Dr. Ali Sak
Her yıl olduğu gibi bu yılda 19 Mayıs da binlerce gencimiz Cumhuriyet ilkelerini koruyacağına dair meydanlarda yürüyerek yeminler ettiler. Fakat aynı ülkenin içerisinde binlercesi de aynı ilkelere sanki muhalif durumundalar. Tıpkı TV programına katılan bir hanım kardeşimiz gibi. Sorulan bir soru üzerine açıkca, dürüstçe ve hiç düsünmeden Humeyni’yi sevdiğini söylüyor. Atatürk’ü sevip sevmediği sorulunca önce ürküyor ve uzunca düşündükten sonra „Atatürk’ü sevmeme hakkımız varmı?“ sorusunun akabinde „başıma bir şey gelmeyecekse, ben Atatürk’ü sevmiyorum“ diyebiliyor. Evet, demokrasilerde her insan başına bir şeylerin gelebileceği endişesini taşımadan, korkmadan sevme ve sevmeme hakkına sahip olmalıdır. Zira, sevmek veya sevmemek de insan hür olabilmeli. Eleştirmemiz gereken Atatürk’ü sevmeyen genç bayan değil. Onu, tüm eğitim süresince Atatürk’ün anlatılmasına rağmen, „Atatürk’ü değil Humeyni’yi seviyorum“ diyebilecek durumuna getiren aynı ezberci eğitim zihniyetini suçlamak gerekiyor. Bu nedenle başlıkla birlikte sorulan sorunun cevabını ancak almış olduğumuz eğitim nispetince verebiliriz. Birileri gençlere sölüyor, onlar da papağan misali söyleneni ezberleyerek tatbik ediyor. Zavallı gençlik; öğrenmekten ziyade ezberliyor. Zannediyor ki söylediği veya uyguladığı kendi fikriyatının ürünü. Hiç düşündünüz mü neden hiçbir bilim adamımız Nobel ödülü alamamıştır? Niçin bütün yeni icatlar genelde başkaları tarafından yapılmaktadır? Acaba yeni buluşlar sonucu alınan patentlerin yüzde kaçı bizim insanımıza aittir? Cevap aslında çok basit. Gerek okullarımızda olsun, gerekse toplumsal yaşamın diğer safhalarında olsun genellikle soru sormak pek teşvik edilmemekte. Aksine, gençlerimizden sorudan çok kalıplar içinde düşünmeleri ve önceden hazırlanmış cevapları vermeleri istenmektedir. Aksi cevap veren olursa hemen afaroz edilir ve isyankar olarak toplum dışı bırakılır. Bu koşullar altında yetişen bir gençlikten özgüvenli ve bilinçli olarak kendisinin ve ülkesinin geleceğini belirlemesini nasıl bekleyebiliriz?
Atatürk’ü sevmediğini söyleyen genç bayana soruluyor: “Kurtuluş savaşını örgütleyen bir insanı nasıl sevmezsiniz?“ Ve alin size ezbere bir cevap: „Bize öğretilene göre kurtuluş savaşının başlangıcını Kahramanmaraş’da Nene Hatun’un baş örtüsüne dokunan İngiliz askerlerine Sütcü İmam’ın attığı ilk kurşunla başlandığını biliyoruz“. Evet tekrar ediyorum: Bu koşullar altında yetişen bir gençlikten özgüvenli ve bilinçli olarak kendisinin ve ülkesinin geleceğini belirlemesini nasıl bekleyebiliriz? Oysa zavallı kızımız bilmiyor ki Nene Hatun kim? Çünkü ona yanlış öğretilmis. Oysa onlar, Cumhuriyete sahip çıkıyoruz diyenlerin denetimindeki özel okullarda, zihinleri bulanık sözde eğitimcilerden almış eğitimini. Onlardan kalıplar içinde düşünmelerini ve önceden hazırlanmış cevapların verilmesini istiyorlar. Suç, o gencecik kızımızın değil elbette. Asıl suç o gencecik insanlara sınıflarına zoraki Atatürk resmini asarak, bahçelerine Atatürk büstünü koyarak ve böylece gözümüzün içine bakarak Türkiye Cumhuriyeti’ne adeta küfür edip Atatürk düsmanlığını aşılayaların ve onları denetleyen kurumlarındır.
Tarihe dönelim isterseniz ve soralim: Nene Hatun kimdi?
Nene Hatun, kurtuluş savaşında değil 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında, Erzurum’daki Aziziye Tabyası’nın savunulmasında kahramanca çalışarak adını tarihe yazdıran efsanevi bir Türk kadınıdır. Aziziye savunmasına 20 yaşlarında genç bir gelin iken, küçük yaştaki oğlunu ve üç aylık kızını evde bırakarak, katılmıstır. Nene Hatun vatan için Erzurum’un her karış toprağına cephane taşıyarak; kendi yaralı olmasına rağmen yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, şu taşıyarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaşmıştır.
Peki nerden kaynaklanıyor bu cehalet?
Önce halka dönüp „bunlar Cumhuriyet okulları“ veya „kominist yuvaları“ diyerek köy enstitüleri kapatıliyor. Ardından gencecik beyinler imam hatip okullarında, kaçak Kur’an kurslarında, Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde fakat tarikatların emrinde çalışan özel okullarda yeniden bilgisayarlar misali formatlanıp ezber bilgi yükleniyor. Buralarda müfredata göre resmi tarih, fakat özel derslerde kendi tarih ve din anlayışları gencecik beyinlere yükleniyor. “Ben Humeyni’yi seviyorum, Atatürk’ü sevmiyorum” sözleri işte burada formatlanan beyinlere sahip olan gençlerimize ait. Bunu böyle deyince de sözde Atatürk savunucuları hemen harekete geçiyor. Senmisin bunu söyleyen. „vurun kahpeye“ misali medyatik bir linç başlatılıyor adeta. Üstüne üstlük kahraman savcılarımız göstermelik de olsa harekete geçiveriyor aniden. Atatürk’ü nasıl sevmezmiş de, Humeyni’yi severmiş? Sanki umrularındaydı Atatürk ve Cumhuriyet.
Peki biz nerede hata yaptık?
Cumhuriyetin temeline dinamit döşenirken seyreden savcılar, kurum ve kuruluşlar, dinamitler birer birer patlamaya başlayınca cılız da olsa seslerini çıkarmaya başladılar. Oysa o dinamitler izinli, müsadeli ve herkesin gözü önünde yerleştirildi ve yerleştirilmeye de devam ediliyor. Bu memlekette sanki bazı medya kuruluşlarında, doğrudan ya da dolaylı, Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti anayasasını korumakla görevli hakimlere küfür eden ve onları tehdit eden yokmuş gibi. Son olarak Anayasa mahkemesi üyeleri isyan edip „Nerede bizi koruyacak Cumhuriyet savcıları?“ diye bir imdat çağrısında bulunuyorken biz Atatürk’ü sevmek zorundamıyız?
Ben dahil kimse, Atatürk’ü sevmeye mecbur değildir. Ben onu seviyorsam eğer, korktuğumdan değil, Atatürk’ü bildiğim ve anlayabildiğim ölçüde seviyorum. Ben Atatürk’ü takdir ediyor ve seviyorsam eğer, onun askeri dehasına, bilgisine, hoşgörüsüne, inandığı ve savunduğu evrensel değerler ölçüsündendir. Atatürk’ü seviyorsam eğer, onun küllenmek üzere olan bir ülkeyi nefes zoruyla alevlendirerek canladırma gücü nedeniyledir. Kurulan Cumhuriyete insan sevgisini, yurttaş sevgisini, bilinçlenme sevgisi ve felsefesini, bilhassa da iç güçlerin direnişine rağmen, kazandırdığı içindir.
Şayet biz, hala daha bu gerçekleri gencecik insanlarımızın görmesini sağlayacak, onlara biat kültürü değil sorgulayıcı bir eğitimi veremiyorsak; onların kafalarının gerçeklerle değil, hurafelerle doldurulmasına izin veriyorsak; beş kuruşa gencecik beyinleri Atatürk düşmanlığı ile dolduranların yuvalarına satabiliyorsak; “Atatürk’ü değil Humeyni’yi seviyorum” diyen gencecik kızlarımıza kızmadan, onlara saldırmadan önce hepimiz oturup bir düşünelim, ve ilk önce kendimizden başlayarak soralım: Biz nerede hata yaptık ve hala daha yapıyoruz?