Site icon Turkish Forum

İran “Irak” değil!

Bu yazıda komşumuz İran’ın ulusal gücünü oluşturan öğelerin değerlendirmesini sunacak değilim. Bunu daha önceki bir yazıda yapmıştım. ABD’nin bu ülkeyi yalnızlığa itme girişiminin yeni bir adımını geçtiğimiz hafta gördük. Bunun da fazla bir şey değiştirmeyeceği kanısındayım. Bu nedenle, bu yazının konusunu son yaptırım girişimleri ve bunun olası sonuçları oluşturuyor. - globe 1029210 640

Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
TurkishForum danisma kurulu uyesi

Bu yazıda komşumuz İran’ın ulusal gücünü oluşturan öğelerin değerlendirmesini sunacak değilim. Bunu daha önceki bir yazıda yapmıştım. ABD’nin bu ülkeyi yalnızlığa itme girişiminin yeni bir adımını geçtiğimiz hafta gördük. Bunun da fazla bir şey değiştirmeyeceği kanısındayım. Bu nedenle, bu yazının konusunu son yaptırım girişimleri ve bunun olası sonuçları oluşturuyor.

Obama yönetiminin amacı İran’ı güttüğü siyaseti değiştirmeğe zorlamak, uranyumu zenginleştirme girişimlerini durdurmak ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının daha derin denetimi için kapılarını ardına dek açmasını sağlamaktır. Bu amaçlara yönelik olarak da, hem Beyaz Saray’a bağlı sekreterlikler (bakanlıklar) İran ekonomisini zor durumda bırakacak adımlar atmağa hazırlanıyor, hem ABD Kongresi İran’a yönelik yeni bir yasa çıkartıyor, hem de (sürekli üye konumuyla veto ayrıcalığı olduğu) Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulunu siyasal bir baskı aracı olarak kullanıyor.

ABD’deki federal yönetime bağlı birtakım kollar İran’ı ekonomik yönden daha da güç duruma sokacak bir dizi adımı uyumlaştırma çabası içindeler. Örneğin, Maliye Bakanlığının hedefinde, resmî Bank-ı Millî başta olmak üzere, İran’ın devlet ve özel bankaları ve para işleri kuruluşları vardır. ABD bu yoldan İran ekonomisini sert darbelerle sarsmak ve zayıflatmak arayışı içindedir. Bu eylemler ABD’nin yasama kuruluşunun ve Birleşmiş Milletler’deki temsilciliğinin girişimleriyle uyumlu olacaktır.

Ahmedinejad

Obama

İran’ın bir tek bile nükleer bombası yoktur. Bir tane yapabilmesi için
(o da eğer böyle bir şey istiyorsa), büyük olasılıkla, uzun bir süreye (belki daha birkaç yıla) gereksinimi vardır. Ayrıca, böyle bir bombayı fırlatmak için harp başlığı ve füze geliştirmemiştir. Kuşkusuz, İran’ın barış amaçlı nükleer enerji kullanma hakkı da vardır.
Bu durumda, Obama başkanlığındaki ABD’nin gerçekleri saptıran
başlangıçları ve art arda koyduğu engelleriyle bölgemizde savaş
rüzgârlarını estirmesi gereksiz ve yanlıştır.

Kongrenin gündeminde bu ülkeye kapsamlı bir yaptırımı öngören bir yasa vardır. Tasarıyı hazırlayanlar Temsilciler Meclisine bağlı Dış İlişkiler Kurulu başkanı Kaliforniyalı Demokrat Parti üyesi Howard Berman ile Senato Bankacılık Kurulu Başkanı Senatör Chris Dodd’dur. Bunlardan birincisi Yahudi kökenli olup aynı kurulun son Ermeni sorunu oylamasında (Türkiye’ye karşı) başı çeken kişiydi. O ve yandaşları ABD’nin dış tutumunu İsrail’in yörüngesinde tutmağa çalışan “Amerikan İsrail Kamu İşleri Kurulu”nun (AIPAC) ileri gelenleridir. Bu yasaya göre, Obama yönetimi İran’la herhangi bir dış devlet ya da çevrenin, ne denli küçük olursa olsun, petrole ve arıtılmış petrol ürünlerine ilişkin tüm antlaşmalarını izlemek zorundadır. Söz konusu tutar birkaç yüz bin dolar gibi çok ufak olsa da, başkan işi ciddiye alarak İran’la alış-veriş yürüten tarafı “kara liste”ye almakla yükümlüdür. Örneğin, o kuruluşun ABD’deki mülkünü ve parasını dondurabilir. Bu yasa vetonun da üstesinden gelemeyeceği çoğunlukla geçmiştir.

Bu durumda, yasa Obama’nın elini kolunu bağlamakta, “ceza”yı kaldırma ya da erteleme olanaklarına kapıları kapamaktadır. Öte yandan, Beyaz Saray bu yasayı eleştirmemiştir bile. Ne var ki, Obama’nın Orta Doğu ve İsrail işlerine bakmakla görevli kıldığı Dennis Ross İran’a, silâhlı müdahale dahil, her türlü baskının yapılmasından yana ve İsrail baskı kümesinin bilinen uygulayıcısıdır. Onun bu göreviyle ilgili değerlendirmemi de birkaç ay önceki yazımda belirtmiştim.

Ama bu yasanın da işlerliği olacağı çok tartışma götürür. Birçok ülkede bu yaptırımlara kulak asmayan, giderek gizli antlaşmalar yapan özel kuruluşlar, onların yaygın bir ağı vardır. Böylesine ticareti olağan yollara kıyasla daha fazla kazançlı görürler. Bekledikleri fırsatın bu olduğu bile söylenebilir. Bu koşullarda, ABD Maliye Bakanlığının önlemleri de, Kongrenin yasası da ve Güvenlik Kurulunun (Türkiye ile Brezilya’nın olumsuz oyuyla, ama) büyük çoğunlukla aldığı karar da simgesel olmaktan ileriye geçemez.

Tüm bu girişimler, son incelemede, kimlere yarar? Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’i koltuğundan eder mi? Dinci düzeni iktidardan düşürür mü? İran’a karşı olanlardan kimleri daha öne çıkarır?

Bu ekonomik engeller dizisinin başarı olasılığı çok azdır. Üstelik, Obama yönetimindeki İran düşmanlarının bile umutlu olmadıkları anlaşılıyor. Kongre’deki yasanın başını çekenler de aynı kervanın yolcularıdır. Yasanın önde gelen sahiplerinden Kaliforniyalı Cumhuriyetçi Milletvekili Ed Royce “iş söze kalınca İran’ı sanki yerlebir edecekmiş gibi görünen yaptırımların en şiddetlisi bile işe yaramayabilir” demiştir. Orta Doğu sorunlarına eğilmekte olan Vaşington-merkezli Brookings Enstitüsünün bir sözcüsü (Suzanne Maloney) de diyor ki: “İran uzmanlarının çoğu ekonomik baskının istenen sonuçları vereceğinden kuşkuludurlar.” Özetle, İran’da dış baskıya karşı direnme azmi uluslararası toplumun bu ülkeyi yolundan çevirme direncinden daha güçlüdür.

Bu durumda, yaptırımların hiç mi etkisi olmaz? Önce, daha da sertleşme yanlısı olanları güçlendirir. Bunların başında “silâh kullanmadan aldığımız önlemler işe yaramadı; bize de zora başvurma seçeneği kaldı” biçiminde sözde çözüm üreten “şahinler” gelir. Bunlar, daha başından bu yana, havadan ve denizden saldırılar gibi şiddet yolunu önermekteydiler. Bugüne değin, İran’a karşı türlü kararlar alındı. Bunların hiçbiri İran’ı yolundan döndüremedi. Bu oluşum Tahran’ın direncini kanıtladığı gibi, “şahinler”in görüşlerine de yağ sürer.

Ancak, Afganistan’da ve Irak’ta olanlara bakarsak, bunu istemek başka, gerçekleştirmek başkadır. Başkent Vaşington’da İran’a saldırı olasılığının ayrıntılı tasarılarını yapanlar kuşkusuz varsa da ve bunların Ross gibi temsilcileri Beyaz Saray’ın içindeyse de, hele Amerikan ya da İsrail askerinin İran toprağına adımını atma olasılığı günümüz koşullarında sıfır ya da sıfıra yakındır.

Gene “şahinler”in bakışına göre, ambargo, abluka ve yaptırımlar İran’ın sıradan yurttaşını öylesine bunalıma sokabilir ki, halk kendi yönetimine karşı başkaldırabilir. Geçen Yaz ayındaki seçimlerde bir ölçüde güç gösteren Yeşiller Akımı palazlanıp kemikleşebilir. Ne var ki, göstergeler Tahran’da iktidarda olan yönetimin güçlü olduğunu ve bu türlü bir muhalefete boyun eğmeyeceğini kanıtlıyor.

Kaldı ki, dış-kökenli yaptırımların beklenmesi gereken bir sonucu da şu olur: Ahmedinecad ile onun yörüngesindekileri daha da güçlendirir. Uzun geçmişi ve kendine özgü ekiniyle haklı olarak övünen İran aşağılanmış olacaktır. Bu gerçek yalnız iktidardakiler için değil, halk için de geçerlidir. İran’ın ulusal gururunun örselendiğini en iyi baştaki yönetici ifade edecektir. Bu koşullarda, onun daha da güçlenmesi ve halkın artan ölçüde desteğine kavuşması olağandır.

ABD yönetiminin konuyu yaptırımlara getirip bağlamağa çalışması çözüm için yapacak bir şeyi olmadığını da gösteriyor. Obama da İran’a ne yapılması gerektiğini bilmediği kanısını uyandırıyor. 2009’da başkanlığı kabul konuşmasında İran’a bir el uzatmıştı. Ardından, bu ülkenin farklı tarihli Yeni Yılında banta alınmış bir kutlama iletisi yolladı. Bunu İran’ın önde geleni Ali Hameney’e gönderdiği iki mektup izledi. Geçen yıl da Kahire’den tüm Müslüman dünyasına seslendi. Başlayan diplomasi görüşmeleri sonunda, gene geçen Ekimde İran Rusya ile Fransa’ya zenginleştirilmiş uranyumun çoğunu yollamayı kabul etti.

Ancak, bundan sonra barış ve çözüm yönünde bir gelişme olmadı. İşe daha çok Cumhuriyetçi Parti safındaki “şahinler”, yeni-tutucular ve İsrail baskı kümeleri el attılar. ABD’nin içinden ve dışarıdan Benjamin Netanyahu’dan baskılar arttıkça arttı. Bundan sonra, İran görüşme masasına ne çağrıldı, ne de geldi. Öyle ki, Obama İran’la görüşmeler sonuç vermiyorsa, öteki devletleri baskıya çağıracağının sözünü etti. Dışişlerine bakan Bayan Hillary Clinton da “kötürüm edecek yaptırımlar”dan dem vurdu. Öte yandan, tüm İran uzmanları, Amerika’dakiler bile, görüşmelerin çabucak sonuç vermeyeceğini söyleyip duruyorlardı.

Obama vetolu öteki büyük devletlerden Rusya ve Çin’i kendi yanına çekmeğe çalıştı ve Türkiye ile Brezilya gibi sallanan üyeler üstündeki etkisini arttırdı. Oysa, 1979-81 yıllarında Tahran’daki ABD Büyükelçiliği baskınında rehin alınmış olup sonra bırakılanlardan ve günümüzde Dışişleri Bakanlığında İran uzmanı olarak görev yapan John Limbert bile şöyle demektedir: “İran’la konuşurken nükleer konudan başka bir şey yokmuş gibi davranırsak, başarısız oluruz.”

Oysa, bilinen kadarıyla, (İsrail’in yeraltı koruncaklarında birkaç yüz nükleer harp başlığı yıllardır hazır durmaktadır, ama) İran’ın bir tek bile nükleer bombası yoktur. Bir tane yapabilmesi için (o da eğer böyle bir şey istiyorsa), büyük olasılıkla, uzun bir süreye (belki daha birkaç yıla) gereksinimi vardır. Ayrıca, böyle bir bombayı fırlatmak için harp başlığı ve füze geliştirmemiştir. Kuşkusuz, İran’ın barış amaçlı nükleer enerji kullanma hakkı da vardır.

Bu durumda, Obama başkanlığındaki ABD’nin gerçekleri saptıran başlangıçları ve art arda koyduğu engelleriyle bölgemizde savaş rüzgârlarını estirmesi gereksiz ve yanlıştır.

Exit mobile version