Sinan Meydan
26 Haziran 2010
RECEP BEY’İ KİM KANDIRIYOR?
Recep Bey, Kanada ziyareti öncesinde(25 Haziran 2010)Şemdinli’de mevzide çekilen ÇÖMELME fotoğrafının eleştirildiğinin hatırlatılması üzerine, “Bir ara dili olan konuşuyordu. Şimdi eline kalem alan yazıyor. Bunları yine kendi meslektaşlarından gerekli cevapları görüyorlar. ‘Atatürk gibi ayakta durmak’ falan, tarihi de bilmiyorlar. Aç biraz tarih oku! Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün siper arkasından nasıl durduğunun resimlerini gör! Sağ olsun bazı köşe yazarları köşelerine bu fotoğrafları koyarak yanıt verdi” diye konuştu.
Konuştu ama, maalesef yine “boş” konuştu…
Geçtiğimiz hafta Meclis Grup Konuşması’nda OHALİ biz kaldırdık diye esip gürleyen Recep Bey, bugün de Atatürk’ün, tıpkı kendisi gibi siperde çömeldiğini ima etti. Ancak hem OHAL konusunda söyledikleri hem de Atatürk konusunda söyledikleri baştan sona YALAN ve YANLIŞTI. Çünkü OHAL’i Recep Bey’in AKP’si değil bir önceki koalisyon hükümeti kaldırmıştı…
Atatürk, ise siperde hiçbir zaman Recep Bey gibi ÇÖMELEREK oturmamıştı. OHAL konusunda CAHİL “danışmanlarınca” yanıltılan Recep Bey, Atatürk konusunda ise YALAKA medyaca yanıltıldı.
RECEP BEY’İN TARİHİ KAÇ?
“Aç biraz tarih oku…” diyen Recep Bey’in herkesten önce kendisinin TARİH okuması gerekiyor…. “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün siper arkasından nasıl durduğunun resimlerini gör!” diyerek kendini ATATÜRK’le kıyaslayan (!) Recep Bey’e birilerinin ÇÖMELME konusundan önce Atatürk’ün 4896 kitap okuduğunu hatırlatması ve bu kitaplarının 1000’e yakınının Türk ve Dünya Tarihi konusunda olduğunun özellikle altını çizmesi gerekiyor….
Recep Bey, öncelikle YALAKA MEDYANIZIN yayınladığı o fotoğrafların hangi tarihte nerede çekildiğini bir sorun, sonra da “SAHİ ATATÜRK SİPERDE NASIL DURURDU?” diye merak ederek şöyle bir kaç TARİH KİTABI karıştırın…
Ama biliyorum sizin OKUYACAK ZAMANINIZ YOK! Bu nedenle ben size naçizane bu konuda biraz yardımıcı olmak istiyorum.
Bırakın yalaka medyanızın yazdıklarını da gelin benim aşağıda anlattığım şu tarihsel gerçeklere şöyle bir göz atın. ATATÜRK SİPERDE NASIL DURURDU? NE YAPARDI? ÖĞRENİN!
Ne demişler: “Öğrenmenin yaşı yok!..”
Bırakın yalaka medyanızın yazdıklarını da gelin benim aşağıda anlattığım şu tarihsel gerçeklere şöyle bir göz atın. ATATÜRK SİPERDE NASIL DURURDU? NE YAPARDI? ÖĞRENİN!
Ne demişler: “Öğrenmenin yaşı yok!..”
İNGİLİZLER ONA “EFSUNLU KEMAL” DERLERDİ RECEP BEY
Mustafa Kemal, Çanakkale’de olağanüstü bir cesaret ve inançla mücadele etmiştir. Askerlerini imkânsız hücumlara kaldırmış, KENDİSİ EN ÖN SAFLARDA YER ALMIŞ, bizzat sıcak çatışmaya girmiştir. Ancak ölümün kol gezdiği Gelibolu sırtlarında, sanki “gizli bir güç” onu korumuş gibidir.
H.C. Armstrong, Atatürk’e “ağır hakaretler” içerdiği için bir dönemler yasaklanan “Bozkurt” adlı eserinde, Çanakkale Savaşlarını anlatırken uzun uzun Mustafa Kemal’in kahramanlığı üzerinde durmuş ve satır aralarında ölümün adeta ondan uzak durduğunu ifade etmiştir. İşte “Atatürk düşmanı” Amstrong’a bile şapka çıkarttıran ATATÜRK’ÜN ÇANAKKALE’DEKİ BÜYÜK CESARETİ ve bu cesaretin Amstrong’un yasaklı kitabına yansıması:
“BİR KERESİNDE YENİ KAZILMIŞ BİR SİPERİN DIŞINDA OTURUYORDU. Bir İngiliz bataryası sipere ateş açtı. Toplar menzili buldukça, şarapneller gitgide daha yakına düşmeye başladı; vurulması matematiksel olarak kesindi. Kurmayları sipere girmesi için yalvarmaya başladılar.
‘Hayır’, dedi.SAKLANMAK ADAMLARIM İÇİN KÖTÜ BİR ÖRNEK OLACAKTIR.’ İlgisiz ve soğukkanlı bir tavırla kurmaylarıyla konuşurken, bir sigara yakıp, gayet sakin onu içti. Bu arada aşağıda siperin güvenliği altında duran adamları, büyülenmiş gibi onu seyrediyorlardı. Düşman topları bir başka hedefe yöneldiler. PATLAYAN ŞARAPNELLERİN TOZLARINA BULANMIŞ OLSA DA, Mustafa Kemal’e yine bir şey olmamıştı.”
“Bir başka olay da, Gelibolu’ya dönerken bir İngiliz uçağı, bindiği otomobili baştan aşağı taradı. Bombalar arabanın önünde ve arkasında ki yolda patladı, bir tanesi de ön cama çarpıp şoförü öldürdü. Fakat Mustafa Kemal’e hiçbir şey olmadı.”
“ZAMAN ZAMAN ELİNE BİR TÜFEK ALIP SİPERDEN DIŞARIYA UZANIYOR, Avustralya siperlerindeki belirli bir hedefe dikkatli ve telaşsız birkaç atış yapıyordu. Açık alanlarda adamlarına cesaret vermek için yavaş yavaş hareket ediyor, kısa menzilde bile, düşman avcıları onu vurmayı başaramıyorlardı.”
“Kesinlikle ve tümüyle hiçbir kurşunun ona rastlamayacağına inanmıştı. Bu inanç, ona olağanüstü bir korkusuzluk aşılamaktaydı.”
“TEKRAR TEKRAR ATEŞ ALTINA GİRMEKTEN GERİ DURMUYORDU. KENDİNİ HİÇ SAKINMIYOR; adamlarının karşı karşıya kaldığı tehlikeleri onlarla paylaşıyor, ama çevresindeki tüm adamlar öldüğü halde ona hiçbir şey olmuyordu.”
Ancak bir seferinde az kalsın ölüyordu!
“…Sabaha karşı 3.00’da Mustafa Kemal SİPERLERDEN ÇIKTI, YÜRÜYEREK İLERLEDİ. İngilizler ateş açtı. Bir kurşun saatini parçaladı; fakat kendisine gene bir şey olmadı. Yaralanmış olsaydı, hücum asla gerçekleşmeyecekti… Türklere zaferi kazandıran ve yarımada ile İstanbul’u kurtaran, eldeki bu bir avuç asker ile Mustafa Kemal’in olağanüstü kişiliği oldu.”
Çanakkale’de Mustafa Kemal’in yanında olanlar da Armstrong’u doğrularcasına Mustafa Kemal’in “korkusuzluğunu” ve “korunmuşluğunu” vurgulamaktadırlar.
Cevat Abbas Gürer anılarında Mustafa Kemal’in korkusuzca ve fütursuzca ateş hattının içine kadar girip askerlerini idare ettiğini şöyle ifade etmektedir:
“…Conkbayırı’na akşam karanlıkta ulaşan Mustafa Kemal Sekizinci Fırka Kumandanı Bay Ali Rıza’yı ve yorulmak bilmeyen fırka arkadaşlarını gayrete getirmiş, sabaha kadar uyku uyumadan ve istirahat edilmeden, en küçük rütbeden en büyük kumandana kadar hummalı bir faaliyet neticesinde cüz’ü tamlarımız yenden seher vaktine kadar hazırlanmıştı.
Mustafa Kemal, tam bir gece olmayan zamana sığdırdığı bu baş döndürücü faaliyeti esnasında en ince en ufak ayrıntıyla ilgilenmiş, DÜŞMAN SİPERLERİNE KADAR BİZZAT YANAŞMIŞTI. O kadar ki geceyi ekseriyetle, hasım avcı hatlarının yanı başında geçirmişti. Tarafların avcı hatları arasında yalnız 11 metrelik bir mesafe vardı.”
Mustafa Kemal, tam bir gece olmayan zamana sığdırdığı bu baş döndürücü faaliyeti esnasında en ince en ufak ayrıntıyla ilgilenmiş, DÜŞMAN SİPERLERİNE KADAR BİZZAT YANAŞMIŞTI. O kadar ki geceyi ekseriyetle, hasım avcı hatlarının yanı başında geçirmişti. Tarafların avcı hatları arasında yalnız 11 metrelik bir mesafe vardı.”
Yine Cevat Abbas’ın anılarından:
“Kumandanımız evvelce oturmamı belirttiği ve işaret ettiği yerde, bir metre kadar akasında oturuyordum. Tepemizde dönüp dolaşan 11 teyyarenin ara sıra üzerimize bıraktığı bombaların gadrine uğramayaşımzın sebeplerini zihnen araştırmakla meşgulüm. ÖLÜM YAĞDIRAN BU HAVA KARTALLARININ ZULMÜNDEN KURTULMAK İÇİN KUMANDANIM HİÇBİR TEDBİR ALMAYA LÜZUM GÖRMÜYORDU.”
Cevat Abbas, Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki cesaretini, çalışkanlığını ve kahramanlığını şöyle gözlemlemiştir:
“Kumandanım, büyük dehası nispetinde ölçülemeyecek derecede fedakâr ve cesurdu. Ateş sahası dışındaki durumu ne ise, şiddetli ateşlerin ölüm yağdıran dehşetli sağnakları altında da onun vaziyeti aynı idi.
“Kumandanım, büyük dehası nispetinde ölçülemeyecek derecede fedakâr ve cesurdu. Ateş sahası dışındaki durumu ne ise, şiddetli ateşlerin ölüm yağdıran dehşetli sağnakları altında da onun vaziyeti aynı idi.
Gözle sayılamayacak ve akılları durduracak kadar insanların kat kat birbiri üzerine yığıldığı ateş hatlarında, SİPERLER ÜZERİNDE EKSERİYETLE ONU GÖRÜRDÜK. En katı yürekleri bile zaafa uğratan kanlı manzaraları veya taarruz ya da muvaffak olan yakın düşmanın ilerlemesini devamlı olarak görmemek için, KUMANDANIM DURDUĞU VEYA OTURDUĞU YERDE ARKASINI DÜŞMANA ÇEVİRİRDİ. Fakat sık sık değiştirdiği vaziyeti ile bu hareketini tamamıyle örter, etrafındakilere katiyen hissettirmezdi.
Kurmay heyetinin ateş haricindeki mesaisini, lüzum gördükçe ön siperlerde, avcı hatlarında, mitralyöz yuvalarında, şiddetli ateş hattında da isterdi.”
Ali Canip Yöntem de anılarında, Cesaret Tepesi’nde Mustafa Kemal’in askerlerine kurşun yağmuru altında bando mızıka eşliğinde öğle yemeği yedirdiğini yazmaktadır:
“Biz Çanakkale’ye gittiğimiz zaman henüz Anafartalar Muharebeleri olmamıştı. Mustafa Kemal yarbaydı. Fakat ilk kahramanlığını gösteriş, Seddülbahir’in kuzeyinde ve Anafartaların güneyinde İnglizlere ilk zapartayı atmış ve onları Arıburnu’nda dar bir yere mıhlamıştı.
Arıburnu’na geldik. Orayı gezerken birden bire İngilizlerin bir yaylım ateşi, yani bombardımanı ve aynı zamanda kulağımıza bir de mızıka sesi geldi.
Esat Paşa’ya sordum: ‘Paşam bu ne? Mızıka başladı. İngilizlerde de yaylım ateş!’
Cevap verdi:‘Dikkat edin bütün mermiler, şu üst tarafımızdaki Cesaret Tepesi’ne yöneliktir. Her gün öğle zamanı oldu mu, oranın Tümen Komutanı Mustafa Kemal, askerlerine bando ile yemek yedirir. Ve İngilizleri kıyıda dar bir yere mıhladığı için mızıka sesini duyan gemileri, Mustafa Kemal’e ateşle cevap veriler. Yemek bitince bando kesilir. İngilizlerde sırf hiddetlerinden açtıkları ateşe son veriler.”
Mustafa Kemal: 1913’te kaleme aldığı “Zabit ile Kumandan Arasında Hasbıhal” adlı eserinde, “Muharebede yağan kurşun yağmuru, o yağmurdan ürkmeyenlere, ürkenden daha az zarar verir” demiştir. İki yıl sonra da 1915’te Çanakkale’de bu düşünce doğrultusunda, İngilizlerin gemilerinden karaya yağdırılan ve insanın ruh halini allak bullak eden top mermilerinin gürültüsüne askerlerini alıştırmak için onlara bando mızıka eşliğinde yemek yedirmiştir.
(Sinan Meydan, ATATÜRK İLE ALLAH ARASINDA, 2. bs, İnkılap Kitabevi, s.212-216).
İşte gerçekler… İşte tarih….
Yıl 1915: Siperlerin 8-11 metre yakınlıkta olduğu Çanakkale Savaşı’nda askerlerine cesaret vermek için “ölümü hiçe sayarak” SİPERLERİN ÖNÜNDE AYAKTA DURAN, veya ASKERLERİYLE BİRLİKTE KURŞUN YAĞMURU ALTINDA HÜCUMA KALKAN ya da ASKERLERİNE BANDO MIZIKA EŞLİĞİNDE YEMEK YEDİREN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK….
Yıl 2010: En üst güvenlik önlemleri altında, gazetecilerin ve tv’lerin bulunduğu Şemdinli’de bir siperde ölümden fena halde korkarak SİPERLERİN ARDINA ÇÖMELEN BAŞBAKAN RECEP BEY ve GENELKURMAY BAŞKANI…
Tablo işte bu….
Sinan MEYDAN