Kritik On Yıl ve Yer İsimleri

Kritik On Yıl ve Yer İsimleri

İçinde yaşanılan her zaman dilimi, geleceğin tohumlarının ekildiği, yaşanacakların belirlendiği dönemdir. Bugün yaşananlar, geçmişte alınan kararların, politikaların veya ihmallerin ürünüdür. Bugünü anlamak için geçmişe başvurulur, hatalardan ders alınır, doğrular tescil edilir. Geleceğin mamur, mutlu veya daha az sıkıntılı olması için bugün yapılması gerekenleri iyi ölçüp tartmak gerekir. Bu durum siyasette olduğu gibi ekonomide, güvenlikte, eğitimde de sözkonusudur. Her dönemin gelecekle ilgili telafisi mümkün olmayan önemi vardır. Çocuğun kişilik kazanması bebekliğin ilk yıllarında olup, ömür boyu çok az değişir. Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde kazandığı veya kaybettiklerinin de önemi büyüktür. Bu husus devletler için de geçerlidir.
Her dönemin sahip olduğu öneme karşın, 1990’larınki mesela Soğuk Savaş yıllarının çok üstündedir. “Kritik On Yıl”, Kazakistan’ın bilge başkanı Nazarbayev’in eserinin adıdır. Bağımsızlık sonrası kritik on yılda alınan kararlar ile ülkesini nasıl bir uçurumun kenarından bugünkü istikrarlı ve nispeten müreffeh hale getirdiğini anlatır. Avrasya Bir Vakfı’nca düzenlenen “Kazakistan’ın Avrupa Yolu”ndaki politika ve uygulamalarını başka yazıya bırakalım. Bununla beraber, onun “Türk Dünyası Aksakallar Heyeti” teklifinin her konuda ve her kademede hatırlanması gerektiğini belirtelim.
Ekonomide olduğu gibi güvenlik ve terör konusunda da yaşananların geçmiş ve gelecek boyutu vardır. Geçmiş ve bugün konusunda doğru teşhis ve tahlil ile geleceği planlama konusunda “Jeopolitik Meydan Muharebesi”nde kaybedenlerden olmamak için daha az konuşup, daha çok düşünmek ve araştırmak gerekmektedir.
Ülkemizde yaşanan terör, 30 veya 80 yıllık olmayıp yaklaşık 200 yıllık bir tarihi seyri vardır. Osmanlının parçalanması, sömürgeci güçlerin yeni pazarlar, hammadde kaynakları, güvenli yolları konusundaki Anadolu ve çevresinin stratejik konumu bu terörün temelini oluşturur. Terör örgütünün aslında Kürt akrabalarımla veya arkadaşlarımla hiç ilgisi olmayan talepleri, Osmanlıya isyan eden bütün kavimlerde adım adım görülür. Ermenilerin 19. yüzyıla kadar Osmanlıca eğitim gördüklerini ve şikayet etmediklerini, dış güçlerin müdahalesi ile anadilde eğitime başladıklarını ve bundan sonra eski huzur ve refahı bulamadıklarını biliyor musunuz?
Türkiye’nin insan hakları sabıkası, AB yolundaki değişikliklere rağmen dün olduğu gibi bugün de büyüktür. Lider sultası bunun temelini oluşturmakta olup zaman zaman yönetimdeki fiili diktatörlük, liderlerden kurumlara geçtiği halde, kamu gücü ve imkanı, halkın isteği ve çıkarı doğrultusunda pek kullanılmaz.
Siyasi literatürde yer alan, demokratik olmadığı halde halkının çıkarları doğrultusunda yetkilerini kullanan “Bilge Sultan” kişiliği Nazarbayev’de de görmekteyiz. Kendi yetkilerinin artmasına karşı çıktığı gibi, halkının geçimi, sağlığı ve güvenliği, kritik on yılının temelini oluşturmuş ve vatandaşı daha fazla yönetime katma yolunda gayret sarfetmiştir. Bilge sultan müessesesi bu vasfa sahip kişi bulunduktan sonra bir dönem için hayırlı olduğu halde, riski ve şerri çok daha fazla olabilmektedir. Mesela bizde parti başkanlığına seçilen liderler, önce iç tüzük değişikliği ile yetkilerini sınırsızlaştırır, ilk fırsatta yasaları değiştirir, yetki ve kaynak dağıtımında akrabaları, yakınları gözetir. Esasen Nazarbayev de mevcut şartların zorunlu kıldığı yetkilerini ülkesinin demokratikleşmesi yolunda altyapı tesisi için kullanmıştır.
Gelelim kritik on yıl ihmalinin terörle ilişkisine:
Öncelikle terör örgütünün taleplerinin halk kitleleri ile alakası olmadığını tekrar belirtelim. Güneydoğu’dakinden çok daha fazla Kürt vatandaşımızın batı bölgelerinde yaşadığı dikkate alınırsa bunun uygulanması imkansızdır. Batıda olduğu gibi Doğu ve Güneydoğu’da Kürtler ve Türkler evlilik, iş kurma gibi yollarla etle tırnak gibi kaynaşmıştır. Ancak birçok alandaki yasaklar, halkın teröre ısınmasında gaz vermektedir. Bir dönem şarkı, türkü, isim yasağı getirenler, eğer emperyalist güçlerin arzusuyla hareket etmedilerse hiyanet derecesinde cehalet girdabında idiler. Kafkasya ve Türkistan’da hallen kullanılan, asırlarca atalarımızın sahiplendikleri isimleri Kürtçe diye değiştirenler için de aynı şey geçerlidir.
Nüfus cüzdanımda doğum yeri “Şüşnaz” yazar. Harput yakınlarındaki köyümüzde bir tek Kürt yaşamaz. Agop Dilaçar’ın izindekiler 1960’larda Türkçeleştirmek uğruna bu ismi Serince yapmışlar. Aradan yarım asır geçmiş herkes Şüşnaz ismini kullanır. İlkokuldaki Kürt arkadaşım Keban, Piran bölgesinin Hankendi köyünden. Bu isim değiştirilmiş, muhtemelen Kürtçe diye. Halbuki aynı isme Azerbaycan’da rastlarsınız. Civar köyler Hamidi, Haselli, Gurbankapan, Karataş, Kabaklı, Huseynik, Erpinik.. Bütün bunlar Türkçe, Arapça, Farsça kökenli veya Ankara, Konya gibi eski medeniyetlerden Türkçeleşmiş isimler. Beş asırlık vesikalarda da görülen Kastamonu’nun İlişi (Ilısu) köyünü Yakaören yapmışlar. Hanım burada dünyaya geldiğinde isim değişmiş imiş, ancak resmi yazışmalar hariç yeni isim kullanılmaz. Çünkü benimsenmemiştir, suni, zorlama, tepeden inme kararlardır.
İsimleri “öztürkçeleştirmek” yaftası ile bir milletin geçmişle bağlarını koparmak adına yapılanlar bir an önce telafi edilmelidir. Bunu yaparken terörü önlemek veya terör örgütüne taviz vermek gibi bir pozisyona düşülmemelidir. Şurasını belirtmeliyim ki kendi köyümün, civardakilerin veya eşiminkinin adı değiştiğinde bundan memnun olmadığı halde köylülerden kimse dağa çıkmamış, teröre sempati duymamış, devlet gemisine her fırsatta sahip çıkmışlardır.
12 Eylül’de sosyalist kitapları okuduğu için işkence gören solcular, benzer muameleye maruz kalan ülkücüler veya dini hizmetleri yüzünden dindarlar da dağa çıkmadı, terörist olmadı. Buna karşın Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlara bakıp “buradan bir terör örgütü çıkması normaldir” demek mümkün mü? Tıpkı bunun gibi, yer isimleri, eğitim dili, bölgesel özerklik gibi emperyalist sürecin ürünlerine bakıp “devlet taleplerini kabul etmeyince onlar da teröre son çare olarak başvuruyorlar” görüşü, bölge, ülke ve tarihi gerçeklerden habersizce dillendirilmektedir. Bununla beraber, işkencecilerin yargılanarak bir an önce cezasının verilmesi, toplumun her kesiminin devletiyle daha barışık olması için elzemdir.
Yer isimleri konusunu ele alarak bir yanlıştan dönülmesinin gereği üzerinde durdum. Kesinlikle “terörün sebeplerinden biri budur” demiyorum. Ancak, mesela sessizce Kürtçe dershaneler serbest bırakıldığı gibi (bugün müşterisi yok!), Kürtçe şarkı kasetlerindeki yasakların sona ermesi gibi, idari bir tasarrufla köylülerin rızası ile eski isim, resmi isim haline getirilmelidir. Bu gibi konularda 2000’li kritik on yılın ihmali büyüktür. Çocuğuna herkes istediği ismi koyabilmelidir. Bunun için şaşaalı toplantılara, bitmek tükenmek bilmeyen beyanatlara gerek yok. Çünkü tribünlere yönelik bu hatalar, terör örgütüne başarı istikametinde yeni propaganda imkanı ile yeni taleplere haklılık gücü vermektedir. Teröriste karşı tavizsiz mücadele, halkın haklı talepleriyle karıştırılmamalı, mevcut sıkıntılar, haksızlıklar, mağduriyetler ustaca telafi edilmelidir. Terörün ve terörü destekleyen odakların bu iki hususun karışmasından beslenip geliştiği gerçeği dikkate alınırken tuzağa düşülmemelidir.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 29.06.2010

Kritik On Yıl ve Yer İsimleri - alaeddin yalcinkaya

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir