ÇOK KUTUPLU DÜNYA DİNAMİĞİ İÇİNDE ABD. LİBERALİZMİNİN SOSYAL YAPI VE KÜRESEL POLİTİKAYA OLAN ETKİLERİ
Av. Ergun Ozgen
Turkish Forum Danisma Kurulu Uyesi
Tarihi süreçte , ülkelerin farklı kültür ve medeniyet alanlarında inançlarına yön veren din, felsefi ve fikir hareketleri , bunların sosyal yapılarına olan etkileri yönünden siyasallaşan sonuçlarına da yansımıştır.
Siyasi açıdan demokratik yaklaşımlar içinde, bireyin irade serbestisi yanında kişilik değerlerine öncelik vermek de hedefler içinde önem kazanmıştır…Bu süreç güncelliği itibariyle sosyal yapıların bütünselliğine karşı giderek bölgesel farklılıkları da öne çıkararak ayrılıkçılığa destek veren siyasal oluşumları gündeme getirmiştir…Kısaca demokrasi tanımı daha fazla özgürlük talepleri içinde etnik ayrımcılığa kadar periferini genişletmiştir.
Özellikle ABD açısından konuya yaklaşıldığında, bireysel hakların en fazla savunulduğu bu ülkenin, liberal değerlerden yola çıkılarak geldiği son nokta siyasi açıdan irdelenmesi gereken özellikleri içermektedir.
ABD.’in sosyal yapısının temellerini şekillendiren ve bu ülkenin kurucu değerleri içinde yer almış olan White Anglo Sakson Protestan mirasının itici gücü önemli olmuştur. Bu tayin edici değerler yapısında, İngiltere’den miras alınan bireycilik Amerika kıtasına taşınmış ve kurucu 13 koloninin insanları beraberlerinde bu liberal değerleri de getirmişlerdir…
Bir diğer anlatımla, Amerika kıtasına göç eden ve püriten özgürlükçü liberal topluluklar zaman içinde oluşacak olan ABD. ‘in siyasal yapısına şekil vererek ilk sosyal grupları oluşturmuşlardır… Bu süreçte,
* İngilizler Virginia’da ilk sömürgelerini 1578 de kumuşlardır. Fransızlar Kanada’ya 1598 de yerleşmişlerdir. Bu sırada, Meksika, Peru ve Brezilya İspanyollar tarafından geniş ölçüde istila edilmiştir….( Jacques Pirene Dünya Tarihi C.2. sf. 772)
* XVII yüzyılın sonlarında, Fransızlarla İngilizler arasında Kuzey Amerika’da 7 yıl süren paylaşım kavgasının sonucunda, Fransızlar Acadie ve Newfoudland’ı ele geçirmek için uzun bir mücadele vermişlerdir. Sonuçta, (1713) yılında Utrech antlaşmasıyla Fransa, Hudson Körfezi bölgesini Newfoudland ve Acadiae’i bölgelerini İngiltere’ye bırakmak zorunda kalmıştır…
Devam eden süreçte ise, Anglo Sakson’ların hakimiyeti yanında, Avrupa kıtasından çeşitli nedenlerle ve bu bağlamda mezhep farklılıklarındaki dini otoriteden kaçarak göç edenler, bir diğer yönden ortak inançlarını baskıdan kaçışın bireysel nedenleri ile birlikte kendi değerlerini de beraberlerinde getirmişlerdir. Kısaca,
…..Avrupa’yı dışlayarak yeni kıtada yeni bir sosyal yapı kurmak amacıyla gelenler, Anglo Sakson gurubuna katılan yabancı elemanlardan , Hollanda’lı, İsveç’li, Almanlar’ın, Danimarkalılar’ın, beraberlerinde getirdikleri tüm değerler ile, Amerikan toplumunun ferdiyetçi karakterini bütün bütün kuvvetlendirmiştir….(Jacques Pirene Dünya Tarihi..C.2…sf. 922)
Farklı sosyal yapılardan oluşan Amerikan toplumunun Anglo Sakson kültürel karakteri ise, her şeye rağmen sosyal yapısındaki ağırlığını kabul ettirmiştir…Temellerinde bireysel özgürlük yatmaktadır…
Tümü ile beyazlar için ön görülen özgürlük anlayışının Afrika kökenliler için geçerlik sağlanması ise uzun mücadeleleri gerektirmiştir..
Püriten liberal değerlerine göre inanç özgürlüğünü ve bireyciliği esas alan Amerikan sosyal yapısı içinde kölelik kurumu önem ifade etmiştir. Bu ülkenin kuruluş yıllarından itibaren kölelerin bireysel hakları dikkate alındığında , söz konusu olan bu hakların daha çok White Anglo Sakson Protestan kültürü etrafında kolonileşen , Avrupa’lılar için geçerli olduğunu ortaya koymaktadır.
XVII Asrın ilk yarılarından itibaren Amerika kıtasında da yansımasını bulan kölelik bu ülkedeki özgürlük mücadelesinin bireyci değerlerinden nasibini oldukça uzun yıllar sonra alabilmiştir…1691 yılından itibaren ,Afrika’dan zorla getirilen bu insanların ilk olarak Virginia’ya çıkarılmış oldukları görülür. Kölelik ticaretinin XVIII asır süresince gene gelişerek sürdürüldüğü de tarihi gerçektir. Thomas Jefferson’un (1776 ) Bağımsızlık Bildirgesi hatırlandığında , ön görülenler, Afrika kökenlilerin kaderine pek de etkili olmamıştır… Bir diğer yönden gelişmeler bu ülkede bireyci değerlerinin güç faktörü ile birlikte sosyal yapısına yansıması ise, bir şekilde Amerika’nın siyasal oluşumundaki sosyo politik Darwin’izmi de ortaya çıkarmıştır.
Bağımsızlığı izleyen yıllardaki sosyal yapıdaki gelişmelere bakıldığında ortaya çıkmakta olan oluşumun ve gelişmenin yanındaki büyümenin çok süratli bir seyir takip ettiği ayrıca görülmektedir.
Amerika’nın siyasal oluşumundaki bireyci teşebbüs, ekonomik çıkarları esas alarak ve bu ekonomik gücü ele geçirmek suretiyle , politik gücü de kontrol etmeye yönelmiştir. Politik hedeflerin tayininde ve giderek sosyal yapının da şekillenmesinde ki bu siyasal süreçte coğrafyadaki kaynaklara hakimiyet ihtiyacı Başkan Monroe dönemi sonrası politikalarda giderek etkinlik kazanmıştır.
Amerika tarihi açısından federatif yapısını hazırlayan geçmişi hatırlandığında;
- 1776 yılında ilk olarak Thomas Jefferson tarafından ilan edilen Bağımsızlık Bildirgesi ile siyasi mesajlarının verildiğini
- Bu ülke halkının İngiliz kolonisi olmaktan kurtulmasının hukuki sonuçlarının , bağımsızlık savaşını takiben 1783 yılında , Versailles Antlaşması ve Paris Barışıyla özgürlüklerinin elde edilmesiyle sonuçlandığını.
- 13 Kurucu Koloninin, Birliğe katılmaları konusundaki irade beraberliğinin 1787-1790 yıllarında olduğunu ve ABD’in federal geleceğinin temellerinin bu şekilde atılmış olduğunu.
- 1820 Yılına gelindiğinde, ülke sınırlarının Atlas Okyanusu kıyılarından , Missisipi bölgesine kadar genişletilmiş olduğunu.
- Monroe doktrini ile “1823” Amerika kıtasının Avrupa’nın yayılmacı amaçlarının dışında tutulmasının amaçlandığı….
- Bu genişleme sürecinin coğrafyadaki yansımasına bakıldığında ise:
– 1803 Yılında Lousiana’nın Fransa’dan satın alındığını.
– 1819 Yılında Florida’nın İspanya’dan alınmış olduğunu
– Meksika’nın elinde bulunan Texas, New Mexico ve California’ın da 1845- 1848 yılları arasında ele geçirilmiş olduklarını
– Ayrıca, 1846 yılında da İngiltere’den Oregon Bölgesinin satın alınmış olduğunu.
– 1867 yılında ise, Alaska’nın , Rusya’dan satın alınarak Birliğe katılmış olduğunu.
– 1898 yılında Küba’ın İspanyadan alınıp, ele geçirildiğini
– 1959 Yılında ise, Hawai takım adalarının birliğe dahil edilmiş olduğu görülmektedir …
– Diğer yönden,1860/1864 İç savaşı sonucu, ABD’in federal yapıda birliğinin temellerinin atılmasını sağlamış olduğu da ayrıca görülür….
Bu şekilde, ABD’in federal devlet yapısını oluşturan coğrafi bölgelerin çok geniş bir alanı içine alacak şekilde, Atlas Okyanusundan , Büyük Okyanus’a kadar uzanan geniş bir coğrafi alanın Birliğin siyasi hudutlarını oluşturacak tarzda genişletilmiş olduğu izlenimi vardır.
Bu oluşum, ABD’in Federal yapısının temellerinde yer almaktadır. Sonuç olarak, ABD’in siyasal yapısının, tarihin çeşitli dönemlerinde birliğe katılan kolonilerin bu suretle , zaman içinde eyaletler niteliği alarak, Federal bir Devlet özelliği kazanmasına neden olmuştur. Bir diğer yönden ise, ortak irade içinde siyasal ve sosyal evrimde çıkar beraberliğini amaçlayan bir güç birliğini de bu süreç oluşturmuştur.
Federal devlet yapısı ile ilgili olarak şu hususun da göz önünde bulundurulması gerekmektedir:
….fakat şu da unutulmamalıdır ki, federalizm sun’i olarak teşekkül etmez.Sadece yaşanan gerçeklere uyan camialar hakiki bir muhtariyetten faydalanabilirler… Tam federalizm devletlerin iç kadrolarına inhisar ettirilemez. Tam federalizm hedefi devletleri daha geniş bir camia himayesi altına toplamaktır…..İsviçre ve ABD hükümet yetkilerinin bir iç federalizm yoluyla sınırlandığı milletlere misal teşkil ederler . Bu devletler her biri geniş istiklale sahip camiaların ( Amerikan Devletleri, İsviçre Kantonları) birleşmelerinden teşekkül etmişlerdir. Her camia idare edenlerin, federal iktidarı durduran çok önemli yetkileri vardır… “ Maurice Duverger Siyasi Rejimler sf. 63”
ABD’in federal devlet yapısında ortak çıkar birliğinin yer aldığı da bir diğer gerçektir. Anglo Sakson kültürünün bireyci değerleri ile beslenen bu süreç, liberal ekonomik koşulların ortaya çıkardığı ve zaman içersinde güçlü bir finans ile desteklenen sanayi ve sermayeyi elinde bulunduran bir sosyal kesimi oluşturmuştur.,Bu sosyal kesim giderek ekonomik ve politik gücü de denetlemiştir…Buradan , siyasal gücü kontrol etmesi ise, gene bireyci politikaların sonucu olmuştur.
Amerika’nın kendi kıtasında kendine yeterli olacağı görüşünde olan Başkan Monroe bir şekilde tarıma dayalı barışçı bir Amerika’yı amaçlarken, diğer yönden de XIX yüzyıl Avrupa sömürgeciliğinin Amerika kıtasına taşınmaması için malum MONROE doktrini “1823” ile kıtanın güvenliğini Avrupa’ya karşı sağlayabileceğini düşünmüştür…
Ancak gelişen ekonomi koşulları, piyasanın genişlemesi coğrafya üzerinden ki kontrol alanlarının jeopolitik nedenlerle gündeme gelmesine de neden olmuştur. T. Roosevelt gibi savaşçı politikacıların da desteği ile ABD,Ana Karası dışındaki kalıcılığını Küba’da İspanyollara karşı gerçekleştirmiştir.
Bu uygulama ,Monroe Doktrinine karşı ,askeri güç kullanılarak deniz aşırı bir askeri harekat olarak görülse de ABD ticari ilişkilerini kuruluş yıllarında itibaren coğrafyanın bilinen her noktasına ticareti taşımayı başardığı da görülmektedir….Bu süreçte , gerektiğinde güç kullanmayı da göze almıştır…Konu, 1798 yılında, Cezayir Dayısı’na haraç vererek Akdeniz de ticaret imkanlarını sağlamasında başka boyutta izlenmiştir… Keza, Amiral Perry’nin 1853 yılında Japon limanlarının ABD’ne ticarete açılması konusundaki tehdit içeren silahlı baskısı da önemli göstergedir…. Bir diğer yönden 1905 yılında Çin’de başlayan Boxer köylü ayaklanmasını bahane ederek gelişmelere müdahil olmasında da asli amacı görülür…Bu olayda , bölgeye asker çıkarak sömürgeci devletlerin safında yer almış olması , o tarihlerden itibaren bu ülkenin politik hedefleri içinde yayılmacılığın amaçlamış olduğunu da göstermektedir.
T. Roosevelt’in” 1901/1909” Başkan Monroe’nin barışçı politikalarına karşı kocaman sopa politikası, literatürde daha sonra yer almıştır. Başkan H. Taft’ın “1909/1913” dolar politikası ile bu anlayış birleşince, borç verilen ülkeler borçlarını ödemede zorlanınca , kocaman sopa politikası bir şekilde devreye girer olmuştur…
Özellikle güçlenen ABD ekonomisinin dünya pazarlarından pay almaya yönelik politikaları Birinci dünya Savaşından sonra hızlanmıştır. Bu dönemde özellikle üzerinde durulması gereken bir diğer husus da Woodrow Wilson’un ortaya koymuş olduğu prensiplerdir…
.
Wilson prensiplerine “8 Ocak 1918” göre uluslararası ilişkilerde 14 ilkeyi içeren hedefleri ileri sürmüştür. Buna göre:
- Barış anlaşmaları açık ve şeffaf biçimde olmalı, gizli anlaşmalar yapılmamalıdır.
- Karasuları dışındaki denizlerde dolaşım, savaşta ve barışta, özgür olmalıdır. Uluslar arası antlaşmalara uyulmasını sağlamak için genel veya bölgesel ablukalar oluşturulabilir.
- Uluslar arasındaki bütün ekonomik engeller kaldırılmalı ve serbest ticarete izin verilmelidir.
- Uluslar, iç güvenliği sağlamaya yetecek miktarın dışında silahlanmamalıdır. Bunun sağlanması için garantiler verilmelidir.
- Dekolonizasyon sağlanmalı ve sömürge topraklarında uluslara kendi kaderini belirleme hakkı verilmelidir.
- Rusya topraklarındaki yabancı birlikler ayrılmalı ve devletlerin de yardımı ile Rusya’ya kendi gelişmesini sağlamak için her türlü imkan verilmelidir.
- Almanya, işgal ettiği Belçika topraklarını boşaltmalı ve Belçika’da savaş öncesi durum yeniden sağlanmalıdır.
- Almanya, işgal ettiği Fransa topraklarını boşaltmalı ve Prusya’nın 1871’de ilhak ettiği Alsace-Lorraine’i geri vermelidir.
- İtalya’nın sınırları ulusçuluk anlayışına göre yeniden düzenlenmelidir.
- Avusturya- Macaristan İmparatorluğu halklarına kendi kaderini belirleme hakkı sağlanmalıdır.
- Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılmalı ve Sırbistan’a denize açılma imkanı verilmelidir. Balkan devletlerinin sınırları ulusçuluk prensibine göre düzenlenmelidir.
- Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir. Çanakkale Boğazı, sürekli olarak, bütün milletlerin ticaret gemilerine açık olmalı ve bu durum milletlerarası garanti altına alınmalıdır.
Wilson Prensiplerinde de görüldüğü üzere ticaret yollarının serbestliğinin ve ABD’in zaman içinde dünya limanları üzerinden bütün deniz ve ticaret yollarını kendi çıkarlarına göre en uygun şekilde kullanabilmesinin arayışını vurguladığı da görülür.
Amiral Perry’nin Japon limanlarını 1853 ABD ticaret gemilerine açması konusundaki baskısı diğer yönden Başkan T. Roosevelt’in jeopolitik açılım politikası, daha sonra da Başkan Wilson’un Prensipleri içinde küresel yaklaşımların ilk örneklerinin şekillenmekte olduğu somut olaylarda olduğu kadar, bu bağlamda ayrıca, W. Bush’un da kocaman sopa politikasını uygulamasıyla, konu, tekrar izlenmiştir…
1929 ekonomik krizinden sonraki sarsıntı dönemini takiben ,İkinci Dünya Savaşı sonrası hatırlandığında bir dünya gücü olarak bu ülkenin siyasi coğrafyadaki yeri daha da güçlenmiştir.. Özellikle Wall Street ve FED üzerinden şekillenen finansal politikalar ile de, ABD’i dünya ülkelerini, kendilerine kabul ettirilen sistemle önemli ölçüde bağımlı hale dönüştürmüştür.
Bu sürecin sonunda dünya kaynaklarının önemli bir bölümü ile uluslar arası finans alanları dahil olmak üzere ABD denetimine girmiştir. Bu ülkenin siyasal yapısının temellerindeki değerler içinde, 19 yy. sonlarında esasları Cumhuriyetçi Senatör Mark Hanna tarafından ileri sürülen ekonomik çıkar birliği anlayışının etkileri de önemlidir. Bu anlayışın günümüze kadar süren ortak çıkarların korunması yolu ile birlik anlayışının güçlendirilmesi ülkenin sosyal yapısında yer almıştır. Sonuç olarak liberal değerlerle birlikte,siyasal yapıya da yön veren bu anlayışla ABD gücünün sınırlarına gelmiştir.
Büyüyen ekonomisi ile birlikte artan ihtiyaçları dünya kaynaklarına olan talebini de arttırmıştır. Bir dünya devleti olarak, ikinci dünya savaşından sonraki gelişmeler içinde etki alanını daha da genişletmiştir. Güç merkezlerinin gelişen dünya koşulları içindeki konumları da dikkate alındığında, bu defa da AB yapısında şekillenmeye çalışan Avrupa ülkeleri kadar diğer potansiyel güç merkezleri de ayrı birlik yapılarında ABD’in hegemonyasına karşı arayışlara girmişlerdir. Özellikle ABD’in küresel düzeyde finans üzerinden rezerv para politikaları ile sürdürmeye çalıştığı hakimiyet bu süreçte önce, Avro, Dolar çatışması üzerinden ilk mücadelesini vermek zorunda kalmıştır… Bu süreç devam etmekte olup, dünya genelinde ABD’in finans üzerinden uygulamaya çalıştığı finansal hakimiyet politikaları küresel düzeyde çeşitli muhalefet alanları ile bilindiği üzere coğrafyanın değişik alanlarında karşılaşmaya devam etmektedir…
ABD’in, politik hedeflerini değerlendirirken geleceğe dönük ön görüleri içinde farklı faraziyelerle muhtemel çözüm arayışları içinde olduğu da görülmektedir. Yeni dünya düzeni konusundaki hedeflerini belirlerken de bazı unsurları dikkate aldığı görülmektedir. Bu bağlamda,
ABD en azından 2025 yılına kadar kendisine karşı tavır alabilecek ittifakları
engellemeyi ön görerek şu hususları gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır…
- Terörist hareketlerin ABD çıkarlarına yönelik tehditlerine karşı her türlü önlemleri almayı
- Savunma gücünün devamı açısından dünya genelinde TELEKOMİNİKASYON sistemlerini kontrol etmek ve uzayı denetiminde tutarak dünyayı kontrol etmeyi
- Dünya genelindeki stratejik önemi olan SU ve ENERJİ kaynaklarını kontrol ederek bu kaynaklara ihtiyacı olan ülkeleri denetiminde tutmayı
- Liberal ekonomi koşullarını destekleyerek dünya piyasaları üzerindeki finansal etkinliğini devam ettirerek borç veya kredi yolu ile ekonomileri bağımlı hale gelen ülkeleri bir taraftan mali denetimde tutarken,diğer yönden de finans gücü ile siyasal dayatmalarını gerçekleştirebilecek politikaları uygulamayı…
- Büyüyen finans kaynaklarını pazarlamak için gereken durumlarda kontrol edilebilir kriz alanlarından yararlanmayı ,kriz alanları yoksa kontrol edilebilir kriz alanları yaratarak IMF, Dünya Bankası üzerinden finans pazarlamasını yapmayı amaçladığı yaşanan olaylarda peş peşe izlenmiştir…
ABD yönünden, küresel kontrol stratejileri içinde ve amaçladığı hedefler kapsamında özellikle serbest piyasa ekonomisi ile özelleştirmelerle enerji ve su kaynaklarını, ayrıca da telekomünikasyon sistemlerini ne şekilde denetimi altına aldığı bilinenler içindedir. Konu sadece serbest piyasa ekonomisi koşullarının olmasının ötesinde mevcut sistemin dolaylı olarak denetiminin el değiştirmesi ile ilgili olduğu kanaatını uyandırmaktadır. Su kaynakları açık şekilde hedefler içinde görülmektedir. Enerji ise, çok daha kapsamlı bir stratejinin boyutları içinde değerlendirilmesi gereken bir husustur.. Finansal yapı ise, rezerv para politikaları kapsamında küresel düzeyde bölünmeler göstermekte ve yeni para birimleri üzerinden yorumlar yapılmakta, ayrıca, ulusal paralar üzerinden de dış ticaretlerin yapılmaları konusunda yeni görüşler gündeme gelmektedir…
Özellikle, dünyanın temel ihtiyaç maddesi üzerinde şekillenen enerji politikaları içinde petrol ve bu petrol kaynaklarının kontrolu için bazı ana unsurlar öne çıkmıştır.
- Birincisi küresel düzeyde petrol üretim alanları üzerinde hakimiyetin tesisi
- İkincisi üretim alanlarından petrolün güvenilir güzergahlardan pazarlara sevki.
- Üçüncüsü Rezev para olarak Petro/dolara karşılık oluşturacak şekilde bu finansın geleceğinin korunması
- Ekonomik gücün ötesinde gerektiğinde KOCAMAN SOPA POLİTİKASINI uygulamak üzere askeri gücün etki alanının genişletilmesi
Bilinen petrol kaynaklarından, Venezuela, İran, RF ve Orta Asya petrollerinin dışındaki diğer kaynaklar üzerinde batılı şirketlerin kesin kontrolları oluşmuştur. Bu kaynaklar üzerinde batılı şirketlerin üretim hakları olmakla birlikte esas sorun gerek doğal gaz ve gerekse petrol nakliyesinde güvenilir güzergahların batının çıkarlarına uygun şekilde oluşturulmasıdır…Dünya genelinde enerji rezervlerinin %68 Orta Doğu , Hazar, ve Orta Asya bölgelerinde bulunması, coğrafi ve etnik nedenlerle kontrolün sağlanması ,ABD hedefleri yönünden zorluklar yaratmaktadır…
Gerek Hazar Bölgesi ve gerekse RF ile Orta Asya kaynakları üzerinden düşünülen enerji nakil hatlarında “ENERJİ GÜVENLİĞİ GÜZERGAHI “ ise ayrı bir önem ifade etmektedir… Özellikle ABD ve AB yönünden bu güzergahların tümünün RF denetiminde olması rahatsızlık nedenidir. Diğer yönden, Asya petrollerinin Çin’e yönelik bir diğer güzergah oluşturması da ABD politik tercihleri ile bağdaşmamaktadır…
Politik hedeflerin tayininde finans ve petrolün sağlayıcı unsurları bu denklemde kaçınılmaz olmuştur. ABD ‘in bütün uğraşısına rağmen enerji hatlarının tümünün kendi kontrolüne girmediği de görülmektedir. Bu bağlamda coğrafya üzerinde ki gelişmelere ayrı ayrı bakıldığında,
*RF üzerinden batıya dönük enerji hatlarının kendi kontrolünde Hazar denizi Kuzeyinden merkezi Avrupa’ya kadar uzanmakta olduğu
* Kuzey Sibirya petrolleri konusunda Murmansk üzerinden ABD ‘ye petrol naklinin ABD ile RF arasındaki müzakerelerin sürdüğü, bu güzergahın da kontrolünün RF olacağı
* RF gene kendi kontrolünde olmak üzere Baltığa açılan limanı Primorsk üzerinden Batlık denizi yolu ile Almanya’ya enerji naklinin projelendirildiği
* RF ile Türkiye arasında Mavi Akımdan başka,Samsun Ceyhan boru hattının tesisi konusunda alternatif hedeflerin öne çıkmakta olduğu, bu hattın da çıkış noktasına göre kontrolün RF olacağı
* Ayrıca gene RF doğuya yönelik enerji güzergahlarına dikkat edildiğinde , bu ülkenin Sibirya’daki petrol yataklarından ürettiği petrollerin bir kısmının Kuzey Kore ile Çin ve Japonya pazarlarına ulaştırmak üzere, Kozmino limanından yararlanmayı amaçladığı da anlaşılmaktadır ki, bu güzergah da RF denetiminde olacaktır…
* Diğer yönden Batı pazarlarına hitap etmek üzere ,gerçekleştirilmiş bulunan Bakü, Tiflis Ceyhan güzergahı ile Kerkük Yumurtalık enerji hattı da batıya yönelik olmakta olup, batı yönünden, enerji güvenliği açısından güvenilir bir hat niteliğini taşımaktadır…
Batının kontrol altına almayı amaçladığı enerji güzergahlarına bakıldığında
- Hazar Denizi güneyi enerji yolları gerek Suudi Arabistan’ın ve gerekse Körfez Emirlikleri ile , işgal sonrası da Irak petrollerinin denetim ve kontrolleri ABD, diğer ifade ile batının denetim ve kontrolündedir…
- İran bu konuda kendi insiyatifine göre bir politika izlemekte ve enerji güvenliği açısından da ABD ile ters düşmektedir. Bu güzergah batı için sorunludur…
- İran’ın enerji güzergahları konusunda doğuya yönelik olan projeleri içinde,Hazar ‘dan Pakistan ve Hindistan’a yönelik boru hatları ise, ABD ile uyumlu değildir.
- Diğer yönden gene İran’ın Hazar Denizi’nden Basra Körfezine çıkışı olan Kharg Adasına uzanan proje de bir İran projesi olarak görülmektedir…
- Bir diğer yönden İran Doğal Gaz bağlantısının Türkmenistan ile de gerçekleştirmiş olduğu görülmüştür..
- Hazar doğusu ile ilgili olan güzergahlardan Türkmenistan ile RF arasında yer almış olan enerji hattı da bağlantısı da gerçekleşmiştir…
- Diğer yönden Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan’dan Çin’e uzanan bağlantı da bir Çin projesi olarak ortaya çıkmıştır…
- Özetle, ABD ‘in denetimi dışında şekillenmeye başlayan ve Hazar bölgesinden güneye ve doğuya yönelik, Hazar Denizinden İran’a, Hazar Denizi’nden Pakistan’a, Hazar Denizinden Çin’e, şimdilik ertelenmiş olarak görülen RF. Angarsk’den Çin’e yönelik projelerin söz konusu olacakları da görülmektedir.
- ABD’in enerji güzergahlarının doğuya dönük olanlarını mevcut koşulları, bu ülke yönünden sorunludur ve denetimleri kolay değildir…
- Halen Afganistan’daki varlığının da benzer koşullar ile bağlantılı olduğuna ilişkin görüşler giderek güçlenmektedir. Bu bağlamda,
* ABD’in Türkmenistan doğalgazının kendi kontrolünde Pakistan’ın Gvadar limanından taşınabilmesi için bu limana ihtiyacı olacaktır. Ancak bu topraklar Belücistan toprakları olup, ABD bu bölgeyi Pakistan’dan koparmanın yollarını aramaktadır.
* Afganistan’daki ABD varlığı, bir taraftan İran’ın Pakistan’a pazarlamayı amaçladığı enerjiyi engellemesi yanında, Türkmenistan DG. Kendi kontrolünde Gvadar’a aktarmayı amaçladığının karinelerini güçlendirmektedir. Diğer taraftan ise,Çin’in Batısında bir güvenlik alanı oluştururken ayrıca da Orta Asya, ve Hazar bölgeleri Enerji alanlarına yavaş şekilde sokulmanın yollarını aramaktadır.
Enerji güzergahları konusunda, doğu, batı ,kuzey, güney istikametleri dikkate alındığında, Hazar’ın batısındaki Bakü, Tiflis Ceyhan hattı ile, Yumurtalık hattının batı için önemi daha da öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, NABUCCO projesinin de enerji yollarının güvenliği itibariyle geleceğinin stratejik tercihleri yönünden ,Avrupa için önemi bir kere daha öne çıkmaktadır.
Gelişmeler içinde 11 Mayıs 2010 Türkiye’yi ziyaret etmiş bulunan RF Cumhurbaşkanı Medvedev ile ön görülen ortaklıklar kapsamında,
* Samsun, Kavkaz limanları arasında tren feribot seferlerinin düşünüldüğü
* Samsun Ceyhan ham petrol boru hattının oluşturulması
*Ankara ve Moskova’da kültür merkezlerinin kurulmaları
* Ortak üniversite kurulması
* 30 günlük ziyaretler için vize muafiyetinin sağlanması
* Enerji konusunda Güney Akım, Mavi Akım dışında nükleer santral yapımı
* Her iki ülke arasında üst düzey işbirliği konseyi oluşturulması ile birlikte toplam 17 ayrı konuda anlaşmanın olması ön görülmüştür.
Bu süreç, Türkiye yönünden AB ve ABD yapısında DOĞU, BATI istikametindeki yakınlaşmanın ötesinde , KUZEY, GÜNEY yakınlaşması ile zamanla enerji güzergahlarının güvenliğini de kapsayacak şekilde önem kazanabilecektir..
ABD dünya petrolünün %25 tükettiği bilinmektedir . Aynı zamanda küresel denetim de finans üzerinden rezerv para stratejisi ile” petro/ dolar” denklemi ile de konu bağlantılıdır….
ABD’in halen 20 milyon varil/gün olan ham petrol tüketiminin 2020 yılında 27,5 milyon varil/gün olacağı tahmin edilmektedir. Bu bağlamda ayrıca, gene ABD’in 765 milyar m3 olan doğal gaz tüketiminin de 2020 itibariyle 1.020 trilyon m3 ulaşacağı var sayılmaktadır…(Kaynak : USEDGR. 2001, Üşümezsoy ve Şen .Dr .Şamil Şen 4 Ağustos Akşam)
Özetle, %68 Petrol ve %35 doğal gaz rezervlerinin Orta Doğu ve Hazar alanı ile Orta Asya’daki yoğunluğu dikkate alındığında, petrole bağımlılığı olan ülkelerin politik hedefleri içinde bu bölgelerin önemi artmaktadır. ..
Dünya genelinde petrol ve doğal gaz alanlarının durumu, ABD’in stratejik tercihlerinde de coğrafyanın bu bölgelerine olan ilgisi netleştirmektedir… Bir dünya gücü olarak bu ülkenin tüm jeopolitik doktrinleri kullanarak geliştirdiği jeostratejik yapılanmalara bakıldığında ,denizlerin kontrolünden, karaların kontrolüne, ve son olarak da hava ve uzayın kontrolünden, dünyanın kontrolüne ECHELON AĞI sistemini de kullanarak bir denetim üstünlüğünü , taklit edilemez teknolojik avantajı ile sağlamaya çalışmaktadır…
Her şeye ve bütün üstünlüğüne rağmen ABD, bir noktada İNSAN FAKTÖRÜNÜ atlamaktadır….Son dönemlerde yaşanan askeri operasyonlarda, bu faktörün önemi de ayrıca ortaya çıkmaktadır
Stratejik açıdan küresel kontrol hesaplarını yaparken, güç değişkeni içinde ABD silahlı kuvvetlerinin dünya genelindeki konuş alanları ve askeri sorumluluk bölgeleri de bu kontrolün temini için önem kazanmıştır.
Dünya gücü durumunda olan bu ülke, ekonomik yapısının üzerinde şekil aldığı PETRO/DOLAR ekseninin zaafa uğramaması için askeri gücünü küresel düzeyde örgütlemiştir. Bu gücün komuta kontrol sorumluluk alanlarına bakıldığında,
* Merkezi Colorado’da bulunan Kanada ve Meksika bölgelerini kapsayan KUZEY
KOMUTANLIĞI olup, karargahı Colorado Springs’tedir
- Güney Amerika bölgesini sorumluluğu altında tutan GÜNEY KOMUTANLIĞI Karargahı Florida Mac Dill hava üssüdür.
- Pasifik bölgesi ,Çin, Hindistan ve Kuzey Kutbu ile Antartika bölgesine kadar uzanan bölgeden sorumlu PASİFİK KOMUTANLIĞI olup,.karargahı Hawai dedir
- Ortadoğu ve Afrika kuzeyinden sorumlu MERKEZ KOMUTANLIĞI ’ın . Karargahı Florida Mac Dill dedir…
- Avrupa ve Rusya dahil bu bölgenin sorumluluğu AVRUPA KOMUTANLINDA olup, yakın doğu ve Afrika da bu komutanlığın sorumluluğu içinde görülmektedir karargahı NATO KUVVETLERİ KOMUTANLIĞINDADIR.
- Karargahı Nebraska Offutt üssünde bulunan STRATEJİK KOMUTANLIĞI nükleer güçlerin kullanması, uzay operasyonları ve enformasyon savaşlarından sorumludur…
Karargahı, İllinois’te Scott hava üssünde bulunan ULAŞIM KOMUTANLIĞI olup, ulaşım koordinasyonundan da sorumludur…
- Özel kuvvetleri bünyesinde toplayan ve karargahı Florida Mac Dill hava üssünde
Bulunan ÖZEL OPERASYONLAR KOMUTANLIĞI ( 40.000 kişilik bir kuvveti bulundurmaktadır)
- Karargahı Virginia Norfolk’ta bulunan ve müttefiklerle ortak operasyon kabiliyetlerini geliştirmekten sorumlu ORTAK KUVVETLER KOMUTANLIĞI…olmaktadır.
( Büyük Oyunu Anlamak Yves Lacoste…sf.49 )
Dünya güç merkezlerinin durumları genel olarak hatırlandığında, ABD, AB, RF, ÇİN, JAPONYA, HİNDİSTAN, LATİN AMERİKA ülkelerinin , ayrı birer etki odağı olma sürecine girdikleri görülmektedir. “ Konu , yukarıdaki diyagramda özetlenmiştir.”
ABD açısından küresel kontrolün denetiminde kalması, ekonomik baskı unsurlarının yanında askeri caydırıcılığı da gündeme getirmektedir…Bu konuda farklı faraziyeler içinde muhtemel durumlar da dikkate alındığında ABD’in bilinen ittifak paktlarının dışında küresel düzeyde oluşturmuş olduğu komutanlıklar çeşitli faraziyeler düşünülerek ortaya konulmuş gibidir… Bu bağlamda ABD’in denizleri kontrol ederek kıtaları kontrol etme konusunda DENİZ KUVVETLERİ gücünün, yani,” DONANMASININ “ konuşlanmasına bakıldığında
- Atlas Okyanusunda ABD “doğu sahilleri “1 ve 2. Filo Komutanlıkları
- Büyük Okyanus ABD “Batı Sahilleri” güvenliği için 3 ve 4 Filo Komutanlıkları
- Hint Okyanusunda 5. Filo Komutanlığı
- Akdeniz’de 6. Filo Komutanlığı
- Büyük Okyanus’ta ayrıca 7 Filo Komutanlığı genel durumları itibariyle görülmektedir
Deniz kuvvetleri kadar Hava Kuvvetlerinin de ikmal ve destek için yararlandıkları ANA ASKERİ ÜSLER dikkate alındığına, “
- Pasifik bölgesinde : “ Japonya, Okinava Adası, Mariana Adaları, Guam Adası, Marshall Adaları, Midway Adası, Hawai Adası, Samoa Adası”
- Atlantik bölgesinde: Guantanamo, Panama, Sao Tome üsleri
- Hint Okyanusunda : Diego Garcia, Afrika Boynuzu
- Hava üslerinin genel durumları ise: Honduras, Ekvador, Porto Riko (ABD), Azor Adaları,Grondland “Thule”, Norveç, Büyük Britanya, Hollanda, Almanya, İspanya İtalya, Macaristan, Yunanistan, Türkiye, Güney Kıbrıs “İng.”, Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar , Afganistan,” Özbekistan, Kırgızistan sorunlu olan üslerdir”… Singapur, Tayvan, Avustralya…olmaktadır… ( Büyük Oyunu Anlamak Yves La coste sf. 31, 47)
ABD silah altında bulundurduğu askeri gücün 1.400.000 kadar olduğu literatürde geçmektedir. Gene Lacoste’un açıklamalarına göre, bu askeri gücün askeri üsler yapısındaki genel dağılımı da şu şekildedir… Küba Guantanamo’da 1.500 kişi, Almanya’da 74.000 kişi, Bosna ve Makedonya’da 5.000 kişi, Mısır’da 1.500 kişi, Irakta 138.000 kişi, Afganistan’da 10.000 kişi, Güney Kore’de 41.000 kişi, Japonya’da 40.000 kişi, Filipinler’de 1.100 kişi olarak görülmektedir…. Ana üslerin dışında diğer üsler de dikkate alındığında dünya genelinde ana üslerden başka , yüzlerce irili ufaklı askeri üslerinin bulunduğu da görülmektedir..
Bu kuvvet miktarları değişen koşullara ve kriz bölgelerinin yer değiştirmelerine göre değişmektedir… Halen Irakta kalmış bulunan 90.000 askerden 40.000 ‘in de Eylül 2010 kadar çekilecekleri ön görülmektedir….
Amerika’nın taklit edilemez teknolojisi içinde önemli yeri olan uzayın kontrolu üzerinden dünyanın kontrolünün sağlanması stratejisinde en önemli unsurlardan biri de ECHELON AĞI üzerinden sağlamakta olduğu iletişimin denetimi olmaktadır… Bu konudaki uygulamaya bakıldığında:
“ …Bu elektronik dinleme ağı 1948’de, Soğuk Savaş’ın başlangıcında kuruldu. Dünya çapındaki Anglo-Sakson ülkeleri (artı Almanya, Danimarka, Norveç ve Türkiye) olarak gruplandırılıyor. Günde 3 milyar veriyi “telefon ve uydu görüşmeleri” elden geçiren sistem, 11 Eylül 2001’den sonra öncelikle terörizm karşıtı mücadelenin hizmetine sokulmadan evvel ekonomik bilgileri toplamaya“ANGLO SAKSON ŞİRKETLERİNİ DESTEKLENMESİNDEN ŞÜPHENİLECEK DERECEDE” yönlendirilmiştir…. “ ( Büyük Oyunu Anlamak Yves Lacoste sf.48.)
Dünya genelinde telekomünikasyon sistemlerinin özelleştirilmeleri konusundaki siyasal tercih ve ısrarların bu zeminde irdelenmesi de gerekmektedir…
ECHELON AĞININ küresel düzeydeki konumuna bakıldığında :
- ATLANTİK BÖLGESİ AMERİKA DİNLEME SAHALARI
- PASİFİK BÖLGESİ AMERİKA DİNLEME SAHALARI
- KANADA BÖLGESİ DİNLEME SAHALARI
- İNGİLİZ DİNLEME SAHALARI
- AVUSTRALYA DİNLEME SAHASI
- YENİ ZELANDA DİNLEME SAHASI
Bu sahalar çeşitli üslerdeki dinleme merkezleri ile bağlantılı olarak küresel düzeyde işlevlerini sürdürmektedirler….
Dünya dengesinde giderek bir diğer güç merkezi olarak öne çıkmakta olan Çin’in de 2003 yılı itibariyle kendi ana karasında konuşlandırmış olduğu askeri gücü ana hatları ile aşağıda özetlenen şekilde ifade edilmektedir…Ayrıca, Çin’in petrol ihtiyacının %40 nı Orta Doğudan temin ettiği düşünülürse bu ülkenin halen bir açık deniz politikası görülmemekle beraber, önümüzdeki yıllarda bu gücün gerek Büyük Okyanus, ve gerekse Hint Okyanusunda bayrak göstermesi de beklenilmelidir… Bu ülkenin kara gücü içinde,
- Lanzhou bölgesinde 228.000 kişi
- Pekin bölgesinde 300.000 kişi
- Şenyang bölgesinde 250.000 kişi
- Çengdu bölgesinde 180.000 kişi
- Jinana bölgesinde 190.000 kişi
- Guangzu bölgesinde 180.000 kişi
- Nanjing bölgesinde 250.000 kişiden oluşan bir kara kuvvetleri yapısında yer almaktadır
Bir diğer yönden ve genel durum itibariyle ülkelerin silahlanmaya yaptıklar harcamalara bakıldığında, Stokholm Uluslararası Barış Enstitüsü ( SIPRİ)’in son verilerine göre:
- ABD. 607 milyar dolar
- Çin 84,9 milyar dolar
- Fransa 65,74 milyar dolar
- İngiltere 65,35 milyar dolar
- RF. 58,6 milyar dolar
- Almanya 46,87 milyar dolar
- Japonya 40,69 milyar dolar
- Suudi Arabistan 38,2 milyar dolar
- Hindistan 30 milyar dolar….. olarak görülmektedir..
Brezilya’nın ise, son senelerde silahlanmaya önem verdiği, Fransa’dan 12 milyar dolar civarında silah satın aldığı ve Hava kuvvetlerin de güçlendirmeye çalıştığı basında yer almaktadır…
Ayrıca, nükleer silahların sınırlanmaları ile yapılması düşünülen Nisan 2010 içindeki Nükleer Güvenlik Zirvesi kapsamında ön görülen hedeflerin tartışılmasından önce ülkelerin mevcut nükleer başlıklarının durumları da şu şekildedir….
- ABD yönünden 1991 de imzalanmış olan Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşmasına “ START ‘a” göre, elindeki nükleer başlıkların 5113 adet olduğu…
- RF 2008 Temmuzuna kadar START koşulların göre 4138 olmasının gerektiği…
- Fransa’nın 2008 Eylülüne kadar savaş başlıklarını 300’e indirmiş olduğu
- İngiltere’nin mevcut başlıklarının 200 civarında bulunduğu
- Çin’in muhtemelen 400 kadar stratejik ve taktik başlığa sahip bulunduğu
- Hindistan’ın 100 kadar savaş başlığı üretme kapasitenin olabileceği
- Pakistan’ın da 40/50 civarında başlık üretebileceği
- Kuzey Kore’nin nüler başlık üretebilme kapasitesine ulaştığı
- İsrail’in 100/200 civarında başlık üretebilme kapasitesinin bulunduğu basına yansıyan değerlendirmeler içinde yer aldığı görülmüştür…
- Nükleer silah yarışının zaman içinde diğer ülkelere de yayılabileceği farklı değerlendirmelerde yer almaktadır…
Nükleer başlıkların sınırlanması konusunda uluslar arası arayışlar sürerken ,konvansiyonel silahlanmanın ters orantılı olarak artışı da dikkate değerdir…Nükleer silahların azaltılması konusunun Başkan Obama’nın öncülüğü yaptığı Nüklere Güvenlik Zirvesi ile Nisan 2010 başlarında tekrar gündeme gelmiş olması, bu kitle tahrip gücünün giderek dünya genelinde yaygınlaşarak kontroldan çıkmış bir dünyada, nerede, ne zaman ve ne şekilde kimlerin elinde bir tehdit oluşturabileceğinin hesap tutmaz durumu ile ilgili olduğudur….
Hatırlanacağı üzere, Balistik füzelerin sınırlanmaları konusunda ABD ile SSCB arasında 17 kasım 1969 ve 26 Mayıs 1972 tarihlerinde “SALT I “ anlaşması ile bir ilk oluşturulmuştur…
Bunu takiben gene ABD ve SSCB. Arasında 18 Haziran 1979 tarihinde “ SALT II “ Anlaşmasıyla balistik füzelerin sınırlanmasına gidilmesi de amaçlanmıştır…
Sürecin kısmen kesintiye uğramasında ise, bu güne kadar ortaya çıkan gelişmeler dikkate alındığında , SSCB dağılmasından sonra, ABD’in TEK KUTUPLU DÜNYA politikasında ısrar etmesi önemli olmuştur…. ABD’in, KOCAMAN SOPA POLİTİKASINI uygulamaya koyması sonrası, güvensizlik politikalarının tekrar ortaya çıkması , başlıca nedenler içinde yer almıştır…
Bu açıdan bakıldığında, Tek Kutuplu Dünyadan, Çok Kutuplu Dünya politikalarına kayış, güç dengelerindeki oynama ve bu süreçte, güçler arası dengenin tek kutuptan yönetilemeyeceği gerçeğinin anlaşılması, nükleer güvenlik konusundaki 12/13 Nisan 2010” tahinde yapılan Nükleer Güvenlik Zirvesini gündeme taşımıştır .Bir diğer ifade ile dünyanın nükleer silahlardan arındırılması sürecini ve gereğini bir şekilde çok kutuplu denge politikası zorlamıştır…
Konuya başka açıdan bakıldığında, dünya GSMH 61 Trilyon dolar olduğu bilinmektedir.
Bunun içinde silah sanayinin 1 trilyondan fazla bir payı vardır…. Yalnız turizm sektörünün payının 3 trilyon dolardan fazla olduğu kabul edilirse, ve borsalar yapısında birbirinin içine girmiş bulunan tüm mal ve hizmetler sektörlerinin çıkar ilişkileri düşünülürse, pazar ekonomisinin beklentisinin her ortamda güven ve istikrar olacağı açıktır…
Çok kutuplu dünya dengesi içinde, küresel kontrolün tek bir merkezden denetiminin o kadar kolay olamayacağı da giderek ortaya çıkmaktadır…Nükleer silahların korsan girişimlerde kullanılabilmeleri ihtimali ise, bu süreçte başka yönlerden gündeme gelmektedir… Terör olayları da değişen dünya koşulları içinde bir diğer yönü ile, asimetrik savaş yapısında İNSAN FAKTÖRÜNE DAYALI OLAN süreç, tartışma konusu olmaktadır……
Özetle, topyekün bir savaşın piyasaları ne hale getirebileceği ve finans üzerinden kurgulanan bir siyasal denetimin de bundan böyle kolay sağlanamayacağı ortaya çıkınca bölgesel çatışmalar üzerinden denetim arayışları söz konu olmaktadır…. Bu yaklaşım ise, bölgesel veya ulusal alanda önce terör ve gerilim yaratmak, hedef toplumları istikrarsızlaştırmak, daha sonra BM karar alarak uluslar arası kuvvet yapısı görüntüsünde kurtarıcı olarak hedef ülkeyi işgal etmek şeklinde ifadesini bulmaktadır….Afganistan ve Irak’ta yaşananlar canlı örnekler içinde yer almıştır…
Bu mantık içinde sınırlı savaş konusunda Kissinger şunları söylemektedir….
(…. Eğer hür dünya yavaş, fakat bir erozyondan kurtulmak istiyorsa, lokal savunma savaşlarına hazırlanmalı ve bu savaşlar için gerekli önlemler alıp, ordular kurulmalıdır …Ahmet Akif Mücek Asimetrik Savaş ve Provakosyon Süreci sf.49 )
Yukarıda ifade edildiği üzere, bir hiper güç olarak ABD’in küresel kontrolü elinde bulundurabilmek için sosyal yapısından çıkan siyasal oluşumunun güç değişkenleri iyi tanımlanmalıdır…Gerek ekonomik yönden, gerekse politik ve askeri yönlerden etki alanlarına rağmen çok kutuplu dünya yapısında bu değişkenlerin de etkilerinin sınırlanmaya başladığı görülmektedir. FİNANS üzerine inşa edilmiş bulunan EKONOMİK GÜÇ, POLİTİK GÜÇ, ASKERİ GÜÇ, KÜLTÜREL GÜÇ, VE TAKLİT EDİLEMEYECEK TEKNİK GÜÇ unsurlarının FİNANSIN küresel etkinliğinin devamı ile orantılı olduğu bütün ülkeler tarafından öğrenilmiştir… Halen örtülü savaşta bu alanda sürmektedir… Nükleer güce dayalı dayatmaların geri tepen bir silah olacağı da anlaşıldığından,, ülkeler savunma harcamalarında konvansiyonel silahlara ağırlık verir duruma gelmişlerdir…
ABD kendi kontrol stratejisinin bu güç dengelerindeki kaymaları da dikkate alarak ASKERİ GÜÇTEN önce YUMUŞAK GÜÇ değişkenini psikolojik savaşın bütün kurallarını kullanarak öncelikle National Security Agency ( NSA ) uygulamaları ile küresel yapıyı denetlemek istemektedir…
Genellikle hedef görülen ülke içeriden iç sorunlar ile o ülke yumuşatılmakta, inanç veya etnik farklılıkları kullanılarak ayrıştırılan toplumun iç dinamikleri de işlevsiz hale getirildikten sonra, çıkan çatışmalar bahane edilerek BM kararları üzerinden müdahale imkanları aranmaktadır… Bu konuda ,Ahmet Akif Mücek’in “Asimetrik Savaş ve Provakasyon Süreci” adındaki kitabında şu tespitler görülmektedir….
* Amerika’nın “Ayaklanmaları Bastırma” kitapçığı CIA’nın 1950 lerden itibaren yürüttüğü “İstikrarsızlaştırma Operasyonları Manifestosu”…(.6, 7 Eylül olayları, Kanlı Pazar, Maraş katliamı, 1” Mayıs katliamı ….) Trabzon’da Rahip Santoron cinayeti, Hrant Dink’e süikast, Malatya’da Zirve Yayınevi saldırısı…. Sf….10/11
* Amerikan emperyalizmi çıkarlarını korumak üzere, Amerikan “ideallerini” benimsemiş, uygun kadroların yetiştirilmesine büyük önem vermektedir….sf.24
* Eski CIA ajanı Philip Agee , sömürge ülkelerindeki askeri darbe süreçlerinde yansınanların ana hatlarını tanımlarken şu hususlara değiniyor…
– CIA kendisinin en önemli düşmanları ve aleyhtarları hakkında geniş bir liste hazırlar.
– Bu liste, bu kişilerin hayatlarını ve onların nasıl, nerede bulunabileceklerini de içerir…. (Kaset olayları hatırlanmalıdır!!!)
– Amaç, askeri darbe olduğu zaman bu bilgi arşivini o ülkenin gizli askeri istihbarat teşkilatına verip, bu kişilerin tutuklanmalarını sağlar…(Konu, güncel olaylar ile kıyaslanmalıdır.)
– CIA , bütün dost ve müttefik üçüncü dünya ülkelerindeki sivil ve askeri istihbarat teşkilatlarının eğitilmesini ve donatılmasını üstlenir. Bu arada yüzlerce kişi, ABD götürülüp kurs görür…. Sf.27
– Çağlıyangil’in geçmişteki bir tespitine de kitapta yer verilmiş olup, dikkate alınmasında yarar vardır… “ CIA’nın adamı olursunuz , onun adına çalışırsınız, ama bundan sizin haberiniz olmaz”…sf59… ifadesi hatırlandığında, pek çok vatansever ülkesine hizmet ettiği var sayımı içinde farkında olmadan bir takım operasyonun taşaronu olmuştur… Bu süreç cemaat yapılarında halen devam etmektedir…
Son gelişmeler çerçevesinde ve Jeostratejik yönden konu özetlendiğinde, ulus devletlerin karşıtı bir politika ile, TEK KUTUPLU dünya stratejisinin dayatmaları içinde, ABD önce kendi kıtasında
* NAFTA Anlaşması ile, Kanada ve Meksika’yı eksenine bağlamayı hedeflemiştir.
* D aha sonra, Güney Amerika Latin ülkelerini de bu eksen üzerinde toplamayı amaçlamıştır. Bu süreç daha sonra Quebec Anlaşması ile kapsamlı hale getirilmeye çalışılmıştır.
* Diğer yönden AB yapısını Trans Atlantık süreci içine alınarak ABD ile bütünleşmesi de amaçlanmıştır.
* Bir diğer yönden gerek RF, Japonya ,Çin ve Hindistan gibi ülkeler de ASEAN ve APEC oluşumları da dikkate alınarak TEK KUTUPLU DÜNYA ekseninin merkez gücü olan ABD’ye tek para birimi doların tutkalı ile bağlanmak istenilmiştir…
Evangelist Siyonist çizgide biçimlendirilmeye çalışılan bu süreç, yaşanan küresel düzeydeki finans sisteminin çatırdaması ile ve güç merkezlerinin dünya dengesinde yeniden biçimlenmesiyle kısa sürede mecrasını değiştirmiş ve ÇOK KUTUPLU DÜNYA sistematiği jeostratejide yer almaya başlamıştır… “Örnek birinci sayfadaki diyagram”
Diyagramda görüldüğü üzere, güç merkezlerinin,
- ABD, AB. RF. ÇİN, JAPONYA, HİNDİSTAN, LATİN ÜLKELERİ ekseninde oluşmuş olduğunu
- ABD’ın kıtasında, kuzeyde NAFTA ile, Kanada ve Meksika’yı ekseninde tutarken, güneyde de Quebec Anlaşması ile güney Amerika ülkelerini sistemi içine almaya çalıştığını
- Buna karşılık, Latin ülkelerinin MERKASUR ve UNAKUR anlaşmaları kapsamında kendi insiyatifleri içinde birlik oluşturmayı amaçladıklarını ve Quebec Anlaşmasının etkisiz kaldığını
- Diğer yönden, ABD’in TRANS ATLANTİK yapılanması ile AB.i de etki alanına almayı amaçladığını, ancak, AB’i ile, Avro /dolar rekabeti nedeniyle bu bütünleşmenin de yetersiz kaldığını
- RF, ve Türkiye’nin öncülük ettiği Karadeniz Ekonomik İşbirliği “ KEİ.” Teşkilatının ayrı bir ekonomik alan oluşturmasıyla, bölgesel sonuçları etkileme olanağının oluştuğunu
- RF, Çin, Hindistan, Brezilya arasında “BRİÇ” ekonomik yapılanmasının bir diğer ekonomik güç alanının da ortaya çıkmakta olduğunu
- Ayrıca, RF, Çin, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan ,Tacikistan’ın üye oldukları ŞANGHAY İİBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ “ŞİÖ” yapılanmasının Asya bölgesinin güvenliği yönünden bir diğer oluşum sağladığını
- Pasifik Bölgesinde şeklenmiş bulunan ASEAN ve APEC yapılanmasının ise, giderek Çin’in etki alanına doğru kaymakta olduğunu
- Orta Doğuda ise, Türkiye’nin bir şekilde çok kutuplu dünya dengesine göre, jeostratejik yaklaşımları öne çıkararak, bölgesinde gerek RF, gerek Balkan ülkeleri, gerekse, İran ve Arap ülkeleri ile ticari alanını genişletmekte olduğunu, ayrıca, ABD ve AB ile ikili ilişkilerinin ötesinde Afrika, Çin, Japonya, Hindistan ve Pasifik bölgesi ülkeleri ile de ikili ticari ilişkilere önem verdiğini
- Türkiye’nin diğer yönden, Moskova ve Ankara ekseni üzerinden Balkanlardan Pasifik’e kadar uzanan alan üzerinde çok geniş bir coğrafyayı kapsayacak şekilde ve en az 400 milyonluk bir pazar ve ekonomik alan oluşturmak üzere AVRASYA EKONOMİK İŞBİRLİĞİ yapılanmasına da katkı sağlayabileceğini ortaya koymaktadır.
Görüldüğü kadar bu süreç, bir yönü ile, küreselcilerin beklentileri olan ulus devletleri parçalayıp küçültülmüş devletçiklerin ayrı ayrı kontrolüne dönük bir küreleşme anlayışı yerine, ulus devletlerin karşılıklı olarak bağımsız yapılarına saygılı ve ortak çıkarlarda iş birliği şeklinde bir oluşumu ortaya çıkarmaktadır…Ancak bu anlayış üzerine inşa edilebilecek yakınlaşmalar uzun vadeli olabilecektir…Kısaca , ulusal ekonomilerin karşılıklı çıkar birliği ve dayanışmaları ile yeni bir küreselleşme anlayışının barış içinde gerçekleşmesi de bu bağlamda söz konusu olabilecektir….
Özetle, sık sık ifade edildiği üzere, Evangelis Siyonist çizgide ortaya çıkmış olan tek kutuplu dünya anlayışı giderek dönemini kapatmaktadır. KOCAMAN SOPA POLİTİKASI tarzındaki güç değişkeni kullanılarak ülkelerin iç yapılarında oluşturulmak istenilen istikrarsızlık modellerinin oyun kurucuları da çok açık şekilde herkes tarafından bilinir duruma gelmiştir…Gerek Latin dünyasında, gerekse, Asya ve Pasifik bölgesinde ortaya çıkmakta olan yeni dayanışma arayışları tümü ile bu güvensizliğe neden olan güç merkezinin politikaları nedeniyledir…
Bu güne kadar izlenen çeşitli askeri müdahalelerin gerisinde hangi ekonomik çıkar hesaplarının olduğu bilinmektedir… Ülkeleri kontrol etmek ve sonrada müdahale etmek için iç meseleler oluşturma hesapları batı kaynaklı kitaplarda da sürekli yer almaktadır…Büyük hesap sahiplerinin enerjiyi kontrol üzerinden rezerv para alanlarının etkinliğini sürdürmek ve ülkeleri de kontrol altında tutmayı amaçladıkları da bilinmektedir…Müdahale modelleri ise buna göre kurgulanmaktadır…. Ancak, genel sonuç çıkmazlara yenilerinin eklenmesi ve büyüyen güvensizlik içinde karşıtların oluşmalarına neden olmaktadır!!!
Çeşitli ülkelerde ayrımcı hareketler “NSA’ ın “ modelleri içinde sistemleştirilirken, ABD’ye hasım ülkelerin de bu ülkenin iç yapısı konusunda benzer kurguları ileri sürdüğü görülmektedir… “NSA” uygulamaları içinde ülkelerin etnik farklılıkları üzerinden yapılan kurgular hatırlandığında, bumerang etkisi yapacak olan bu tarz kurgular ABD için de ileride söz konusu olabilecektir… ABD’in sosyal dokusu hatırlandığında,
* İngilizler 29.548.000 kişi olup nüfusun %14
* Almanlar 25.543.000 “ “ “ %13
* Siyahlar 23.465.000 “ “ “ %11
* İrlandalı 16.408.000 “ “ “ % 8
* Hispanik 9.178.000 “ “ “ % 5
* İtalyanlar 8.764.000 “ “ “ % 4
* Fransız 5.420.000 “ “ “ %3
* Polonyalı 5.105.000 “ “ “ %3
* Rus 2.188.000 “ “ “ % 1
* Belirlenmemiş 17.556.000 “ “ “ % 9
* Başka etnik gr. 85.139.000 “ “ “ %42
(Kaynak. Avrasya Dosyası C.1. Sayı 4. Sf. 145 )
ABD karşıtlarının ileri sürdüğü etnik ayrımcılığa yönelik iddialar içinde
* Ülkenin güney eyaletlerinin bulunduğu bölgelerde Meksika asıllıların ileriye dönük olarak ayrımcı hedeflerinin olduğu
* Arizona, Kolarado, Mexıco ve Teksas’ın kendilerini ayrı bir cumhuriyet yapısı içinde gördükleri ifade edildiği
* Pasifik kıyısında yoğunluğu bulunan Asya asıllıların da kendi devletlerini amaçlıyabileceklerini….
* Diğer yönden Latinolarda da kimlik hareketlerinin artmakta olduğunu…
* Atlantik sahillerinin de Anglo Saksonlar’a bırakılacağı belirtilen görüşlerin yer al dığını
* Ülkenin orta kesimlerinin ise, Kızılderilere ait olduğunu beyan eden görüşler vardır…
* Yakın geçmişte Vermont eyaleti ile, Lakota ‘daki ayrımcı çıkışlar sembolik olsa da sosyal yapı konusunda bazı ip uçları vermiştir…
* Halen yorumlarda ABD de 40 kadar ayrımcı hareketin varlığı da söz konusu olmaktadır…
ABD, dünya genelinde güvensizliğe neden olan politikalarını sürdürdükçe, coğrafyadaki cephesini sürekli yaymak durumunda kalmaktadır…Diğer yönden , YUMUŞAK GÜÇ değişkeni üzerinden NSA operasyonlarının sürmekte olması ise birçok ülkenin bu ülkeye karşı tedirginliğini artırmaktadır… Güç denklemi içindeki yaklaşımlar güncelleştikçe kendilerini tehdit veya baskı altında gören diğer güçler de zamanla kendi YUMUŞAK GÜÇ değişkenleri üzerinden ABD karşı NSA benzeri operasyonlara yönelebileceklerdir…. ABD in küresel yapıdaki herhangi bir askeri başarısızlığı söz konusu olması durumunda ise, böyle bir süreç büyük bir ihtimalle tetiklenebilecektir….
Bu konuda Tım Weiner’in “Bir CIA Tarihi Küllerin Mirası” adlı kitabındaki temas ettiği hususlar dikkate değerdir…
(….Gerileme, Amerikan ulusal güvenliğinin temellerini saran yavaş bir çürümeydi. Irak’ta dört yıl boyunca savaştıktan sonra, ordu tükenmiş, üniformalı askerler yerine fütüristik silahlara daha fazla yatırım yapmış liderler tarafından kanı kurutulmuştu…..altı yıl boyunca hiçbir şey bilmeyen politikacılar tarafından dayatılan iradeli cehalet yüzünden, kongrenin servis denetçiliği çökmüştü…. Sf. 590 )
(…. CIA’ın şirket kopyaları, Washington ve diğer şehirlerde ortaya çıkmaya başladı. Para karşılığı vatanseverlik,yılda 50 milyar dolarlık bir işe dönüştü; bu, Amerikan istihbarat bütçesinin kendisi kadardı. Bu fenomenin kökeni on beş yıl öncesine dayanıyordu. Soğuk savaştan sonra, servis, 1992 de başlayan bütçe kesintileri yüzünden binlerce işi taşeronlara yaptırmaya başlamıştı. Bir CIA ajanı emeklilik kağıtlarını hazırlıyor. Mavi kimlik kartını ters çeviriyor, Lockheed Martın veya Booz Allen Hamilton gibi bir askeri taşeron için çok daha yüksek bir maaşla çalışıyordu, sonra ertesi gün CIA’e dönüyor ve yeşil rozetini takıyordu. Eylül 2001’den sonra, taşeron hizmetleri kontroldan çıktı. Yeşil rozet patronları, CIA’ın kantininde açıkça adam aramaya başladılar…. Sf . 591)
(…Gizli servisin büyük bölümü, CIA’ın emir-komuta zincirindeymiş gibi görünen ama kendi şirket patronlarına çalışan taşaronlara bağlı halde yaşamaya başlamışlardı…. Sf. 592 )
Görüldüğü gibi, en önemli haber alma gücü olan CIA’ın giderek özel şirketlere taşaron olarak hizmet verir hale gelmesi, ülke çıkarından ziyade şirketlerin çıkarlarına uygun operasyonlarda yer alması, ABD içindeki bir diğer ABD’in etkisinin bu ülkeyi nerelere çekmekte olduğunu göstermektedir…
T. Roosevelt’ten, W. Bush’a uzanan ve benzerlik taşıyan KOCAMAN SOPA POLİTİKALARI uluslar arası zeminde ABD karşıtlığını artırmıştır. Dünya genelinde, bu ülkeye karşı duyulan tedirginlik yeni yapılanmaları ve güç merkezlerinin oluşmasını da zorlamıştır. Finans üzerinden amaçlanan sosyo politik ve ekonomik denetim tek merkezin dışına taşmaya başlamıştır… Enerji üzerinden hesaplanan kontrol sistemleri de hedeflenen noktadan uzak görülmektedir….
Dünya genelinde Çok Kutuplu bir süreç ABD’in politikalarına rağmen sürmeye devam etmektedir….Dünya bir topyekun savaşın getireceği yıkımın farkındadır…. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında ABD, Avrupa için önemli bir stratejik derinlik sağlarken bu gün için ABD’in stratejik derinlik alanları yoktur….
İttifak yapısındaki ülkeler bile artık ABD’in tasvip edilmeyen politikaları karşısında zoraki bir tavırla ister istemez destekçi olmaktadır… BM. Yapısı gerçekte, dünya barışının koruyucusu olmanın ötesinde, ABD’in gerektiği ortamlarda askeri müdahale imkanlarına meşru (!) zemin oluşturmaya yarayan aracı durumuna getirilmiştir… Dünya ülkeleri giderek yeni güvenlik arayışları içinde BM. Yapısının yeniden şekillenmesi konusunda ister istemez arayışlara girebilecektir…
Süreç, Avrasya yapısında yeni bir ekonomik işbirliği alanına doğru birçok ülkeyi yönlendirmeye başlamıştır… Bu süreç doğru yönlendirildiği takdirde dünya barışı için önemli çıkış olanakları da sağlayabilecektir… Mark Hanna geçmişte ABD ‘de ulusal yapının istikrarı için, ortak yaşamda çıkar birliği görüşü üzerinden çözümler ön görmüştür… Bu kere de dünya genelinde küresel bir yapılanmada Ulus devletler arası ekonomik iş birliği içinde ortak çıkarların oluşturulması muhtemel çatışmalara karşı barış sürecini uzatacak imkanlar sağlayabilecektir… Bu süreç nasıl olmalıdır?
- Özellikle ulus devletleri tasfiye ederek , ufaltılmış şehir devletleri üzerinden küresel kontrol anlayışından vazgeçilmelidir…
- Ulus devletlerin karşılıklı çıkar birliği içinde ekonomik alanlardaki yapılanmalarında hegomonik demokrasi anlayışı yerine ortak çıkar birliği dayanışmasının ilkeleri oluşturulmalıdır.
- AVRASYA ekseni üzerinden, Pasifik okyanusuna uzanan güzergahta, Ankara Moskova’nın başını çektiği ekonomik oluşum önemli bir sürece destek sağlayabilecektir.
- Bu yapılaşma içinde, Pekin’den, Hazar’a oradan Bakü, Tiflis, Kars demir yolunun gerçekleşmesi durumunda bu güzergahın Boğaz geçişini müteakip Londra’ya kadar uzatılması Asya’yı, Avrupa’ya yaklaştırabilecektir.
- Diğer yönden NABUCO Projesinin gerçekleşmesi durumunda da, Avrupa’ya kadar uzanacak bu enerji hattı diğer yönden sarsıntı geçiren AB.ni de Asya’ya yaklaştırabilecektir….
- Bu oluşum, AB’nin dağılmasını da engelleyebilecek, ve AB ile AVRASYA .arasında ekonomik çıkar birliği sağlanabilecektir…
- Senelik enerji ihtiyacının % 1,6 oranında artığı dikkate alındığına, 20 sene sonra bu ihtiyacın yaklaşık %30 bir talebe de neden olacağı hatırlandığında, yeni enerji hatlarına ihtiyaç da doğacaktır. Bu nedenle de NABUCCO ister istemez gündeme gelebilecektir…Bu husus da Avrupa için önemlidir…
- Bir diğer yönden, RF, üzerinde proje çalışması yaptığı ifade edilen ALASKA “BERİNG” tünelidir… Bu proje ABD, RF, JAPONYA , ve ÇİN’in de iştiraki ile hayata geçirilme olanağına kavuşabilirse,
n ABD. ile RF üzerinden iki ülke arasında önemli bir enerji ulaşımı yanında , demir yolu ile, kara yolu bağlantısını da sağlayarak , ticari ilişkiler yönünden iş birliğini ortaya çıkarabilecektir…
n NAFTA ve QUEBEC hedefleri de bu yapılaşma içinde çıkar birliğine destek olabilecek, bir diğer ifade ile Main Eyaletinden Sibirya’ya, oradan da Türkiye’ye kadar uzanabilecek yeni bir ipek yolunun temelleri bu istikamette de oluşabilecektir…
n Diğer yönden, bu güzergah Trans Sibirya bağlantısından güneye Çin, ve Hindistan’a kadar uzanabilecek, ayrıca, doğu batı yönünde Avrupa ve İngiltere’ye kadar uzanan bir diğer ticaret yolunu da şekillendirebilecektir.
n Keza, gene bu güzergah üzerinden Moskova’dan Anadolu, İran, ve Orta doğuya inen bir kuzey güney hattı ile ticaret yolları diğer yönden de uzatılabilecektir…Bu güzergah ise, daha güneye de inebilecek Afrika ile bağlantısı bile olabilecektir…
n Bu ticaret yollarının bir taraftan doğudan batıya, diğer yönden kuzeyden güneye inmesi söz konusu olması halinde küresel düzeyde ekonomik işbirliği ve çıkar beraberliği ulus devletlerin yapıları içinde şekillenebilecektir…
n Bu bağlamda, İstanbul’un kuzey, güney ve doğu batı irtibat yolları üzerinde bir liman kenti olarak durumu dikkate alındığında metropol bir şehir olarak ister istemez bölge için uluslararası konumu itibariyle FİNANS MERKEZİ özelliği kazanması da söz konusu olabilecektir…
Jeopolitik ve jeostratejik açılardan konuya küresel düzeyde bakıldığında ulusların çıkar alanları birbirleri ile örtüşmese bile, akılcı yaklaşımlarla, ortak çıkar alanlarının oluşturulması durumunda çözümlerin sağlanması, kısa, orta ve uzun vadeli politikalarla mümkün olabilecektir….
Güç değişkeni üzerinden yürütülmek istenilen zorlayıcı politikaların muhtemel sonuçlarının neler olabileceği yaşanan örneklerde kısa zaman aralıkları içinde izlenmiştir… ABD’in, Vietnam deneyimindeki başarısızlığı yanında, SSCB ‘in sonuç vermeyen Afganistan’ın işgali deneyimi de ortadadır… Irak faciası ise oynanan oyunun son görüntüsüdür…. Ülkeler artık bu tarz KOCAMAN SOPA POLİTİKALARININ hangi kapalı kapılar gerisinde ve hangi örtülü amaçlara göre planlandıklarının farkındadır !!! Son yaşanan güvensizlik ortamı da dikkate alındığında ve de bu süreç devam ettiği takdirde önümüzdeki yıllarda , ÇOK KUTUPLU DÜNYA genelinde ULUS DEVLETLERİN yeni bir BM. Güvenlik sahası oluşturması konusunda söz ve işbirliği arayışına gitmeleri de sürpriz olmayacaktır!!! 20/05/2010
ERGUN ÖZGEN
ÇOK KUTUPLU DÜNYA DİNAMİĞİ İÇİNDE
ABD. LİBERALİZMİNİN SOSYAL YAPI VE
KÜRESEL POLİTİKAYA OLAN ETKİLERİ
Tarihi süreçte , ülkelerin farklı kültür ve medeniyet alanlarında inançlarına yön veren din, felsefi ve fikir hareketleri , bunların sosyal yapılarına olan etkileri yönünden siyasallaşan sonuçlarına da yansımıştır.
Siyasi açıdan demokratik yaklaşımlar içinde, bireyin irade serbestisi yanında kişilik değerlerine öncelik vermek de hedefler içinde önem kazanmıştır…Bu süreç güncelliği itibariyle sosyal yapıların bütünselliğine karşı giderek bölgesel farklılıkları da öne çıkararak ayrılıkçılığa destek veren siyasal oluşumları gündeme getirmiştir…Kısaca demokrasi tanımı daha fazla özgürlük talepleri içinde etnik ayrımcılığa kadar periferini genişletmiştir.
Özellikle ABD açısından konuya yaklaşıldığında, bireysel hakların en fazla savunulduğu bu ülkenin, liberal değerlerden yola çıkılarak geldiği son nokta siyasi açıdan irdelenmesi gereken özellikleri içermektedir.
ABD.’in sosyal yapısının temellerini şekillendiren ve bu ülkenin kurucu değerleri içinde yer almış olan White Anglo Sakson Protestan mirasının itici gücü önemli olmuştur. Bu tayin edici değerler yapısında, İngiltere’den miras alınan bireycilik Amerika kıtasına taşınmış ve kurucu 13 koloninin insanları beraberlerinde bu liberal değerleri de getirmişlerdir…
Bir diğer anlatımla, Amerika kıtasına göç eden ve püriten özgürlükçü liberal topluluklar zaman içinde oluşacak olan ABD. ‘in siyasal yapısına şekil vererek ilk sosyal grupları oluşturmuşlardır… Bu süreçte,
* İngilizler Virginia’da ilk sömürgelerini 1578 de kumuşlardır. Fransızlar Kanada’ya 1598 de yerleşmişlerdir. Bu sırada, Meksika, Peru ve Brezilya İspanyollar tarafından geniş ölçüde istila edilmiştir….( Jacques Pirene Dünya Tarihi C.2. sf. 772)
* XVII yüzyılın sonlarında, Fransızlarla İngilizler arasında Kuzey Amerika’da 7 yıl süren paylaşım kavgasının sonucunda, Fransızlar Acadie ve Newfoudland’ı ele geçirmek için uzun bir mücadele vermişlerdir. Sonuçta, (1713) yılında Utrech antlaşmasıyla Fransa, Hudson Körfezi bölgesini Newfoudland ve Acadiae’i bölgelerini İngiltere’ye bırakmak zorunda kalmıştır…
Devam eden süreçte ise, Anglo Sakson’ların hakimiyeti yanında, Avrupa kıtasından çeşitli nedenlerle ve bu bağlamda mezhep farklılıklarındaki dini otoriteden kaçarak göç edenler, bir diğer yönden ortak inançlarını baskıdan kaçışın bireysel nedenleri ile birlikte kendi değerlerini de beraberlerinde getirmişlerdir. Kısaca,
…..Avrupa’yı dışlayarak yeni kıtada yeni bir sosyal yapı kurmak amacıyla gelenler, Anglo Sakson gurubuna katılan yabancı elemanlardan , Hollanda’lı, İsveç’li, Almanlar’ın, Danimarkalılar’ın, beraberlerinde getirdikleri tüm değerler ile, Amerikan toplumunun ferdiyetçi karakterini bütün bütün kuvvetlendirmiştir….(Jacques Pirene Dünya Tarihi..C.2…sf. 922)
Farklı sosyal yapılardan oluşan Amerikan toplumunun Anglo Sakson kültürel karakteri ise, her şeye rağmen sosyal yapısındaki ağırlığını kabul ettirmiştir…Temellerinde bireysel özgürlük yatmaktadır…
Tümü ile beyazlar için ön görülen özgürlük anlayışının Afrika kökenliler için geçerlik sağlanması ise uzun mücadeleleri gerektirmiştir..
Püriten liberal değerlerine göre inanç özgürlüğünü ve bireyciliği esas alan Amerikan sosyal yapısı içinde kölelik kurumu önem ifade etmiştir. Bu ülkenin kuruluş yıllarından itibaren kölelerin bireysel hakları dikkate alındığında , söz konusu olan bu hakların daha çok White Anglo Sakson Protestan kültürü etrafında kolonileşen , Avrupa’lılar için geçerli olduğunu ortaya koymaktadır.
XVII Asrın ilk yarılarından itibaren Amerika kıtasında da yansımasını bulan kölelik bu ülkedeki özgürlük mücadelesinin bireyci değerlerinden nasibini oldukça uzun yıllar sonra alabilmiştir…1691 yılından itibaren ,Afrika’dan zorla getirilen bu insanların ilk olarak Virginia’ya çıkarılmış oldukları görülür. Kölelik ticaretinin XVIII asır süresince gene gelişerek sürdürüldüğü de tarihi gerçektir. Thomas Jefferson’un (1776 ) Bağımsızlık Bildirgesi hatırlandığında , ön görülenler, Afrika kökenlilerin kaderine pek de etkili olmamıştır… Bir diğer yönden gelişmeler bu ülkede bireyci değerlerinin güç faktörü ile birlikte sosyal yapısına yansıması ise, bir şekilde Amerika’nın siyasal oluşumundaki sosyo politik Darwin’izmi de ortaya çıkarmıştır.
Bağımsızlığı izleyen yıllardaki sosyal yapıdaki gelişmelere bakıldığında ortaya çıkmakta olan oluşumun ve gelişmenin yanındaki büyümenin çok süratli bir seyir takip ettiği ayrıca görülmektedir.
Amerika’nın siyasal oluşumundaki bireyci teşebbüs, ekonomik çıkarları esas alarak ve bu ekonomik gücü ele geçirmek suretiyle , politik gücü de kontrol etmeye yönelmiştir. Politik hedeflerin tayininde ve giderek sosyal yapının da şekillenmesinde ki bu siyasal süreçte coğrafyadaki kaynaklara hakimiyet ihtiyacı Başkan Monroe dönemi sonrası politikalarda giderek etkinlik kazanmıştır.
Amerika tarihi açısından federatif yapısını hazırlayan geçmişi hatırlandığında;
- 1776 yılında ilk olarak Thomas Jefferson tarafından ilan edilen Bağımsızlık Bildirgesi ile siyasi mesajlarının verildiğini
- Bu ülke halkının İngiliz kolonisi olmaktan kurtulmasının hukuki sonuçlarının , bağımsızlık savaşını takiben 1783 yılında , Versailles Antlaşması ve Paris Barışıyla özgürlüklerinin elde edilmesiyle sonuçlandığını.
- 13 Kurucu Koloninin, Birliğe katılmaları konusundaki irade beraberliğinin 1787-1790 yıllarında olduğunu ve ABD’in federal geleceğinin temellerinin bu şekilde atılmış olduğunu.
- 1820 Yılına gelindiğinde, ülke sınırlarının Atlas Okyanusu kıyılarından , Missisipi bölgesine kadar genişletilmiş olduğunu.
- Monroe doktrini ile “1823” Amerika kıtasının Avrupa’nın yayılmacı amaçlarının dışında tutulmasının amaçlandığı….
- Bu genişleme sürecinin coğrafyadaki yansımasına bakıldığında ise:
– 1803 Yılında Lousiana’nın Fransa’dan satın alındığını.
– 1819 Yılında Florida’nın İspanya’dan alınmış olduğunu
– Meksika’nın elinde bulunan Texas, New Mexico ve California’ın da 1845- 1848 yılları arasında ele geçirilmiş olduklarını
– Ayrıca, 1846 yılında da İngiltere’den Oregon Bölgesinin satın alınmış olduğunu.
– 1867 yılında ise, Alaska’nın , Rusya’dan satın alınarak Birliğe katılmış olduğunu.
– 1898 yılında Küba’ın İspanyadan alınıp, ele geçirildiğini
– 1959 Yılında ise, Hawai takım adalarının birliğe dahil edilmiş olduğu görülmektedir …
– Diğer yönden,1860/1864 İç savaşı sonucu, ABD’in federal yapıda birliğinin temellerinin atılmasını sağlamış olduğu da ayrıca görülür….
Bu şekilde, ABD’in federal devlet yapısını oluşturan coğrafi bölgelerin çok geniş bir alanı içine alacak şekilde, Atlas Okyanusundan , Büyük Okyanus’a kadar uzanan geniş bir coğrafi alanın Birliğin siyasi hudutlarını oluşturacak tarzda genişletilmiş olduğu izlenimi vardır.
Bu oluşum, ABD’in Federal yapısının temellerinde yer almaktadır. Sonuç olarak, ABD’in siyasal yapısının, tarihin çeşitli dönemlerinde birliğe katılan kolonilerin bu suretle , zaman içinde eyaletler niteliği alarak, Federal bir Devlet özelliği kazanmasına neden olmuştur. Bir diğer yönden ise, ortak irade içinde siyasal ve sosyal evrimde çıkar beraberliğini amaçlayan bir güç birliğini de bu süreç oluşturmuştur.
Federal devlet yapısı ile ilgili olarak şu hususun da göz önünde bulundurulması gerekmektedir:
….fakat şu da unutulmamalıdır ki, federalizm sun’i olarak teşekkül etmez.Sadece yaşanan gerçeklere uyan camialar hakiki bir muhtariyetten faydalanabilirler… Tam federalizm devletlerin iç kadrolarına inhisar ettirilemez. Tam federalizm hedefi devletleri daha geniş bir camia himayesi altına toplamaktır…..İsviçre ve ABD hükümet yetkilerinin bir iç federalizm yoluyla sınırlandığı milletlere misal teşkil ederler . Bu devletler her biri geniş istiklale sahip camiaların ( Amerikan Devletleri, İsviçre Kantonları) birleşmelerinden teşekkül etmişlerdir. Her camia idare edenlerin, federal iktidarı durduran çok önemli yetkileri vardır… “ Maurice Duverger Siyasi Rejimler sf. 63”
ABD’in federal devlet yapısında ortak çıkar birliğinin yer aldığı da bir diğer gerçektir. Anglo Sakson kültürünün bireyci değerleri ile beslenen bu süreç, liberal ekonomik koşulların ortaya çıkardığı ve zaman içersinde güçlü bir finans ile desteklenen sanayi ve sermayeyi elinde bulunduran bir sosyal kesimi oluşturmuştur.,Bu sosyal kesim giderek ekonomik ve politik gücü de denetlemiştir…Buradan , siyasal gücü kontrol etmesi ise, gene bireyci politikaların sonucu olmuştur.
Amerika’nın kendi kıtasında kendine yeterli olacağı görüşünde olan Başkan Monroe bir şekilde tarıma dayalı barışçı bir Amerika’yı amaçlarken, diğer yönden de XIX yüzyıl Avrupa sömürgeciliğinin Amerika kıtasına taşınmaması için malum MONROE doktrini “1823” ile kıtanın güvenliğini Avrupa’ya karşı sağlayabileceğini düşünmüştür…
Ancak gelişen ekonomi koşulları, piyasanın genişlemesi coğrafya üzerinden ki kontrol alanlarının jeopolitik nedenlerle gündeme gelmesine de neden olmuştur. T. Roosevelt gibi savaşçı politikacıların da desteği ile ABD,Ana Karası dışındaki kalıcılığını Küba’da İspanyollara karşı gerçekleştirmiştir.
Bu uygulama ,Monroe Doktrinine karşı ,askeri güç kullanılarak deniz aşırı bir askeri harekat olarak görülse de ABD ticari ilişkilerini kuruluş yıllarında itibaren coğrafyanın bilinen her noktasına ticareti taşımayı başardığı da görülmektedir….Bu süreçte , gerektiğinde güç kullanmayı da göze almıştır…Konu, 1798 yılında, Cezayir Dayısı’na haraç vererek Akdeniz de ticaret imkanlarını sağlamasında başka boyutta izlenmiştir… Keza, Amiral Perry’nin 1853 yılında Japon limanlarının ABD’ne ticarete açılması konusundaki tehdit içeren silahlı baskısı da önemli göstergedir…. Bir diğer yönden 1905 yılında Çin’de başlayan Boxer köylü ayaklanmasını bahane ederek gelişmelere müdahil olmasında da asli amacı görülür…Bu olayda , bölgeye asker çıkarak sömürgeci devletlerin safında yer almış olması , o tarihlerden itibaren bu ülkenin politik hedefleri içinde yayılmacılığın amaçlamış olduğunu da göstermektedir.
T. Roosevelt’in” 1901/1909” Başkan Monroe’nin barışçı politikalarına karşı kocaman sopa politikası, literatürde daha sonra yer almıştır. Başkan H. Taft’ın “1909/1913” dolar politikası ile bu anlayış birleşince, borç verilen ülkeler borçlarını ödemede zorlanınca , kocaman sopa politikası bir şekilde devreye girer olmuştur…
Özellikle güçlenen ABD ekonomisinin dünya pazarlarından pay almaya yönelik politikaları Birinci dünya Savaşından sonra hızlanmıştır. Bu dönemde özellikle üzerinde durulması gereken bir diğer husus da Woodrow Wilson’un ortaya koymuş olduğu prensiplerdir…
.
Wilson prensiplerine “8 Ocak 1918” göre uluslararası ilişkilerde 14 ilkeyi içeren hedefleri ileri sürmüştür. Buna göre:
- Barış anlaşmaları açık ve şeffaf biçimde olmalı, gizli anlaşmalar yapılmamalıdır.
- Karasuları dışındaki denizlerde dolaşım, savaşta ve barışta, özgür olmalıdır. Uluslar arası antlaşmalara uyulmasını sağlamak için genel veya bölgesel ablukalar oluşturulabilir.
- Uluslar arasındaki bütün ekonomik engeller kaldırılmalı ve serbest ticarete izin verilmelidir.
- Uluslar, iç güvenliği sağlamaya yetecek miktarın dışında silahlanmamalıdır. Bunun sağlanması için garantiler verilmelidir.
- Dekolonizasyon sağlanmalı ve sömürge topraklarında uluslara kendi kaderini belirleme hakkı verilmelidir.
- Rusya topraklarındaki yabancı birlikler ayrılmalı ve devletlerin de yardımı ile Rusya’ya kendi gelişmesini sağlamak için her türlü imkan verilmelidir.
- Almanya, işgal ettiği Belçika topraklarını boşaltmalı ve Belçika’da savaş öncesi durum yeniden sağlanmalıdır.
- Almanya, işgal ettiği Fransa topraklarını boşaltmalı ve Prusya’nın 1871’de ilhak ettiği Alsace-Lorraine’i geri vermelidir.
- İtalya’nın sınırları ulusçuluk anlayışına göre yeniden düzenlenmelidir.
- Avusturya- Macaristan İmparatorluğu halklarına kendi kaderini belirleme hakkı sağlanmalıdır.
- Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılmalı ve Sırbistan’a denize açılma imkanı verilmelidir. Balkan devletlerinin sınırları ulusçuluk prensibine göre düzenlenmelidir.
- Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir. Çanakkale Boğazı, sürekli olarak, bütün milletlerin ticaret gemilerine açık olmalı ve bu durum milletlerarası garanti altına alınmalıdır.
Wilson Prensiplerinde de görüldüğü üzere ticaret yollarının serbestliğinin ve ABD’in zaman içinde dünya limanları üzerinden bütün deniz ve ticaret yollarını kendi çıkarlarına göre en uygun şekilde kullanabilmesinin arayışını vurguladığı da görülür.
Amiral Perry’nin Japon limanlarını 1853 ABD ticaret gemilerine açması konusundaki baskısı diğer yönden Başkan T. Roosevelt’in jeopolitik açılım politikası, daha sonra da Başkan Wilson’un Prensipleri içinde küresel yaklaşımların ilk örneklerinin şekillenmekte olduğu somut olaylarda olduğu kadar, bu bağlamda ayrıca, W. Bush’un da kocaman sopa politikasını uygulamasıyla, konu, tekrar izlenmiştir…
1929 ekonomik krizinden sonraki sarsıntı dönemini takiben ,İkinci Dünya Savaşı sonrası hatırlandığında bir dünya gücü olarak bu ülkenin siyasi coğrafyadaki yeri daha da güçlenmiştir.. Özellikle Wall Street ve FED üzerinden şekillenen finansal politikalar ile de, ABD’i dünya ülkelerini, kendilerine kabul ettirilen sistemle önemli ölçüde bağımlı hale dönüştürmüştür.
Bu sürecin sonunda dünya kaynaklarının önemli bir bölümü ile uluslar arası finans alanları dahil olmak üzere ABD denetimine girmiştir. Bu ülkenin siyasal yapısının temellerindeki değerler içinde, 19 yy. sonlarında esasları Cumhuriyetçi Senatör Mark Hanna tarafından ileri sürülen ekonomik çıkar birliği anlayışının etkileri de önemlidir. Bu anlayışın günümüze kadar süren ortak çıkarların korunması yolu ile birlik anlayışının güçlendirilmesi ülkenin sosyal yapısında yer almıştır. Sonuç olarak liberal değerlerle birlikte,siyasal yapıya da yön veren bu anlayışla ABD gücünün sınırlarına gelmiştir.
Büyüyen ekonomisi ile birlikte artan ihtiyaçları dünya kaynaklarına olan talebini de arttırmıştır. Bir dünya devleti olarak, ikinci dünya savaşından sonraki gelişmeler içinde etki alanını daha da genişletmiştir. Güç merkezlerinin gelişen dünya koşulları içindeki konumları da dikkate alındığında, bu defa da AB yapısında şekillenmeye çalışan Avrupa ülkeleri kadar diğer potansiyel güç merkezleri de ayrı birlik yapılarında ABD’in hegemonyasına karşı arayışlara girmişlerdir. Özellikle ABD’in küresel düzeyde finans üzerinden rezerv para politikaları ile sürdürmeye çalıştığı hakimiyet bu süreçte önce, Avro, Dolar çatışması üzerinden ilk mücadelesini vermek zorunda kalmıştır… Bu süreç devam etmekte olup, dünya genelinde ABD’in finans üzerinden uygulamaya çalıştığı finansal hakimiyet politikaları küresel düzeyde çeşitli muhalefet alanları ile bilindiği üzere coğrafyanın değişik alanlarında karşılaşmaya devam etmektedir…
ABD’in, politik hedeflerini değerlendirirken geleceğe dönük ön görüleri içinde farklı faraziyelerle muhtemel çözüm arayışları içinde olduğu da görülmektedir. Yeni dünya düzeni konusundaki hedeflerini belirlerken de bazı unsurları dikkate aldığı görülmektedir. Bu bağlamda,
ABD en azından 2025 yılına kadar kendisine karşı tavır alabilecek ittifakları
engellemeyi ön görerek şu hususları gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır…
- Terörist hareketlerin ABD çıkarlarına yönelik tehditlerine karşı her türlü önlemleri almayı
- Savunma gücünün devamı açısından dünya genelinde TELEKOMİNİKASYON sistemlerini kontrol etmek ve uzayı denetiminde tutarak dünyayı kontrol etmeyi
- Dünya genelindeki stratejik önemi olan SU ve ENERJİ kaynaklarını kontrol ederek bu kaynaklara ihtiyacı olan ülkeleri denetiminde tutmayı
- Liberal ekonomi koşullarını destekleyerek dünya piyasaları üzerindeki finansal etkinliğini devam ettirerek borç veya kredi yolu ile ekonomileri bağımlı hale gelen ülkeleri bir taraftan mali denetimde tutarken,diğer yönden de finans gücü ile siyasal dayatmalarını gerçekleştirebilecek politikaları uygulamayı…
- Büyüyen finans kaynaklarını pazarlamak için gereken durumlarda kontrol edilebilir kriz alanlarından yararlanmayı ,kriz alanları yoksa kontrol edilebilir kriz alanları yaratarak IMF, Dünya Bankası üzerinden finans pazarlamasını yapmayı amaçladığı yaşanan olaylarda peş peşe izlenmiştir…
ABD yönünden, küresel kontrol stratejileri içinde ve amaçladığı hedefler kapsamında özellikle serbest piyasa ekonomisi ile özelleştirmelerle enerji ve su kaynaklarını, ayrıca da telekomünikasyon sistemlerini ne şekilde denetimi altına aldığı bilinenler içindedir. Konu sadece serbest piyasa ekonomisi koşullarının olmasının ötesinde mevcut sistemin dolaylı olarak denetiminin el değiştirmesi ile ilgili olduğu kanaatını uyandırmaktadır. Su kaynakları açık şekilde hedefler içinde görülmektedir. Enerji ise, çok daha kapsamlı bir stratejinin boyutları içinde değerlendirilmesi gereken bir husustur.. Finansal yapı ise, rezerv para politikaları kapsamında küresel düzeyde bölünmeler göstermekte ve yeni para birimleri üzerinden yorumlar yapılmakta, ayrıca, ulusal paralar üzerinden de dış ticaretlerin yapılmaları konusunda yeni görüşler gündeme gelmektedir…
Özellikle, dünyanın temel ihtiyaç maddesi üzerinde şekillenen enerji politikaları içinde petrol ve bu petrol kaynaklarının kontrolu için bazı ana unsurlar öne çıkmıştır.
- Birincisi küresel düzeyde petrol üretim alanları üzerinde hakimiyetin tesisi
- İkincisi üretim alanlarından petrolün güvenilir güzergahlardan pazarlara sevki.
- Üçüncüsü Rezev para olarak Petro/dolara karşılık oluşturacak şekilde bu finansın geleceğinin korunması
- Ekonomik gücün ötesinde gerektiğinde KOCAMAN SOPA POLİTİKASINI uygulamak üzere askeri gücün etki alanının genişletilmesi
Bilinen petrol kaynaklarından, Venezuela, İran, RF ve Orta Asya petrollerinin dışındaki diğer kaynaklar üzerinde batılı şirketlerin kesin kontrolları oluşmuştur. Bu kaynaklar üzerinde batılı şirketlerin üretim hakları olmakla birlikte esas sorun gerek doğal gaz ve gerekse petrol nakliyesinde güvenilir güzergahların batının çıkarlarına uygun şekilde oluşturulmasıdır…Dünya genelinde enerji rezervlerinin %68 Orta Doğu , Hazar, ve Orta Asya bölgelerinde bulunması, coğrafi ve etnik nedenlerle kontrolün sağlanması ,ABD hedefleri yönünden zorluklar yaratmaktadır…
Gerek Hazar Bölgesi ve gerekse RF ile Orta Asya kaynakları üzerinden düşünülen enerji nakil hatlarında “ENERJİ GÜVENLİĞİ GÜZERGAHI “ ise ayrı bir önem ifade etmektedir… Özellikle ABD ve AB yönünden bu güzergahların tümünün RF denetiminde olması rahatsızlık nedenidir. Diğer yönden, Asya petrollerinin Çin’e yönelik bir diğer güzergah oluşturması da ABD politik tercihleri ile bağdaşmamaktadır…
Politik hedeflerin tayininde finans ve petrolün sağlayıcı unsurları bu denklemde kaçınılmaz olmuştur. ABD ‘in bütün uğraşısına rağmen enerji hatlarının tümünün kendi kontrolüne girmediği de görülmektedir. Bu bağlamda coğrafya üzerinde ki gelişmelere ayrı ayrı bakıldığında,
*RF üzerinden batıya dönük enerji hatlarının kendi kontrolünde Hazar denizi Kuzeyinden merkezi Avrupa’ya kadar uzanmakta olduğu
* Kuzey Sibirya petrolleri konusunda Murmansk üzerinden ABD ‘ye petrol naklinin ABD ile RF arasındaki müzakerelerin sürdüğü, bu güzergahın da kontrolünün RF olacağı
* RF gene kendi kontrolünde olmak üzere Baltığa açılan limanı Primorsk üzerinden Batlık denizi yolu ile Almanya’ya enerji naklinin projelendirildiği
* RF ile Türkiye arasında Mavi Akımdan başka,Samsun Ceyhan boru hattının tesisi konusunda alternatif hedeflerin öne çıkmakta olduğu, bu hattın da çıkış noktasına göre kontrolün RF olacağı
* Ayrıca gene RF doğuya yönelik enerji güzergahlarına dikkat edildiğinde , bu ülkenin Sibirya’daki petrol yataklarından ürettiği petrollerin bir kısmının Kuzey Kore ile Çin ve Japonya pazarlarına ulaştırmak üzere, Kozmino limanından yararlanmayı amaçladığı da anlaşılmaktadır ki, bu güzergah da RF denetiminde olacaktır…
* Diğer yönden Batı pazarlarına hitap etmek üzere ,gerçekleştirilmiş bulunan Bakü, Tiflis Ceyhan güzergahı ile Kerkük Yumurtalık enerji hattı da batıya yönelik olmakta olup, batı yönünden, enerji güvenliği açısından güvenilir bir hat niteliğini taşımaktadır…
Batının kontrol altına almayı amaçladığı enerji güzergahlarına bakıldığında
- Hazar Denizi güneyi enerji yolları gerek Suudi Arabistan’ın ve gerekse Körfez Emirlikleri ile , işgal sonrası da Irak petrollerinin denetim ve kontrolleri ABD, diğer ifade ile batının denetim ve kontrolündedir…
- İran bu konuda kendi insiyatifine göre bir politika izlemekte ve enerji güvenliği açısından da ABD ile ters düşmektedir. Bu güzergah batı için sorunludur…
- İran’ın enerji güzergahları konusunda doğuya yönelik olan projeleri içinde,Hazar ‘dan Pakistan ve Hindistan’a yönelik boru hatları ise, ABD ile uyumlu değildir.
- Diğer yönden gene İran’ın Hazar Denizi’nden Basra Körfezine çıkışı olan Kharg Adasına uzanan proje de bir İran projesi olarak görülmektedir…
- Bir diğer yönden İran Doğal Gaz bağlantısının Türkmenistan ile de gerçekleştirmiş olduğu görülmüştür..
- Hazar doğusu ile ilgili olan güzergahlardan Türkmenistan ile RF arasında yer almış olan enerji hattı da bağlantısı da gerçekleşmiştir…
- Diğer yönden Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan’dan Çin’e uzanan bağlantı da bir Çin projesi olarak ortaya çıkmıştır…
- Özetle, ABD ‘in denetimi dışında şekillenmeye başlayan ve Hazar bölgesinden güneye ve doğuya yönelik, Hazar Denizinden İran’a, Hazar Denizi’nden Pakistan’a, Hazar Denizinden Çin’e, şimdilik ertelenmiş olarak görülen RF. Angarsk’den Çin’e yönelik projelerin söz konusu olacakları da görülmektedir.
- ABD’in enerji güzergahlarının doğuya dönük olanlarını mevcut koşulları, bu ülke yönünden sorunludur ve denetimleri kolay değildir…
- Halen Afganistan’daki varlığının da benzer koşullar ile bağlantılı olduğuna ilişkin görüşler giderek güçlenmektedir. Bu bağlamda,
* ABD’in Türkmenistan doğalgazının kendi kontrolünde Pakistan’ın Gvadar limanından taşınabilmesi için bu limana ihtiyacı olacaktır. Ancak bu topraklar Belücistan toprakları olup, ABD bu bölgeyi Pakistan’dan koparmanın yollarını aramaktadır.
* Afganistan’daki ABD varlığı, bir taraftan İran’ın Pakistan’a pazarlamayı amaçladığı enerjiyi engellemesi yanında, Türkmenistan DG. Kendi kontrolünde Gvadar’a aktarmayı amaçladığının karinelerini güçlendirmektedir. Diğer taraftan ise,Çin’in Batısında bir güvenlik alanı oluştururken ayrıca da Orta Asya, ve Hazar bölgeleri Enerji alanlarına yavaş şekilde sokulmanın yollarını aramaktadır.
Enerji güzergahları konusunda, doğu, batı ,kuzey, güney istikametleri dikkate alındığında, Hazar’ın batısındaki Bakü, Tiflis Ceyhan hattı ile, Yumurtalık hattının batı için önemi daha da öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, NABUCCO projesinin de enerji yollarının güvenliği itibariyle geleceğinin stratejik tercihleri yönünden ,Avrupa için önemi bir kere daha öne çıkmaktadır.
Gelişmeler içinde 11 Mayıs 2010 Türkiye’yi ziyaret etmiş bulunan RF Cumhurbaşkanı Medvedev ile ön görülen ortaklıklar kapsamında,
* Samsun, Kavkaz limanları arasında tren feribot seferlerinin düşünüldüğü
* Samsun Ceyhan ham petrol boru hattının oluşturulması
*Ankara ve Moskova’da kültür merkezlerinin kurulmaları
* Ortak üniversite kurulması
* 30 günlük ziyaretler için vize muafiyetinin sağlanması
* Enerji konusunda Güney Akım, Mavi Akım dışında nükleer santral yapımı
* Her iki ülke arasında üst düzey işbirliği konseyi oluşturulması ile birlikte toplam 17 ayrı konuda anlaşmanın olması ön görülmüştür.
Bu süreç, Türkiye yönünden AB ve ABD yapısında DOĞU, BATI istikametindeki yakınlaşmanın ötesinde , KUZEY, GÜNEY yakınlaşması ile zamanla enerji güzergahlarının güvenliğini de kapsayacak şekilde önem kazanabilecektir..
ABD dünya petrolünün %25 tükettiği bilinmektedir . Aynı zamanda küresel denetim de finans üzerinden rezerv para stratejisi ile” petro/ dolar” denklemi ile de konu bağlantılıdır….
ABD’in halen 20 milyon varil/gün olan ham petrol tüketiminin 2020 yılında 27,5 milyon varil/gün olacağı tahmin edilmektedir. Bu bağlamda ayrıca, gene ABD’in 765 milyar m3 olan doğal gaz tüketiminin de 2020 itibariyle 1.020 trilyon m3 ulaşacağı var sayılmaktadır…(Kaynak : USEDGR. 2001, Üşümezsoy ve Şen .Dr .Şamil Şen 4 Ağustos Akşam)
Özetle, %68 Petrol ve %35 doğal gaz rezervlerinin Orta Doğu ve Hazar alanı ile Orta Asya’daki yoğunluğu dikkate alındığında, petrole bağımlılığı olan ülkelerin politik hedefleri içinde bu bölgelerin önemi artmaktadır. ..
Dünya genelinde petrol ve doğal gaz alanlarının durumu, ABD’in stratejik tercihlerinde de coğrafyanın bu bölgelerine olan ilgisi netleştirmektedir… Bir dünya gücü olarak bu ülkenin tüm jeopolitik doktrinleri kullanarak geliştirdiği jeostratejik yapılanmalara bakıldığında ,denizlerin kontrolünden, karaların kontrolüne, ve son olarak da hava ve uzayın kontrolünden, dünyanın kontrolüne ECHELON AĞI sistemini de kullanarak bir denetim üstünlüğünü , taklit edilemez teknolojik avantajı ile sağlamaya çalışmaktadır…
Her şeye ve bütün üstünlüğüne rağmen ABD, bir noktada İNSAN FAKTÖRÜNÜ atlamaktadır….Son dönemlerde yaşanan askeri operasyonlarda, bu faktörün önemi de ayrıca ortaya çıkmaktadır
Stratejik açıdan küresel kontrol hesaplarını yaparken, güç değişkeni içinde ABD silahlı kuvvetlerinin dünya genelindeki konuş alanları ve askeri sorumluluk bölgeleri de bu kontrolün temini için önem kazanmıştır.
Dünya gücü durumunda olan bu ülke, ekonomik yapısının üzerinde şekil aldığı PETRO/DOLAR ekseninin zaafa uğramaması için askeri gücünü küresel düzeyde örgütlemiştir. Bu gücün komuta kontrol sorumluluk alanlarına bakıldığında,
* Merkezi Colorado’da bulunan Kanada ve Meksika bölgelerini kapsayan KUZEY
KOMUTANLIĞI olup, karargahı Colorado Springs’tedir
- Güney Amerika bölgesini sorumluluğu altında tutan GÜNEY KOMUTANLIĞI Karargahı Florida Mac Dill hava üssüdür.
- Pasifik bölgesi ,Çin, Hindistan ve Kuzey Kutbu ile Antartika bölgesine kadar uzanan bölgeden sorumlu PASİFİK KOMUTANLIĞI olup,.karargahı Hawai dedir
- Ortadoğu ve Afrika kuzeyinden sorumlu MERKEZ KOMUTANLIĞI ’ın . Karargahı Florida Mac Dill dedir…
- Avrupa ve Rusya dahil bu bölgenin sorumluluğu AVRUPA KOMUTANLINDA olup, yakın doğu ve Afrika da bu komutanlığın sorumluluğu içinde görülmektedir karargahı NATO KUVVETLERİ KOMUTANLIĞINDADIR.
- Karargahı Nebraska Offutt üssünde bulunan STRATEJİK KOMUTANLIĞI nükleer güçlerin kullanması, uzay operasyonları ve enformasyon savaşlarından sorumludur…
Karargahı, İllinois’te Scott hava üssünde bulunan ULAŞIM KOMUTANLIĞI olup, ulaşım koordinasyonundan da sorumludur…
- Özel kuvvetleri bünyesinde toplayan ve karargahı Florida Mac Dill hava üssünde
Bulunan ÖZEL OPERASYONLAR KOMUTANLIĞI ( 40.000 kişilik bir kuvveti bulundurmaktadır)
- Karargahı Virginia Norfolk’ta bulunan ve müttefiklerle ortak operasyon kabiliyetlerini geliştirmekten sorumlu ORTAK KUVVETLER KOMUTANLIĞI…olmaktadır.
( Büyük Oyunu Anlamak Yves Lacoste…sf.49 )
Dünya güç merkezlerinin durumları genel olarak hatırlandığında, ABD, AB, RF, ÇİN, JAPONYA, HİNDİSTAN, LATİN AMERİKA ülkelerinin , ayrı birer etki odağı olma sürecine girdikleri görülmektedir. “ Konu , yukarıdaki diyagramda özetlenmiştir.”
ABD açısından küresel kontrolün denetiminde kalması, ekonomik baskı unsurlarının yanında askeri caydırıcılığı da gündeme getirmektedir…Bu konuda farklı faraziyeler içinde muhtemel durumlar da dikkate alındığında ABD’in bilinen ittifak paktlarının dışında küresel düzeyde oluşturmuş olduğu komutanlıklar çeşitli faraziyeler düşünülerek ortaya konulmuş gibidir… Bu bağlamda ABD’in denizleri kontrol ederek kıtaları kontrol etme konusunda DENİZ KUVVETLERİ gücünün, yani,” DONANMASININ “ konuşlanmasına bakıldığında
- Atlas Okyanusunda ABD “doğu sahilleri “1 ve 2. Filo Komutanlıkları
- Büyük Okyanus ABD “Batı Sahilleri” güvenliği için 3 ve 4 Filo Komutanlıkları
- Hint Okyanusunda 5. Filo Komutanlığı
- Akdeniz’de 6. Filo Komutanlığı
- Büyük Okyanus’ta ayrıca 7 Filo Komutanlığı genel durumları itibariyle görülmektedir
Deniz kuvvetleri kadar Hava Kuvvetlerinin de ikmal ve destek için yararlandıkları ANA ASKERİ ÜSLER dikkate alındığına, “
- Pasifik bölgesinde : “ Japonya, Okinava Adası, Mariana Adaları, Guam Adası, Marshall Adaları, Midway Adası, Hawai Adası, Samoa Adası”
- Atlantik bölgesinde: Guantanamo, Panama, Sao Tome üsleri
- Hint Okyanusunda : Diego Garcia, Afrika Boynuzu
- Hava üslerinin genel durumları ise: Honduras, Ekvador, Porto Riko (ABD), Azor Adaları,Grondland “Thule”, Norveç, Büyük Britanya, Hollanda, Almanya, İspanya İtalya, Macaristan, Yunanistan, Türkiye, Güney Kıbrıs “İng.”, Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar , Afganistan,” Özbekistan, Kırgızistan sorunlu olan üslerdir”… Singapur, Tayvan, Avustralya…olmaktadır… ( Büyük Oyunu Anlamak Yves La coste sf. 31, 47)
ABD silah altında bulundurduğu askeri gücün 1.400.000 kadar olduğu literatürde geçmektedir. Gene Lacoste’un açıklamalarına göre, bu askeri gücün askeri üsler yapısındaki genel dağılımı da şu şekildedir… Küba Guantanamo’da 1.500 kişi, Almanya’da 74.000 kişi, Bosna ve Makedonya’da 5.000 kişi, Mısır’da 1.500 kişi, Irakta 138.000 kişi, Afganistan’da 10.000 kişi, Güney Kore’de 41.000 kişi, Japonya’da 40.000 kişi, Filipinler’de 1.100 kişi olarak görülmektedir…. Ana üslerin dışında diğer üsler de dikkate alındığında dünya genelinde ana üslerden başka , yüzlerce irili ufaklı askeri üslerinin bulunduğu da görülmektedir..
Bu kuvvet miktarları değişen koşullara ve kriz bölgelerinin yer değiştirmelerine göre değişmektedir… Halen Irakta kalmış bulunan 90.000 askerden 40.000 ‘in de Eylül 2010 kadar çekilecekleri ön görülmektedir….
Amerika’nın taklit edilemez teknolojisi içinde önemli yeri olan uzayın kontrolu üzerinden dünyanın kontrolünün sağlanması stratejisinde en önemli unsurlardan biri de ECHELON AĞI üzerinden sağlamakta olduğu iletişimin denetimi olmaktadır… Bu konudaki uygulamaya bakıldığında:
“ …Bu elektronik dinleme ağı 1948’de, Soğuk Savaş’ın başlangıcında kuruldu. Dünya çapındaki Anglo-Sakson ülkeleri (artı Almanya, Danimarka, Norveç ve Türkiye) olarak gruplandırılıyor. Günde 3 milyar veriyi “telefon ve uydu görüşmeleri” elden geçiren sistem, 11 Eylül 2001’den sonra öncelikle terörizm karşıtı mücadelenin hizmetine sokulmadan evvel ekonomik bilgileri toplamaya“ANGLO SAKSON ŞİRKETLERİNİ DESTEKLENMESİNDEN ŞÜPHENİLECEK DERECEDE” yönlendirilmiştir…. “ ( Büyük Oyunu Anlamak Yves Lacoste sf.48.)
Dünya genelinde telekomünikasyon sistemlerinin özelleştirilmeleri konusundaki siyasal tercih ve ısrarların bu zeminde irdelenmesi de gerekmektedir…
ECHELON AĞININ küresel düzeydeki konumuna bakıldığında :
- ATLANTİK BÖLGESİ AMERİKA DİNLEME SAHALARI
- PASİFİK BÖLGESİ AMERİKA DİNLEME SAHALARI
- KANADA BÖLGESİ DİNLEME SAHALARI
- İNGİLİZ DİNLEME SAHALARI
- AVUSTRALYA DİNLEME SAHASI
- YENİ ZELANDA DİNLEME SAHASI
Bu sahalar çeşitli üslerdeki dinleme merkezleri ile bağlantılı olarak küresel düzeyde işlevlerini sürdürmektedirler….
Dünya dengesinde giderek bir diğer güç merkezi olarak öne çıkmakta olan Çin’in de 2003 yılı itibariyle kendi ana karasında konuşlandırmış olduğu askeri gücü ana hatları ile aşağıda özetlenen şekilde ifade edilmektedir…Ayrıca, Çin’in petrol ihtiyacının %40 nı Orta Doğudan temin ettiği düşünülürse bu ülkenin halen bir açık deniz politikası görülmemekle beraber, önümüzdeki yıllarda bu gücün gerek Büyük Okyanus, ve gerekse Hint Okyanusunda bayrak göstermesi de beklenilmelidir… Bu ülkenin kara gücü içinde,
- Lanzhou bölgesinde 228.000 kişi
- Pekin bölgesinde 300.000 kişi
- Şenyang bölgesinde 250.000 kişi
- Çengdu bölgesinde 180.000 kişi
- Jinana bölgesinde 190.000 kişi
- Guangzu bölgesinde 180.000 kişi
- Nanjing bölgesinde 250.000 kişiden oluşan bir kara kuvvetleri yapısında yer almaktadır
Bir diğer yönden ve genel durum itibariyle ülkelerin silahlanmaya yaptıklar harcamalara bakıldığında, Stokholm Uluslararası Barış Enstitüsü ( SIPRİ)’in son verilerine göre:
- ABD. 607 milyar dolar
- Çin 84,9 milyar dolar
- Fransa 65,74 milyar dolar
- İngiltere 65,35 milyar dolar
- RF. 58,6 milyar dolar
- Almanya 46,87 milyar dolar
- Japonya 40,69 milyar dolar
- Suudi Arabistan 38,2 milyar dolar
- Hindistan 30 milyar dolar….. olarak görülmektedir..
Brezilya’nın ise, son senelerde silahlanmaya önem verdiği, Fransa’dan 12 milyar dolar civarında silah satın aldığı ve Hava kuvvetlerin de güçlendirmeye çalıştığı basında yer almaktadır…
Ayrıca, nükleer silahların sınırlanmaları ile yapılması düşünülen Nisan 2010 içindeki Nükleer Güvenlik Zirvesi kapsamında ön görülen hedeflerin tartışılmasından önce ülkelerin mevcut nükleer başlıklarının durumları da şu şekildedir….
- ABD yönünden 1991 de imzalanmış olan Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşmasına “ START ‘a” göre, elindeki nükleer başlıkların 5113 adet olduğu…
- RF 2008 Temmuzuna kadar START koşulların göre 4138 olmasının gerektiği…
- Fransa’nın 2008 Eylülüne kadar savaş başlıklarını 300’e indirmiş olduğu
- İngiltere’nin mevcut başlıklarının 200 civarında bulunduğu
- Çin’in muhtemelen 400 kadar stratejik ve taktik başlığa sahip bulunduğu
- Hindistan’ın 100 kadar savaş başlığı üretme kapasitenin olabileceği
- Pakistan’ın da 40/50 civarında başlık üretebileceği
- Kuzey Kore’nin nüler başlık üretebilme kapasitesine ulaştığı
- İsrail’in 100/200 civarında başlık üretebilme kapasitesinin bulunduğu basına yansıyan değerlendirmeler içinde yer aldığı görülmüştür…
- Nükleer silah yarışının zaman içinde diğer ülkelere de yayılabileceği farklı değerlendirmelerde yer almaktadır…
Nükleer başlıkların sınırlanması konusunda uluslar arası arayışlar sürerken ,konvansiyonel silahlanmanın ters orantılı olarak artışı da dikkate değerdir…Nükleer silahların azaltılması konusunun Başkan Obama’nın öncülüğü yaptığı Nüklere Güvenlik Zirvesi ile Nisan 2010 başlarında tekrar gündeme gelmiş olması, bu kitle tahrip gücünün giderek dünya genelinde yaygınlaşarak kontroldan çıkmış bir dünyada, nerede, ne zaman ve ne şekilde kimlerin elinde bir tehdit oluşturabileceğinin hesap tutmaz durumu ile ilgili olduğudur….
Hatırlanacağı üzere, Balistik füzelerin sınırlanmaları konusunda ABD ile SSCB arasında 17 kasım 1969 ve 26 Mayıs 1972 tarihlerinde “SALT I “ anlaşması ile bir ilk oluşturulmuştur…
Bunu takiben gene ABD ve SSCB. Arasında 18 Haziran 1979 tarihinde “ SALT II “ Anlaşmasıyla balistik füzelerin sınırlanmasına gidilmesi de amaçlanmıştır…
Sürecin kısmen kesintiye uğramasında ise, bu güne kadar ortaya çıkan gelişmeler dikkate alındığında , SSCB dağılmasından sonra, ABD’in TEK KUTUPLU DÜNYA politikasında ısrar etmesi önemli olmuştur…. ABD’in, KOCAMAN SOPA POLİTİKASINI uygulamaya koyması sonrası, güvensizlik politikalarının tekrar ortaya çıkması , başlıca nedenler içinde yer almıştır…
Bu açıdan bakıldığında, Tek Kutuplu Dünyadan, Çok Kutuplu Dünya politikalarına kayış, güç dengelerindeki oynama ve bu süreçte, güçler arası dengenin tek kutuptan yönetilemeyeceği gerçeğinin anlaşılması, nükleer güvenlik konusundaki 12/13 Nisan 2010” tahinde yapılan Nükleer Güvenlik Zirvesini gündeme taşımıştır .Bir diğer ifade ile dünyanın nükleer silahlardan arındırılması sürecini ve gereğini bir şekilde çok kutuplu denge politikası zorlamıştır…
Konuya başka açıdan bakıldığında, dünya GSMH 61 Trilyon dolar olduğu bilinmektedir.
Bunun içinde silah sanayinin 1 trilyondan fazla bir payı vardır…. Yalnız turizm sektörünün payının 3 trilyon dolardan fazla olduğu kabul edilirse, ve borsalar yapısında birbirinin içine girmiş bulunan tüm mal ve hizmetler sektörlerinin çıkar ilişkileri düşünülürse, pazar ekonomisinin beklentisinin her ortamda güven ve istikrar olacağı açıktır…
Çok kutuplu dünya dengesi içinde, küresel kontrolün tek bir merkezden denetiminin o kadar kolay olamayacağı da giderek ortaya çıkmaktadır…Nükleer silahların korsan girişimlerde kullanılabilmeleri ihtimali ise, bu süreçte başka yönlerden gündeme gelmektedir… Terör olayları da değişen dünya koşulları içinde bir diğer yönü ile, asimetrik savaş yapısında İNSAN FAKTÖRÜNE DAYALI OLAN süreç, tartışma konusu olmaktadır……
Özetle, topyekün bir savaşın piyasaları ne hale getirebileceği ve finans üzerinden kurgulanan bir siyasal denetimin de bundan böyle kolay sağlanamayacağı ortaya çıkınca bölgesel çatışmalar üzerinden denetim arayışları söz konu olmaktadır…. Bu yaklaşım ise, bölgesel veya ulusal alanda önce terör ve gerilim yaratmak, hedef toplumları istikrarsızlaştırmak, daha sonra BM karar alarak uluslar arası kuvvet yapısı görüntüsünde kurtarıcı olarak hedef ülkeyi işgal etmek şeklinde ifadesini bulmaktadır….Afganistan ve Irak’ta yaşananlar canlı örnekler içinde yer almıştır…
Bu mantık içinde sınırlı savaş konusunda Kissinger şunları söylemektedir….
(…. Eğer hür dünya yavaş, fakat bir erozyondan kurtulmak istiyorsa, lokal savunma savaşlarına hazırlanmalı ve bu savaşlar için gerekli önlemler alıp, ordular kurulmalıdır …Ahmet Akif Mücek Asimetrik Savaş ve Provakosyon Süreci sf.49 )
Yukarıda ifade edildiği üzere, bir hiper güç olarak ABD’in küresel kontrolü elinde bulundurabilmek için sosyal yapısından çıkan siyasal oluşumunun güç değişkenleri iyi tanımlanmalıdır…Gerek ekonomik yönden, gerekse politik ve askeri yönlerden etki alanlarına rağmen çok kutuplu dünya yapısında bu değişkenlerin de etkilerinin sınırlanmaya başladığı görülmektedir. FİNANS üzerine inşa edilmiş bulunan EKONOMİK GÜÇ, POLİTİK GÜÇ, ASKERİ GÜÇ, KÜLTÜREL GÜÇ, VE TAKLİT EDİLEMEYECEK TEKNİK GÜÇ unsurlarının FİNANSIN küresel etkinliğinin devamı ile orantılı olduğu bütün ülkeler tarafından öğrenilmiştir… Halen örtülü savaşta bu alanda sürmektedir… Nükleer güce dayalı dayatmaların geri tepen bir silah olacağı da anlaşıldığından,, ülkeler savunma harcamalarında konvansiyonel silahlara ağırlık verir duruma gelmişlerdir…
ABD kendi kontrol stratejisinin bu güç dengelerindeki kaymaları da dikkate alarak ASKERİ GÜÇTEN önce YUMUŞAK GÜÇ değişkenini psikolojik savaşın bütün kurallarını kullanarak öncelikle National Security Agency ( NSA ) uygulamaları ile küresel yapıyı denetlemek istemektedir…
Genellikle hedef görülen ülke içeriden iç sorunlar ile o ülke yumuşatılmakta, inanç veya etnik farklılıkları kullanılarak ayrıştırılan toplumun iç dinamikleri de işlevsiz hale getirildikten sonra, çıkan çatışmalar bahane edilerek BM kararları üzerinden müdahale imkanları aranmaktadır… Bu konuda ,Ahmet Akif Mücek’in “Asimetrik Savaş ve Provakasyon Süreci” adındaki kitabında şu tespitler görülmektedir….
* Amerika’nın “Ayaklanmaları Bastırma” kitapçığı CIA’nın 1950 lerden itibaren yürüttüğü “İstikrarsızlaştırma Operasyonları Manifestosu”…(.6, 7 Eylül olayları, Kanlı Pazar, Maraş katliamı, 1” Mayıs katliamı ….) Trabzon’da Rahip Santoron cinayeti, Hrant Dink’e süikast, Malatya’da Zirve Yayınevi saldırısı…. Sf….10/11
* Amerikan emperyalizmi çıkarlarını korumak üzere, Amerikan “ideallerini” benimsemiş, uygun kadroların yetiştirilmesine büyük önem vermektedir….sf.24
* Eski CIA ajanı Philip Agee , sömürge ülkelerindeki askeri darbe süreçlerinde yansınanların ana hatlarını tanımlarken şu hususlara değiniyor…
– CIA kendisinin en önemli düşmanları ve aleyhtarları hakkında geniş bir liste hazırlar.
– Bu liste, bu kişilerin hayatlarını ve onların nasıl, nerede bulunabileceklerini de içerir…. (Kaset olayları hatırlanmalıdır!!!)
– Amaç, askeri darbe olduğu zaman bu bilgi arşivini o ülkenin gizli askeri istihbarat teşkilatına verip, bu kişilerin tutuklanmalarını sağlar…(Konu, güncel olaylar ile kıyaslanmalıdır.)
– CIA , bütün dost ve müttefik üçüncü dünya ülkelerindeki sivil ve askeri istihbarat teşkilatlarının eğitilmesini ve donatılmasını üstlenir. Bu arada yüzlerce kişi, ABD götürülüp kurs görür…. Sf.27
– Çağlıyangil’in geçmişteki bir tespitine de kitapta yer verilmiş olup, dikkate alınmasında yarar vardır… “ CIA’nın adamı olursunuz , onun adına çalışırsınız, ama bundan sizin haberiniz olmaz”…sf59… ifadesi hatırlandığında, pek çok vatansever ülkesine hizmet ettiği var sayımı içinde farkında olmadan bir takım operasyonun taşaronu olmuştur… Bu süreç cemaat yapılarında halen devam etmektedir…
Son gelişmeler çerçevesinde ve Jeostratejik yönden konu özetlendiğinde, ulus devletlerin karşıtı bir politika ile, TEK KUTUPLU dünya stratejisinin dayatmaları içinde, ABD önce kendi kıtasında
* NAFTA Anlaşması ile, Kanada ve Meksika’yı eksenine bağlamayı hedeflemiştir.
* D aha sonra, Güney Amerika Latin ülkelerini de bu eksen üzerinde toplamayı amaçlamıştır. Bu süreç daha sonra Quebec Anlaşması ile kapsamlı hale getirilmeye çalışılmıştır.
* Diğer yönden AB yapısını Trans Atlantık süreci içine alınarak ABD ile bütünleşmesi de amaçlanmıştır.
* Bir diğer yönden gerek RF, Japonya ,Çin ve Hindistan gibi ülkeler de ASEAN ve APEC oluşumları da dikkate alınarak TEK KUTUPLU DÜNYA ekseninin merkez gücü olan ABD’ye tek para birimi doların tutkalı ile bağlanmak istenilmiştir…
Evangelist Siyonist çizgide biçimlendirilmeye çalışılan bu süreç, yaşanan küresel düzeydeki finans sisteminin çatırdaması ile ve güç merkezlerinin dünya dengesinde yeniden biçimlenmesiyle kısa sürede mecrasını değiştirmiş ve ÇOK KUTUPLU DÜNYA sistematiği jeostratejide yer almaya başlamıştır… “Örnek birinci sayfadaki diyagram”
Diyagramda görüldüğü üzere, güç merkezlerinin,
- ABD, AB. RF. ÇİN, JAPONYA, HİNDİSTAN, LATİN ÜLKELERİ ekseninde oluşmuş olduğunu
- ABD’ın kıtasında, kuzeyde NAFTA ile, Kanada ve Meksika’yı ekseninde tutarken, güneyde de Quebec Anlaşması ile güney Amerika ülkelerini sistemi içine almaya çalıştığını
- Buna karşılık, Latin ülkelerinin MERKASUR ve UNAKUR anlaşmaları kapsamında kendi insiyatifleri içinde birlik oluşturmayı amaçladıklarını ve Quebec Anlaşmasının etkisiz kaldığını
- Diğer yönden, ABD’in TRANS ATLANTİK yapılanması ile AB.i de etki alanına almayı amaçladığını, ancak, AB’i ile, Avro /dolar rekabeti nedeniyle bu bütünleşmenin de yetersiz kaldığını
- RF, ve Türkiye’nin öncülük ettiği Karadeniz Ekonomik İşbirliği “ KEİ.” Teşkilatının ayrı bir ekonomik alan oluşturmasıyla, bölgesel sonuçları etkileme olanağının oluştuğunu
- RF, Çin, Hindistan, Brezilya arasında “BRİÇ” ekonomik yapılanmasının bir diğer ekonomik güç alanının da ortaya çıkmakta olduğunu
- Ayrıca, RF, Çin, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan ,Tacikistan’ın üye oldukları ŞANGHAY İİBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ “ŞİÖ” yapılanmasının Asya bölgesinin güvenliği yönünden bir diğer oluşum sağladığını
- Pasifik Bölgesinde şeklenmiş bulunan ASEAN ve APEC yapılanmasının ise, giderek Çin’in etki alanına doğru kaymakta olduğunu
- Orta Doğuda ise, Türkiye’nin bir şekilde çok kutuplu dünya dengesine göre, jeostratejik yaklaşımları öne çıkararak, bölgesinde gerek RF, gerek Balkan ülkeleri, gerekse, İran ve Arap ülkeleri ile ticari alanını genişletmekte olduğunu, ayrıca, ABD ve AB ile ikili ilişkilerinin ötesinde Afrika, Çin, Japonya, Hindistan ve Pasifik bölgesi ülkeleri ile de ikili ticari ilişkilere önem verdiğini
- Türkiye’nin diğer yönden, Moskova ve Ankara ekseni üzerinden Balkanlardan Pasifik’e kadar uzanan alan üzerinde çok geniş bir coğrafyayı kapsayacak şekilde ve en az 400 milyonluk bir pazar ve ekonomik alan oluşturmak üzere AVRASYA EKONOMİK İŞBİRLİĞİ yapılanmasına da katkı sağlayabileceğini ortaya koymaktadır.
Görüldüğü kadar bu süreç, bir yönü ile, küreselcilerin beklentileri olan ulus devletleri parçalayıp küçültülmüş devletçiklerin ayrı ayrı kontrolüne dönük bir küreleşme anlayışı yerine, ulus devletlerin karşılıklı olarak bağımsız yapılarına saygılı ve ortak çıkarlarda iş birliği şeklinde bir oluşumu ortaya çıkarmaktadır…Ancak bu anlayış üzerine inşa edilebilecek yakınlaşmalar uzun vadeli olabilecektir…Kısaca , ulusal ekonomilerin karşılıklı çıkar birliği ve dayanışmaları ile yeni bir küreselleşme anlayışının barış içinde gerçekleşmesi de bu bağlamda söz konusu olabilecektir….
Özetle, sık sık ifade edildiği üzere, Evangelis Siyonist çizgide ortaya çıkmış olan tek kutuplu dünya anlayışı giderek dönemini kapatmaktadır. KOCAMAN SOPA POLİTİKASI tarzındaki güç değişkeni kullanılarak ülkelerin iç yapılarında oluşturulmak istenilen istikrarsızlık modellerinin oyun kurucuları da çok açık şekilde herkes tarafından bilinir duruma gelmiştir…Gerek Latin dünyasında, gerekse, Asya ve Pasifik bölgesinde ortaya çıkmakta olan yeni dayanışma arayışları tümü ile bu güvensizliğe neden olan güç merkezinin politikaları nedeniyledir…
Bu güne kadar izlenen çeşitli askeri müdahalelerin gerisinde hangi ekonomik çıkar hesaplarının olduğu bilinmektedir… Ülkeleri kontrol etmek ve sonrada müdahale etmek için iç meseleler oluşturma hesapları batı kaynaklı kitaplarda da sürekli yer almaktadır…Büyük hesap sahiplerinin enerjiyi kontrol üzerinden rezerv para alanlarının etkinliğini sürdürmek ve ülkeleri de kontrol altında tutmayı amaçladıkları da bilinmektedir…Müdahale modelleri ise buna göre kurgulanmaktadır…. Ancak, genel sonuç çıkmazlara yenilerinin eklenmesi ve büyüyen güvensizlik içinde karşıtların oluşmalarına neden olmaktadır!!!
Çeşitli ülkelerde ayrımcı hareketler “NSA’ ın “ modelleri içinde sistemleştirilirken, ABD’ye hasım ülkelerin de bu ülkenin iç yapısı konusunda benzer kurguları ileri sürdüğü görülmektedir… “NSA” uygulamaları içinde ülkelerin etnik farklılıkları üzerinden yapılan kurgular hatırlandığında, bumerang etkisi yapacak olan bu tarz kurgular ABD için de ileride söz konusu olabilecektir… ABD’in sosyal dokusu hatırlandığında,
* İngilizler 29.548.000 kişi olup nüfusun %14
* Almanlar 25.543.000 “ “ “ %13
* Siyahlar 23.465.000 “ “ “ %11
* İrlandalı 16.408.000 “ “ “ % 8
* Hispanik 9.178.000 “ “ “ % 5
* İtalyanlar 8.764.000 “ “ “ % 4
* Fransız 5.420.000 “ “ “ %3
* Polonyalı 5.105.000 “ “ “ %3
* Rus 2.188.000 “ “ “ % 1
* Belirlenmemiş 17.556.000 “ “ “ % 9
* Başka etnik gr. 85.139.000 “ “ “ %42
(Kaynak. Avrasya Dosyası C.1. Sayı 4. Sf. 145 )
ABD karşıtlarının ileri sürdüğü etnik ayrımcılığa yönelik iddialar içinde
* Ülkenin güney eyaletlerinin bulunduğu bölgelerde Meksika asıllıların ileriye dönük olarak ayrımcı hedeflerinin olduğu
* Arizona, Kolarado, Mexıco ve Teksas’ın kendilerini ayrı bir cumhuriyet yapısı içinde gördükleri ifade edildiği
* Pasifik kıyısında yoğunluğu bulunan Asya asıllıların da kendi devletlerini amaçlıyabileceklerini….
* Diğer yönden Latinolarda da kimlik hareketlerinin artmakta olduğunu…
* Atlantik sahillerinin de Anglo Saksonlar’a bırakılacağı belirtilen görüşlerin yer al dığını
* Ülkenin orta kesimlerinin ise, Kızılderilere ait olduğunu beyan eden görüşler vardır…
* Yakın geçmişte Vermont eyaleti ile, Lakota ‘daki ayrımcı çıkışlar sembolik olsa da sosyal yapı konusunda bazı ip uçları vermiştir…
* Halen yorumlarda ABD de 40 kadar ayrımcı hareketin varlığı da söz konusu olmaktadır…
ABD, dünya genelinde güvensizliğe neden olan politikalarını sürdürdükçe, coğrafyadaki cephesini sürekli yaymak durumunda kalmaktadır…Diğer yönden , YUMUŞAK GÜÇ değişkeni üzerinden NSA operasyonlarının sürmekte olması ise birçok ülkenin bu ülkeye karşı tedirginliğini artırmaktadır… Güç denklemi içindeki yaklaşımlar güncelleştikçe kendilerini tehdit veya baskı altında gören diğer güçler de zamanla kendi YUMUŞAK GÜÇ değişkenleri üzerinden ABD karşı NSA benzeri operasyonlara yönelebileceklerdir…. ABD in küresel yapıdaki herhangi bir askeri başarısızlığı söz konusu olması durumunda ise, böyle bir süreç büyük bir ihtimalle tetiklenebilecektir….
Bu konuda Tım Weiner’in “Bir CIA Tarihi Küllerin Mirası” adlı kitabındaki temas ettiği hususlar dikkate değerdir…
(….Gerileme, Amerikan ulusal güvenliğinin temellerini saran yavaş bir çürümeydi. Irak’ta dört yıl boyunca savaştıktan sonra, ordu tükenmiş, üniformalı askerler yerine fütüristik silahlara daha fazla yatırım yapmış liderler tarafından kanı kurutulmuştu…..altı yıl boyunca hiçbir şey bilmeyen politikacılar tarafından dayatılan iradeli cehalet yüzünden, kongrenin servis denetçiliği çökmüştü…. Sf. 590 )
(…. CIA’ın şirket kopyaları, Washington ve diğer şehirlerde ortaya çıkmaya başladı. Para karşılığı vatanseverlik,yılda 50 milyar dolarlık bir işe dönüştü; bu, Amerikan istihbarat bütçesinin kendisi kadardı. Bu fenomenin kökeni on beş yıl öncesine dayanıyordu. Soğuk savaştan sonra, servis, 1992 de başlayan bütçe kesintileri yüzünden binlerce işi taşeronlara yaptırmaya başlamıştı. Bir CIA ajanı emeklilik kağıtlarını hazırlıyor. Mavi kimlik kartını ters çeviriyor, Lockheed Martın veya Booz Allen Hamilton gibi bir askeri taşeron için çok daha yüksek bir maaşla çalışıyordu, sonra ertesi gün CIA’e dönüyor ve yeşil rozetini takıyordu. Eylül 2001’den sonra, taşeron hizmetleri kontroldan çıktı. Yeşil rozet patronları, CIA’ın kantininde açıkça adam aramaya başladılar…. Sf . 591)
(…Gizli servisin büyük bölümü, CIA’ın emir-komuta zincirindeymiş gibi görünen ama kendi şirket patronlarına çalışan taşaronlara bağlı halde yaşamaya başlamışlardı…. Sf. 592 )
Görüldüğü gibi, en önemli haber alma gücü olan CIA’ın giderek özel şirketlere taşaron olarak hizmet verir hale gelmesi, ülke çıkarından ziyade şirketlerin çıkarlarına uygun operasyonlarda yer alması, ABD içindeki bir diğer ABD’in etkisinin bu ülkeyi nerelere çekmekte olduğunu göstermektedir…
T. Roosevelt’ten, W. Bush’a uzanan ve benzerlik taşıyan KOCAMAN SOPA POLİTİKALARI uluslar arası zeminde ABD karşıtlığını artırmıştır. Dünya genelinde, bu ülkeye karşı duyulan tedirginlik yeni yapılanmaları ve güç merkezlerinin oluşmasını da zorlamıştır. Finans üzerinden amaçlanan sosyo politik ve ekonomik denetim tek merkezin dışına taşmaya başlamıştır… Enerji üzerinden hesaplanan kontrol sistemleri de hedeflenen noktadan uzak görülmektedir….
Dünya genelinde Çok Kutuplu bir süreç ABD’in politikalarına rağmen sürmeye devam etmektedir….Dünya bir topyekun savaşın getireceği yıkımın farkındadır…. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında ABD, Avrupa için önemli bir stratejik derinlik sağlarken bu gün için ABD’in stratejik derinlik alanları yoktur….
İttifak yapısındaki ülkeler bile artık ABD’in tasvip edilmeyen politikaları karşısında zoraki bir tavırla ister istemez destekçi olmaktadır… BM. Yapısı gerçekte, dünya barışının koruyucusu olmanın ötesinde, ABD’in gerektiği ortamlarda askeri müdahale imkanlarına meşru (!) zemin oluşturmaya yarayan aracı durumuna getirilmiştir… Dünya ülkeleri giderek yeni güvenlik arayışları içinde BM. Yapısının yeniden şekillenmesi konusunda ister istemez arayışlara girebilecektir…
Süreç, Avrasya yapısında yeni bir ekonomik işbirliği alanına doğru birçok ülkeyi yönlendirmeye başlamıştır… Bu süreç doğru yönlendirildiği takdirde dünya barışı için önemli çıkış olanakları da sağlayabilecektir… Mark Hanna geçmişte ABD ‘de ulusal yapının istikrarı için, ortak yaşamda çıkar birliği görüşü üzerinden çözümler ön görmüştür… Bu kere de dünya genelinde küresel bir yapılanmada Ulus devletler arası ekonomik iş birliği içinde ortak çıkarların oluşturulması muhtemel çatışmalara karşı barış sürecini uzatacak imkanlar sağlayabilecektir… Bu süreç nasıl olmalıdır?
- Özellikle ulus devletleri tasfiye ederek , ufaltılmış şehir devletleri üzerinden küresel kontrol anlayışından vazgeçilmelidir…
- Ulus devletlerin karşılıklı çıkar birliği içinde ekonomik alanlardaki yapılanmalarında hegomonik demokrasi anlayışı yerine ortak çıkar birliği dayanışmasının ilkeleri oluşturulmalıdır.
- AVRASYA ekseni üzerinden, Pasifik okyanusuna uzanan güzergahta, Ankara Moskova’nın başını çektiği ekonomik oluşum önemli bir sürece destek sağlayabilecektir.
- Bu yapılaşma içinde, Pekin’den, Hazar’a oradan Bakü, Tiflis, Kars demir yolunun gerçekleşmesi durumunda bu güzergahın Boğaz geçişini müteakip Londra’ya kadar uzatılması Asya’yı, Avrupa’ya yaklaştırabilecektir.
- Diğer yönden NABUCO Projesinin gerçekleşmesi durumunda da, Avrupa’ya kadar uzanacak bu enerji hattı diğer yönden sarsıntı geçiren AB.ni de Asya’ya yaklaştırabilecektir….
- Bu oluşum, AB’nin dağılmasını da engelleyebilecek, ve AB ile AVRASYA .arasında ekonomik çıkar birliği sağlanabilecektir…
- Senelik enerji ihtiyacının % 1,6 oranında artığı dikkate alındığına, 20 sene sonra bu ihtiyacın yaklaşık %30 bir talebe de neden olacağı hatırlandığında, yeni enerji hatlarına ihtiyaç da doğacaktır. Bu nedenle de NABUCCO ister istemez gündeme gelebilecektir…Bu husus da Avrupa için önemlidir…
- Bir diğer yönden, RF, üzerinde proje çalışması yaptığı ifade edilen ALASKA “BERİNG” tünelidir… Bu proje ABD, RF, JAPONYA , ve ÇİN’in de iştiraki ile hayata geçirilme olanağına kavuşabilirse,
n ABD. ile RF üzerinden iki ülke arasında önemli bir enerji ulaşımı yanında , demir yolu ile, kara yolu bağlantısını da sağlayarak , ticari ilişkiler yönünden iş birliğini ortaya çıkarabilecektir…
n NAFTA ve QUEBEC hedefleri de bu yapılaşma içinde çıkar birliğine destek olabilecek, bir diğer ifade ile Main Eyaletinden Sibirya’ya, oradan da Türkiye’ye kadar uzanabilecek yeni bir ipek yolunun temelleri bu istikamette de oluşabilecektir…
n Diğer yönden, bu güzergah Trans Sibirya bağlantısından güneye Çin, ve Hindistan’a kadar uzanabilecek, ayrıca, doğu batı yönünde Avrupa ve İngiltere’ye kadar uzanan bir diğer ticaret yolunu da şekillendirebilecektir.
n Keza, gene bu güzergah üzerinden Moskova’dan Anadolu, İran, ve Orta doğuya inen bir kuzey güney hattı ile ticaret yolları diğer yönden de uzatılabilecektir…Bu güzergah ise, daha güneye de inebilecek Afrika ile bağlantısı bile olabilecektir…
n Bu ticaret yollarının bir taraftan doğudan batıya, diğer yönden kuzeyden güneye inmesi söz konusu olması halinde küresel düzeyde ekonomik işbirliği ve çıkar beraberliği ulus devletlerin yapıları içinde şekillenebilecektir…
n Bu bağlamda, İstanbul’un kuzey, güney ve doğu batı irtibat yolları üzerinde bir liman kenti olarak durumu dikkate alındığında metropol bir şehir olarak ister istemez bölge için uluslararası konumu itibariyle FİNANS MERKEZİ özelliği kazanması da söz konusu olabilecektir…
Jeopolitik ve jeostratejik açılardan konuya küresel düzeyde bakıldığında ulusların çıkar alanları birbirleri ile örtüşmese bile, akılcı yaklaşımlarla, ortak çıkar alanlarının oluşturulması durumunda çözümlerin sağlanması, kısa, orta ve uzun vadeli politikalarla mümkün olabilecektir….
Güç değişkeni üzerinden yürütülmek istenilen zorlayıcı politikaların muhtemel sonuçlarının neler olabileceği yaşanan örneklerde kısa zaman aralıkları içinde izlenmiştir… ABD’in, Vietnam deneyimindeki başarısızlığı yanında, SSCB ‘in sonuç vermeyen Afganistan’ın işgali deneyimi de ortadadır… Irak faciası ise oynanan oyunun son görüntüsüdür…. Ülkeler artık bu tarz KOCAMAN SOPA POLİTİKALARININ hangi kapalı kapılar gerisinde ve hangi örtülü amaçlara göre planlandıklarının farkındadır !!! Son yaşanan güvensizlik ortamı da dikkate alındığında ve de bu süreç devam ettiği takdirde önümüzdeki yıllarda , ÇOK KUTUPLU DÜNYA genelinde ULUS DEVLETLERİN yeni bir BM. Güvenlik sahası oluşturması konusunda söz ve işbirliği arayışına gitmeleri de sürpriz olmayacaktır!!! 20/05/2010
ERGUN ÖZGEN
Bir yanıt yazın