibarıyla da kan uyuşmazlığını beraberinde getirmiştir ve bu kavramları kullananlar açıkçası artık mide bulandırmaya başlamışlardır. Dolayısıyla “açılım”, toplumun geneli tarafından kabul görmemiş, hatta bir “aşağılama” olarak algılanmıştır. Bu noktada Roman vatandaşlarımızın ortaya koyduğu tepki ortadadır. Aynı zamanda Anadolu’nun kendisi olan Alevi vatandaşlarımıza dönük açılımın ters tepmesinde de bu “zihniyet çarpıklığı” ve en hafif ifadeyle “cahillik” yatmaktadır.
3- “Açılım”, süreç içinde, “yoldaki kervan” mantığıyla içi doldurulmaya çalışılan bir dayatma olmuş, fakat içi beklentilerin tam tersine çok farklı bir şekilde doldurulmuş ve süreç asıl maksadından çıkarak, adeta raydan çıkan trene dönüşmüştür.
4- “Açılım”, tüm iddiaların tam tersine PKK terör örgütünün elini kuvvetlendirmiş bir süreçtir. Merkezin kontrolünden çıkan “açılım”, devlet ve millet arasındaki “güven” ve “güvenlik” boyutunu, anlayışını ciddi manada yaralamış, var olan bir kısım sorunları PKK terör örgütü ve bir takım sivil-demokrat görünümlü “ayrılıkçı” düşünceleri daha da derinleştirmiştir. Dolayısıyla gelinen nokta, sürece “start verilen” “sıfır noktasından” daha da vahim bir noktadadır. Aynen, Ermenistan’la başlatılan normalleşme-protokol sürecinde yaşanan “açılım” örneğinde görüldüğü üzere…
5- “Açılım” sürecinin asıl hedefi ile geldiği aşamaya bakıldığında, yaratılan beklentiler ile ortaya çıkan sonuç arasında ciddi manada bir uçurumun olduğu görülmektedir. Dolayısıyla açılım süreci “söylem-eylem” bazında bir yön sorunu yaşamaktadır. Bu sorunun asıl hedefi artık daha bir netlik kazanmaya başlamıştır. Bu talebe verilecek cevap noktasında ise fazla bir iyimserlik söz konusudur. Nitekim, hükümetin en sonunda fark ettiği husus da bu olmuştur. Bundan dolayı da hükümet her ne kadar “açılım”ın söylem bazında iflas ettiğini, başarısız kaldığını itiraf edemese de, eylem bazında takındığı tavır ile aslında bu süreci bitirmiştir. Bundan sonra açılım adına yapılacak olanlar, sadece “dostlar alışverişte görsün”den başka bir anlam taşımamaktadır.
Bu maddeler daha da arttırılabilir fakat bu hususların kendisi bile başlı başına açılımın çıkışı, arka planı, hedefleri ve geldiği aşamayı resmetmesi açısından yeterlidir kanaatindeyim. Gerekirse, daha da arttırılabilir.
Ama bugün itibarıyla bu süreç artık Türkiye’de ciddi manada; güvenlik, ülke bütünlüğü, milli birlik-beraberlik, dış müdahale olasılığı, siyasi partilere ve kurumlara olan güven noktasında beraberinde getirdiği birçok mevcut-olası olumsuz sonuçları itibarıyla ciddi bir sorun haline dönüşmüştür. Daha da vahim olanı ise, bunun önümüzdeki süreçte devletin acziyeti-zafiyeti şeklinde algılanması olacaktır ki, bunun ne anlama geldiğini burada yazmaya gerek bile yok. Dolayısıyla vakit çok geç olmadan, devletin bu soruna milli bir bakış açısı çerçevesinde yaklaşması ve “akil bir devlet” anlayışı içinde gereğini yapması gerekmektedir. Aksi takdirde, sorunu bu noktaya getirenler kendilerine yapılan çağrı noktasında son adımı atmaktan geri kalmayacaklardır.