İsveç Parlamentosu Türkiye Cumhuriyeti’ ni de soykırımcı ilan eden o utanç kararını alınca, kız kardeşim Serpil’i aradım.. “Hani bir zamanlar bize anlatmıştın ya.. Zamanı geldi. Şimdi yaz” dedim.. Yazdı.. Söz Serpil’in..
Yeri geldiğinde “sıradışı bir anı” olarak anlattığım 15-16 yıl öncesine ait bir olay, İsveç’teki oylamayla birlikte birden güncelleşti.
Eşimle birlikte Lulea’dayız. İsveç’in kuzey kentlerinden biri.. 3 günlük bir elektronik fuarı var. Öğle saatlerinde bir süre ara vererek dışarı çıktık. Sağlı sollu hediyelik eşyaların, çeşitli yöresel el sanatlarının satışa sunulduğu derme çatma birkaç tezgah kurulmuş.. Tıpkı biz.. Küçük kilimler, ufak tefek gümüş aksesuar, boncuk işlemeli cüzdanlar, süsler, nazarlıklar, deriler ve daha pek çok şey.. İsveç nere… Anadolu nere.. Hatta, Amerika nere.. Sanki Kızılderili folkloru.. Yanımızda birileri yüksek sesle konuşuyorlar. Sanki Türkçe.. Kulağa gelen vurgu, tonlama, ahenk, ses inanılmaz.. Türkçe! Ama değil, çünkü tek kelimesi anlaşılmıyor.
Ayaküstü sohbet sırasında Türk olduğumuz ortaya çıkınca, karşılıklı ilgi artıyor. Kuzeyde, Kiruna yakınlarında yerleşik bir Sami grubu olduklarını ve ürettiklerini pazarlamaya geldiklerini söylüyorlar. Konuştukları dil Ural- Altay kökenli.. Fince, Macarca, Türkçe ailesinden.. Köylerinden söz ediyorlar, mutlaka gidip görmemizde ısrarlılar..
Programımız değişiyor, rotamız güney yerine kuzeye dönüyor. Fuar bitiminde bir araba kiralayıp yola koyuluyoruz. Uzun bir yolculuk.. Allahtan hava hiç kararmıyor. Güneş, ufka dokunur gibi yapıp hemen yükseliyor. Piknik çantamız yanımızda.. Sessiz ve ıssız yolda, arada bir Ren geyiklerine rastlayarak Kutup Dairesini geçiyoruz. Saatler sonra köye ulaşıyoruz. Etrafta çıt yok. Sözünü ettikleri kafe karşımızda.. Sohbet kaldığımız yerden başlıyor. Vakit kısıtlı.. “Müze” diyorlar.. “Mutlaka gezmelisiniz” .
Gerçekten müthiş bir müze .. Tek kat üzerine gelmişleri, geçmişleri, kültürleri, folklorları, inançları sergileniyor. Sanki Dede Korkut dekoru..Sanki biz İsveç’te değil de Orta Asya’da, Türk illerinde bir müze geziyoruz, öyle bir etnografik geçmiş, öyle bir benzerlik.. Ak çadırdan kara çadıra, şaman davullarına, silahlara, giysilere, baş süslerine, yaşam biçimlerine, binlerce yıl öncesine ait uzun göç hikayelerine kadar..
Hayli etkilenmiş olarak, bin küsur kilometre daha yol yapıp Malmö’ye döndüğümüzde ilk iş, hikayemizi İsveç’li bir dostumuza aktarmak oldu.
Çok garipsediğim yanıtı neydi biliyor musunuz? “Onlar da İsveç’in Kürtleri” ..
Gelişim Yayınlarında çalıştığım yıllarda Kanada’dan gelen bir Türkolog profesörle söyleşi yapmıştım. Kızılderililer ve Türkler arasındaki benzerlikler üzerine.. Araştırmaya doyum olmayan müthiş bir konuydu. Sonraki yıllarda Samilerle ilgili elime geçen hemen her belgeye göz attım.
İsveç adı, Norveç’le birlikte azınlıklara uyguladıkları şiddet nedeniyle, adı “20. Yüzyıl’ın soykırım uygulayan ülkeleri” arasına girmişti.Osmanlı’nın Ermenilere uyguladığı söylenen eziyetlerin, İsveç tarafından Samilere uygulandığı kanıtlanmış ve kabul edilmişti. Yoğun bir asimilasyon politikası bu küçük azınlığa 1990’lara dek göz açtırmadı. Anadilleri, inançları yasaklanmış, zorla hıristiyanlaştı rılmışlardı. Hatta öyle ki, doğan çocuklar kilisede vaftiz edildikten sonra, evlerinde, sessizce, şaman ritüellerine göre tekrar kutsanıyordu Özellikle 1920’den sonra, Sami nüfusun artmasını önlemek için 60 binden fazla insan kısırlaştırılmıştı, ki bunların yüzde 90’ı kadındı. Yine 1900’lerin başında, “Ari Irk”ı koruma teorilerine uygun olarak Danimarka, İsveç, Norveç, Finlandiya’da yoğun bir tehcir uygulandı. Samilere ait topraklara el kondu. Yeniden toprak satın almaları yasaklandı. Göçe zorlandılar. 2. Dünya Harbi’ne kadar “tek dil, tek ulus” politikası giderek yoğunlaştı.. Zorlaşan yaşam şartları sonunda 100 binlere varan nüfus, 10 binlere düştü.
Ve şimdi bu ülke, kanıtlayamadığı halde ısrar etmekte beis görmediği ağır bir suçlamayla, Türkiye Cumhuriyeti’ ni baskı altına almaya kalkıyor.
***