Büyük Oyun”da Son Aşama: Fergana ve Ötesi…

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin Erol
İletişim ve Yorumlarınız için: msn.yorum@gmail.com
15.06.2010 tarihinde yazdı. (Son Düzenleme: 15.06.2010)
Avrasya’nın merkezinde yer alan Fergana Vadisi bir kez daha kana bulanıyor. Son rakamlar 150’nin üzerinde ölüyü, 1500 civarında yaralıyı, 100 binin üzerinde mülteciyi gösteriyor. Mültecilerden sadece 45 bini şimdiden Özbekistan’a sığınmış vaziyette. Bunlar resmi rakamlar.

Gayri resmi rakamlar ise ölü ve yaralılar noktasında daha farklı bir sayıya işaret ediyor. Burada, özellikle de ölü sayısının açıklananlardan 4-5 kat daha fazla olduğu görülüyor. Bu iddiaların çok da yersiz olmadığı, bölgede daha önce yaşanılan benzer olaylarla fazlasıyla teyit edilmiş durumda. Burada, hükümetlerin halkı daha fazla galeyana getirmeme endişesini de göz önünde bulundurmakta fayda var.

Hele hele burada öldürülenlerin önemli çoğunluğunun Özbek olduğu ve bu konuda Taşkent’in büyük endişeler duyduğu göz önünde bulundurulduğunda hem Bişkek hem de Taşkent açısından bu resmi rakamların arkasına sığınmak şimdilik daha rasyonel görünüyor. Aksi takdirde, Özbek kamuoyunun baskısı, bölgede beraberinde hiç de beklenmeyen bir takım sonuçları getirebilir.

Nitekim Özbek halkı,  1990 yılının ikinci yarısında, Haziran-Ağustos ayları arasında Özbekler ve Kırgızlar arasında yine Oş merkezli yaşanan çatışmalarda ortaya çıkan kanlı bilançoyu ve görüntüleri halen unutabilmiş değil. Dolayısıyla, bölgede etnik bir çatışmanın potansiyel zemini çok uzun bir süreden bu yana zaten mevcut.

Kuzey-güney ayrımının ve bölünme endişesinin en üst seviyede yaşandığı Kırgızistan, ikinci defa böylesine bir kanlı etnik çatışmaya sahne oluyor. Ama bu seferki çatışmalar, ikincisinden daha kanlı ve komplike bir yapıya sahip.

Kırgızistan merkezli senaryoyu uygulamaya koyanların, Şubat-Mart 2005 döneminde olduğu gibi Kırgızlar arasında bir çatışma üzerinden gerçekleştirmedikleri hedeflerini bu zemin üzerinden gerçekleştirmeye çalışmaları da bu yüzden bir tesadüf değil. Bu, aynı zamanda bölgede daha geniş çaplı etnik bir çatışmanın da bir ön provasını oluşturuyor. Buradan elde edilecek bir takım veriler, bundan sonraki senaryolar açısından büyük bir ehemmiyet taşıyor. Dolayısıyla olayları sadece Kırgızistan’ın güneyindeki iki etnik grup arasındaki bir çatışma olarak değerlendirmeye kalkmak, büyük bir saflık olur.

O zaman asıl hedef ne? Niçin Kırgızistan bir türlü durulmuyor? Bu ülke üzerinden bölgede nasıl bir güç mücadelesi yürütülüyor? Fergana Vadisi burada nasıl bir öneme sahip? Ve tüm bu gelişeler yaşanırken Türkiye nerede?

ABD’nin hedefi “Yeni Altınordu ” mu?

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var, Kırgızistan’da meydana gelen çatışmalar küresel güç mücadelesinde yeni ve sert bir aşamaya girilmeye başlandığının somut bir göstergesidir. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin esas itibarıyla bir yan kanadını oluşturan Orta Asya bölgesi, bundan sonraki süreçte gündeme daha fazla geleceğe benzemektedir.

Dolayısıyla BOP, artık Büyük Avrasya Projesi (BAP) olmaktadır. Ve ABD açısından buradaki asıl hedef, Rusya’nın bölgedeki direncinin kırılarak, mümkünse Rusya’nın da “gönüllü” bir şekilde yer alabileceği, değilse de balkanlaştırılması suretiyle yerini bir başka güce zorunlu bir şekilde devredeceği yeni bir oluşum sürecidir. ABD, bölgede oluşturulacak yeni bir güç üzerinden Batı’ya doğru Çin tehdidini engellemek ve Çin’i kontrol/baskı altında tutmak istemektedir.

Bu sürecin ilk sinyalleri, aslında Obama’nın seçim sürecinden itibaren bir süredir verilmekteydi ve bölge devletleri de bunun farkında oldukları mesajını açıkladıkları yeni güvenlik doktrinlerinde ve bölgesel çaplı yeni güvenlik yapılanmalarında fazlasıyla ortaya koymaktaydı. ABD’nin Irak’tan Afganistan’a yoğunlaşma kararı ve hemen akabinde Pakistan ve İran merkezli yaşanan gelişmeler (Beluç sorununun gündeme gelmeye başlaması gibi) ve Çin’e ABD yönetimi tarafından iletilen Rusya’nın balkanlaştırılması teklifi de, bu yeni sürecin ilk adımlarını oluşturmaktaydı.

Buna karşılık  Rusya’nın bölge ülkelerini silah satışları adı altında silahlandırmaya başlaması ve yeni yakın çevre politikası bağlamında bölge ülkeleri üzerinde etkinlik sağlama arayışları da, Rusya’nın bu tehdidi gördüğü ve “sınır ötesi savunma” planını hayata geçirdiği şeklinde değerlendirilmekteydi. Bu kapsamda Moskova’nın bölgedeki Amerikan askeri üslerine dönük tavrı ve Bişkek yönetimi üzerinde yaptığı baskı da dikkatlerden kaçmamaktaydı. Bunun dışında, Rusya’nın Kant sonrası, bölgenin en stratejik noktasında yer alan Oş’ta da ikinci bir askeri üs açmak istemesi ve bu hususta Bakiyev yönetimi ile birlikte yürüttüğü süreç, bölgede ABD’nin ve Çin’in yeni üs taleplerini de gündeme getirmeye başlamıştı.

ABD’nin Batken olarak işaret ettiği ikinci üs ve Çin’in 11 Eylül sonrası dönemde ABD’nin Manas’taki askeri üssüne karşılık Bişkek’ten talep etmeye başladığı üs, bölgede yeni bir mücadeleyi, “Üsler Savaşı”nı bir süredir başlatmış bulunmaktaydı. Ve işin ilginç yanı, her üç ülke de son yıllarda Fergana bölgesine odaklanmış vaziyetteydi.

Peki, niçin Fergana Vadisi?

Çünkü, Fergana Orta Asya’nın, Orta Asya da Avrasya’nın kalbidir. Bu bölgeye sahip olan güç, aynı zamanda bölgedeki nükleer güce sahip diğer ülkelerin tam merkezine yerleşecek, bölgedeki etnik ve dinsel yapı üzerinden rahatlıkla bölgenin jeopolitik ve jeokültürel dinamikleriyle oynama kapasitesine sahip olabilecek, kuzeyden-güneye, doğudan-batıya uzanan enerji, ulaşım vb. hatlar-güzergahlar üzerinde kontrolü sağlayabilecek ve operasyonel anlamda güç projeksiyonu yapabilme kapasitesini güçlendirecektir.

Bölge güçleri, özellikle de Rusya ve Çin bu durumun çok net bir şekilde farkındadır. Dolayısıyla bölgede Kırgızlar ve Özbekler üzerinden ABD, Rusya ve Çin arasında yoğun bir güç mücadelesi yaşanmaktadır. Burada Rusya ve ABD ön plana çıkarken, Çin daha çok arka planda kalmayı ve derinden, sessiz bir şekilde bir mücadele yürütmeyi tercih etmektedir.

Bu noktada, Bişkek sonrası hadiselerin zoraki bir şekilde güneye kaydırılmak istenilmesinin altında da bu nedenler yatmaktadır. Rusya böylece hem Bişkek’teki yönetimi kontrol altında tutmak (ve mümkünse de bir süre sonra değiştirmek), bu yönetim üzerinden Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün kendisine tanıdığı imkânlar kapsamında bölgeye “davet edilmek ve uzun bir süredir kurmak istediği ikinci üssün kuruluşunu gerçekleştirmek hem de Moskova ile ilişkiler de çok da güven vermeyen Taşkent’i bir anlamda ikna etmek, kendisiyle daha derin ve güçlü bir ilişki sürecinin içine çekmek. Çünkü Rusya, bölgede Özbekistan’ın olmadığı hiçbir mücadeleyi kazanamayacağını çok net bir şekilde bilmektedir.

Dolayısıyla bölgedeki sorun, ABD’nin Avrasya bazlı küresel güç olma hedefi ile Rusya’nın bölgedeki öncelikle beka, ardından da gerçekleştirebilirse yakın çevresi üzerinden Avrasya bölgesi üzerinde hâkimiyet ve tekrar Çarlık Rusyası ya da SSCB dönemine dönme noktasındaki hırs ve arzularına dönük bir ön alıcı operasyondur.

Türkiye nerede?

Peki, Türk dünyasının zaman zaman ağabeyi olarak ön plana çıkan en güçlü ülkesi durumunda bulunan Türkiye nerede?

Ne yazık ki Türkiye bölgede yine yok. Ankara, Nisan 2010’dan bu yana bölgede yaşanan gelişmeleri, adeta “dış kapının dış mandalı” gibi izlemeyi tercih ediyor. Aslında yapabileceği de çok bir şey yok. Neden mi?

Kuşkusuz tek bir neden yok. Birçok neden sayılabilir.  Biz bunları AKP öncesi ve sonrası olmak üzere iki alt başlıkta ortaya koyabiliriz:

A. AKP Öncesi

o  Türkiye’nin bölgeye dönük hesaplarına 1990’lı yılların daha başlarında son vermesi, verilmesi;

o  Bu kapsamda Ankara’nın Özal sonrası bölgeye dönük politikalarında iniş-çıkışların fazlasıyla yaşanmaya başlaması ve itibar kaybı;

o  Bölge devletlerinin Türkiye’den beklentiler konusunda yaşadığı hayal kırıklıkları;

o  Türkiye’nin bu devletlere dönük olarak başlangıçta bir takım tepkiler yaratan taleplerde bulunması (ortak dil-alfabe ve Kıbrıs gibi);

o  “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” ve “Türkiye Modeli” gibi söylemlerin yol açtığı endişe ve tepkiler;

o  Bölgeye dönük politikada izlenen yöntem hataları;

o  Bölgesel ve uluslararası konjonktür ile yaşanan sorun;

o  Türkiye’nin mali-iktisadi kapasitesinden ve siyasi iradesinden kaynaklanan sorunlar;

o  Ayakları yere basan bir Türk dünyası projesinin ve bu kapsamda bir yol haritasının bulunmaması;

o  Bu kapsamda bölgeye dönük ilgi, bilgi ve koordinasyon sorununda yaşanan sorunlar.

B. AKP Dönemi:

  • AKP’nin temel ideolojisinden kaynaklanan öncelikler mevzuu;
  • Bu kapsamda AKP’nin topal ördek konumundaki muhafazakârlık anlayışındaki milliyetçilik ve bu noktada Türk dünyası boyutunun arka planda kalması;
  • AKP’yi iktidara taşıyan “irade”nin biçtiği misyon ve kendisine verilen yol haritasında Türk dünyasının yerine Ortadoğu/İslam dünyasının ağırlıklı olarak yer alması;
  • AKP’ye Türk dünyasındaki bazı ülkelerin ideolojik temellerinden dolayı şüpheyle yaklaşması ve aradaki güven sorunundan dolayı bölge ile bütünsel bir politikanın yürütülememesi;
  • Burada özellikle Ankara-Taşkent hattında yaşanan soğukluk ve ilişkilerde yaşanan sıkıntının bir türlü aşılamaması;
  • Ankara-Taşkent hattının hayata geçirilememesinden dolayı bölgesel projelerin akim kalması ve Türkiye’nin son olayda da görüldüğü üzere bölgedeki gelişmelerde oyun dışı kalması;
  • 2007’den bu yana dillendirilen, fakat bir türlü hayata geçirilmeyen “Türk Dünyası Sekretaryası” vb. kurumsal yapılanmaların gerçekleştirilememesi, bu konuda tarafların beklentiler konusunda yaşadıkları hayal kırıklıkları.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, bölge bundan sonraki süreçte daha yoğun bir güç mücadelesine sahne olacağa benzemektedir. Şu an taraflar bölgede adeta mevzi kazanma peşinde olup, bir takım verilerin pratiğe dökülmesi süreci yaşanmaktadır. Buradan elde edilecek sonuçlara göre Fergana merkezli çatışmaların, Afganistan sorunun da yaratacağı etkiyle birlikte daha büyük çaplı bir karmaşaya, savaşa dönüşme olasılığı söz konusudur. Taktik bağlamda hedef Rusya’dır. Stratejik hedef ise Çin’dir ve Çin’e karşı bölgede yeni bir Altınordu ya da Turan Devleti’nin yaratılması söz konusudur.  Dolayısıyla oyunun adı her ne kadar Kırgız-Özbek etnik çatışması olarak adlandırılsa da, bu esası itibarıyla Avrasya’nın yeniden yapılandırılması üzerinden, dünyanın yeniden inşası sürecidir. Türkiye de, bu yeni inşa sürecinde bir an önce kendi milli yapılanmasını tamamlamalı ve bu oyundaki yerini almalıdır. Aksi takdirde bir cephe ülkesi olarak bölünmeye mahkûmdur. Bu da, Türk-İslam dünyasının kaybı anlamına gelmektedir ki, bu durum Türklerin tarihsel misyonuyla hiç de örtüşmemektedir.

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL

Yorumlarınız ve İletişim İçin: msn.yorum@gmail.com

Bu yazı 387 kez görüntülendi
Yazarın Tüm Yazıları
» “Büyük Oyun”da Son Aşama: Fergana ve Ötesi… [15.06.2010] 386 kez görüntülendi.
» “Türkî” Değil, Türk!.. [09.06.2010] 2708 kez görüntülendi.
» “Arka Bahçeler Savaşı”: ABD ve CHP’ye Latinlerden Gönderilen Mesaj… [02.06.2010] 5155 kez görüntülendi.
» İskenderun-İsrail Terör Hattı: Türkiye Bir Meydan Okuma ile Karşı Karşıya! [31.05.2010] 4580 kez görüntülendi.
» Türk-Rus İlişkilerine “İlahı Komplo” mu? [27.05.2010] 2169 kez görüntülendi.
» “Yandaş”, “Yoldaş”, “Candaş”… [25.05.2010] 1565 kez görüntülendi.
» ‘Gandi Kemal’, ‘Recep Bey’e Karşı… [23.05.2010] 3715 kez görüntülendi.
» ‘Yeni CHP’nin Misyonu Ve Kodları… [20.05.2010] 2431 kez görüntülendi.
» AKP: Yolun Sonu mu? [18.05.2010] 2060 kez görüntülendi.
» Yaşlı ve Yaralı Kurt’un Son Hamlesi… [11.05.2010] 1105 kez görüntülendi.
Gayri resmi rakamlar ise ölü ve yaralılar noktasında daha farklı bir sayıya işaret ediyor. Burada, özellikle de ölü sayısının açıklananlardan 4-5 kat daha fazla olduğu görülüyor. Bu iddiaların çok da yersiz olmadığı, bölgede daha önce yaşanılan benzer olaylarla fazlasıyla teyit edilmiş durumda. Burada, hükümetlerin halkı daha fazla galeyana getirmeme endişesini de göz önünde bulundurmakta fayda var. - 7593

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir