TÜRKLÜĞÜN MESELELERİ ÜZERİNE (1)
Hüseyin MÜMTAZ
“Tarihin Arka Odası”nda son olarak Ravel’in “Kedi Kovalama” orta oyunu sahnelendi, biliyorsunuz..
Haber Türk’ün hafta sonu tarih eki’nin, onun basılı versiyonu olacağını tahmin ediyordum ama Prof. Ortaylı’nın yazısı ve iki fotoğraf ile yanıldığımı itiraf etmeliyim..
Fotoğrafların ilki 3’üncü sayfada.. “Fransız işgal kuvvetleri komutanı General Franchet d’Esperey’in İstanbul’da karşılanması” açıklaması ile verilmiş.
General maiyeti ile rıhtımda diğer yabancı askerî ilgililer tarafından karşılanıyor..
Karşılayanlar arasında, yan tarafta, yabancılardan sonra sıranın kendilerine gelmesini bekleyen “Türk subayı üniformasını” taşıdığı görülen birkaç kişi de var.. Geri planda, utangaç ve mahcup tavırlılar çünkü memlekette sığıntılar.. Memleketin asıl sahibi, karşılayıcı işgalciler..Vatanı sorgusuz sualsiz, topsuz tüfeksiz teslim etmişler..
Fotoğraf çok eski ve uzak açılı, yüzler belli değil..
Ama ben o suratların suretinden çok kimlik ve kişiliklerini; memleketini işgal eden askerlerin komutanını hiç sıkılmadan karşılamaya gidenlerin nüfus kayıtlarını şiddetle öğrenmek istiyorum.. Bu fotoğrafı “Tarihle Gülümsemek” başlıklı başyazısının altına koyan Murat Bardakçı’dan, kimlikler ile ilgili ayrıntılı bilgi de bekliyorum..
Çünkü ben “o” tarihle gülümseyemiyorum..
Nasıl İstanbul’da işgali sona erdiren Refet Bele ve İstanbul Kumandanı Selahattin Adil Paşa’nın fotoğraflarında isimleri basılmışsa aynı şekilde d’Esperey’i karşılayanların yüzlerini de görmek istiyoruz..
Ortaylı’nın yazısına gelince.. Ortaylı; “Tanzimat geldi, din değiştirmelerde rekor kırıldı” başlıklı yazısında (s. 4 ) son zamanlarda nedense tekrar güncel hâle ge(tiri)len bir konuyu irdeliyor. Konu önce Yusuf Kurçenli’nin “YÜREĞİNE SOR” filmiyle büyük ilgi topladı..
Sonra Erdoğan bu ayın ilk yarısında gerçekleştirdiği Yunanistan ziyaretinden önce “azınlıklar” ile ilgili ve kaçınılmaz olarak Tanzimat dönemini hatırlatan bir genelge yayınladı.
Son olarak www.giresungazete.net’de Teoman Alpaslan’ın konu ile ilgili son derece ayrıntılı ve önemli bir makalesi yayınlandı. (KARADENİZ’DE KRİPTO –GİZLİ- HRİSTİYANLAR)
Yine Ortaylı’nın yazısına dönüyoruz.. “1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra imparatorluk teb’ası içerisinde din değiştirmeler arttı. Asırlar boyunca Müslüman oldukları zannedilen bazı aileler fetihten önceki dinlerine, yâni Hristiyanlığa geçtiler” diye başlıyor..
Alt-ara başlıklar da ilginç.. “Açıkca biz Hristiyanız demeye başladılar”, “Babası Mustafa, oğlunun adı Papastrati efendi”, “Hemşinlilerin kökeni halâ ortaya çıkartılamadı”, “Camiler kayboldu, gizli kiliseler ortaya çıktı”, “Ali’nin dört çocuğunun ikisi Müslüman, ikisi Hristiyan” bunlardan bir kaçı..
Bu arada, Erdoğan’ın Arjantin gezisinin, Arjantin’deki Ermeni Lobisinin yoğun baskısı üzerine Buenos Aires’teki Atatürk büstünün açılışı engellenince iptal edildiğini öğreniyoruz.
Allah, Allah.. Arjantin’deki Ermeniler, TC Başbakanı’nın, TC’nin ilk Cumhurbaşkanı’nın büstünün açmasına neden tepki gösteriyorlar?
Ermeni Devleti ve Diaspora Ermenileri’nin ve “Tehcirin sorumluluğunu Osmanlı’ya yıkarsak kolay kurtuluruz” düşüncesindeki bizim bazı aklıevvellerin bütün iddiaları “soykırımın” 1915’de gerçekleştiği yönünde değil miydi?
Dolayısı ile 1915’de “var olan” Osmanlı artık yok olduğuna göre, hesabı 1923’de kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nden sorulamazdı..
Arjantin Ermenileri, bu tepkileri ile Türk tarihine bir bütün olarak bakılması gerektiğini acı bir şekilde doğrulatmışlardır.
Derken, yine bir haber… (30 Mayıs 2010 www.haberturk.com)
“Üç yıl önce konserine valilik tarafından izin verilmeyen ve Türk düşmanlığıyla bilinen İzmir kökenli Yunan müzisyen George Dalaras, 26 Haziran’da İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) davetlisi olarak İstanbul’da sahneye çıkacak. 70’li yıllardaki solcu geçmişine rağmen sonradan milliyetçi söylemler benimseyen sanatçı her fırsatta Türkiye karşıtı çalışmalarda yer aldı. Kuruluş yıldönümünde KKTC’yi protesto için Rum kesiminde ‘kınama’ konseri verdi. Türk ordusunun adayı terk etmesi için yapılan gösteride yer aldı. Abdullah Öcalan, Suriye’den kaçtığında Yunanistan’da düzenlenen Öcalan’a özgürlük yürüyüşünde yer alarak destek verdi. Fransa’daki bir konserinde Karadeniz horon ekibini sahneye çıkarıp bu folklorun, toprakları Türkler tarafından işgal edilmiş Pontus Rumlarına ait olduğunu iddia etti. Fener Rum Patrikhanesi’nin davetlisi olarak 2007’de İstanbul’a gelen Dalaras, Rumelihisarı’nda da konser verecekti. Son anda evrak eksiklikleri gerekçesiyle konseri iptal edildi. İstanbul konserinde Dalaras’a Mikis Thedorakis ve şarkılarını Yunanca olarak söylediği Zülfü Livaneli de eşlik edecek.
Dalaras’ı İstanbul’a getirecek olan İKSV yetkilileri, kültür ve sanat kurumu olduklarını, sanatçıları bu yönüyle değerlendirdiklerini belirtip siyasi yönleriyle ilgilenmediklerini vurguladılar. Zülfü Livaneli’nin de sahneye çıkacağını dile getiren yetkililer, konserin 2 ülke arasında dostluk rüzgârları estireceğini söylediler. Asıl adı Giorgos Ntalaras olan, sanatçı 29 Eylül 1949’da Pire-Nea Kokinia’da dünyaya geldi. Babasının Ntalaras olan soyadını daha ahenkli olacağı düşüncesiyle Dalaras’a çevirip bu isimle tanındı. Annesi İzmir kökenli bir Rum olan sanatçının babası da rembetiko şarkıcısıydı. Rembetikomüziği ile dünyada tanındı. Hep, kökeni Anadolu’dan giden Rumlara ait rembetiko müziğiyle beslendi. Kariyeri boyunca 65 albüme imza atan Dalaras, adını 70’li yıllarda yayınladığı sol içerikli şarkı sözleriyle duyurdu. Ancak daha çok başka müzisyenlere ait şarkıları yorumlamasıyla tanınır”.
Türkiye aleyhindeki her “sanatsal faaliyete” maydanoz olan Livaneli’yi bir kenara bırakıyorum.. Fakat şuraya dikkat lütfen, İKSV yetkilileri; “Konserin 2 ülke arasında dostluk rüzgârları estireceğini” ifade buyuruyorlar..
Ama bakın o “2 ülkeden” diğerinin Dışişleri Bakanı aynı gün (30 Mayıs 2010 Pazar 17:45) neler söylüyor;
“Yunanistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Dimitris Druças, ‘Türk ordusunun Kıbrıs’tan çekilmesini ve Maraş’ın iade edilmesini’ talep etti.
Druças, Kıbrıs Rum kesiminde yayımlanan Fileleftheros gazetesinde yer alan söyleşisinde, Türkiye’nin ‘çifte siyaset’ izlediğini, ‘çözüm istediğine dair imaj yaratıcı açıklamalar ve bölücü siyasetler’ yaptığını ileri sürerek, Türkiye’ye bunu terk etmesi çağrısında bulundu.
‘Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, ülkesinin yüzünü gerçekten değiştiren lider olduğunu göstermesini, Türk ordusunun geri çekilmesini ve Maraş’ın iade edilmesini’ isteyen Druças, Türkiye’nin AB üyelik sürecine yönelik destek konusunda, ‘açık çek veya Türkiye’ye yönelik kör bir destek bulunmadığını, net, siyasi nedenler bulunduğunu, Türkiye’nin AB’ye tam katılımının, yükümlü lüklerini ve kriterleri yerine getirdiği zaman olacağını’ ifade etti. Garantiler konusunda ise Druças, ‘garantörlük sistemini öngören anlaşma çerçevesinin geçmişe ait olduğunu ve devletlerin bağımsızlıkları ve egemenlikleriyle ilgili çağdaş anlayışlarla bağdaşmadığını’ iddia etti. Druças, herhangi bir çağdaş devletin başka bir bağımsız devlete ilişkin bu tür haklar talep etmesinin de mümkün olmadığını belirterek, bu tür çağ dışı anlayışların terk edilmesi gerektiğini öne sürdü”.
Hani daha bu ayın başında Yunanistan’la Atina’da 22 Anlaşma imzalamıştık?
Ve son olarak İskenderun’da deniz birliğine yönelik saldırı ve 7 askerimizin şehit olması; Baba Bush zamanındaki Irak Harekâtı’ndan bu yana kimseye bir türlü anlatamadığımız PKK-İsrail “stratejik işbirliği”nin de artık genel bir kabul görmesine yol açmıştır…
Suriye “alçak at”tı, binmesi kolaydı.. Höt deyince Öcalan’ı sınırdışı edivermişlerdi.
Şimdi PKK’nın, (tam da Öcalan’ın süreçten çekildiğini belirttiği bu günlerde) yeni işvereni ile kadim işbirliğinin ortaya çıkmasına ne dersiniz?
Ufak bir not… Türkiye önümüzdeki günlerde “Kuzey Irak”taki peşmergelerin lideri Barzani’yi Ankara’da üst düzeyde ağırlamaya hazırlanıyor..
Barzani daha önce de Obama tarafından “Mr.President” diye hüsnü kabul görmüştü..
Demem o değil..
“Barzani ailesi Yahudi çıktı. (Hürriyet 18 Şubat 2003)Kendisi de bir Kürt Yahudisi olan UCLA öğretim üyesi Prof. Yona Sabar, yazdığı kitapta bu iddiaları doğruladı. Hürriyet’ten Sefa Kaplan’ın haberine göre Tarihçi Ahmet Uçar da, Osmanlı arşivlerinde, Sallum Barzani adlı bir hahamın önce Selanik’e, arkasından da Kudüs’e sürgün edildiğine dair bir belge yayımladı. Bilindiği gibi, Molla Mustafa Barzani ile oğlu Mesut Barzani, İsrail’le kurduğu iyi ilişkilerle tanınıyor ve İsrail öteden beri Irak Kürtleri’nin bağımsızlığını destekliyor.” (www.biyografi.net)
Evet kıymetli okuyucu sadece son bir haftada yaşadığımız bunca olaydan da görüldüğü gibi Türk olmak kolay değildir..
Sadece şimdi ve burada değil..
Geçmiş zamanların geçmiş coğrafyalarında da…
Yâni “özetle”; 4647 yıldan bu yana bu böyledir.. 2 Haziran 2010
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın