Atatürkçü Düşünce Nedir?

Atatürkçü Düşünce nedir? Bu sorunun cevabını herkesin samimi bir şekilde kendi vicdani muhasebesi içinde vermesini temenni ediyorum.

Atatürk’e kimse başkasının gözüyle bakamaz ve değerlendiremez. Zira, başkasının gözüyle bakılan hiç bir şey gerçek anlamda görülmez. Bir dostumun dediği gibi „bakmak şahitliği, görmek ise derinliği ifade eder.“ Bakmak sadece göz ile olur, yüzeysel ve şekilseldir, kısaca ezberdir. Görmek ise akıl, gönül ve gözün iletişim ve etkileşimiyle gerçekleşir. İşte kendimize sormamız gereken bu. Biz Atatürk’e bakıyormuyuz, yanı onu sadece şekilsel olarak mı yansıtıyoruz, yoksa onu gerçekten görüyormuyuz? Bu nedenledir ki herkes Atatürk’e almış olduğu eğitim nispetince bakabilir. Bu bakış sonucu onun düşüncelerini ve fikirlerini ya görür, anlar ve yaşatırız, ya da sadece bakar ve yansıtırız.

Atatürkçü Düşünce, Atatürk’e bakmayı değil, O’nun gerçek anlamda görülmesini, yani gönül, göz ve aklın iletişim ve etkileşimiyle başarması gerekiyor. Bırakalım artık Atatürk heykellerini dağa taşa yerleştirmeyi. O’nun resimlerini duvarlarımıza asarak Atatürk’çülüğümüzle övünmeyi. Bırakalım artık bu şekilsel yaklaşımı, yaşıyormuş gibi yaşamayı, seviyormuş gibi sevmeyi. Bırakalım artık hayatımızda tüm mışları ve muşları. Biz Atatürk’ün gönüllere girmesini sağlayalım ve O’nun fikriyle, vizyonuyla aydınlanmayı öğrenelim ve öğretelim. Atatürkçü Düşünce bunu nasıl başarabilir onu düşünelim.

Atatürkçü Düşünce arada bir O’nun söylemlerini tekrarlayarak, iki üç kadehten sonra coşup O’nun hakkında şiirler okumak değil.  Atatürkçü düşünce dudaklar arasında kalan yeminler, vecizeler, sözler hiç değil. Zira Atatürkçü Düşünce gönüllere inmediği sürece hep temsili kalacaktır.

Atatürkçü Düşünce aslında her alanda mücadele etmektir. Örneğin laboratuvarda sabahlayan ve bundan haz alan bilim insanlarının gözlerindeki ışıkta, cepheden cepheye koşan askerlerin yiğitliğinde, fabrikadaki emekçilerin alın terinde, tarlasını ekip biçen köylülerin emeğinde, gerektiğinde meydanlarda hak ve adalet arayanların haykırışında, zalimlerin zulmune karşılık mazlumların mücadelesinde ve direnişindedir.

Atatürkçü Düşünce, kısa bir tarifle bir şekil hayat felsefesidir. Genelde büyük kişilikler kendi milleti tarafından değil başkaları tarafindan daha çok takdir edilir. Bakın Pakistan’ın millii şairi Muhammet İkbal Atatürkçü Düşüncenin Pakistanlılar için bir hayat felsefesi olduğunu nasıl açıklıyor. „Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken, O’nun (Atatürk’ün) bakışıyla cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik.” Başkaları Atatürk’ü görüp Atatürkçü Düşünceyi bir şekil hayat felsefesi olarak kabul ederlerken, asıl ona sahip çıkması gereken milleti onu göremiyor. O’nun şeklini duvarlarına, dağlarına ve meydanlarına yerleştirerek sadece bakıyor. Bunun nedeni nedir acaba?

Atatürkçü Düşünce’yi anlayamamanın nedeni açıkça ortada; eğitimsizlik, bilinçsizlik ve vurdumduymazlık. Bu cahilliğe bir örnek vermek gerekirse; Atatürk’ün eleştirildiği konuların başında bazı çevrelerin Atatürk’ü dine karşıymış gibi gösterme gayreti içerisinde olmalarıdır. Kendilerini ise İslam’ın müdafii ve sözcüsü yerine koymuşlardır. Pekala Atatürk’ün din anlayışını yeteri kadar biliyormuyuz? O’nun bu konuda vermiş olduğu demeçlerini iyi değerlendirebiliyormuyuz?

Bakın Atatürk 29 Ekim 1923’te Fransız muhabiri Maurice Pernot’ya verdiği demeçte din konusunda ne diyor:

“Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinimize bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif (akıla karşı), terakkiye mani (ilerlemeye, gelişmeye karşı) hiçbir şey ihtiva etmiyor (içermiyor). Halbuki, Türkiye’ye istiklalini (bağımsızlığını) veren bir Asya milletinin içinde daha karışık, sun’i (yapay), itikat-ı batıldan (önceden verilmiş yargı, önyargı) ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince, tenevvür edeceklerdir (aydınlanacaklardır). Onlar ziyaya takarrüp  edemezlerse (ışığa yaklaşamazlarsa) kendilerini mahv ve mahkûm etmişler demektir. Onları kurtaracağız.”

Atatürkçü Düşünce’de din anlayışı işte budur: saf, temiz ve sade. O’nun gayreti İslam dinine zarar vermekten ziyade İslamı anlaşılır bir şekle sokmak, safsata ve hurafelerden arındırmaktır. Atatürk gerçek İslamın geniş bir kitle tarafından anlaşılması ve benimsenmesi için 21 Şubat 1925 tarihinde Meclis’teki bütçe müzakereleri sırasında Kur’an-ı Kerim’in meal ve tefsirinin, Hadis-i Şerif tercümelerinin devlet imkanlarıyla yaptırılması için talimat vermiştir. Bunun sonucunda hem meal hem de tefsir yazma işi Hamdi Yazır tarafından hazırlanan 9 ciltlik tefsir 1935 yılında, Kamil Miras tarafından hazırlanan “Sahih-i Buhari Muktasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi” isimli 12 ciltlik hadis tercümesi de 1928 yılında yayımlanmıştır.

Atatürk, Kur’an’ın mealinin yazılmasını, yani Türkçe’ye çevrilmesini şu gerekçeyle açıklıyor: “Türk, Kur’an’ın arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor. İçinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın.” Atatürk aynı gerekçeyle hutbelerin de Türkçe okunmasını sağlamıştır. “Minberler halkın beyinleri, vicdanları için bir iyilik, doğruluk ve bir aydınlanma kaynağı olmuştur. Böyle olabilmek için minberlerden yankılanacak olan sözlerin bilinmesi, anlaşılması, sanat ve ilim gerçeklerine uygun olması gerekmektedir. Değerli hatiplerin siyasi ve toplumsal olayları ve medeni durumları ve gelişmeleri her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış bilgiler verilmiş olur. Bundan dolayı, hutbeler tamamen Türkçe ve çağın gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır”

Atatürkçü Düşünce işte budur. Atatürk’ün bu sözleri, O’nun İslamın düşmanı olduğunu değil, bizzat İslama çok önem verdiğinin bir kanıtıdır. Zira insanlar anlayamadıkları dilde okudukları bir Kur’an dan veya hutbeden İslamın gerçeklerini göremiyorlar, ona sadece şekilsel bakıyorlardı. Atatürk ise İslama bu şekilsel bakıştan öte İslamın gönül, göz ve aklın iletişim ve etkileşimiyle gerçek anlamda görülmesini istiyordu. İşte okuyarak bilinçlendiğimiz sürece Atatürk’ü çok daha iyi anlayabilecek ve Atatürkçü düşünceyi gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde aktarabileceğiz.

Atatürkçü Düşünce, tekrar edecek olursak eğer, sadece kadehlerimize eşlik edecek, güzel sözlerle süslenecek akşamların nedeni değil. Atatürkçü Düşünce, O’nun fikriyle ve vizyonuyla cihanı aydınlatan bir güneş, bir felsefi yol haline gelmeli. Bu da iyi bir bilimle olur; iyi bir bilim ise iyi bir eğitimle olur; İyi bir eğitim de fikri hür, vicdani hür, irfanı hür nesiller yetiştirmekle olur.

Dr. Ali Sak

Atatürkçü Düşünce nedir? Bu sorunun cevabını herkesin samimi bir şekilde kendi vicdani muhasebesi içinde vermesini temenni ediyorum. - ataturk ilkeleri

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir