BAY YÜZSÜZ – “Robert Pollack”

From: RG [gundogmus@gmx.de]

BAY YÜZSÜZ
Dünyayı kamplara bölen, Doğu’yu Batı’dan ayıran, insanlığı zulmeden ve mazlum diye ikiye ayıran işte bu kafadır…

Wall Street Journal’ın Baş Yazı Editörü Robert Pollock…

Şimdi bu kafa işte yine hortluyor.

Adam yardım gemisine komandolarla baskın yapıp 9 sivili öldüren İsrail’i suçlamak yerine bugünkü Wall Street Journal’daki baş yazısında ‘iki yüzlü Türkler’ diyor.

Son yazım şuydu:”İsrail yardım gemisindeki Türkleri kelepçeleyip, o görüntülerle Türkiye’de radikal islamcıları sokağa dökmeyi planlıyordu. Türkiye’deki radikal İslamcı görüntüler dünya televizyonlarında yayınlanacaktı ve Türkiye’nin İran’ın nükleer anlaşmasına arabuluculuk etmesinin İsrail’e karşı İslamcıların bir oyunu olduğu savunulacaktı.”

İşte Wall Street’in Baş Yazı Editörü, bugün yazdığı yazıyla bu senaryonun kalemini oluşturuyor.

Bu artık belli. Türklere ‘iki yüzlü’ diyen bu ‘yüzsüz’ İsrail komandolarının katliamıyla Türkiye’ye kurulan tuzak ortaya çıktığı için kendisi de şimdi açığa çıkıyor.

Aslında ‘Bay Yüzsüz’ bize büyük bir iyilik etmiş oluyor.

Niye mi?

Çünkü bu yazısıyla Türkiye’ye kurulan tuzağı deşifre etmiş oluyor.

TÜRKİYE MODELİ

Türkiye’nin öteden beri oluşturduğu model rahatsızlık yaratmaktadır.

Bu model Müslüman bir toplumun laik, demokratik ve çağdaş bir düzende yaşayabileceği bir modeldir.

Bu model Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının emperyalizmin pençelerinden inanılmaz bir kahramanlık destanıyla çekip aldığı bu topraklar üzerinde Müslüman bir toplumun demokrasi ile yönetilebileceğinin kanıtıdır…

Dünyadaki Müslüman toprakların belki de tek demokrasi ile yönetilen ülkesidir Türkiye…

Çünkü laiktir… Çünkü köklü bir tarihi vardır…

‘Bay Yüzsüz’ işte bunu kabul edemiyor.

İstiyor ki, burası da yüzlerce yıl olduğu gibi Müslüman topraklarındaki emperyalizme bağlı diktatörlüklerinden biri olsun.

Emirlik olsun, krallık olsun…

‘Bay Yüzsüz’ istiyor ki, Filistin’de, Gazze’de ilaçsızlıktan, gıdasızlıktan can veren bebeleri görmeyelim.

Çünkü şöyle yazıyor:

”Aksine Türkler, Yahudiler’in fiziki gücü olduğunu ima ettikleri ABD güçlerinin Irak’ta gerçekleştirdiği söylenen hayali katliamlarla ilgili hikayelerle besleniyordu.”

Bay Yüzsüz istiyor ki, karakteri bağımsızlık olan bu millet emperyalizm ne derse yapsın.

ABD Irak’a girmek isteyince sınırları açsın. ABD askerleri askerlerimizin başına çuval geçirince bu millet sussun. Türklere ‘iki yüzlü’ diyen Bay Yüzsüz istiyor ki Türk ve Kürt kamplaşmalarından çatışmalar çıksın.

Bu millet bölünsün, gencecik vatan evlatları yetişip ‘bilim adamı, rekabetçi sanayici, sanatçı’ olmak yerine şehit olsun.

Wall Street Journal’ın Baş Yazı Editörü’nün Türkiye’ye ve Türklere yaptığı bu hakaret elbette unutulmaz.

Sivil halkın açlığa ve sefalete mahkum edildiği Gazze’yi hiç görmeyen,

Dünyanın açlığa ve sefalete mahkum edilmiş mazlum milletlerini hissetmeyen bu kafa İsrail’in yaptığı katliamı görmek yerine laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti modelinden bir ‘radikal İslam manzarası’ çıkarmaya çalışmaktadır.

İşte bunu kabul etmiyorum.

Fanatizmin ve radikalizmin, dahası faşizmin dini olmaz.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bıraktığı laik, demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin mirasına sonuna kadar sahip çıkacağız.

Bu millet işte o mirasın bekçisidir.

Bu millet Mevlana’nın, Yunus’un insan sevgisiyle büyümüştür.

Bu millet yeri geldiğinde Fatih’in kılıcı, yeri geldiğinde Mevlana’nın kalemi olmuştur.

Bu millet emperyalizme karşı verilen en büyük bağımsızlık savaşının mirasçısıdır.

TÜRKİYE’YE YENİ ROL

Belli ki Türkiye’ye yeni bir rol verilmek isteniyor.

Bunun içinde bir tuzak var.

Türkiye ne yapmış?

Yıllarca İran düşman, Suriye düşman, Irak’ta diktatör var, Ermenistan düşman, Yunanistan düşman denilerek Türkiye adeta bir ‘diplomatik hapishaneye’ kapatılmış. Yine yıllarca Sovyetler’den komünizm gelecek diye korkutulmuş, neredeyse milli gelirinin yarısından fazlasını silah alımlarına harcatılmış.

Komşularıyla ticaret yapamaz hale getirilmiş…

İran, Irak, Suriye’ye ambargo uygulayanlar Türkiye sınırını kapattırmış ancak kendileri el altından her türlü silahı satmıştır.

Peki şimdi Türkiye ne yapıyor?

İran’la konuşuyor.

Yetmiyor dünyanın en büyük gerilim noktası haline gelen İran’la nükleer krizin çözülmesi için arabulucu oluyor.

Böylece İran’ı vurmayı planlayanların elindeki ‘nükleer koz’ alınmış oluyor.

Türkiye’nin arabulucu olduğu anlaşmanın özeti şudur:

”İran’ın elinde 1200 kg uranyum var. ABD diyor ki ‘o uranyumu bize ver.’ İran da diyor ki; ‘Ben bu uranyumu zenginleştirip enerji olarak kullanmak istiyorum.’

Batı diyor ki: Hayır atom bombası yapacaksın.

İran cevap veriyor: Zenginleştireceğim ama bomba yapmayacağım.”

Ve işte olay sonunda gelip dünya çapında bir krize dönüşüyor.

İran’a karşı müthiş bir ambargo için kollar sıvanıyor. Hatta İran’a vurma noktasına geliniyor.

İşte tam bu sırada Türkiye ve Brezilya devreye giriyor.

Ve Türkiye diyor ki: Ben İran’ı ikna ederim. 1200 kg uranyumu Türkiye’de depolayalım. Siz nükleer enerji için kullanılabilecek 120 kg geliştirilmiş uranyumu İran’a verdiğinizde Türkiye de 1200 kg uranyumu ABD’ye versin.

Ve işte İran buna ikna oluyor.

Türkiye bazılarının hiç beklemediği bir anlaşmayı gerçekleştiriyor.

Tabi arkasından şu söz kuvvetlenmeye başlıyor:

”Yalnız İran değil bölgedeki tüm nükleer silahlar kontrol altına alınsın.”

İşte bu söz perdeyi indiren sözdür. Çünkü bölgedeki tek nükleer silahlı güç İsrail’dedir.

İsrail bu anlaşmadan sonra sıranın kendisine geleceğini hissetmiştir.

Öyle ya İran’daki nükleer gücü kontrol edip İsrail’dekine niye siz sessiz kalıyorsunuz diye sorulmaz mı?

İşte bu olay üzerine İsrail ve ABD’de etkilediği belli bir güç devreye giriyor.

Yapılan plan, kurulan tuzak şudur:

”Nasıl yaparız da Türkiye’den İran benzeri bir radikal İslam manzarası çıkarırız?

Bunun için tahrik gerek.

Türkiye’deki Müslüman toplumun sinir uçlarına doğru bir şeyler yapılmalı.”

İşte Gazze’ye giden yardım bu planı yapanlar için bulunmaz bir fırsattı.

Şöyle yapacaklardı:

İsrailli komandolar gemilerin gelişini bekleyecek, sonra gemileri basıp özellikle Türkleri kelepçeleyecek, belki başlarına çuval geçirecek ve bunu dünya televizyonlarından yayınlayacaktı. Bu görüntüler önce radikal İslamcı bir çetini ateşleyecek, mitingler başlayacak ve yayılacaktı. Ortada bir de Türklüğe hakaret olduğu için bu mitinglere toplumun büyük bir bölümü katılacak ve işte o kalabalıklarda yeşil bayraklar, sarıklar, çarşaflar görüntüler halinde dünya televizyonlarına pompalanacaktı. Ve altına şöyle yazılacaktı: Radikal İslamcı Türkiye İran’la işbirliğinde…

Ve sonra önceden kurulmuş ‘Bay Yüzsüz’ ve benzerleri yazmaya başlayacaktı.

Diyeceklerdi ki:

İşte Türkiye’deki manzarayı görüyorsunuz. Türkiye’nin nükleer krizde yaptığı arabuluculuk aslında İran’la işbirliğidir. Arkasında bu  vardır. İsrail’e karşı bir radikal İslam bloku oluşturmaktır. Böylece İran’la Batı arasındaki nükleer anlaşma gölgelenecekti.

Bu da İsrail için sorulmaya başlanacak olan ‘Neden İsrail’deki nükleer güç kontrol edilmiyor?’ sorusunu önleyecekti.

Sevgili okuyucular işte mesele budur.

Tuzak budur.

Emperyalizmin bu topraklarda yıllardır kurduğu tezgah budur.

Ama bu defa kurulan tuzak açığa çıkmıştır.

Çünkü beklenmedik bir şey olmuştur.

Mavi Marmara’daki Türkler İsrailli komandolara karşı direnmiştir.

Bu da dünyanın gözü önünde bir katliama dönüşmüştür.

Burada bizim tarafta da yanlışlar olabilir, tartışılabilir, sorulabilir. Ama bütün bunlar oynanan oyunu, kurulan tuzağı örtbas etmez.

Ortada alçakça yapılmış orantısız bir katliamın aydınlattığı bir tuzak vardır.

Bu tuzağı görmezsek hiçbir yeri göremeyiz.

Bu sözün ne anlama geldiğini Mustafa Kemal’den bir alıntıyla anlayabiliriz:

Çanakkale Savaşı sırasında Mustafa Kemal bir tabyadan dürbünle düşman gemilerini gözetlemektedir. Yanında genç bir teğmen vardır. Bir ara orada bulunan Alman generalin elindeki gelişmiş dürbüne bakar. Genç teğmen Alman generalin dürbününü dener. Ve baktıktan sonra şöyle der: ”Komutanım bizimki de bir şey mi. Buradan bakınca her şey bütün çıplaklığıyla görünüyor.”

Mustafa Kemal şu cevabı verir: O dürbünü kullan ama dünyaya o dürbünden bakma…


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir