ÇOK KUTUPLU DÜNYA DİNAMİĞİ İÇİNDE ABD. LİBERALİZMİNİN SOSYAL YAPI VE KÜRESEL POLİTİKAYA OLAN ETKİLERİ

ÇOK KUTUPLU DÜNYA DİNAMİĞİ İÇİNDE  ABD. LİBERALİZMİNİN SOSYAL YAPI  VE  KÜRESEL  POLİTİKAYA  OLAN  ETKİLERİ

Av. Ergun Ozgen

Turkish Forum Danisma Kurulu Uyesi

ÇOK KUTUPLU DÜNYA DİNAMİĞİ İÇİNDE  ABD. LİBERALİZMİNİN SOSYAL YAPI  VE  KÜRESEL  POLİTİKAYA  OLAN  ETKİLERİ - tara 2

Tarihi süreçte ,  ülkelerin  farklı kültür ve medeniyet  alanlarında   inançlarına yön veren  din, felsefi ve fikir  hareketleri , bunların  sosyal yapılarına olan etkileri  yönünden  siyasallaşan  sonuçlarına da yansımıştır.

Siyasi açıdan demokratik yaklaşımlar içinde, bireyin irade serbestisi yanında  kişilik  değerlerine  öncelik  vermek de  hedefler içinde önem kazanmıştır…Bu süreç güncelliği itibariyle  sosyal yapıların bütünselliğine  karşı giderek bölgesel  farklılıkları da öne çıkararak  ayrılıkçılığa destek veren siyasal oluşumları gündeme getirmiştir…Kısaca demokrasi  tanımı daha fazla özgürlük  talepleri içinde  etnik ayrımcılığa kadar  periferini genişletmiştir.

Özellikle ABD açısından konuya yaklaşıldığında, bireysel hakların en fazla savunulduğu bu ülkenin, liberal değerlerden yola çıkılarak  geldiği son nokta siyasi  açıdan  irdelenmesi gereken  özellikleri içermektedir.

ABD.’in sosyal yapısının temellerini  şekillendiren  ve bu ülkenin kurucu değerleri içinde yer almış olan  White Anglo Sakson  Protestan mirasının itici gücü önemli olmuştur. Bu tayin edici değerler  yapısında, İngiltere’den miras alınan  bireycilik  Amerika kıtasına taşınmış ve kurucu 13 koloninin  insanları  beraberlerinde bu liberal değerleri de  getirmişlerdir…

Bir diğer anlatımla, Amerika kıtasına göç eden ve püriten   özgürlükçü  liberal topluluklar  zaman içinde oluşacak olan  ABD. ‘in  siyasal yapısına şekil vererek  ilk sosyal grupları oluşturmuşlardır… Bu süreçte,

* İngilizler Virginia’da ilk sömürgelerini 1578 de kumuşlardır.   Fransızlar  Kanada’ya  1598 de yerleşmişlerdir. Bu sırada, Meksika, Peru ve Brezilya İspanyollar tarafından geniş  ölçüde istila edilmiştir….( Jacques Pirene   Dünya Tarihi    C.2. sf. 772)

*  XVII yüzyılın sonlarında, Fransızlarla İngilizler  arasında  Kuzey  Amerika’da  7 yıl  süren  paylaşım  kavgasının  sonucunda, Fransızlar Acadie  ve Newfoudland’ı ele geçirmek için  uzun  bir mücadele vermişlerdir. Sonuçta,  (1713)  yılında  Utrech    antlaşmasıyla  Fransa,  Hudson Körfezi bölgesini  Newfoudland   ve Acadiae’i  bölgelerini İngiltere’ye bırakmak zorunda kalmıştır…

Devam eden süreçte  ise, Anglo Sakson’ların   hakimiyeti yanında,  Avrupa kıtasından çeşitli nedenlerle ve  bu bağlamda mezhep farklılıklarındaki dini otoriteden  kaçarak  göç edenler, bir diğer yönden ortak inançlarını   baskıdan kaçışın  bireysel nedenleri ile birlikte kendi  değerlerini de  beraberlerinde getirmişlerdir. Kısaca,

…..Avrupa’yı dışlayarak  yeni kıtada yeni bir  sosyal yapı  kurmak amacıyla gelenler, Anglo Sakson gurubuna katılan  yabancı elemanlardan , Hollanda’lı, İsveç’li, Almanlar’ın,  Danimarkalılar’ın,  beraberlerinde getirdikleri  tüm değerler ile, Amerikan  toplumunun  ferdiyetçi karakterini bütün bütün kuvvetlendirmiştir….(Jacques Pirene  Dünya Tarihi..C.2…sf. 922)

Farklı sosyal yapılardan oluşan Amerikan  toplumunun  Anglo Sakson kültürel  karakteri ise, her şeye rağmen sosyal yapısındaki  ağırlığını kabul ettirmiştir…Temellerinde bireysel özgürlük  yatmaktadır…

Tümü  ile beyazlar için ön görülen özgürlük  anlayışının Afrika kökenliler için  geçerlik sağlanması  ise uzun mücadeleleri gerektirmiştir..

Püriten  liberal  değerlerine göre inanç özgürlüğünü  ve bireyciliği  esas alan Amerikan sosyal yapısı  içinde   kölelik kurumu önem ifade etmiştir. Bu ülkenin kuruluş yıllarından itibaren  kölelerin  bireysel hakları dikkate alındığında , söz konusu olan bu hakların  daha çok  White Anglo Sakson  Protestan  kültürü etrafında  kolonileşen , Avrupa’lılar için geçerli olduğunu  ortaya koymaktadır.

XVII  Asrın    ilk yarılarından itibaren  Amerika kıtasında da yansımasını bulan  kölelik  bu ülkedeki özgürlük  mücadelesinin bireyci değerlerinden nasibini  oldukça uzun yıllar sonra alabilmiştir…1691 yılından itibaren ,Afrika’dan zorla getirilen  bu insanların  ilk olarak Virginia’ya  çıkarılmış oldukları görülür. Kölelik ticaretinin  XVIII asır süresince  gene gelişerek sürdürüldüğü de tarihi gerçektir. Thomas Jefferson’un (1776 ) Bağımsızlık Bildirgesi  hatırlandığında , ön görülenler, Afrika kökenlilerin  kaderine  pek de etkili olmamıştır… Bir diğer yönden  gelişmeler  bu ülkede bireyci değerlerinin  güç faktörü  ile birlikte sosyal yapısına yansıması ise,  bir şekilde  Amerika’nın   siyasal oluşumundaki sosyo politik Darwin’izmi  de  ortaya çıkarmıştır.

Bağımsızlığı izleyen yıllardaki  sosyal yapıdaki gelişmelere bakıldığında  ortaya çıkmakta olan oluşumun ve gelişmenin yanındaki büyümenin    çok süratli  bir seyir  takip ettiği ayrıca görülmektedir.

Amerika’nın siyasal oluşumundaki bireyci teşebbüs,  ekonomik   çıkarları   esas alarak ve  bu ekonomik gücü ele geçirmek  suretiyle , politik  gücü de kontrol  etmeye yönelmiştir.  Politik  hedeflerin tayininde ve giderek sosyal yapının da şekillenmesinde ki bu siyasal süreçte coğrafyadaki  kaynaklara  hakimiyet  ihtiyacı  Başkan Monroe   dönemi sonrası  politikalarda giderek etkinlik kazanmıştır.

Amerika tarihi açısından federatif  yapısını hazırlayan  geçmişi hatırlandığında;

  • 1776 yılında ilk olarak Thomas Jefferson  tarafından ilan edilen  Bağımsızlık Bildirgesi ile  siyasi  mesajlarının verildiğini
  • Bu ülke halkının    İngiliz  kolonisi   olmaktan kurtulmasının hukuki sonuçlarının , bağımsızlık  savaşını takiben 1783  yılında , Versailles  Antlaşması ve Paris  Barışıyla  özgürlüklerinin elde edilmesiyle sonuçlandığını.
  • 13 Kurucu Koloninin, Birliğe katılmaları konusundaki irade beraberliğinin 1787-1790  yıllarında olduğunu ve ABD’in  federal geleceğinin  temellerinin bu şekilde atılmış olduğunu.
  • 1820  Yılına gelindiğinde, ülke sınırlarının Atlas  Okyanusu  kıyılarından , Missisipi  bölgesine kadar  genişletilmiş olduğunu.
  • Monroe doktrini ile “1823” Amerika  kıtasının Avrupa’nın yayılmacı  amaçlarının dışında tutulmasının amaçlandığı….
  • Bu genişleme sürecinin  coğrafyadaki  yansımasına bakıldığında ise:

–         1803 Yılında Lousiana’nın Fransa’dan satın alındığını.

–          1819 Yılında Florida’nın  İspanya’dan alınmış olduğunu

–          Meksika’nın elinde bulunan  Texas, New  Mexico ve California’ın  da 1845- 1848 yılları arasında ele geçirilmiş olduklarını

–         Ayrıca, 1846 yılında da İngiltere’den  Oregon Bölgesinin satın alınmış   olduğunu.

–         1867 yılında  ise, Alaska’nın , Rusya’dan  satın alınarak  Birliğe katılmış olduğunu.

–         1898 yılında  Küba’ın İspanyadan alınıp,  ele geçirildiğini

–         1959 Yılında ise, Hawai takım  adalarının birliğe dahil edilmiş  olduğu görülmektedir …

–          Diğer yönden,1860/1864  İç savaşı sonucu, ABD’in  federal yapıda  birliğinin temellerinin atılmasını sağlamış olduğu da ayrıca görülür….

Bu şekilde, ABD’in  federal devlet yapısını oluşturan coğrafi bölgelerin çok geniş bir alanı içine alacak şekilde, Atlas Okyanusundan , Büyük Okyanus’a  kadar uzanan  geniş bir coğrafi alanın   Birliğin  siyasi hudutlarını oluşturacak tarzda genişletilmiş  olduğu izlenimi  vardır.

Bu oluşum, ABD’in Federal yapısının temellerinde yer almaktadır. Sonuç olarak, ABD’in siyasal yapısının, tarihin çeşitli dönemlerinde  birliğe katılan  kolonilerin  bu suretle , zaman içinde  eyaletler niteliği alarak, Federal bir Devlet özelliği kazanmasına neden olmuştur. Bir diğer yönden ise, ortak irade içinde siyasal ve sosyal evrimde çıkar beraberliğini  amaçlayan bir güç birliğini de bu süreç oluşturmuştur.

Federal devlet yapısı ile ilgili olarak  şu hususun da  göz önünde bulundurulması gerekmektedir:

….fakat şu da unutulmamalıdır ki, federalizm sun’i   olarak   teşekkül etmez.Sadece yaşanan  gerçeklere uyan camialar hakiki bir muhtariyetten  faydalanabilirler… Tam  federalizm  devletlerin iç kadrolarına inhisar ettirilemez. Tam  federalizm hedefi devletleri daha geniş bir camia himayesi altına toplamaktır…..İsviçre ve ABD hükümet yetkilerinin bir iç  federalizm  yoluyla sınırlandığı  milletlere misal teşkil ederler . Bu devletler  her biri geniş istiklale sahip camiaların ( Amerikan  Devletleri, İsviçre Kantonları) birleşmelerinden teşekkül  etmişlerdir. Her camia idare edenlerin, federal iktidarı durduran çok önemli  yetkileri vardır…   “ Maurice Duverger Siyasi Rejimler   sf. 63”

ABD’in federal devlet  yapısında  ortak  çıkar  birliğinin  yer aldığı da  bir diğer gerçektir. Anglo Sakson kültürünün bireyci değerleri ile beslenen  bu süreç,  liberal ekonomik  koşulların ortaya çıkardığı ve zaman içersinde güçlü  bir finans  ile desteklenen  sanayi ve  sermayeyi elinde  bulunduran bir  sosyal kesimi oluşturmuştur.,Bu sosyal kesim giderek ekonomik ve politik   gücü de denetlemiştir…Buradan , siyasal  gücü  kontrol etmesi ise, gene bireyci politikaların sonucu  olmuştur.

Amerika’nın kendi kıtasında kendine yeterli olacağı görüşünde olan Başkan Monroe bir şekilde tarıma dayalı barışçı  bir Amerika’yı amaçlarken, diğer yönden de  XIX yüzyıl Avrupa sömürgeciliğinin  Amerika kıtasına  taşınmaması için malum MONROE doktrini “1823” ile kıtanın güvenliğini Avrupa’ya karşı sağlayabileceğini  düşünmüştür…

Ancak gelişen ekonomi koşulları, piyasanın genişlemesi  coğrafya üzerinden ki kontrol alanlarının  jeopolitik nedenlerle  gündeme gelmesine de neden olmuştur.  T. Roosevelt gibi  savaşçı politikacıların da desteği ile  ABD,Ana Karası dışındaki   kalıcılığını  Küba’da  İspanyollara karşı gerçekleştirmiştir.

Bu uygulama ,Monroe Doktrinine karşı ,askeri güç kullanılarak  deniz aşırı  bir askeri harekat olarak görülse de ABD ticari ilişkilerini  kuruluş yıllarında itibaren  coğrafyanın bilinen her noktasına ticareti taşımayı başardığı da görülmektedir….Bu süreçte ,  gerektiğinde   güç kullanmayı da  göze almıştır…Konu, 1798 yılında, Cezayir Dayısı’na   haraç vererek Akdeniz de  ticaret  imkanlarını sağlamasında başka boyutta  izlenmiştir… Keza, Amiral Perry’nin  1853 yılında  Japon  limanlarının  ABD’ne ticarete açılması konusundaki tehdit içeren silahlı baskısı da önemli göstergedir…. Bir diğer yönden   1905 yılında Çin’de başlayan  Boxer köylü ayaklanmasını bahane ederek gelişmelere  müdahil olmasında da asli amacı  görülür…Bu olayda , bölgeye asker çıkarak sömürgeci devletlerin safında yer almış olması , o tarihlerden itibaren bu ülkenin  politik hedefleri içinde  yayılmacılığın amaçlamış olduğunu da göstermektedir.

T. Roosevelt’in” 1901/1909” Başkan Monroe’nin  barışçı  politikalarına karşı kocaman sopa politikası,  literatürde daha sonra yer almıştır. Başkan  H. Taft’ın “1909/1913” dolar politikası ile  bu anlayış birleşince,  borç verilen ülkeler borçlarını ödemede zorlanınca ,  kocaman sopa politikası  bir şekilde devreye girer olmuştur…

Özellikle güçlenen ABD ekonomisinin  dünya  pazarlarından  pay almaya yönelik  politikaları  Birinci dünya  Savaşından sonra hızlanmıştır. Bu dönemde özellikle  üzerinde durulması gereken bir diğer husus  da  Woodrow Wilson’un    ortaya koymuş olduğu  prensiplerdir…

.

Wilson  prensiplerine “8 Ocak 1918” göre uluslararası  ilişkilerde  14 ilkeyi içeren  hedefleri  ileri sürmüştür. Buna göre:

  • Barış anlaşmaları açık ve şeffaf biçimde olmalı, gizli anlaşmalar yapılmamalıdır.
  • Karasuları dışındaki denizlerde dolaşım, savaşta ve barışta, özgür olmalıdır. Uluslar arası  antlaşmalara  uyulmasını sağlamak için genel veya bölgesel ablukalar oluşturulabilir.
  • Uluslar arasındaki bütün ekonomik  engeller kaldırılmalı ve serbest ticarete izin verilmelidir.
  • Uluslar, iç güvenliği sağlamaya yetecek miktarın dışında silahlanmamalıdır. Bunun  sağlanması için garantiler verilmelidir.
  • Dekolonizasyon sağlanmalı ve sömürge topraklarında  uluslara kendi kaderini belirleme hakkı verilmelidir.
  • Rusya topraklarındaki yabancı birlikler ayrılmalı ve devletlerin de yardımı ile Rusya’ya kendi gelişmesini sağlamak için her türlü imkan verilmelidir.
  • Almanya, işgal ettiği Belçika topraklarını boşaltmalı ve Belçika’da savaş öncesi  durum  yeniden  sağlanmalıdır.
  • Almanya, işgal ettiği Fransa topraklarını boşaltmalı ve Prusya’nın 1871’de  ilhak ettiği Alsace-Lorraine’i geri vermelidir.
  • İtalya’nın sınırları ulusçuluk anlayışına göre yeniden düzenlenmelidir.
  • Avusturya- Macaristan İmparatorluğu halklarına kendi  kaderini belirleme hakkı sağlanmalıdır.
  • Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılmalı ve Sırbistan’a denize açılma imkanı verilmelidir. Balkan devletlerinin sınırları ulusçuluk prensibine göre düzenlenmelidir.
  • Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı  tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir. Çanakkale  Boğazı, sürekli olarak, bütün milletlerin ticaret gemilerine açık olmalı ve  bu durum milletlerarası garanti altına alınmalıdır.

Wilson  Prensiplerinde de görüldüğü üzere    ticaret  yollarının  serbestliğinin  ve ABD’in  zaman içinde  dünya limanları üzerinden bütün deniz ve ticaret yollarını kendi çıkarlarına göre  en uygun şekilde kullanabilmesinin arayışını  vurguladığı da görülür.

Amiral Perry’nin  Japon limanlarını 1853 ABD ticaret gemilerine açması  konusundaki baskısı  diğer yönden  Başkan T. Roosevelt’in  jeopolitik açılım  politikası, daha sonra da Başkan Wilson’un  Prensipleri içinde  küresel yaklaşımların  ilk örneklerinin  şekillenmekte  olduğu somut olaylarda  olduğu kadar,  bu bağlamda  ayrıca, W. Bush’un  da kocaman sopa politikasını uygulamasıyla,  konu,  tekrar izlenmiştir…

1929  ekonomik krizinden sonraki sarsıntı dönemini takiben ,İkinci Dünya Savaşı sonrası hatırlandığında  bir dünya gücü olarak  bu ülkenin  siyasi coğrafyadaki yeri daha da güçlenmiştir.. Özellikle Wall Street   ve  FED üzerinden şekillenen finansal politikalar ile de, ABD’i  dünya ülkelerini, kendilerine  kabul ettirilen sistemle önemli ölçüde  bağımlı hale  dönüştürmüştür.

Bu sürecin sonunda dünya kaynaklarının önemli bir bölümü  ile uluslar arası  finans alanları dahil  olmak üzere  ABD denetimine girmiştir. Bu ülkenin siyasal yapısının  temellerindeki  değerler içinde, 19 yy. sonlarında   esasları Cumhuriyetçi Senatör  Mark Hanna    tarafından ileri sürülen ekonomik çıkar birliği anlayışının etkileri de önemlidir. Bu anlayışın günümüze kadar süren  ortak  çıkarların korunması  yolu ile birlik anlayışının güçlendirilmesi  ülkenin sosyal yapısında  yer almıştır. Sonuç olarak liberal  değerlerle birlikte,siyasal  yapıya da yön  veren bu anlayışla  ABD  gücünün sınırlarına gelmiştir.

Büyüyen ekonomisi ile birlikte artan ihtiyaçları dünya   kaynaklarına  olan talebini de arttırmıştır.  Bir dünya devleti olarak, ikinci dünya savaşından sonraki gelişmeler içinde etki alanını daha da genişletmiştir. Güç merkezlerinin  gelişen dünya koşulları içindeki konumları da dikkate alındığında,  bu defa da AB yapısında şekillenmeye çalışan Avrupa ülkeleri kadar diğer potansiyel güç merkezleri de  ayrı  birlik yapılarında  ABD’in hegemonyasına karşı arayışlara girmişlerdir. Özellikle ABD’in  küresel  düzeyde finans üzerinden rezerv para politikaları ile sürdürmeye çalıştığı  hakimiyet  bu süreçte  önce, Avro, Dolar  çatışması üzerinden  ilk mücadelesini vermek zorunda kalmıştır… Bu süreç devam etmekte olup, dünya genelinde ABD’in finans üzerinden uygulamaya çalıştığı  finansal  hakimiyet  politikaları küresel düzeyde  çeşitli  muhalefet alanları ile  bilindiği üzere coğrafyanın değişik alanlarında  karşılaşmaya devam etmektedir…

ABD’in,  politik hedeflerini değerlendirirken  geleceğe dönük  ön görüleri içinde  farklı faraziyelerle muhtemel  çözüm arayışları içinde olduğu da görülmektedir. Yeni dünya düzeni konusundaki   hedeflerini  belirlerken de  bazı  unsurları dikkate aldığı  görülmektedir. Bu  bağlamda,

ABD en azından 2025 yılına kadar kendisine karşı tavır alabilecek ittifakları

engellemeyi  ön görerek şu hususları  gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır…

  • Terörist hareketlerin  ABD  çıkarlarına  yönelik  tehditlerine  karşı  her türlü  önlemleri almayı
  • Savunma gücünün  devamı açısından  dünya genelinde  TELEKOMİNİKASYON  sistemlerini kontrol etmek  ve uzayı denetiminde tutarak dünyayı kontrol etmeyi
  • Dünya genelindeki stratejik  önemi olan  SU ve ENERJİ  kaynaklarını  kontrol ederek  bu kaynaklara  ihtiyacı olan  ülkeleri  denetiminde tutmayı
  • Liberal ekonomi koşullarını  destekleyerek  dünya piyasaları üzerindeki  finansal etkinliğini devam ettirerek  borç  veya  kredi yolu ile ekonomileri bağımlı hale gelen  ülkeleri bir taraftan  mali denetimde  tutarken,diğer yönden  de finans  gücü ile  siyasal dayatmalarını gerçekleştirebilecek politikaları   uygulamayı…
  • Büyüyen finans  kaynaklarını pazarlamak için gereken durumlarda  kontrol edilebilir  kriz alanlarından yararlanmayı ,kriz alanları yoksa kontrol edilebilir kriz alanları yaratarak  IMF, Dünya Bankası üzerinden finans  pazarlamasını yapmayı  amaçladığı yaşanan olaylarda peş peşe  izlenmiştir…

ABD yönünden, küresel kontrol stratejileri içinde  ve amaçladığı hedefler kapsamında özellikle serbest  piyasa ekonomisi ile özelleştirmelerle  enerji  ve su kaynaklarını,  ayrıca da telekomünikasyon   sistemlerini ne şekilde  denetimi altına aldığı  bilinenler içindedir. Konu sadece serbest piyasa ekonomisi koşullarının olmasının ötesinde mevcut sistemin dolaylı olarak  denetiminin el değiştirmesi  ile ilgili olduğu kanaatını uyandırmaktadır. Su kaynakları açık şekilde  hedefler içinde görülmektedir. Enerji ise, çok daha kapsamlı bir stratejinin boyutları içinde değerlendirilmesi gereken bir husustur.. Finansal yapı ise, rezerv para politikaları kapsamında  küresel düzeyde  bölünmeler göstermekte  ve yeni para birimleri üzerinden yorumlar yapılmakta, ayrıca,  ulusal paralar üzerinden de dış ticaretlerin yapılmaları konusunda yeni görüşler gündeme  gelmektedir…

Özellikle, dünyanın temel ihtiyaç maddesi üzerinde şekillenen  enerji  politikaları içinde petrol ve bu petrol  kaynaklarının  kontrolu için  bazı ana unsurlar öne çıkmıştır.

  • Birincisi küresel düzeyde petrol üretim alanları üzerinde  hakimiyetin  tesisi
  • İkincisi  üretim alanlarından petrolün güvenilir güzergahlardan pazarlara sevki.
  • Üçüncüsü Rezev para olarak Petro/dolara karşılık oluşturacak şekilde bu finansın geleceğinin  korunması
  • Ekonomik gücün ötesinde gerektiğinde KOCAMAN SOPA POLİTİKASINI uygulamak  üzere  askeri gücün etki alanının genişletilmesi

Bilinen petrol kaynaklarından, Venezuela, İran, RF ve Orta Asya petrollerinin dışındaki diğer kaynaklar üzerinde batılı şirketlerin  kesin kontrolları oluşmuştur. Bu kaynaklar üzerinde  batılı şirketlerin üretim hakları olmakla  birlikte esas sorun  gerek doğal gaz ve gerekse  petrol nakliyesinde güvenilir güzergahların batının çıkarlarına uygun şekilde oluşturulmasıdır…Dünya genelinde enerji rezervlerinin %68 Orta Doğu , Hazar, ve Orta Asya bölgelerinde bulunması, coğrafi ve etnik nedenlerle  kontrolün  sağlanması ,ABD hedefleri yönünden zorluklar yaratmaktadır…

Gerek Hazar Bölgesi ve gerekse RF ile  Orta Asya kaynakları üzerinden düşünülen  enerji nakil  hatlarında  “ENERJİ GÜVENLİĞİ GÜZERGAHI “ ise ayrı bir önem ifade etmektedir… Özellikle ABD ve AB yönünden  bu güzergahların tümünün  RF denetiminde olması rahatsızlık nedenidir. Diğer yönden, Asya petrollerinin Çin’e yönelik bir diğer güzergah  oluşturması da  ABD politik tercihleri ile bağdaşmamaktadır…

Politik hedeflerin tayininde  finans ve petrolün  sağlayıcı  unsurları  bu denklemde kaçınılmaz olmuştur. ABD ‘in bütün uğraşısına rağmen  enerji hatlarının  tümünün  kendi kontrolüne girmediği de görülmektedir. Bu bağlamda coğrafya üzerinde ki  gelişmelere ayrı   ayrı bakıldığında,

*RF üzerinden batıya dönük enerji hatlarının kendi kontrolünde  Hazar  denizi  Kuzeyinden  merkezi Avrupa’ya kadar   uzanmakta olduğu

*  Kuzey  Sibirya petrolleri konusunda  Murmansk üzerinden ABD ‘ye petrol naklinin   ABD ile RF arasındaki  müzakerelerin sürdüğü, bu güzergahın da kontrolünün RF olacağı

* RF gene  kendi kontrolünde  olmak üzere Baltığa  açılan limanı Primorsk  üzerinden Batlık denizi yolu ile  Almanya’ya  enerji naklinin projelendirildiği

*  RF  ile Türkiye arasında Mavi Akımdan başka,Samsun Ceyhan boru hattının tesisi konusunda alternatif  hedeflerin öne çıkmakta olduğu, bu hattın da çıkış noktasına göre kontrolün RF olacağı

*  Ayrıca gene RF doğuya yönelik  enerji güzergahlarına dikkat edildiğinde , bu ülkenin Sibirya’daki  petrol    yataklarından  ürettiği  petrollerin bir kısmının Kuzey Kore ile Çin ve Japonya  pazarlarına  ulaştırmak üzere,  Kozmino limanından yararlanmayı amaçladığı da anlaşılmaktadır  ki,  bu güzergah da RF denetiminde olacaktır…

*  Diğer yönden Batı pazarlarına  hitap etmek üzere ,gerçekleştirilmiş bulunan Bakü, Tiflis Ceyhan  güzergahı ile Kerkük Yumurtalık  enerji hattı da  batıya  yönelik olmakta olup, batı yönünden, enerji güvenliği açısından  güvenilir bir hat niteliğini taşımaktadır…

Batının  kontrol altına almayı  amaçladığı  enerji  güzergahlarına bakıldığında

  • Hazar Denizi  güneyi enerji yolları  gerek Suudi Arabistan’ın ve  gerekse  Körfez Emirlikleri ile , işgal sonrası da  Irak petrollerinin denetim ve kontrolleri  ABD,  diğer  ifade ile  batının denetim ve kontrolündedir…
  • İran bu  konuda  kendi insiyatifine göre   bir  politika izlemekte ve  enerji güvenliği açısından  da ABD  ile ters   düşmektedir. Bu güzergah batı için sorunludur…
  • İran’ın enerji güzergahları konusunda  doğuya yönelik olan projeleri  içinde,Hazar ‘dan  Pakistan ve Hindistan’a yönelik  boru hatları ise, ABD ile  uyumlu  değildir.
  • Diğer yönden gene İran’ın  Hazar Denizi’nden  Basra Körfezine çıkışı olan  Kharg Adasına uzanan   proje  de  bir  İran projesi olarak görülmektedir…
  • Bir diğer yönden İran Doğal Gaz  bağlantısının Türkmenistan ile  de gerçekleştirmiş olduğu görülmüştür..
  • Hazar doğusu ile  ilgili olan  güzergahlardan  Türkmenistan ile  RF arasında  yer almış olan  enerji hattı da  bağlantısı da gerçekleşmiştir…
  • Diğer yönden Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan’dan Çin’e uzanan  bağlantı da  bir Çin projesi olarak ortaya çıkmıştır…
  • Özetle, ABD ‘in denetimi dışında şekillenmeye başlayan ve Hazar bölgesinden güneye  ve doğuya yönelik,  Hazar  Denizinden İran’a, Hazar Denizi’nden  Pakistan’a, Hazar Denizinden  Çin’e,   şimdilik ertelenmiş olarak görülen RF. Angarsk’den Çin’e  yönelik projelerin  söz konusu olacakları da görülmektedir.
  • ABD’in enerji güzergahlarının doğuya dönük olanlarını  mevcut koşulları,   bu ülke yönünden  sorunludur ve denetimleri  kolay değildir…
  • Halen Afganistan’daki varlığının da benzer  koşullar ile bağlantılı olduğuna ilişkin görüşler  giderek güçlenmektedir. Bu bağlamda,

* ABD’in  Türkmenistan  doğalgazının kendi kontrolünde  Pakistan’ın   Gvadar  limanından  taşınabilmesi için  bu limana ihtiyacı  olacaktır. Ancak bu topraklar Belücistan  toprakları olup, ABD bu bölgeyi Pakistan’dan koparmanın yollarını aramaktadır.

* Afganistan’daki ABD varlığı, bir taraftan İran’ın  Pakistan’a pazarlamayı amaçladığı enerjiyi  engellemesi  yanında, Türkmenistan  DG. Kendi kontrolünde  Gvadar’a  aktarmayı amaçladığının karinelerini güçlendirmektedir. Diğer taraftan ise,Çin’in Batısında bir  güvenlik alanı oluştururken ayrıca da  Orta Asya, ve Hazar bölgeleri Enerji alanlarına yavaş şekilde sokulmanın   yollarını aramaktadır.

Enerji güzergahları konusunda, doğu, batı ,kuzey, güney istikametleri  dikkate alındığında, Hazar’ın  batısındaki  Bakü, Tiflis  Ceyhan hattı ile, Yumurtalık hattının batı için  önemi  daha da öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, NABUCCO projesinin de   enerji yollarının güvenliği itibariyle geleceğinin stratejik tercihleri yönünden ,Avrupa için önemi bir kere daha öne çıkmaktadır.

Gelişmeler içinde 11 Mayıs 2010  Türkiye’yi ziyaret  etmiş bulunan RF  Cumhurbaşkanı  Medvedev  ile ön görülen ortaklıklar kapsamında,

* Samsun,  Kavkaz  limanları arasında  tren feribot seferlerinin düşünüldüğü

* Samsun Ceyhan ham  petrol boru hattının oluşturulması

*Ankara ve Moskova’da  kültür merkezlerinin kurulmaları

* Ortak üniversite kurulması

* 30 günlük ziyaretler için vize muafiyetinin sağlanması

* Enerji konusunda Güney Akım,  Mavi Akım dışında  nükleer santral   yapımı

* Her iki ülke arasında üst düzey   işbirliği konseyi oluşturulması ile birlikte toplam 17 ayrı konuda  anlaşmanın olması ön  görülmüştür.

Bu süreç, Türkiye yönünden  AB ve ABD  yapısında  DOĞU, BATI istikametindeki  yakınlaşmanın  ötesinde ,  KUZEY, GÜNEY yakınlaşması ile zamanla enerji  güzergahlarının güvenliğini de kapsayacak  şekilde önem kazanabilecektir..

ABD dünya  petrolünün %25 tükettiği bilinmektedir . Aynı zamanda küresel  denetim de finans üzerinden rezerv para stratejisi ile” petro/ dolar” denklemi ile  de konu bağlantılıdır….

ABD’in  halen 20 milyon varil/gün olan ham petrol tüketiminin 2020 yılında 27,5 milyon varil/gün olacağı tahmin edilmektedir. Bu bağlamda ayrıca, gene ABD’in 765 milyar m3 olan doğal gaz tüketiminin de 2020 itibariyle 1.020 trilyon m3 ulaşacağı var sayılmaktadır…(Kaynak : USEDGR. 2001, Üşümezsoy ve Şen .Dr .Şamil Şen   4 Ağustos Akşam)

Özetle,  %68 Petrol ve %35 doğal  gaz  rezervlerinin Orta Doğu ve Hazar alanı ile  Orta Asya’daki  yoğunluğu dikkate alındığında,  petrole  bağımlılığı olan ülkelerin politik hedefleri içinde bu bölgelerin önemi artmaktadır. ..

Dünya genelinde  petrol ve  doğal gaz alanlarının durumu,  ABD’in stratejik tercihlerinde de coğrafyanın bu  bölgelerine olan ilgisi netleştirmektedir… Bir dünya gücü olarak bu ülkenin  tüm jeopolitik  doktrinleri kullanarak  geliştirdiği jeostratejik  yapılanmalara bakıldığında ,denizlerin kontrolünden, karaların kontrolüne, ve son olarak da hava ve uzayın kontrolünden, dünyanın kontrolüne  ECHELON AĞI  sistemini de kullanarak  bir denetim üstünlüğünü ,  taklit edilemez teknolojik avantajı ile sağlamaya çalışmaktadır…

Her şeye ve bütün üstünlüğüne rağmen ABD, bir noktada İNSAN FAKTÖRÜNÜ  atlamaktadır….Son dönemlerde yaşanan askeri operasyonlarda, bu faktörün önemi de ayrıca ortaya çıkmaktadır

Stratejik açıdan küresel kontrol  hesaplarını yaparken, güç değişkeni içinde ABD silahlı kuvvetlerinin dünya genelindeki konuş alanları ve  askeri sorumluluk bölgeleri de  bu kontrolün temini için önem kazanmıştır.

Dünya gücü durumunda olan bu ülke, ekonomik yapısının üzerinde şekil aldığı PETRO/DOLAR ekseninin zaafa uğramaması için  askeri gücünü  küresel düzeyde örgütlemiştir.  Bu  gücün  komuta kontrol sorumluluk alanlarına bakıldığında,

*    Merkezi Colorado’da bulunan  Kanada ve Meksika bölgelerini  kapsayan   KUZEY

KOMUTANLIĞI olup,  karargahı Colorado Springs’tedir

  • Güney Amerika  bölgesini sorumluluğu altında tutan  GÜNEY KOMUTANLIĞI  Karargahı   Florida  Mac Dill hava üssüdür.
  • Pasifik bölgesi ,Çin, Hindistan ve Kuzey Kutbu ile Antartika bölgesine kadar  uzanan bölgeden sorumlu   PASİFİK KOMUTANLIĞI olup,.karargahı  Hawai dedir
  • Ortadoğu ve Afrika kuzeyinden sorumlu MERKEZ KOMUTANLIĞI ’ın . Karargahı Florida Mac Dill dedir…
  • Avrupa ve Rusya dahil   bu bölgenin sorumluluğu  AVRUPA KOMUTANLINDA  olup, yakın doğu ve Afrika da bu komutanlığın sorumluluğu içinde görülmektedir karargahı  NATO KUVVETLERİ  KOMUTANLIĞINDADIR.
  • Karargahı Nebraska Offutt üssünde bulunan  STRATEJİK KOMUTANLIĞI  nükleer güçlerin kullanması, uzay operasyonları ve enformasyon savaşlarından sorumludur…

Karargahı, İllinois’te Scott  hava üssünde bulunan  ULAŞIM KOMUTANLIĞI olup,   ulaşım koordinasyonundan da sorumludur…

  • Özel kuvvetleri bünyesinde toplayan ve karargahı Florida  Mac Dill hava üssünde

Bulunan  ÖZEL OPERASYONLAR KOMUTANLIĞI  ( 40.000 kişilik bir  kuvveti bulundurmaktadır)

  • Karargahı Virginia Norfolk’ta bulunan  ve  müttefiklerle ortak operasyon kabiliyetlerini geliştirmekten sorumlu  ORTAK KUVVETLER KOMUTANLIĞI…olmaktadır.

( Büyük Oyunu Anlamak Yves Lacoste…sf.49 )

Dünya güç merkezlerinin  durumları genel olarak  hatırlandığında,   ABD, AB, RF, ÇİN, JAPONYA, HİNDİSTAN, LATİN AMERİKA   ülkelerinin , ayrı birer etki odağı olma  sürecine girdikleri görülmektedir. “ Konu , yukarıdaki  diyagramda  özetlenmiştir.”

ABD açısından küresel kontrolün  denetiminde kalması,  ekonomik baskı unsurlarının yanında askeri caydırıcılığı da  gündeme getirmektedir…Bu konuda farklı faraziyeler içinde muhtemel durumlar da dikkate alındığında ABD’in  bilinen ittifak paktlarının dışında küresel düzeyde oluşturmuş olduğu komutanlıklar  çeşitli faraziyeler düşünülerek ortaya konulmuş gibidir…  Bu bağlamda ABD’in denizleri kontrol ederek  kıtaları kontrol etme konusunda DENİZ KUVVETLERİ  gücünün, yani,” DONANMASININ “ konuşlanmasına bakıldığında

  • Atlas Okyanusunda ABD  “doğu sahilleri “1 ve 2. Filo Komutanlıkları
  • Büyük Okyanus ABD “Batı Sahilleri” güvenliği için 3 ve 4 Filo Komutanlıkları
  • Hint Okyanusunda 5. Filo Komutanlığı
  • Akdeniz’de  6. Filo Komutanlığı
  • Büyük  Okyanus’ta  ayrıca 7 Filo Komutanlığı  genel durumları itibariyle  görülmektedir

Deniz kuvvetleri kadar Hava Kuvvetlerinin de  ikmal ve destek için  yararlandıkları  ANA ASKERİ ÜSLER dikkate alındığına, “

  • Pasifik  bölgesinde : “ Japonya, Okinava Adası,  Mariana Adaları, Guam  Adası, Marshall Adaları,  Midway Adası, Hawai Adası, Samoa  Adası”
  • Atlantik bölgesinde:  Guantanamo, Panama, Sao Tome  üsleri
  • Hint  Okyanusunda : Diego Garcia,  Afrika Boynuzu
  • Hava üslerinin genel  durumları ise: Honduras, Ekvador,  Porto Riko (ABD),  Azor Adaları,Grondland “Thule”, Norveç,  Büyük Britanya, Hollanda,  Almanya, İspanya İtalya, Macaristan, Yunanistan, Türkiye, Güney Kıbrıs “İng.”, Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar , Afganistan,” Özbekistan, Kırgızistan  sorunlu  olan üslerdir”… Singapur, Tayvan, Avustralya…olmaktadır… (  Büyük  Oyunu Anlamak  Yves La coste  sf. 31, 47)

ABD silah altında bulundurduğu askeri gücün 1.400.000 kadar olduğu literatürde geçmektedir. Gene Lacoste’un açıklamalarına göre, bu askeri gücün  askeri üsler  yapısındaki genel dağılımı da  şu şekildedir… Küba Guantanamo’da  1.500 kişi,  Almanya’da 74.000 kişi,    Bosna ve Makedonya’da 5.000 kişi, Mısır’da 1.500 kişi, Irakta 138.000 kişi, Afganistan’da 10.000 kişi, Güney Kore’de 41.000 kişi, Japonya’da 40.000 kişi, Filipinler’de 1.100 kişi olarak görülmektedir…. Ana üslerin dışında diğer üsler de dikkate alındığında  dünya genelinde ana üslerden başka , yüzlerce irili ufaklı askeri üslerinin  bulunduğu da görülmektedir..

Bu kuvvet miktarları  değişen koşullara ve kriz bölgelerinin  yer değiştirmelerine göre değişmektedir… Halen Irakta  kalmış bulunan   90.000 askerden 40.000 ‘in  de  Eylül 2010  kadar çekilecekleri  ön görülmektedir….

Amerika’nın taklit edilemez teknolojisi içinde önemli yeri olan uzayın kontrolu üzerinden  dünyanın kontrolünün sağlanması stratejisinde  en önemli unsurlardan biri de  ECHELON AĞI üzerinden sağlamakta olduğu  iletişimin denetimi olmaktadır… Bu konudaki uygulamaya bakıldığında:

“ …Bu elektronik dinleme ağı 1948’de, Soğuk Savaş’ın başlangıcında kuruldu. Dünya çapındaki Anglo-Sakson ülkeleri (artı Almanya, Danimarka, Norveç ve  Türkiye) olarak  gruplandırılıyor. Günde 3 milyar veriyi “telefon ve uydu görüşmeleri” elden geçiren sistem, 11 Eylül 2001’den sonra öncelikle terörizm karşıtı mücadelenin hizmetine sokulmadan evvel ekonomik bilgileri toplamaya“ANGLO SAKSON ŞİRKETLERİNİ DESTEKLENMESİNDEN  ŞÜPHENİLECEK DERECEDE”  yönlendirilmiştir…. “ ( Büyük Oyunu Anlamak  Yves Lacoste sf.48.)

Dünya genelinde telekomünikasyon sistemlerinin özelleştirilmeleri konusundaki siyasal  tercih  ve ısrarların bu zeminde irdelenmesi de gerekmektedir…

ECHELON AĞININ  küresel düzeydeki konumuna  bakıldığında :

  • ATLANTİK BÖLGESİ AMERİKA DİNLEME SAHALARI
  • PASİFİK BÖLGESİ AMERİKA DİNLEME SAHALARI
  • KANADA BÖLGESİ  DİNLEME SAHALARI
  • İNGİLİZ DİNLEME SAHALARI
  • AVUSTRALYA DİNLEME SAHASI
  • YENİ ZELANDA DİNLEME SAHASI

Bu sahalar  çeşitli üslerdeki dinleme merkezleri ile bağlantılı olarak küresel düzeyde  işlevlerini sürdürmektedirler….

Dünya dengesinde giderek bir diğer güç merkezi olarak  öne çıkmakta olan Çin’in  de   2003 yılı itibariyle  kendi ana karasında konuşlandırmış olduğu  askeri gücü  ana hatları ile aşağıda özetlenen  şekilde ifade  edilmektedir…Ayrıca, Çin’in petrol ihtiyacının %40 nı Orta Doğudan temin ettiği düşünülürse bu ülkenin  halen bir açık deniz politikası görülmemekle beraber,  önümüzdeki yıllarda bu gücün gerek  Büyük Okyanus, ve gerekse Hint Okyanusunda bayrak göstermesi de beklenilmelidir… Bu ülkenin kara gücü içinde,

  • Lanzhou  bölgesinde 228.000 kişi
  • Pekin bölgesinde 300.000 kişi
  • Şenyang bölgesinde 250.000 kişi
  • Çengdu  bölgesinde 180.000 kişi
  • Jinana bölgesinde 190.000 kişi
  • Guangzu bölgesinde 180.000 kişi
  • Nanjing bölgesinde 250.000 kişiden oluşan bir kara kuvvetleri yapısında yer almaktadır

Bir diğer yönden ve genel durum itibariyle ülkelerin  silahlanmaya  yaptıklar harcamalara bakıldığında, Stokholm Uluslararası Barış  Enstitüsü ( SIPRİ)’in son verilerine göre:

  • ABD. 607 milyar dolar
  • Çin   84,9 milyar dolar
  • Fransa   65,74 milyar dolar
  • İngiltere  65,35  milyar dolar
  • RF.     58,6 milyar dolar
  • Almanya 46,87 milyar dolar
  • Japonya 40,69 milyar dolar
  • Suudi Arabistan  38,2 milyar dolar
  • Hindistan 30 milyar dolar….. olarak görülmektedir..

Brezilya’nın ise, son senelerde  silahlanmaya  önem verdiği, Fransa’dan 12 milyar dolar  civarında silah satın aldığı ve  Hava kuvvetlerin de güçlendirmeye çalıştığı basında yer almaktadır…

Ayrıca, nükleer silahların  sınırlanmaları ile yapılması düşünülen  Nisan 2010  içindeki   Nükleer Güvenlik  Zirvesi  kapsamında   ön görülen hedeflerin tartışılmasından önce  ülkelerin  mevcut  nükleer başlıklarının durumları da  şu şekildedir….

  • ABD  yönünden 1991 de imzalanmış olan  Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşmasına “ START ‘a” göre,   elindeki nükleer başlıkların  5113 adet  olduğu…
  • RF  2008 Temmuzuna kadar  START koşulların göre 4138 olmasının gerektiği…
  • Fransa’nın 2008 Eylülüne kadar savaş başlıklarını 300’e indirmiş olduğu
  • İngiltere’nin  mevcut başlıklarının 200 civarında bulunduğu
  • Çin’in muhtemelen  400 kadar stratejik ve taktik başlığa  sahip bulunduğu
  • Hindistan’ın 100 kadar savaş başlığı  üretme kapasitenin olabileceği
  • Pakistan’ın da  40/50 civarında  başlık üretebileceği
  • Kuzey Kore’nin  nüler başlık üretebilme kapasitesine ulaştığı
  • İsrail’in 100/200 civarında başlık üretebilme kapasitesinin bulunduğu   basına yansıyan değerlendirmeler içinde yer aldığı görülmüştür…
  • Nükleer silah yarışının zaman içinde diğer ülkelere de yayılabileceği  farklı değerlendirmelerde yer almaktadır…

Nükleer  başlıkların sınırlanması konusunda uluslar arası arayışlar sürerken ,konvansiyonel  silahlanmanın ters orantılı olarak  artışı da dikkate değerdir…Nükleer  silahların  azaltılması konusunun Başkan Obama’nın   öncülüğü yaptığı Nüklere Güvenlik Zirvesi ile  Nisan 2010 başlarında  tekrar gündeme gelmiş olması, bu kitle tahrip gücünün giderek dünya genelinde yaygınlaşarak  kontroldan çıkmış bir dünyada, nerede, ne zaman ve ne şekilde  kimlerin elinde  bir tehdit oluşturabileceğinin hesap tutmaz durumu ile ilgili olduğudur….

Hatırlanacağı üzere,  Balistik füzelerin sınırlanmaları konusunda ABD ile  SSCB arasında 17 kasım 1969  ve 26 Mayıs 1972  tarihlerinde “SALT I “ anlaşması ile bir ilk oluşturulmuştur…

Bunu takiben gene ABD ve SSCB. Arasında 18 Haziran 1979  tarihinde “ SALT II “ Anlaşmasıyla  balistik füzelerin sınırlanmasına gidilmesi de amaçlanmıştır…

Sürecin kısmen  kesintiye uğramasında ise, bu  güne kadar  ortaya çıkan gelişmeler dikkate alındığında ,  SSCB dağılmasından sonra, ABD’in TEK KUTUPLU DÜNYA politikasında ısrar etmesi önemli olmuştur…. ABD’in,  KOCAMAN SOPA POLİTİKASINI  uygulamaya koyması   sonrası, güvensizlik  politikalarının tekrar ortaya çıkması , başlıca nedenler içinde yer almıştır…

Bu açıdan bakıldığında, Tek Kutuplu Dünyadan, Çok Kutuplu  Dünya politikalarına kayış, güç dengelerindeki oynama ve    bu süreçte,   güçler arası dengenin  tek kutuptan yönetilemeyeceği gerçeğinin anlaşılması,  nükleer güvenlik konusundaki   12/13 Nisan 2010” tahinde yapılan   Nükleer Güvenlik Zirvesini gündeme taşımıştır .Bir diğer ifade ile dünyanın nükleer silahlardan arındırılması sürecini  ve  gereğini bir şekilde  çok kutuplu denge politikası zorlamıştır…

Konuya başka açıdan bakıldığında,  dünya GSMH 61 Trilyon dolar olduğu bilinmektedir.

Bunun içinde silah sanayinin 1 trilyondan fazla bir payı vardır…. Yalnız  turizm sektörünün payının 3 trilyon dolardan fazla olduğu kabul edilirse, ve borsalar yapısında birbirinin içine girmiş bulunan  tüm mal ve hizmetler sektörlerinin çıkar ilişkileri düşünülürse, pazar ekonomisinin  beklentisinin  her ortamda güven ve  istikrar olacağı açıktır…

Çok kutuplu dünya dengesi içinde, küresel kontrolün  tek bir merkezden denetiminin o kadar kolay olamayacağı da giderek ortaya çıkmaktadır…Nükleer silahların korsan girişimlerde kullanılabilmeleri ihtimali ise, bu süreçte başka yönlerden   gündeme gelmektedir…  Terör olayları da değişen dünya koşulları içinde bir diğer yönü ile, asimetrik savaş  yapısında İNSAN  FAKTÖRÜNE   DAYALI   OLAN süreç, tartışma konusu olmaktadır……

Özetle, topyekün bir savaşın   piyasaları ne hale getirebileceği  ve finans üzerinden kurgulanan bir siyasal denetimin de bundan böyle  kolay sağlanamayacağı ortaya çıkınca   bölgesel çatışmalar üzerinden  denetim arayışları söz konu  olmaktadır…. Bu yaklaşım ise, bölgesel veya ulusal alanda  önce terör ve gerilim yaratmak, hedef toplumları istikrarsızlaştırmak, daha sonra BM  karar alarak  uluslar arası kuvvet yapısı görüntüsünde  kurtarıcı  olarak hedef ülkeyi işgal etmek  şeklinde  ifadesini bulmaktadır….Afganistan ve Irak’ta  yaşananlar  canlı örnekler içinde yer almıştır…

Bu mantık içinde sınırlı savaş konusunda Kissinger   şunları söylemektedir….

(…. Eğer hür dünya yavaş, fakat bir erozyondan kurtulmak istiyorsa, lokal savunma savaşlarına hazırlanmalı ve bu savaşlar için  gerekli  önlemler alıp, ordular kurulmalıdır …Ahmet Akif  Mücek Asimetrik Savaş ve Provakosyon Süreci   sf.49 )

Yukarıda ifade edildiği üzere,  bir    hiper güç olarak  ABD’in küresel kontrolü elinde bulundurabilmek için   sosyal yapısından çıkan siyasal oluşumunun  güç değişkenleri  iyi tanımlanmalıdır…Gerek ekonomik yönden, gerekse politik ve askeri yönlerden etki alanlarına rağmen  çok kutuplu dünya  yapısında bu değişkenlerin de etkilerinin sınırlanmaya başladığı görülmektedir. FİNANS üzerine inşa edilmiş bulunan EKONOMİK GÜÇ, POLİTİK GÜÇ,  ASKERİ GÜÇ, KÜLTÜREL GÜÇ,  VE TAKLİT EDİLEMEYECEK TEKNİK GÜÇ  unsurlarının  FİNANSIN  küresel etkinliğinin devamı ile orantılı olduğu  bütün ülkeler tarafından öğrenilmiştir… Halen örtülü savaşta bu alanda sürmektedir… Nükleer güce dayalı dayatmaların geri tepen bir silah olacağı da anlaşıldığından,, ülkeler savunma harcamalarında konvansiyonel silahlara ağırlık verir duruma gelmişlerdir…

ABD kendi kontrol stratejisinin bu güç dengelerindeki kaymaları da dikkate alarak  ASKERİ GÜÇTEN önce YUMUŞAK GÜÇ  değişkenini psikolojik savaşın bütün kurallarını kullanarak öncelikle  National Security Agency  ( NSA )  uygulamaları ile küresel  yapıyı  denetlemek istemektedir…

Genellikle hedef görülen ülke içeriden iç sorunlar ile o ülke  yumuşatılmakta, inanç veya etnik farklılıkları  kullanılarak   ayrıştırılan toplumun iç dinamikleri de  işlevsiz hale getirildikten sonra, çıkan çatışmalar bahane edilerek  BM  kararları üzerinden  müdahale imkanları aranmaktadır… Bu konuda ,Ahmet Akif Mücek’in  “Asimetrik Savaş ve Provakasyon Süreci” adındaki kitabında şu tespitler  görülmektedir….

*    Amerika’nın  “Ayaklanmaları Bastırma” kitapçığı CIA’nın 1950 lerden itibaren yürüttüğü “İstikrarsızlaştırma Operasyonları Manifestosu”…(.6, 7 Eylül olayları, Kanlı  Pazar, Maraş katliamı, 1” Mayıs katliamı ….)    Trabzon’da Rahip Santoron cinayeti, Hrant Dink’e  süikast, Malatya’da  Zirve Yayınevi  saldırısı…. Sf….10/11

*    Amerikan  emperyalizmi çıkarlarını korumak üzere, Amerikan “ideallerini” benimsemiş, uygun kadroların yetiştirilmesine büyük önem vermektedir….sf.24

*    Eski CIA ajanı Philip Agee , sömürge ülkelerindeki askeri darbe süreçlerinde  yansınanların  ana hatlarını  tanımlarken şu  hususlara değiniyor…

–         CIA kendisinin en önemli düşmanları ve aleyhtarları hakkında  geniş bir liste hazırlar.

–         Bu liste, bu kişilerin hayatlarını ve onların nasıl, nerede bulunabileceklerini  de içerir…. (Kaset olayları hatırlanmalıdır!!!)

–         Amaç, askeri darbe olduğu zaman bu bilgi arşivini  o ülkenin gizli askeri istihbarat teşkilatına verip, bu kişilerin tutuklanmalarını sağlar…(Konu, güncel olaylar ile kıyaslanmalıdır.)

–         CIA , bütün dost ve müttefik üçüncü dünya ülkelerindeki sivil ve askeri istihbarat teşkilatlarının eğitilmesini ve donatılmasını üstlenir. Bu arada yüzlerce kişi, ABD götürülüp kurs  görür…. Sf.27

–         Çağlıyangil’in geçmişteki   bir tespitine de  kitapta yer verilmiş olup, dikkate alınmasında yarar vardır… “ CIA’nın adamı olursunuz , onun adına çalışırsınız, ama bundan sizin haberiniz olmaz”…sf59…   ifadesi hatırlandığında, pek çok vatansever ülkesine hizmet ettiği var sayımı içinde farkında olmadan bir takım operasyonun taşaronu olmuştur… Bu süreç cemaat yapılarında  halen devam etmektedir…

Son gelişmeler çerçevesinde  ve  Jeostratejik yönden konu özetlendiğinde, ulus devletlerin karşıtı bir politika ile, TEK KUTUPLU dünya stratejisinin dayatmaları içinde,  ABD önce kendi kıtasında

*    NAFTA Anlaşması ile, Kanada ve Meksika’yı  eksenine bağlamayı hedeflemiştir.

*    D aha sonra,  Güney Amerika Latin  ülkelerini de bu eksen üzerinde toplamayı amaçlamıştır. Bu süreç daha sonra Quebec Anlaşması ile kapsamlı hale getirilmeye çalışılmıştır.

*    Diğer yönden   AB yapısını  Trans Atlantık  süreci içine alınarak ABD ile  bütünleşmesi de  amaçlanmıştır.

*   Bir diğer yönden gerek RF, Japonya ,Çin   ve Hindistan gibi ülkeler de  ASEAN ve APEC  oluşumları da dikkate alınarak  TEK KUTUPLU DÜNYA ekseninin merkez gücü olan ABD’ye tek para birimi doların tutkalı ile bağlanmak istenilmiştir…

Evangelist  Siyonist çizgide biçimlendirilmeye çalışılan bu süreç, yaşanan küresel  düzeydeki  finans  sisteminin  çatırdaması ile ve  güç merkezlerinin  dünya dengesinde yeniden biçimlenmesiyle kısa sürede mecrasını değiştirmiş ve ÇOK  KUTUPLU  DÜNYA sistematiği jeostratejide yer almaya başlamıştır… “Örnek birinci sayfadaki diyagram”

Diyagramda görüldüğü üzere,  güç merkezlerinin,

  • ABD,  AB. RF.  ÇİN,  JAPONYA, HİNDİSTAN, LATİN ÜLKELERİ ekseninde  oluşmuş olduğunu
  • ABD’ın  kıtasında, kuzeyde NAFTA ile, Kanada ve Meksika’yı   ekseninde tutarken, güneyde de  Quebec Anlaşması ile  güney Amerika ülkelerini  sistemi içine almaya çalıştığını
  • Buna karşılık, Latin ülkelerinin MERKASUR ve  UNAKUR  anlaşmaları kapsamında kendi insiyatifleri içinde  birlik oluşturmayı amaçladıklarını ve Quebec  Anlaşmasının etkisiz kaldığını
  • Diğer yönden, ABD’in TRANS ATLANTİK yapılanması ile AB.i de  etki alanına almayı amaçladığını, ancak, AB’i   ile, Avro /dolar  rekabeti nedeniyle bu bütünleşmenin de  yetersiz kaldığını
  • RF, ve Türkiye’nin  öncülük ettiği Karadeniz  Ekonomik İşbirliği “ KEİ.” Teşkilatının    ayrı bir  ekonomik alan oluşturmasıyla, bölgesel sonuçları etkileme olanağının oluştuğunu
  • RF, Çin, Hindistan, Brezilya arasında “BRİÇ” ekonomik yapılanmasının bir diğer ekonomik güç  alanının da ortaya çıkmakta olduğunu
  • Ayrıca, RF, Çin, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan ,Tacikistan’ın üye oldukları  ŞANGHAY İİBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ “ŞİÖ”  yapılanmasının Asya bölgesinin güvenliği yönünden  bir diğer oluşum sağladığını
  • Pasifik Bölgesinde şeklenmiş bulunan ASEAN ve APEC  yapılanmasının ise, giderek Çin’in etki alanına doğru kaymakta olduğunu
  • Orta Doğuda ise, Türkiye’nin bir şekilde çok kutuplu dünya dengesine göre, jeostratejik   yaklaşımları öne çıkararak, bölgesinde  gerek RF, gerek Balkan ülkeleri, gerekse, İran ve Arap ülkeleri ile ticari alanını genişletmekte olduğunu,  ayrıca, ABD ve AB ile  ikili ilişkilerinin ötesinde Afrika, Çin, Japonya,  Hindistan ve  Pasifik  bölgesi ülkeleri ile de ikili ticari ilişkilere önem verdiğini
  • Türkiye’nin diğer yönden, Moskova ve Ankara ekseni üzerinden Balkanlardan  Pasifik’e kadar uzanan alan üzerinde çok geniş bir coğrafyayı kapsayacak şekilde ve en az 400 milyonluk bir pazar ve  ekonomik alan oluşturmak üzere   AVRASYA EKONOMİK İŞBİRLİĞİ  yapılanmasına da  katkı sağlayabileceğini   ortaya koymaktadır.

Görüldüğü kadar bu süreç, bir yönü ile,  küreselcilerin beklentileri olan ulus devletleri parçalayıp  küçültülmüş devletçiklerin  ayrı ayrı kontrolüne dönük  bir  küreleşme anlayışı yerine, ulus devletlerin karşılıklı olarak  bağımsız yapılarına saygılı ve ortak çıkarlarda iş birliği şeklinde bir oluşumu  ortaya çıkarmaktadır…Ancak bu anlayış  üzerine inşa edilebilecek  yakınlaşmalar  uzun vadeli olabilecektir…Kısaca , ulusal ekonomilerin karşılıklı  çıkar birliği  ve dayanışmaları ile yeni bir  küreselleşme anlayışının barış içinde  gerçekleşmesi de bu bağlamda  söz konusu olabilecektir….

Özetle, sık sık ifade edildiği üzere, Evangelis  Siyonist  çizgide  ortaya çıkmış olan tek kutuplu dünya  anlayışı giderek  dönemini kapatmaktadır. KOCAMAN SOPA POLİTİKASI tarzındaki  güç  değişkeni  kullanılarak  ülkelerin iç yapılarında oluşturulmak istenilen istikrarsızlık modellerinin oyun kurucuları da  çok açık şekilde herkes  tarafından  bilinir duruma gelmiştir…Gerek Latin dünyasında, gerekse, Asya ve Pasifik bölgesinde ortaya çıkmakta olan  yeni  dayanışma arayışları tümü ile bu güvensizliğe neden olan güç merkezinin  politikaları nedeniyledir…

Bu güne kadar izlenen  çeşitli askeri müdahalelerin  gerisinde hangi ekonomik çıkar hesaplarının olduğu bilinmektedir… Ülkeleri kontrol etmek ve sonrada müdahale etmek için iç meseleler  oluşturma  hesapları batı kaynaklı kitaplarda da sürekli yer almaktadır…Büyük hesap sahiplerinin enerjiyi kontrol üzerinden  rezerv para alanlarının etkinliğini sürdürmek ve  ülkeleri  de kontrol altında tutmayı amaçladıkları da bilinmektedir…Müdahale  modelleri ise  buna göre kurgulanmaktadır…. Ancak, genel sonuç  çıkmazlara yenilerinin eklenmesi ve büyüyen güvensizlik içinde  karşıtların  oluşmalarına neden olmaktadır!!!

Çeşitli ülkelerde ayrımcı hareketler “NSA’ ın “ modelleri içinde sistemleştirilirken, ABD’ye   hasım ülkelerin de  bu ülkenin iç yapısı konusunda benzer kurguları ileri sürdüğü görülmektedir… “NSA”  uygulamaları içinde ülkelerin etnik farklılıkları üzerinden yapılan kurgular  hatırlandığında, bumerang etkisi yapacak olan  bu tarz kurgular ABD için de ileride söz konusu olabilecektir… ABD’in sosyal dokusu hatırlandığında,

*   İngilizler                           29.548.000           kişi olup nüfusun      %14

*   Almanlar                           25.543.000             “      “         “           %13

*   Siyahlar                             23.465.000             “      “         “           %11

*   İrlandalı                             16.408.000             “      “         “           % 8

*   Hispanik                              9.178.000              “      “         “           % 5

*   İtalyanlar                              8.764.000             “      “         “           % 4

*   Fransız                                 5.420.000              “       “        “           %3

*   Polonyalı                              5.105.000             “       “        “            %3

*   Rus                                       2.188.000              “       “        “           % 1

*   Belirlenmemiş                    17.556.000              “        “        “          % 9

*   Başka etnik gr.                    85.139.000             “        “         “          %42

(Kaynak. Avrasya Dosyası   C.1. Sayı 4.  Sf. 145 )

ABD karşıtlarının ileri sürdüğü etnik ayrımcılığa  yönelik  iddialar içinde

*   Ülkenin güney eyaletlerinin bulunduğu bölgelerde Meksika asıllıların  ileriye dönük olarak   ayrımcı hedeflerinin olduğu

*    Arizona, Kolarado, Mexıco ve Teksas’ın   kendilerini ayrı bir  cumhuriyet  yapısı içinde gördükleri  ifade edildiği

*   Pasifik kıyısında yoğunluğu bulunan Asya asıllıların da  kendi devletlerini amaçlıyabileceklerini….

*   Diğer yönden Latinolarda da kimlik  hareketlerinin artmakta olduğunu…

*  Atlantik sahillerinin de Anglo Saksonlar’a bırakılacağı  belirtilen görüşlerin yer al dığını

*  Ülkenin  orta kesimlerinin ise,  Kızılderilere ait  olduğunu beyan eden görüşler vardır…

*   Yakın geçmişte Vermont eyaleti ile, Lakota ‘daki ayrımcı  çıkışlar sembolik olsa da  sosyal yapı konusunda  bazı ip uçları vermiştir…

*    Halen yorumlarda ABD de 40 kadar ayrımcı hareketin varlığı  da söz konusu olmaktadır…

ABD, dünya genelinde güvensizliğe neden olan politikalarını sürdürdükçe, coğrafyadaki cephesini sürekli yaymak durumunda kalmaktadır…Diğer yönden , YUMUŞAK GÜÇ değişkeni üzerinden  NSA operasyonlarının sürmekte olması ise birçok  ülkenin  bu  ülkeye karşı tedirginliğini artırmaktadır… Güç denklemi içindeki  yaklaşımlar  güncelleştikçe  kendilerini tehdit veya baskı altında gören diğer güçler de zamanla kendi YUMUŞAK GÜÇ  değişkenleri üzerinden  ABD karşı  NSA  benzeri operasyonlara yönelebileceklerdir…. ABD in küresel  yapıdaki herhangi bir askeri başarısızlığı söz konusu olması durumunda  ise,  böyle bir süreç   büyük bir ihtimalle tetiklenebilecektir….

Bu konuda  Tım Weiner’in   “Bir CIA  Tarihi Küllerin Mirası” adlı kitabındaki  temas ettiği hususlar  dikkate değerdir…

(….Gerileme, Amerikan ulusal güvenliğinin temellerini saran yavaş bir çürümeydi. Irak’ta dört yıl boyunca savaştıktan sonra, ordu tükenmiş, üniformalı askerler yerine fütüristik silahlara daha fazla  yatırım yapmış liderler  tarafından  kanı kurutulmuştu…..altı yıl boyunca hiçbir şey bilmeyen  politikacılar tarafından dayatılan iradeli cehalet yüzünden, kongrenin servis denetçiliği çökmüştü…. Sf. 590 )

(…. CIA’ın şirket kopyaları, Washington ve diğer şehirlerde ortaya  çıkmaya başladı. Para karşılığı vatanseverlik,yılda 50 milyar dolarlık bir işe dönüştü; bu, Amerikan istihbarat bütçesinin kendisi kadardı. Bu fenomenin  kökeni  on beş yıl öncesine dayanıyordu. Soğuk savaştan sonra, servis, 1992 de başlayan  bütçe kesintileri  yüzünden binlerce işi taşeronlara yaptırmaya  başlamıştı. Bir CIA ajanı emeklilik kağıtlarını hazırlıyor. Mavi kimlik kartını ters çeviriyor, Lockheed Martın veya Booz Allen Hamilton gibi  bir askeri taşeron için çok daha yüksek bir maaşla çalışıyordu, sonra ertesi gün  CIA’e  dönüyor ve yeşil rozetini takıyordu. Eylül 2001’den  sonra, taşeron hizmetleri  kontroldan çıktı. Yeşil rozet patronları, CIA’ın kantininde açıkça adam aramaya başladılar…. Sf . 591)

(…Gizli servisin büyük bölümü, CIA’ın emir-komuta zincirindeymiş gibi görünen ama kendi şirket patronlarına çalışan taşaronlara bağlı halde yaşamaya başlamışlardı…. Sf. 592 )

Görüldüğü gibi, en önemli haber alma   gücü olan CIA’ın giderek  özel şirketlere  taşaron olarak hizmet verir hale gelmesi,  ülke çıkarından ziyade şirketlerin çıkarlarına uygun operasyonlarda yer alması, ABD içindeki  bir diğer  ABD’in etkisinin bu ülkeyi nerelere  çekmekte olduğunu göstermektedir…

T. Roosevelt’ten,   W. Bush’a uzanan  ve  benzerlik taşıyan  KOCAMAN SOPA POLİTİKALARI  uluslar arası zeminde  ABD karşıtlığını artırmıştır. Dünya genelinde, bu ülkeye karşı  duyulan  tedirginlik yeni  yapılanmaları ve güç merkezlerinin  oluşmasını da zorlamıştır.  Finans üzerinden  amaçlanan  sosyo politik ve ekonomik  denetim  tek merkezin dışına taşmaya başlamıştır… Enerji  üzerinden hesaplanan kontrol sistemleri de  hedeflenen  noktadan uzak görülmektedir….

Dünya genelinde  Çok Kutuplu bir süreç  ABD’in  politikalarına rağmen  sürmeye devam etmektedir….Dünya bir  topyekun  savaşın  getireceği yıkımın farkındadır…. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında ABD, Avrupa için önemli bir stratejik derinlik sağlarken bu gün için ABD’in stratejik derinlik  alanları yoktur….

İttifak yapısındaki ülkeler bile artık ABD’in  tasvip edilmeyen politikaları karşısında zoraki bir  tavırla  ister istemez  destekçi  olmaktadır… BM.  Yapısı gerçekte,  dünya barışının koruyucusu olmanın ötesinde, ABD’in  gerektiği ortamlarda askeri müdahale imkanlarına  meşru (!) zemin oluşturmaya yarayan  aracı durumuna getirilmiştir… Dünya ülkeleri giderek yeni güvenlik arayışları içinde BM. Yapısının yeniden şekillenmesi konusunda  ister istemez arayışlara  girebilecektir…

Süreç, Avrasya yapısında  yeni bir  ekonomik işbirliği alanına doğru  birçok ülkeyi  yönlendirmeye başlamıştır… Bu süreç doğru  yönlendirildiği takdirde  dünya barışı için önemli çıkış olanakları da sağlayabilecektir… Mark Hanna geçmişte   ABD ‘de  ulusal yapının istikrarı için, ortak yaşamda çıkar birliği görüşü üzerinden  çözümler ön görmüştür…  Bu kere de dünya genelinde küresel bir yapılanmada Ulus devletler arası  ekonomik iş birliği içinde  ortak çıkarların oluşturulması  muhtemel çatışmalara karşı barış sürecini uzatacak  imkanlar sağlayabilecektir… Bu süreç  nasıl olmalıdır?

  • Özellikle  ulus devletleri tasfiye ederek , ufaltılmış şehir devletleri üzerinden  küresel  kontrol  anlayışından vazgeçilmelidir…
  • Ulus devletlerin karşılıklı  çıkar birliği içinde  ekonomik alanlardaki  yapılanmalarında hegomonik demokrasi anlayışı yerine ortak  çıkar birliği dayanışmasının ilkeleri oluşturulmalıdır.
  • AVRASYA ekseni üzerinden, Pasifik okyanusuna uzanan güzergahta, Ankara Moskova’nın başını çektiği  ekonomik oluşum önemli bir sürece destek sağlayabilecektir.
  • Bu yapılaşma içinde, Pekin’den,  Hazar’a oradan Bakü, Tiflis, Kars  demir yolunun gerçekleşmesi durumunda bu güzergahın Boğaz geçişini müteakip Londra’ya kadar uzatılması  Asya’yı, Avrupa’ya yaklaştırabilecektir.
  • Diğer yönden NABUCO Projesinin gerçekleşmesi durumunda da, Avrupa’ya kadar uzanacak bu enerji hattı diğer yönden sarsıntı geçiren  AB.ni de Asya’ya yaklaştırabilecektir….
  • Bu oluşum, AB’nin  dağılmasını da engelleyebilecek, ve AB ile  AVRASYA .arasında ekonomik çıkar birliği sağlanabilecektir…
  • Senelik  enerji ihtiyacının % 1,6 oranında artığı dikkate alındığına, 20 sene sonra bu ihtiyacın yaklaşık %30  bir talebe de neden olacağı hatırlandığında, yeni  enerji hatlarına ihtiyaç da doğacaktır. Bu nedenle de NABUCCO  ister istemez gündeme gelebilecektir…Bu husus da Avrupa için önemlidir…
  • Bir diğer yönden, RF, üzerinde proje çalışması yaptığı  ifade edilen ALASKA “BERİNG”  tünelidir… Bu proje ABD, RF,  JAPONYA , ve ÇİN’in de  iştiraki ile  hayata geçirilme olanağına kavuşabilirse,

n      ABD. ile RF  üzerinden iki  ülke arasında önemli bir enerji ulaşımı  yanında , demir yolu ile, kara yolu bağlantısını da sağlayarak , ticari  ilişkiler yönünden iş birliğini ortaya çıkarabilecektir…

n      NAFTA ve QUEBEC  hedefleri de bu  yapılaşma içinde  çıkar birliğine destek olabilecek, bir diğer ifade  ile Main Eyaletinden Sibirya’ya, oradan da  Türkiye’ye kadar uzanabilecek  yeni bir ipek yolunun temelleri  bu istikamette de  oluşabilecektir…

n      Diğer yönden, bu güzergah  Trans Sibirya  bağlantısından güneye  Çin,  ve  Hindistan’a kadar  uzanabilecek,  ayrıca,  doğu batı yönünde   Avrupa  ve İngiltere’ye kadar uzanan  bir  diğer  ticaret yolunu  da şekillendirebilecektir.

n      Keza, gene bu güzergah üzerinden Moskova’dan Anadolu, İran, ve Orta doğuya inen  bir kuzey güney hattı ile ticaret yolları diğer yönden de   uzatılabilecektir…Bu güzergah  ise, daha güneye de inebilecek Afrika ile bağlantısı bile olabilecektir…

n      Bu ticaret yollarının bir taraftan doğudan batıya, diğer yönden kuzeyden güneye inmesi söz konusu  olması halinde küresel düzeyde ekonomik   işbirliği ve çıkar beraberliği ulus devletlerin yapıları içinde şekillenebilecektir…

n      Bu bağlamda, İstanbul’un kuzey, güney ve doğu batı irtibat yolları üzerinde bir liman kenti olarak durumu dikkate alındığında metropol bir şehir olarak ister istemez  bölge için uluslararası   konumu itibariyle FİNANS MERKEZİ  özelliği kazanması da söz konusu olabilecektir…

Jeopolitik ve jeostratejik açılardan  konuya küresel düzeyde bakıldığında  ulusların  çıkar alanları birbirleri ile örtüşmese bile, akılcı yaklaşımlarla,  ortak çıkar alanlarının oluşturulması  durumunda  çözümlerin sağlanması,  kısa, orta ve uzun vadeli politikalarla  mümkün olabilecektir….

Güç değişkeni üzerinden yürütülmek istenilen  zorlayıcı politikaların  muhtemel sonuçlarının  neler olabileceği yaşanan örneklerde  kısa zaman aralıkları içinde izlenmiştir… ABD’in, Vietnam deneyimindeki  başarısızlığı yanında, SSCB ‘in sonuç vermeyen Afganistan’ın   işgali deneyimi de ortadadır… Irak faciası ise  oynanan oyunun son  görüntüsüdür…. Ülkeler artık bu tarz  KOCAMAN SOPA POLİTİKALARININ hangi  kapalı kapılar gerisinde ve  hangi örtülü amaçlara göre planlandıklarının farkındadır !!! Son yaşanan  güvensizlik  ortamı da dikkate alındığında  ve de bu süreç devam ettiği takdirde   önümüzdeki  yıllarda , ÇOK KUTUPLU DÜNYA  genelinde ULUS DEVLETLERİN yeni bir BM. Güvenlik sahası oluşturması konusunda  söz ve işbirliği arayışına gitmeleri de sürpriz olmayacaktır!!!   20/05/2010

ERGUN ÖZGEN

ÇOK KUTUPLU DÜNYA DİNAMİĞİ İÇİNDE

ABD. LİBERALİZMİNİN SOSYAL YAPI  VE

KÜRESEL  POLİTİKAYA  OLAN  ETKİLERİ

Tarihi süreçte ,  ülkelerin  farklı kültür ve medeniyet  alanlarında   inançlarına yön veren  din, felsefi ve fikir  hareketleri , bunların  sosyal yapılarına olan etkileri  yönünden  siyasallaşan  sonuçlarına da yansımıştır.

Siyasi açıdan demokratik yaklaşımlar içinde, bireyin irade serbestisi yanında  kişilik  değerlerine  öncelik  vermek de  hedefler içinde önem kazanmıştır…Bu süreç güncelliği itibariyle  sosyal yapıların bütünselliğine  karşı giderek bölgesel  farklılıkları da öne çıkararak  ayrılıkçılığa destek veren siyasal oluşumları gündeme getirmiştir…Kısaca demokrasi  tanımı daha fazla özgürlük  talepleri içinde  etnik ayrımcılığa kadar  periferini genişletmiştir.

Özellikle ABD açısından konuya yaklaşıldığında, bireysel hakların en fazla savunulduğu bu ülkenin, liberal değerlerden yola çıkılarak  geldiği son nokta siyasi  açıdan  irdelenmesi gereken  özellikleri içermektedir.

ABD.’in sosyal yapısının temellerini  şekillendiren  ve bu ülkenin kurucu değerleri içinde yer almış olan  White Anglo Sakson  Protestan mirasının itici gücü önemli olmuştur. Bu tayin edici değerler  yapısında, İngiltere’den miras alınan  bireycilik  Amerika kıtasına taşınmış ve kurucu 13 koloninin  insanları  beraberlerinde bu liberal değerleri de  getirmişlerdir…

Bir diğer anlatımla, Amerika kıtasına göç eden ve püriten   özgürlükçü  liberal topluluklar  zaman içinde oluşacak olan  ABD. ‘in  siyasal yapısına şekil vererek  ilk sosyal grupları oluşturmuşlardır… Bu süreçte,

* İngilizler Virginia’da ilk sömürgelerini 1578 de kumuşlardır.   Fransızlar  Kanada’ya  1598 de yerleşmişlerdir. Bu sırada, Meksika, Peru ve Brezilya İspanyollar tarafından geniş  ölçüde istila edilmiştir….( Jacques Pirene   Dünya Tarihi    C.2. sf. 772)

*  XVII yüzyılın sonlarında, Fransızlarla İngilizler  arasında  Kuzey  Amerika’da  7 yıl  süren  paylaşım  kavgasının  sonucunda, Fransızlar Acadie  ve Newfoudland’ı ele geçirmek için  uzun  bir mücadele vermişlerdir. Sonuçta,  (1713)  yılında  Utrech    antlaşmasıyla  Fransa,  Hudson Körfezi bölgesini  Newfoudland   ve Acadiae’i  bölgelerini İngiltere’ye bırakmak zorunda kalmıştır…

Devam eden süreçte  ise, Anglo Sakson’ların   hakimiyeti yanında,  Avrupa kıtasından çeşitli nedenlerle ve  bu bağlamda mezhep farklılıklarındaki dini otoriteden  kaçarak  göç edenler, bir diğer yönden ortak inançlarını   baskıdan kaçışın  bireysel nedenleri ile birlikte kendi  değerlerini de  beraberlerinde getirmişlerdir. Kısaca,

…..Avrupa’yı dışlayarak  yeni kıtada yeni bir  sosyal yapı  kurmak amacıyla gelenler, Anglo Sakson gurubuna katılan  yabancı elemanlardan , Hollanda’lı, İsveç’li, Almanlar’ın,  Danimarkalılar’ın,  beraberlerinde getirdikleri  tüm değerler ile, Amerikan  toplumunun  ferdiyetçi karakterini bütün bütün kuvvetlendirmiştir….(Jacques Pirene  Dünya Tarihi..C.2…sf. 922)

Farklı sosyal yapılardan oluşan Amerikan  toplumunun  Anglo Sakson kültürel  karakteri ise, her şeye rağmen sosyal yapısındaki  ağırlığını kabul ettirmiştir…Temellerinde bireysel özgürlük  yatmaktadır…

Tümü  ile beyazlar için ön görülen özgürlük  anlayışının Afrika kökenliler için  geçerlik sağlanması  ise uzun mücadeleleri gerektirmiştir..

Püriten  liberal  değerlerine göre inanç özgürlüğünü  ve bireyciliği  esas alan Amerikan sosyal yapısı  içinde   kölelik kurumu önem ifade etmiştir. Bu ülkenin kuruluş yıllarından itibaren  kölelerin  bireysel hakları dikkate alındığında , söz konusu olan bu hakların  daha çok  White Anglo Sakson  Protestan  kültürü etrafında  kolonileşen , Avrupa’lılar için geçerli olduğunu  ortaya koymaktadır.

XVII  Asrın    ilk yarılarından itibaren  Amerika kıtasında da yansımasını bulan  kölelik  bu ülkedeki özgürlük  mücadelesinin bireyci değerlerinden nasibini  oldukça uzun yıllar sonra alabilmiştir…1691 yılından itibaren ,Afrika’dan zorla getirilen  bu insanların  ilk olarak Virginia’ya  çıkarılmış oldukları görülür. Kölelik ticaretinin  XVIII asır süresince  gene gelişerek sürdürüldüğü de tarihi gerçektir. Thomas Jefferson’un (1776 ) Bağımsızlık Bildirgesi  hatırlandığında , ön görülenler, Afrika kökenlilerin  kaderine  pek de etkili olmamıştır… Bir diğer yönden  gelişmeler  bu ülkede bireyci değerlerinin  güç faktörü  ile birlikte sosyal yapısına yansıması ise,  bir şekilde  Amerika’nın   siyasal oluşumundaki sosyo politik Darwin’izmi  de  ortaya çıkarmıştır.

Bağımsızlığı izleyen yıllardaki  sosyal yapıdaki gelişmelere bakıldığında  ortaya çıkmakta olan oluşumun ve gelişmenin yanındaki büyümenin    çok süratli  bir seyir  takip ettiği ayrıca görülmektedir.

Amerika’nın siyasal oluşumundaki bireyci teşebbüs,  ekonomik   çıkarları   esas alarak ve  bu ekonomik gücü ele geçirmek  suretiyle , politik  gücü de kontrol  etmeye yönelmiştir.  Politik  hedeflerin tayininde ve giderek sosyal yapının da şekillenmesinde ki bu siyasal süreçte coğrafyadaki  kaynaklara  hakimiyet  ihtiyacı  Başkan Monroe   dönemi sonrası  politikalarda giderek etkinlik kazanmıştır.

Amerika tarihi açısından federatif  yapısını hazırlayan  geçmişi hatırlandığında;

  • 1776 yılında ilk olarak Thomas Jefferson  tarafından ilan edilen  Bağımsızlık Bildirgesi ile  siyasi  mesajlarının verildiğini
  • Bu ülke halkının    İngiliz  kolonisi   olmaktan kurtulmasının hukuki sonuçlarının , bağımsızlık  savaşını takiben 1783  yılında , Versailles  Antlaşması ve Paris  Barışıyla  özgürlüklerinin elde edilmesiyle sonuçlandığını.
  • 13 Kurucu Koloninin, Birliğe katılmaları konusundaki irade beraberliğinin 1787-1790  yıllarında olduğunu ve ABD’in  federal geleceğinin  temellerinin bu şekilde atılmış olduğunu.
  • 1820  Yılına gelindiğinde, ülke sınırlarının Atlas  Okyanusu  kıyılarından , Missisipi  bölgesine kadar  genişletilmiş olduğunu.
  • Monroe doktrini ile “1823” Amerika  kıtasının Avrupa’nın yayılmacı  amaçlarının dışında tutulmasının amaçlandığı….
  • Bu genişleme sürecinin  coğrafyadaki  yansımasına bakıldığında ise:

–         1803 Yılında Lousiana’nın Fransa’dan satın alındığını.

–          1819 Yılında Florida’nın  İspanya’dan alınmış olduğunu

–          Meksika’nın elinde bulunan  Texas, New  Mexico ve California’ın  da 1845- 1848 yılları arasında ele geçirilmiş olduklarını

–         Ayrıca, 1846 yılında da İngiltere’den  Oregon Bölgesinin satın alınmış   olduğunu.

–         1867 yılında  ise, Alaska’nın , Rusya’dan  satın alınarak  Birliğe katılmış olduğunu.

–         1898 yılında  Küba’ın İspanyadan alınıp,  ele geçirildiğini

–         1959 Yılında ise, Hawai takım  adalarının birliğe dahil edilmiş  olduğu görülmektedir …

–          Diğer yönden,1860/1864  İç savaşı sonucu, ABD’in  federal yapıda  birliğinin temellerinin atılmasını sağlamış olduğu da ayrıca görülür….

Bu şekilde, ABD’in  federal devlet yapısını oluşturan coğrafi bölgelerin çok geniş bir alanı içine alacak şekilde, Atlas Okyanusundan , Büyük Okyanus’a  kadar uzanan  geniş bir coğrafi alanın   Birliğin  siyasi hudutlarını oluşturacak tarzda genişletilmiş  olduğu izlenimi  vardır.

Bu oluşum, ABD’in Federal yapısının temellerinde yer almaktadır. Sonuç olarak, ABD’in siyasal yapısının, tarihin çeşitli dönemlerinde  birliğe katılan  kolonilerin  bu suretle , zaman içinde  eyaletler niteliği alarak, Federal bir Devlet özelliği kazanmasına neden olmuştur. Bir diğer yönden ise, ortak irade içinde siyasal ve sosyal evrimde çıkar beraberliğini  amaçlayan bir güç birliğini de bu süreç oluşturmuştur.

Federal devlet yapısı ile ilgili olarak  şu hususun da  göz önünde bulundurulması gerekmektedir:

….fakat şu da unutulmamalıdır ki, federalizm sun’i   olarak   teşekkül etmez.Sadece yaşanan  gerçeklere uyan camialar hakiki bir muhtariyetten  faydalanabilirler… Tam  federalizm  devletlerin iç kadrolarına inhisar ettirilemez. Tam  federalizm hedefi devletleri daha geniş bir camia himayesi altına toplamaktır…..İsviçre ve ABD hükümet yetkilerinin bir iç  federalizm  yoluyla sınırlandığı  milletlere misal teşkil ederler . Bu devletler  her biri geniş istiklale sahip camiaların ( Amerikan  Devletleri, İsviçre Kantonları) birleşmelerinden teşekkül  etmişlerdir. Her camia idare edenlerin, federal iktidarı durduran çok önemli  yetkileri vardır…   “ Maurice Duverger Siyasi Rejimler   sf. 63”

ABD’in federal devlet  yapısında  ortak  çıkar  birliğinin  yer aldığı da  bir diğer gerçektir. Anglo Sakson kültürünün bireyci değerleri ile beslenen  bu süreç,  liberal ekonomik  koşulların ortaya çıkardığı ve zaman içersinde güçlü  bir finans  ile desteklenen  sanayi ve  sermayeyi elinde  bulunduran bir  sosyal kesimi oluşturmuştur.,Bu sosyal kesim giderek ekonomik ve politik   gücü de denetlemiştir…Buradan , siyasal  gücü  kontrol etmesi ise, gene bireyci politikaların sonucu  olmuştur.

Amerika’nın kendi kıtasında kendine yeterli olacağı görüşünde olan Başkan Monroe bir şekilde tarıma dayalı barışçı  bir Amerika’yı amaçlarken, diğer yönden de  XIX yüzyıl Avrupa sömürgeciliğinin  Amerika kıtasına  taşınmaması için malum MONROE doktrini “1823” ile kıtanın güvenliğini Avrupa’ya karşı sağlayabileceğini  düşünmüştür…

Ancak gelişen ekonomi koşulları, piyasanın genişlemesi  coğrafya üzerinden ki kontrol alanlarının  jeopolitik nedenlerle  gündeme gelmesine de neden olmuştur.  T. Roosevelt gibi  savaşçı politikacıların da desteği ile  ABD,Ana Karası dışındaki   kalıcılığını  Küba’da  İspanyollara karşı gerçekleştirmiştir.

Bu uygulama ,Monroe Doktrinine karşı ,askeri güç kullanılarak  deniz aşırı  bir askeri harekat olarak görülse de ABD ticari ilişkilerini  kuruluş yıllarında itibaren  coğrafyanın bilinen her noktasına ticareti taşımayı başardığı da görülmektedir….Bu süreçte ,  gerektiğinde   güç kullanmayı da  göze almıştır…Konu, 1798 yılında, Cezayir Dayısı’na   haraç vererek Akdeniz de  ticaret  imkanlarını sağlamasında başka boyutta  izlenmiştir… Keza, Amiral Perry’nin  1853 yılında  Japon  limanlarının  ABD’ne ticarete açılması konusundaki tehdit içeren silahlı baskısı da önemli göstergedir…. Bir diğer yönden   1905 yılında Çin’de başlayan  Boxer köylü ayaklanmasını bahane ederek gelişmelere  müdahil olmasında da asli amacı  görülür…Bu olayda , bölgeye asker çıkarak sömürgeci devletlerin safında yer almış olması , o tarihlerden itibaren bu ülkenin  politik hedefleri içinde  yayılmacılığın amaçlamış olduğunu da göstermektedir.

T. Roosevelt’in” 1901/1909” Başkan Monroe’nin  barışçı  politikalarına karşı kocaman sopa politikası,  literatürde daha sonra yer almıştır. Başkan  H. Taft’ın “1909/1913” dolar politikası ile  bu anlayış birleşince,  borç verilen ülkeler borçlarını ödemede zorlanınca ,  kocaman sopa politikası  bir şekilde devreye girer olmuştur…

Özellikle güçlenen ABD ekonomisinin  dünya  pazarlarından  pay almaya yönelik  politikaları  Birinci dünya  Savaşından sonra hızlanmıştır. Bu dönemde özellikle  üzerinde durulması gereken bir diğer husus  da  Woodrow Wilson’un    ortaya koymuş olduğu  prensiplerdir…

.

Wilson  prensiplerine “8 Ocak 1918” göre uluslararası  ilişkilerde  14 ilkeyi içeren  hedefleri  ileri sürmüştür. Buna göre:

  • Barış anlaşmaları açık ve şeffaf biçimde olmalı, gizli anlaşmalar yapılmamalıdır.
  • Karasuları dışındaki denizlerde dolaşım, savaşta ve barışta, özgür olmalıdır. Uluslar arası  antlaşmalara  uyulmasını sağlamak için genel veya bölgesel ablukalar oluşturulabilir.
  • Uluslar arasındaki bütün ekonomik  engeller kaldırılmalı ve serbest ticarete izin verilmelidir.
  • Uluslar, iç güvenliği sağlamaya yetecek miktarın dışında silahlanmamalıdır. Bunun  sağlanması için garantiler verilmelidir.
  • Dekolonizasyon sağlanmalı ve sömürge topraklarında  uluslara kendi kaderini belirleme hakkı verilmelidir.
  • Rusya topraklarındaki yabancı birlikler ayrılmalı ve devletlerin de yardımı ile Rusya’ya kendi gelişmesini sağlamak için her türlü imkan verilmelidir.
  • Almanya, işgal ettiği Belçika topraklarını boşaltmalı ve Belçika’da savaş öncesi  durum  yeniden  sağlanmalıdır.
  • Almanya, işgal ettiği Fransa topraklarını boşaltmalı ve Prusya’nın 1871’de  ilhak ettiği Alsace-Lorraine’i geri vermelidir.
  • İtalya’nın sınırları ulusçuluk anlayışına göre yeniden düzenlenmelidir.
  • Avusturya- Macaristan İmparatorluğu halklarına kendi  kaderini belirleme hakkı sağlanmalıdır.
  • Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılmalı ve Sırbistan’a denize açılma imkanı verilmelidir. Balkan devletlerinin sınırları ulusçuluk prensibine göre düzenlenmelidir.
  • Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı  tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir. Çanakkale  Boğazı, sürekli olarak, bütün milletlerin ticaret gemilerine açık olmalı ve  bu durum milletlerarası garanti altına alınmalıdır.

Wilson  Prensiplerinde de görüldüğü üzere    ticaret  yollarının  serbestliğinin  ve ABD’in  zaman içinde  dünya limanları üzerinden bütün deniz ve ticaret yollarını kendi çıkarlarına göre  en uygun şekilde kullanabilmesinin arayışını  vurguladığı da görülür.

Amiral Perry’nin  Japon limanlarını 1853 ABD ticaret gemilerine açması  konusundaki baskısı  diğer yönden  Başkan T. Roosevelt’in  jeopolitik açılım  politikası, daha sonra da Başkan Wilson’un  Prensipleri içinde  küresel yaklaşımların  ilk örneklerinin  şekillenmekte  olduğu somut olaylarda  olduğu kadar,  bu bağlamda  ayrıca, W. Bush’un  da kocaman sopa politikasını uygulamasıyla,  konu,  tekrar izlenmiştir…

1929  ekonomik krizinden sonraki sarsıntı dönemini takiben ,İkinci Dünya Savaşı sonrası hatırlandığında  bir dünya gücü olarak  bu ülkenin  siyasi coğrafyadaki yeri daha da güçlenmiştir.. Özellikle Wall Street   ve  FED üzerinden şekillenen finansal politikalar ile de, ABD’i  dünya ülkelerini, kendilerine  kabul ettirilen sistemle önemli ölçüde  bağımlı hale  dönüştürmüştür.

Bu sürecin sonunda dünya kaynaklarının önemli bir bölümü  ile uluslar arası  finans alanları dahil  olmak üzere  ABD denetimine girmiştir. Bu ülkenin siyasal yapısının  temellerindeki  değerler içinde, 19 yy. sonlarında   esasları Cumhuriyetçi Senatör  Mark Hanna    tarafından ileri sürülen ekonomik çıkar birliği anlayışının etkileri de önemlidir. Bu anlayışın günümüze kadar süren  ortak  çıkarların korunması  yolu ile birlik anlayışının güçlendirilmesi  ülkenin sosyal yapısında  yer almıştır. Sonuç olarak liberal  değerlerle birlikte,siyasal  yapıya da yön  veren bu anlayışla  ABD  gücünün sınırlarına gelmiştir.

Büyüyen ekonomisi ile birlikte artan ihtiyaçları dünya   kaynaklarına  olan talebini de arttırmıştır.  Bir dünya devleti olarak, ikinci dünya savaşından sonraki gelişmeler içinde etki alanını daha da genişletmiştir. Güç merkezlerinin  gelişen dünya koşulları içindeki konumları da dikkate alındığında,  bu defa da AB yapısında şekillenmeye çalışan Avrupa ülkeleri kadar diğer potansiyel güç merkezleri de  ayrı  birlik yapılarında  ABD’in hegemonyasına karşı arayışlara girmişlerdir. Özellikle ABD’in  küresel  düzeyde finans üzerinden rezerv para politikaları ile sürdürmeye çalıştığı  hakimiyet  bu süreçte  önce, Avro, Dolar  çatışması üzerinden  ilk mücadelesini vermek zorunda kalmıştır… Bu süreç devam etmekte olup, dünya genelinde ABD’in finans üzerinden uygulamaya çalıştığı  finansal  hakimiyet  politikaları küresel düzeyde  çeşitli  muhalefet alanları ile  bilindiği üzere coğrafyanın değişik alanlarında  karşılaşmaya devam etmektedir…

ABD’in,  politik hedeflerini değerlendirirken  geleceğe dönük  ön görüleri içinde  farklı faraziyelerle muhtemel  çözüm arayışları içinde olduğu da görülmektedir. Yeni dünya düzeni konusundaki   hedeflerini  belirlerken de  bazı  unsurları dikkate aldığı  görülmektedir. Bu  bağlamda,

ABD en azından 2025 yılına kadar kendisine karşı tavır alabilecek ittifakları

engellemeyi  ön görerek şu hususları  gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır…

  • Terörist hareketlerin  ABD  çıkarlarına  yönelik  tehditlerine  karşı  her türlü  önlemleri almayı
  • Savunma gücünün  devamı açısından  dünya genelinde  TELEKOMİNİKASYON  sistemlerini kontrol etmek  ve uzayı denetiminde tutarak dünyayı kontrol etmeyi
  • Dünya genelindeki stratejik  önemi olan  SU ve ENERJİ  kaynaklarını  kontrol ederek  bu kaynaklara  ihtiyacı olan  ülkeleri  denetiminde tutmayı
  • Liberal ekonomi koşullarını  destekleyerek  dünya piyasaları üzerindeki  finansal etkinliğini devam ettirerek  borç  veya  kredi yolu ile ekonomileri bağımlı hale gelen  ülkeleri bir taraftan  mali denetimde  tutarken,diğer yönden  de finans  gücü ile  siyasal dayatmalarını gerçekleştirebilecek politikaları   uygulamayı…
  • Büyüyen finans  kaynaklarını pazarlamak için gereken durumlarda  kontrol edilebilir  kriz alanlarından yararlanmayı ,kriz alanları yoksa kontrol edilebilir kriz alanları yaratarak  IMF, Dünya Bankası üzerinden finans  pazarlamasını yapmayı  amaçladığı yaşanan olaylarda peş peşe  izlenmiştir…

ABD yönünden, küresel kontrol stratejileri içinde  ve amaçladığı hedefler kapsamında özellikle serbest  piyasa ekonomisi ile özelleştirmelerle  enerji  ve su kaynaklarını,  ayrıca da telekomünikasyon   sistemlerini ne şekilde  denetimi altına aldığı  bilinenler içindedir. Konu sadece serbest piyasa ekonomisi koşullarının olmasının ötesinde mevcut sistemin dolaylı olarak  denetiminin el değiştirmesi  ile ilgili olduğu kanaatını uyandırmaktadır. Su kaynakları açık şekilde  hedefler içinde görülmektedir. Enerji ise, çok daha kapsamlı bir stratejinin boyutları içinde değerlendirilmesi gereken bir husustur.. Finansal yapı ise, rezerv para politikaları kapsamında  küresel düzeyde  bölünmeler göstermekte  ve yeni para birimleri üzerinden yorumlar yapılmakta, ayrıca,  ulusal paralar üzerinden de dış ticaretlerin yapılmaları konusunda yeni görüşler gündeme  gelmektedir…

Özellikle, dünyanın temel ihtiyaç maddesi üzerinde şekillenen  enerji  politikaları içinde petrol ve bu petrol  kaynaklarının  kontrolu için  bazı ana unsurlar öne çıkmıştır.

  • Birincisi küresel düzeyde petrol üretim alanları üzerinde  hakimiyetin  tesisi
  • İkincisi  üretim alanlarından petrolün güvenilir güzergahlardan pazarlara sevki.
  • Üçüncüsü Rezev para olarak Petro/dolara karşılık oluşturacak şekilde bu finansın geleceğinin  korunması
  • Ekonomik gücün ötesinde gerektiğinde KOCAMAN SOPA POLİTİKASINI uygulamak  üzere  askeri gücün etki alanının genişletilmesi

Bilinen petrol kaynaklarından, Venezuela, İran, RF ve Orta Asya petrollerinin dışındaki diğer kaynaklar üzerinde batılı şirketlerin  kesin kontrolları oluşmuştur. Bu kaynaklar üzerinde  batılı şirketlerin üretim hakları olmakla  birlikte esas sorun  gerek doğal gaz ve gerekse  petrol nakliyesinde güvenilir güzergahların batının çıkarlarına uygun şekilde oluşturulmasıdır…Dünya genelinde enerji rezervlerinin %68 Orta Doğu , Hazar, ve Orta Asya bölgelerinde bulunması, coğrafi ve etnik nedenlerle  kontrolün  sağlanması ,ABD hedefleri yönünden zorluklar yaratmaktadır…

Gerek Hazar Bölgesi ve gerekse RF ile  Orta Asya kaynakları üzerinden düşünülen  enerji nakil  hatlarında  “ENERJİ GÜVENLİĞİ GÜZERGAHI “ ise ayrı bir önem ifade etmektedir… Özellikle ABD ve AB yönünden  bu güzergahların tümünün  RF denetiminde olması rahatsızlık nedenidir. Diğer yönden, Asya petrollerinin Çin’e yönelik bir diğer güzergah  oluşturması da  ABD politik tercihleri ile bağdaşmamaktadır…

Politik hedeflerin tayininde  finans ve petrolün  sağlayıcı  unsurları  bu denklemde kaçınılmaz olmuştur. ABD ‘in bütün uğraşısına rağmen  enerji hatlarının  tümünün  kendi kontrolüne girmediği de görülmektedir. Bu bağlamda coğrafya üzerinde ki  gelişmelere ayrı   ayrı bakıldığında,

*RF üzerinden batıya dönük enerji hatlarının kendi kontrolünde  Hazar  denizi  Kuzeyinden  merkezi Avrupa’ya kadar   uzanmakta olduğu

*  Kuzey  Sibirya petrolleri konusunda  Murmansk üzerinden ABD ‘ye petrol naklinin   ABD ile RF arasındaki  müzakerelerin sürdüğü, bu güzergahın da kontrolünün RF olacağı

* RF gene  kendi kontrolünde  olmak üzere Baltığa  açılan limanı Primorsk  üzerinden Batlık denizi yolu ile  Almanya’ya  enerji naklinin projelendirildiği

*  RF  ile Türkiye arasında Mavi Akımdan başka,Samsun Ceyhan boru hattının tesisi konusunda alternatif  hedeflerin öne çıkmakta olduğu, bu hattın da çıkış noktasına göre kontrolün RF olacağı

*  Ayrıca gene RF doğuya yönelik  enerji güzergahlarına dikkat edildiğinde , bu ülkenin Sibirya’daki  petrol    yataklarından  ürettiği  petrollerin bir kısmının Kuzey Kore ile Çin ve Japonya  pazarlarına  ulaştırmak üzere,  Kozmino limanından yararlanmayı amaçladığı da anlaşılmaktadır  ki,  bu güzergah da RF denetiminde olacaktır…

*  Diğer yönden Batı pazarlarına  hitap etmek üzere ,gerçekleştirilmiş bulunan Bakü, Tiflis Ceyhan  güzergahı ile Kerkük Yumurtalık  enerji hattı da  batıya  yönelik olmakta olup, batı yönünden, enerji güvenliği açısından  güvenilir bir hat niteliğini taşımaktadır…

Batının  kontrol altına almayı  amaçladığı  enerji  güzergahlarına bakıldığında

  • Hazar Denizi  güneyi enerji yolları  gerek Suudi Arabistan’ın ve  gerekse  Körfez Emirlikleri ile , işgal sonrası da  Irak petrollerinin denetim ve kontrolleri  ABD,  diğer  ifade ile  batının denetim ve kontrolündedir…
  • İran bu  konuda  kendi insiyatifine göre   bir  politika izlemekte ve  enerji güvenliği açısından  da ABD  ile ters   düşmektedir. Bu güzergah batı için sorunludur…
  • İran’ın enerji güzergahları konusunda  doğuya yönelik olan projeleri  içinde,Hazar ‘dan  Pakistan ve Hindistan’a yönelik  boru hatları ise, ABD ile  uyumlu  değildir.
  • Diğer yönden gene İran’ın  Hazar Denizi’nden  Basra Körfezine çıkışı olan  Kharg Adasına uzanan   proje  de  bir  İran projesi olarak görülmektedir…
  • Bir diğer yönden İran Doğal Gaz  bağlantısının Türkmenistan ile  de gerçekleştirmiş olduğu görülmüştür..
  • Hazar doğusu ile  ilgili olan  güzergahlardan  Türkmenistan ile  RF arasında  yer almış olan  enerji hattı da  bağlantısı da gerçekleşmiştir…
  • Diğer yönden Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan’dan Çin’e uzanan  bağlantı da  bir Çin projesi olarak ortaya çıkmıştır…
  • Özetle, ABD ‘in denetimi dışında şekillenmeye başlayan ve Hazar bölgesinden güneye  ve doğuya yönelik,  Hazar  Denizinden İran’a, Hazar Denizi’nden  Pakistan’a, Hazar Denizinden  Çin’e,   şimdilik ertelenmiş olarak görülen RF. Angarsk’den Çin’e  yönelik projelerin  söz konusu olacakları da görülmektedir.
  • ABD’in enerji güzergahlarının doğuya dönük olanlarını  mevcut koşulları,   bu ülke yönünden  sorunludur ve denetimleri  kolay değildir…
  • Halen Afganistan’daki varlığının da benzer  koşullar ile bağlantılı olduğuna ilişkin görüşler  giderek güçlenmektedir. Bu bağlamda,

* ABD’in  Türkmenistan  doğalgazının kendi kontrolünde  Pakistan’ın   Gvadar  limanından  taşınabilmesi için  bu limana ihtiyacı  olacaktır. Ancak bu topraklar Belücistan  toprakları olup, ABD bu bölgeyi Pakistan’dan koparmanın yollarını aramaktadır.

* Afganistan’daki ABD varlığı, bir taraftan İran’ın  Pakistan’a pazarlamayı amaçladığı enerjiyi  engellemesi  yanında, Türkmenistan  DG. Kendi kontrolünde  Gvadar’a  aktarmayı amaçladığının karinelerini güçlendirmektedir. Diğer taraftan ise,Çin’in Batısında bir  güvenlik alanı oluştururken ayrıca da  Orta Asya, ve Hazar bölgeleri Enerji alanlarına yavaş şekilde sokulmanın   yollarını aramaktadır.

Enerji güzergahları konusunda, doğu, batı ,kuzey, güney istikametleri  dikkate alındığında, Hazar’ın  batısındaki  Bakü, Tiflis  Ceyhan hattı ile, Yumurtalık hattının batı için  önemi  daha da öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, NABUCCO projesinin de   enerji yollarının güvenliği itibariyle geleceğinin stratejik tercihleri yönünden ,Avrupa için önemi bir kere daha öne çıkmaktadır.

Gelişmeler içinde 11 Mayıs 2010  Türkiye’yi ziyaret  etmiş bulunan RF  Cumhurbaşkanı  Medvedev  ile ön görülen ortaklıklar kapsamında,

* Samsun,  Kavkaz  limanları arasında  tren feribot seferlerinin düşünüldüğü

* Samsun Ceyhan ham  petrol boru hattının oluşturulması

*Ankara ve Moskova’da  kültür merkezlerinin kurulmaları

* Ortak üniversite kurulması

* 30 günlük ziyaretler için vize muafiyetinin sağlanması

* Enerji konusunda Güney Akım,  Mavi Akım dışında  nükleer santral   yapımı

* Her iki ülke arasında üst düzey   işbirliği konseyi oluşturulması ile birlikte toplam 17 ayrı konuda  anlaşmanın olması ön  görülmüştür.

Bu süreç, Türkiye yönünden  AB ve ABD  yapısında  DOĞU, BATI istikametindeki  yakınlaşmanın  ötesinde ,  KUZEY, GÜNEY yakınlaşması ile zamanla enerji  güzergahlarının güvenliğini de kapsayacak  şekilde önem kazanabilecektir..

ABD dünya  petrolünün %25 tükettiği bilinmektedir . Aynı zamanda küresel  denetim de finans üzerinden rezerv para stratejisi ile” petro/ dolar” denklemi ile  de konu bağlantılıdır….

ABD’in  halen 20 milyon varil/gün olan ham petrol tüketiminin 2020 yılında 27,5 milyon varil/gün olacağı tahmin edilmektedir. Bu bağlamda ayrıca, gene ABD’in 765 milyar m3 olan doğal gaz tüketiminin de 2020 itibariyle 1.020 trilyon m3 ulaşacağı var sayılmaktadır…(Kaynak : USEDGR. 2001, Üşümezsoy ve Şen .Dr .Şamil Şen   4 Ağustos Akşam)

Özetle,  %68 Petrol ve %35 doğal  gaz  rezervlerinin Orta Doğu ve Hazar alanı ile  Orta Asya’daki  yoğunluğu dikkate alındığında,  petrole  bağımlılığı olan ülkelerin politik hedefleri içinde bu bölgelerin önemi artmaktadır. ..

Dünya genelinde  petrol ve  doğal gaz alanlarının durumu,  ABD’in stratejik tercihlerinde de coğrafyanın bu  bölgelerine olan ilgisi netleştirmektedir… Bir dünya gücü olarak bu ülkenin  tüm jeopolitik  doktrinleri kullanarak  geliştirdiği jeostratejik  yapılanmalara bakıldığında ,denizlerin kontrolünden, karaların kontrolüne, ve son olarak da hava ve uzayın kontrolünden, dünyanın kontrolüne  ECHELON AĞI  sistemini de kullanarak  bir denetim üstünlüğünü ,  taklit edilemez teknolojik avantajı ile sağlamaya çalışmaktadır…

Her şeye ve bütün üstünlüğüne rağmen ABD, bir noktada İNSAN FAKTÖRÜNÜ  atlamaktadır….Son dönemlerde yaşanan askeri operasyonlarda, bu faktörün önemi de ayrıca ortaya çıkmaktadır

Stratejik açıdan küresel kontrol  hesaplarını yaparken, güç değişkeni içinde ABD silahlı kuvvetlerinin dünya genelindeki konuş alanları ve  askeri sorumluluk bölgeleri de  bu kontrolün temini için önem kazanmıştır.

Dünya gücü durumunda olan bu ülke, ekonomik yapısının üzerinde şekil aldığı PETRO/DOLAR ekseninin zaafa uğramaması için  askeri gücünü  küresel düzeyde örgütlemiştir.  Bu  gücün  komuta kontrol sorumluluk alanlarına bakıldığında,

*    Merkezi Colorado’da bulunan  Kanada ve Meksika bölgelerini  kapsayan   KUZEY

KOMUTANLIĞI olup,  karargahı Colorado Springs’tedir

  • Güney Amerika  bölgesini sorumluluğu altında tutan  GÜNEY KOMUTANLIĞI  Karargahı   Florida  Mac Dill hava üssüdür.
  • Pasifik bölgesi ,Çin, Hindistan ve Kuzey Kutbu ile Antartika bölgesine kadar  uzanan bölgeden sorumlu   PASİFİK KOMUTANLIĞI olup,.karargahı  Hawai dedir
  • Ortadoğu ve Afrika kuzeyinden sorumlu MERKEZ KOMUTANLIĞI ’ın . Karargahı Florida Mac Dill dedir…
  • Avrupa ve Rusya dahil   bu bölgenin sorumluluğu  AVRUPA KOMUTANLINDA  olup, yakın doğu ve Afrika da bu komutanlığın sorumluluğu içinde görülmektedir karargahı  NATO KUVVETLERİ  KOMUTANLIĞINDADIR.
  • Karargahı Nebraska Offutt üssünde bulunan  STRATEJİK KOMUTANLIĞI  nükleer güçlerin kullanması, uzay operasyonları ve enformasyon savaşlarından sorumludur…

Karargahı, İllinois’te Scott  hava üssünde bulunan  ULAŞIM KOMUTANLIĞI olup,   ulaşım koordinasyonundan da sorumludur…

  • Özel kuvvetleri bünyesinde toplayan ve karargahı Florida  Mac Dill hava üssünde

Bulunan  ÖZEL OPERASYONLAR KOMUTANLIĞI  ( 40.000 kişilik bir  kuvveti bulundurmaktadır)

  • Karargahı Virginia Norfolk’ta bulunan  ve  müttefiklerle ortak operasyon kabiliyetlerini geliştirmekten sorumlu  ORTAK KUVVETLER KOMUTANLIĞI…olmaktadır.

( Büyük Oyunu Anlamak Yves Lacoste…sf.49 )

Dünya güç merkezlerinin  durumları genel olarak  hatırlandığında,   ABD, AB, RF, ÇİN, JAPONYA, HİNDİSTAN, LATİN AMERİKA   ülkelerinin , ayrı birer etki odağı olma  sürecine girdikleri görülmektedir. “ Konu , yukarıdaki  diyagramda  özetlenmiştir.”

ABD açısından küresel kontrolün  denetiminde kalması,  ekonomik baskı unsurlarının yanında askeri caydırıcılığı da  gündeme getirmektedir…Bu konuda farklı faraziyeler içinde muhtemel durumlar da dikkate alındığında ABD’in  bilinen ittifak paktlarının dışında küresel düzeyde oluşturmuş olduğu komutanlıklar  çeşitli faraziyeler düşünülerek ortaya konulmuş gibidir…  Bu bağlamda ABD’in denizleri kontrol ederek  kıtaları kontrol etme konusunda DENİZ KUVVETLERİ  gücünün, yani,” DONANMASININ “ konuşlanmasına bakıldığında

  • Atlas Okyanusunda ABD  “doğu sahilleri “1 ve 2. Filo Komutanlıkları
  • Büyük Okyanus ABD “Batı Sahilleri” güvenliği için 3 ve 4 Filo Komutanlıkları
  • Hint Okyanusunda 5. Filo Komutanlığı
  • Akdeniz’de  6. Filo Komutanlığı
  • Büyük  Okyanus’ta  ayrıca 7 Filo Komutanlığı  genel durumları itibariyle  görülmektedir

Deniz kuvvetleri kadar Hava Kuvvetlerinin de  ikmal ve destek için  yararlandıkları  ANA ASKERİ ÜSLER dikkate alındığına, “

  • Pasifik  bölgesinde : “ Japonya, Okinava Adası,  Mariana Adaları, Guam  Adası, Marshall Adaları,  Midway Adası, Hawai Adası, Samoa  Adası”
  • Atlantik bölgesinde:  Guantanamo, Panama, Sao Tome  üsleri
  • Hint  Okyanusunda : Diego Garcia,  Afrika Boynuzu
  • Hava üslerinin genel  durumları ise: Honduras, Ekvador,  Porto Riko (ABD),  Azor Adaları,Grondland “Thule”, Norveç,  Büyük Britanya, Hollanda,  Almanya, İspanya İtalya, Macaristan, Yunanistan, Türkiye, Güney Kıbrıs “İng.”, Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar , Afganistan,” Özbekistan, Kırgızistan  sorunlu  olan üslerdir”… Singapur, Tayvan, Avustralya…olmaktadır… (  Büyük  Oyunu Anlamak  Yves La coste  sf. 31, 47)

ABD silah altında bulundurduğu askeri gücün 1.400.000 kadar olduğu literatürde geçmektedir. Gene Lacoste’un açıklamalarına göre, bu askeri gücün  askeri üsler  yapısındaki genel dağılımı da  şu şekildedir… Küba Guantanamo’da  1.500 kişi,  Almanya’da 74.000 kişi,    Bosna ve Makedonya’da 5.000 kişi, Mısır’da 1.500 kişi, Irakta 138.000 kişi, Afganistan’da 10.000 kişi, Güney Kore’de 41.000 kişi, Japonya’da 40.000 kişi, Filipinler’de 1.100 kişi olarak görülmektedir…. Ana üslerin dışında diğer üsler de dikkate alındığında  dünya genelinde ana üslerden başka , yüzlerce irili ufaklı askeri üslerinin  bulunduğu da görülmektedir..

Bu kuvvet miktarları  değişen koşullara ve kriz bölgelerinin  yer değiştirmelerine göre değişmektedir… Halen Irakta  kalmış bulunan   90.000 askerden 40.000 ‘in  de  Eylül 2010  kadar çekilecekleri  ön görülmektedir….

Amerika’nın taklit edilemez teknolojisi içinde önemli yeri olan uzayın kontrolu üzerinden  dünyanın kontrolünün sağlanması stratejisinde  en önemli unsurlardan biri de  ECHELON AĞI üzerinden sağlamakta olduğu  iletişimin denetimi olmaktadır… Bu konudaki uygulamaya bakıldığında:

“ …Bu elektronik dinleme ağı 1948’de, Soğuk Savaş’ın başlangıcında kuruldu. Dünya çapındaki Anglo-Sakson ülkeleri (artı Almanya, Danimarka, Norveç ve  Türkiye) olarak  gruplandırılıyor. Günde 3 milyar veriyi “telefon ve uydu görüşmeleri” elden geçiren sistem, 11 Eylül 2001’den sonra öncelikle terörizm karşıtı mücadelenin hizmetine sokulmadan evvel ekonomik bilgileri toplamaya“ANGLO SAKSON ŞİRKETLERİNİ DESTEKLENMESİNDEN  ŞÜPHENİLECEK DERECEDE”  yönlendirilmiştir…. “ ( Büyük Oyunu Anlamak  Yves Lacoste sf.48.)

Dünya genelinde telekomünikasyon sistemlerinin özelleştirilmeleri konusundaki siyasal  tercih  ve ısrarların bu zeminde irdelenmesi de gerekmektedir…

ECHELON AĞININ  küresel düzeydeki konumuna  bakıldığında :

  • ATLANTİK BÖLGESİ AMERİKA DİNLEME SAHALARI
  • PASİFİK BÖLGESİ AMERİKA DİNLEME SAHALARI
  • KANADA BÖLGESİ  DİNLEME SAHALARI
  • İNGİLİZ DİNLEME SAHALARI
  • AVUSTRALYA DİNLEME SAHASI
  • YENİ ZELANDA DİNLEME SAHASI

Bu sahalar  çeşitli üslerdeki dinleme merkezleri ile bağlantılı olarak küresel düzeyde  işlevlerini sürdürmektedirler….

Dünya dengesinde giderek bir diğer güç merkezi olarak  öne çıkmakta olan Çin’in  de   2003 yılı itibariyle  kendi ana karasında konuşlandırmış olduğu  askeri gücü  ana hatları ile aşağıda özetlenen  şekilde ifade  edilmektedir…Ayrıca, Çin’in petrol ihtiyacının %40 nı Orta Doğudan temin ettiği düşünülürse bu ülkenin  halen bir açık deniz politikası görülmemekle beraber,  önümüzdeki yıllarda bu gücün gerek  Büyük Okyanus, ve gerekse Hint Okyanusunda bayrak göstermesi de beklenilmelidir… Bu ülkenin kara gücü içinde,

  • Lanzhou  bölgesinde 228.000 kişi
  • Pekin bölgesinde 300.000 kişi
  • Şenyang bölgesinde 250.000 kişi
  • Çengdu  bölgesinde 180.000 kişi
  • Jinana bölgesinde 190.000 kişi
  • Guangzu bölgesinde 180.000 kişi
  • Nanjing bölgesinde 250.000 kişiden oluşan bir kara kuvvetleri yapısında yer almaktadır

Bir diğer yönden ve genel durum itibariyle ülkelerin  silahlanmaya  yaptıklar harcamalara bakıldığında, Stokholm Uluslararası Barış  Enstitüsü ( SIPRİ)’in son verilerine göre:

  • ABD. 607 milyar dolar
  • Çin   84,9 milyar dolar
  • Fransa   65,74 milyar dolar
  • İngiltere  65,35  milyar dolar
  • RF.     58,6 milyar dolar
  • Almanya 46,87 milyar dolar
  • Japonya 40,69 milyar dolar
  • Suudi Arabistan  38,2 milyar dolar
  • Hindistan 30 milyar dolar….. olarak görülmektedir..

Brezilya’nın ise, son senelerde  silahlanmaya  önem verdiği, Fransa’dan 12 milyar dolar  civarında silah satın aldığı ve  Hava kuvvetlerin de güçlendirmeye çalıştığı basında yer almaktadır…

Ayrıca, nükleer silahların  sınırlanmaları ile yapılması düşünülen  Nisan 2010  içindeki   Nükleer Güvenlik  Zirvesi  kapsamında   ön görülen hedeflerin tartışılmasından önce  ülkelerin  mevcut  nükleer başlıklarının durumları da  şu şekildedir….

  • ABD  yönünden 1991 de imzalanmış olan  Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşmasına “ START ‘a” göre,   elindeki nükleer başlıkların  5113 adet  olduğu…
  • RF  2008 Temmuzuna kadar  START koşulların göre 4138 olmasının gerektiği…
  • Fransa’nın 2008 Eylülüne kadar savaş başlıklarını 300’e indirmiş olduğu
  • İngiltere’nin  mevcut başlıklarının 200 civarında bulunduğu
  • Çin’in muhtemelen  400 kadar stratejik ve taktik başlığa  sahip bulunduğu
  • Hindistan’ın 100 kadar savaş başlığı  üretme kapasitenin olabileceği
  • Pakistan’ın da  40/50 civarında  başlık üretebileceği
  • Kuzey Kore’nin  nüler başlık üretebilme kapasitesine ulaştığı
  • İsrail’in 100/200 civarında başlık üretebilme kapasitesinin bulunduğu   basına yansıyan değerlendirmeler içinde yer aldığı görülmüştür…
  • Nükleer silah yarışının zaman içinde diğer ülkelere de yayılabileceği  farklı değerlendirmelerde yer almaktadır…

Nükleer  başlıkların sınırlanması konusunda uluslar arası arayışlar sürerken ,konvansiyonel  silahlanmanın ters orantılı olarak  artışı da dikkate değerdir…Nükleer  silahların  azaltılması konusunun Başkan Obama’nın   öncülüğü yaptığı Nüklere Güvenlik Zirvesi ile  Nisan 2010 başlarında  tekrar gündeme gelmiş olması, bu kitle tahrip gücünün giderek dünya genelinde yaygınlaşarak  kontroldan çıkmış bir dünyada, nerede, ne zaman ve ne şekilde  kimlerin elinde  bir tehdit oluşturabileceğinin hesap tutmaz durumu ile ilgili olduğudur….

Hatırlanacağı üzere,  Balistik füzelerin sınırlanmaları konusunda ABD ile  SSCB arasında 17 kasım 1969  ve 26 Mayıs 1972  tarihlerinde “SALT I “ anlaşması ile bir ilk oluşturulmuştur…

Bunu takiben gene ABD ve SSCB. Arasında 18 Haziran 1979  tarihinde “ SALT II “ Anlaşmasıyla  balistik füzelerin sınırlanmasına gidilmesi de amaçlanmıştır…

Sürecin kısmen  kesintiye uğramasında ise, bu  güne kadar  ortaya çıkan gelişmeler dikkate alındığında ,  SSCB dağılmasından sonra, ABD’in TEK KUTUPLU DÜNYA politikasında ısrar etmesi önemli olmuştur…. ABD’in,  KOCAMAN SOPA POLİTİKASINI  uygulamaya koyması   sonrası, güvensizlik  politikalarının tekrar ortaya çıkması , başlıca nedenler içinde yer almıştır…

Bu açıdan bakıldığında, Tek Kutuplu Dünyadan, Çok Kutuplu  Dünya politikalarına kayış, güç dengelerindeki oynama ve    bu süreçte,   güçler arası dengenin  tek kutuptan yönetilemeyeceği gerçeğinin anlaşılması,  nükleer güvenlik konusundaki   12/13 Nisan 2010” tahinde yapılan   Nükleer Güvenlik Zirvesini gündeme taşımıştır .Bir diğer ifade ile dünyanın nükleer silahlardan arındırılması sürecini  ve  gereğini bir şekilde  çok kutuplu denge politikası zorlamıştır…

Konuya başka açıdan bakıldığında,  dünya GSMH 61 Trilyon dolar olduğu bilinmektedir.

Bunun içinde silah sanayinin 1 trilyondan fazla bir payı vardır…. Yalnız  turizm sektörünün payının 3 trilyon dolardan fazla olduğu kabul edilirse, ve borsalar yapısında birbirinin içine girmiş bulunan  tüm mal ve hizmetler sektörlerinin çıkar ilişkileri düşünülürse, pazar ekonomisinin  beklentisinin  her ortamda güven ve  istikrar olacağı açıktır…

Çok kutuplu dünya dengesi içinde, küresel kontrolün  tek bir merkezden denetiminin o kadar kolay olamayacağı da giderek ortaya çıkmaktadır…Nükleer silahların korsan girişimlerde kullanılabilmeleri ihtimali ise, bu süreçte başka yönlerden   gündeme gelmektedir…  Terör olayları da değişen dünya koşulları içinde bir diğer yönü ile, asimetrik savaş  yapısında İNSAN  FAKTÖRÜNE   DAYALI   OLAN süreç, tartışma konusu olmaktadır……

Özetle, topyekün bir savaşın   piyasaları ne hale getirebileceği  ve finans üzerinden kurgulanan bir siyasal denetimin de bundan böyle  kolay sağlanamayacağı ortaya çıkınca   bölgesel çatışmalar üzerinden  denetim arayışları söz konu  olmaktadır…. Bu yaklaşım ise, bölgesel veya ulusal alanda  önce terör ve gerilim yaratmak, hedef toplumları istikrarsızlaştırmak, daha sonra BM  karar alarak  uluslar arası kuvvet yapısı görüntüsünde  kurtarıcı  olarak hedef ülkeyi işgal etmek  şeklinde  ifadesini bulmaktadır….Afganistan ve Irak’ta  yaşananlar  canlı örnekler içinde yer almıştır…

Bu mantık içinde sınırlı savaş konusunda Kissinger   şunları söylemektedir….

(…. Eğer hür dünya yavaş, fakat bir erozyondan kurtulmak istiyorsa, lokal savunma savaşlarına hazırlanmalı ve bu savaşlar için  gerekli  önlemler alıp, ordular kurulmalıdır …Ahmet Akif  Mücek Asimetrik Savaş ve Provakosyon Süreci   sf.49 )

Yukarıda ifade edildiği üzere,  bir    hiper güç olarak  ABD’in küresel kontrolü elinde bulundurabilmek için   sosyal yapısından çıkan siyasal oluşumunun  güç değişkenleri  iyi tanımlanmalıdır…Gerek ekonomik yönden, gerekse politik ve askeri yönlerden etki alanlarına rağmen  çok kutuplu dünya  yapısında bu değişkenlerin de etkilerinin sınırlanmaya başladığı görülmektedir. FİNANS üzerine inşa edilmiş bulunan EKONOMİK GÜÇ, POLİTİK GÜÇ,  ASKERİ GÜÇ, KÜLTÜREL GÜÇ,  VE TAKLİT EDİLEMEYECEK TEKNİK GÜÇ  unsurlarının  FİNANSIN  küresel etkinliğinin devamı ile orantılı olduğu  bütün ülkeler tarafından öğrenilmiştir… Halen örtülü savaşta bu alanda sürmektedir… Nükleer güce dayalı dayatmaların geri tepen bir silah olacağı da anlaşıldığından,, ülkeler savunma harcamalarında konvansiyonel silahlara ağırlık verir duruma gelmişlerdir…

ABD kendi kontrol stratejisinin bu güç dengelerindeki kaymaları da dikkate alarak  ASKERİ GÜÇTEN önce YUMUŞAK GÜÇ  değişkenini psikolojik savaşın bütün kurallarını kullanarak öncelikle  National Security Agency  ( NSA )  uygulamaları ile küresel  yapıyı  denetlemek istemektedir…

Genellikle hedef görülen ülke içeriden iç sorunlar ile o ülke  yumuşatılmakta, inanç veya etnik farklılıkları  kullanılarak   ayrıştırılan toplumun iç dinamikleri de  işlevsiz hale getirildikten sonra, çıkan çatışmalar bahane edilerek  BM  kararları üzerinden  müdahale imkanları aranmaktadır… Bu konuda ,Ahmet Akif Mücek’in  “Asimetrik Savaş ve Provakasyon Süreci” adındaki kitabında şu tespitler  görülmektedir….

*    Amerika’nın  “Ayaklanmaları Bastırma” kitapçığı CIA’nın 1950 lerden itibaren yürüttüğü “İstikrarsızlaştırma Operasyonları Manifestosu”…(.6, 7 Eylül olayları, Kanlı  Pazar, Maraş katliamı, 1” Mayıs katliamı ….)    Trabzon’da Rahip Santoron cinayeti, Hrant Dink’e  süikast, Malatya’da  Zirve Yayınevi  saldırısı…. Sf….10/11

*    Amerikan  emperyalizmi çıkarlarını korumak üzere, Amerikan “ideallerini” benimsemiş, uygun kadroların yetiştirilmesine büyük önem vermektedir….sf.24

*    Eski CIA ajanı Philip Agee , sömürge ülkelerindeki askeri darbe süreçlerinde  yansınanların  ana hatlarını  tanımlarken şu  hususlara değiniyor…

–         CIA kendisinin en önemli düşmanları ve aleyhtarları hakkında  geniş bir liste hazırlar.

–         Bu liste, bu kişilerin hayatlarını ve onların nasıl, nerede bulunabileceklerini  de içerir…. (Kaset olayları hatırlanmalıdır!!!)

–         Amaç, askeri darbe olduğu zaman bu bilgi arşivini  o ülkenin gizli askeri istihbarat teşkilatına verip, bu kişilerin tutuklanmalarını sağlar…(Konu, güncel olaylar ile kıyaslanmalıdır.)

–         CIA , bütün dost ve müttefik üçüncü dünya ülkelerindeki sivil ve askeri istihbarat teşkilatlarının eğitilmesini ve donatılmasını üstlenir. Bu arada yüzlerce kişi, ABD götürülüp kurs  görür…. Sf.27

–         Çağlıyangil’in geçmişteki   bir tespitine de  kitapta yer verilmiş olup, dikkate alınmasında yarar vardır… “ CIA’nın adamı olursunuz , onun adına çalışırsınız, ama bundan sizin haberiniz olmaz”…sf59…   ifadesi hatırlandığında, pek çok vatansever ülkesine hizmet ettiği var sayımı içinde farkında olmadan bir takım operasyonun taşaronu olmuştur… Bu süreç cemaat yapılarında  halen devam etmektedir…

Son gelişmeler çerçevesinde  ve  Jeostratejik yönden konu özetlendiğinde, ulus devletlerin karşıtı bir politika ile, TEK KUTUPLU dünya stratejisinin dayatmaları içinde,  ABD önce kendi kıtasında

*    NAFTA Anlaşması ile, Kanada ve Meksika’yı  eksenine bağlamayı hedeflemiştir.

*    D aha sonra,  Güney Amerika Latin  ülkelerini de bu eksen üzerinde toplamayı amaçlamıştır. Bu süreç daha sonra Quebec Anlaşması ile kapsamlı hale getirilmeye çalışılmıştır.

*    Diğer yönden   AB yapısını  Trans Atlantık  süreci içine alınarak ABD ile  bütünleşmesi de  amaçlanmıştır.

*   Bir diğer yönden gerek RF, Japonya ,Çin   ve Hindistan gibi ülkeler de  ASEAN ve APEC  oluşumları da dikkate alınarak  TEK KUTUPLU DÜNYA ekseninin merkez gücü olan ABD’ye tek para birimi doların tutkalı ile bağlanmak istenilmiştir…

Evangelist  Siyonist çizgide biçimlendirilmeye çalışılan bu süreç, yaşanan küresel  düzeydeki  finans  sisteminin  çatırdaması ile ve  güç merkezlerinin  dünya dengesinde yeniden biçimlenmesiyle kısa sürede mecrasını değiştirmiş ve ÇOK  KUTUPLU  DÜNYA sistematiği jeostratejide yer almaya başlamıştır… “Örnek birinci sayfadaki diyagram”

Diyagramda görüldüğü üzere,  güç merkezlerinin,

  • ABD,  AB. RF.  ÇİN,  JAPONYA, HİNDİSTAN, LATİN ÜLKELERİ ekseninde  oluşmuş olduğunu
  • ABD’ın  kıtasında, kuzeyde NAFTA ile, Kanada ve Meksika’yı   ekseninde tutarken, güneyde de  Quebec Anlaşması ile  güney Amerika ülkelerini  sistemi içine almaya çalıştığını
  • Buna karşılık, Latin ülkelerinin MERKASUR ve  UNAKUR  anlaşmaları kapsamında kendi insiyatifleri içinde  birlik oluşturmayı amaçladıklarını ve Quebec  Anlaşmasının etkisiz kaldığını
  • Diğer yönden, ABD’in TRANS ATLANTİK yapılanması ile AB.i de  etki alanına almayı amaçladığını, ancak, AB’i   ile, Avro /dolar  rekabeti nedeniyle bu bütünleşmenin de  yetersiz kaldığını
  • RF, ve Türkiye’nin  öncülük ettiği Karadeniz  Ekonomik İşbirliği “ KEİ.” Teşkilatının    ayrı bir  ekonomik alan oluşturmasıyla, bölgesel sonuçları etkileme olanağının oluştuğunu
  • RF, Çin, Hindistan, Brezilya arasında “BRİÇ” ekonomik yapılanmasının bir diğer ekonomik güç  alanının da ortaya çıkmakta olduğunu
  • Ayrıca, RF, Çin, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan ,Tacikistan’ın üye oldukları  ŞANGHAY İİBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ “ŞİÖ”  yapılanmasının Asya bölgesinin güvenliği yönünden  bir diğer oluşum sağladığını
  • Pasifik Bölgesinde şeklenmiş bulunan ASEAN ve APEC  yapılanmasının ise, giderek Çin’in etki alanına doğru kaymakta olduğunu
  • Orta Doğuda ise, Türkiye’nin bir şekilde çok kutuplu dünya dengesine göre, jeostratejik   yaklaşımları öne çıkararak, bölgesinde  gerek RF, gerek Balkan ülkeleri, gerekse, İran ve Arap ülkeleri ile ticari alanını genişletmekte olduğunu,  ayrıca, ABD ve AB ile  ikili ilişkilerinin ötesinde Afrika, Çin, Japonya,  Hindistan ve  Pasifik  bölgesi ülkeleri ile de ikili ticari ilişkilere önem verdiğini
  • Türkiye’nin diğer yönden, Moskova ve Ankara ekseni üzerinden Balkanlardan  Pasifik’e kadar uzanan alan üzerinde çok geniş bir coğrafyayı kapsayacak şekilde ve en az 400 milyonluk bir pazar ve  ekonomik alan oluşturmak üzere   AVRASYA EKONOMİK İŞBİRLİĞİ  yapılanmasına da  katkı sağlayabileceğini   ortaya koymaktadır.

Görüldüğü kadar bu süreç, bir yönü ile,  küreselcilerin beklentileri olan ulus devletleri parçalayıp  küçültülmüş devletçiklerin  ayrı ayrı kontrolüne dönük  bir  küreleşme anlayışı yerine, ulus devletlerin karşılıklı olarak  bağımsız yapılarına saygılı ve ortak çıkarlarda iş birliği şeklinde bir oluşumu  ortaya çıkarmaktadır…Ancak bu anlayış  üzerine inşa edilebilecek  yakınlaşmalar  uzun vadeli olabilecektir…Kısaca , ulusal ekonomilerin karşılıklı  çıkar birliği  ve dayanışmaları ile yeni bir  küreselleşme anlayışının barış içinde  gerçekleşmesi de bu bağlamda  söz konusu olabilecektir….

Özetle, sık sık ifade edildiği üzere, Evangelis  Siyonist  çizgide  ortaya çıkmış olan tek kutuplu dünya  anlayışı giderek  dönemini kapatmaktadır. KOCAMAN SOPA POLİTİKASI tarzındaki  güç  değişkeni  kullanılarak  ülkelerin iç yapılarında oluşturulmak istenilen istikrarsızlık modellerinin oyun kurucuları da  çok açık şekilde herkes  tarafından  bilinir duruma gelmiştir…Gerek Latin dünyasında, gerekse, Asya ve Pasifik bölgesinde ortaya çıkmakta olan  yeni  dayanışma arayışları tümü ile bu güvensizliğe neden olan güç merkezinin  politikaları nedeniyledir…

Bu güne kadar izlenen  çeşitli askeri müdahalelerin  gerisinde hangi ekonomik çıkar hesaplarının olduğu bilinmektedir… Ülkeleri kontrol etmek ve sonrada müdahale etmek için iç meseleler  oluşturma  hesapları batı kaynaklı kitaplarda da sürekli yer almaktadır…Büyük hesap sahiplerinin enerjiyi kontrol üzerinden  rezerv para alanlarının etkinliğini sürdürmek ve  ülkeleri  de kontrol altında tutmayı amaçladıkları da bilinmektedir…Müdahale  modelleri ise  buna göre kurgulanmaktadır…. Ancak, genel sonuç  çıkmazlara yenilerinin eklenmesi ve büyüyen güvensizlik içinde  karşıtların  oluşmalarına neden olmaktadır!!!

Çeşitli ülkelerde ayrımcı hareketler “NSA’ ın “ modelleri içinde sistemleştirilirken, ABD’ye   hasım ülkelerin de  bu ülkenin iç yapısı konusunda benzer kurguları ileri sürdüğü görülmektedir… “NSA”  uygulamaları içinde ülkelerin etnik farklılıkları üzerinden yapılan kurgular  hatırlandığında, bumerang etkisi yapacak olan  bu tarz kurgular ABD için de ileride söz konusu olabilecektir… ABD’in sosyal dokusu hatırlandığında,

*   İngilizler                           29.548.000           kişi olup nüfusun      %14

*   Almanlar                           25.543.000             “      “         “           %13

*   Siyahlar                             23.465.000             “      “         “           %11

*   İrlandalı                             16.408.000             “      “         “           % 8

*   Hispanik                              9.178.000              “      “         “           % 5

*   İtalyanlar                              8.764.000             “      “         “           % 4

*   Fransız                                 5.420.000              “       “        “           %3

*   Polonyalı                              5.105.000             “       “        “            %3

*   Rus                                       2.188.000              “       “        “           % 1

*   Belirlenmemiş                    17.556.000              “        “        “          % 9

*   Başka etnik gr.                    85.139.000             “        “         “          %42

(Kaynak. Avrasya Dosyası   C.1. Sayı 4.  Sf. 145 )

ABD karşıtlarının ileri sürdüğü etnik ayrımcılığa  yönelik  iddialar içinde

*   Ülkenin güney eyaletlerinin bulunduğu bölgelerde Meksika asıllıların  ileriye dönük olarak   ayrımcı hedeflerinin olduğu

*    Arizona, Kolarado, Mexıco ve Teksas’ın   kendilerini ayrı bir  cumhuriyet  yapısı içinde gördükleri  ifade edildiği

*   Pasifik kıyısında yoğunluğu bulunan Asya asıllıların da  kendi devletlerini amaçlıyabileceklerini….

*   Diğer yönden Latinolarda da kimlik  hareketlerinin artmakta olduğunu…

*  Atlantik sahillerinin de Anglo Saksonlar’a bırakılacağı  belirtilen görüşlerin yer al dığını

*  Ülkenin  orta kesimlerinin ise,  Kızılderilere ait  olduğunu beyan eden görüşler vardır…

*   Yakın geçmişte Vermont eyaleti ile, Lakota ‘daki ayrımcı  çıkışlar sembolik olsa da  sosyal yapı konusunda  bazı ip uçları vermiştir…

*    Halen yorumlarda ABD de 40 kadar ayrımcı hareketin varlığı  da söz konusu olmaktadır…

ABD, dünya genelinde güvensizliğe neden olan politikalarını sürdürdükçe, coğrafyadaki cephesini sürekli yaymak durumunda kalmaktadır…Diğer yönden , YUMUŞAK GÜÇ değişkeni üzerinden  NSA operasyonlarının sürmekte olması ise birçok  ülkenin  bu  ülkeye karşı tedirginliğini artırmaktadır… Güç denklemi içindeki  yaklaşımlar  güncelleştikçe  kendilerini tehdit veya baskı altında gören diğer güçler de zamanla kendi YUMUŞAK GÜÇ  değişkenleri üzerinden  ABD karşı  NSA  benzeri operasyonlara yönelebileceklerdir…. ABD in küresel  yapıdaki herhangi bir askeri başarısızlığı söz konusu olması durumunda  ise,  böyle bir süreç   büyük bir ihtimalle tetiklenebilecektir….

Bu konuda  Tım Weiner’in   “Bir CIA  Tarihi Küllerin Mirası” adlı kitabındaki  temas ettiği hususlar  dikkate değerdir…

(….Gerileme, Amerikan ulusal güvenliğinin temellerini saran yavaş bir çürümeydi. Irak’ta dört yıl boyunca savaştıktan sonra, ordu tükenmiş, üniformalı askerler yerine fütüristik silahlara daha fazla  yatırım yapmış liderler  tarafından  kanı kurutulmuştu…..altı yıl boyunca hiçbir şey bilmeyen  politikacılar tarafından dayatılan iradeli cehalet yüzünden, kongrenin servis denetçiliği çökmüştü…. Sf. 590 )

(…. CIA’ın şirket kopyaları, Washington ve diğer şehirlerde ortaya  çıkmaya başladı. Para karşılığı vatanseverlik,yılda 50 milyar dolarlık bir işe dönüştü; bu, Amerikan istihbarat bütçesinin kendisi kadardı. Bu fenomenin  kökeni  on beş yıl öncesine dayanıyordu. Soğuk savaştan sonra, servis, 1992 de başlayan  bütçe kesintileri  yüzünden binlerce işi taşeronlara yaptırmaya  başlamıştı. Bir CIA ajanı emeklilik kağıtlarını hazırlıyor. Mavi kimlik kartını ters çeviriyor, Lockheed Martın veya Booz Allen Hamilton gibi  bir askeri taşeron için çok daha yüksek bir maaşla çalışıyordu, sonra ertesi gün  CIA’e  dönüyor ve yeşil rozetini takıyordu. Eylül 2001’den  sonra, taşeron hizmetleri  kontroldan çıktı. Yeşil rozet patronları, CIA’ın kantininde açıkça adam aramaya başladılar…. Sf . 591)

(…Gizli servisin büyük bölümü, CIA’ın emir-komuta zincirindeymiş gibi görünen ama kendi şirket patronlarına çalışan taşaronlara bağlı halde yaşamaya başlamışlardı…. Sf. 592 )

Görüldüğü gibi, en önemli haber alma   gücü olan CIA’ın giderek  özel şirketlere  taşaron olarak hizmet verir hale gelmesi,  ülke çıkarından ziyade şirketlerin çıkarlarına uygun operasyonlarda yer alması, ABD içindeki  bir diğer  ABD’in etkisinin bu ülkeyi nerelere  çekmekte olduğunu göstermektedir…

T. Roosevelt’ten,   W. Bush’a uzanan  ve  benzerlik taşıyan  KOCAMAN SOPA POLİTİKALARI  uluslar arası zeminde  ABD karşıtlığını artırmıştır. Dünya genelinde, bu ülkeye karşı  duyulan  tedirginlik yeni  yapılanmaları ve güç merkezlerinin  oluşmasını da zorlamıştır.  Finans üzerinden  amaçlanan  sosyo politik ve ekonomik  denetim  tek merkezin dışına taşmaya başlamıştır… Enerji  üzerinden hesaplanan kontrol sistemleri de  hedeflenen  noktadan uzak görülmektedir….

Dünya genelinde  Çok Kutuplu bir süreç  ABD’in  politikalarına rağmen  sürmeye devam etmektedir….Dünya bir  topyekun  savaşın  getireceği yıkımın farkındadır…. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında ABD, Avrupa için önemli bir stratejik derinlik sağlarken bu gün için ABD’in stratejik derinlik  alanları yoktur….

İttifak yapısındaki ülkeler bile artık ABD’in  tasvip edilmeyen politikaları karşısında zoraki bir  tavırla  ister istemez  destekçi  olmaktadır… BM.  Yapısı gerçekte,  dünya barışının koruyucusu olmanın ötesinde, ABD’in  gerektiği ortamlarda askeri müdahale imkanlarına  meşru (!) zemin oluşturmaya yarayan  aracı durumuna getirilmiştir… Dünya ülkeleri giderek yeni güvenlik arayışları içinde BM. Yapısının yeniden şekillenmesi konusunda  ister istemez arayışlara  girebilecektir…

Süreç, Avrasya yapısında  yeni bir  ekonomik işbirliği alanına doğru  birçok ülkeyi  yönlendirmeye başlamıştır… Bu süreç doğru  yönlendirildiği takdirde  dünya barışı için önemli çıkış olanakları da sağlayabilecektir… Mark Hanna geçmişte   ABD ‘de  ulusal yapının istikrarı için, ortak yaşamda çıkar birliği görüşü üzerinden  çözümler ön görmüştür…  Bu kere de dünya genelinde küresel bir yapılanmada Ulus devletler arası  ekonomik iş birliği içinde  ortak çıkarların oluşturulması  muhtemel çatışmalara karşı barış sürecini uzatacak  imkanlar sağlayabilecektir… Bu süreç  nasıl olmalıdır?

  • Özellikle  ulus devletleri tasfiye ederek , ufaltılmış şehir devletleri üzerinden  küresel  kontrol  anlayışından vazgeçilmelidir…
  • Ulus devletlerin karşılıklı  çıkar birliği içinde  ekonomik alanlardaki  yapılanmalarında hegomonik demokrasi anlayışı yerine ortak  çıkar birliği dayanışmasının ilkeleri oluşturulmalıdır.
  • AVRASYA ekseni üzerinden, Pasifik okyanusuna uzanan güzergahta, Ankara Moskova’nın başını çektiği  ekonomik oluşum önemli bir sürece destek sağlayabilecektir.
  • Bu yapılaşma içinde, Pekin’den,  Hazar’a oradan Bakü, Tiflis, Kars  demir yolunun gerçekleşmesi durumunda bu güzergahın Boğaz geçişini müteakip Londra’ya kadar uzatılması  Asya’yı, Avrupa’ya yaklaştırabilecektir.
  • Diğer yönden NABUCO Projesinin gerçekleşmesi durumunda da, Avrupa’ya kadar uzanacak bu enerji hattı diğer yönden sarsıntı geçiren  AB.ni de Asya’ya yaklaştırabilecektir….
  • Bu oluşum, AB’nin  dağılmasını da engelleyebilecek, ve AB ile  AVRASYA .arasında ekonomik çıkar birliği sağlanabilecektir…
  • Senelik  enerji ihtiyacının % 1,6 oranında artığı dikkate alındığına, 20 sene sonra bu ihtiyacın yaklaşık %30  bir talebe de neden olacağı hatırlandığında, yeni  enerji hatlarına ihtiyaç da doğacaktır. Bu nedenle de NABUCCO  ister istemez gündeme gelebilecektir…Bu husus da Avrupa için önemlidir…
  • Bir diğer yönden, RF, üzerinde proje çalışması yaptığı  ifade edilen ALASKA “BERİNG”  tünelidir… Bu proje ABD, RF,  JAPONYA , ve ÇİN’in de  iştiraki ile  hayata geçirilme olanağına kavuşabilirse,

n      ABD. ile RF  üzerinden iki  ülke arasında önemli bir enerji ulaşımı  yanında , demir yolu ile, kara yolu bağlantısını da sağlayarak , ticari  ilişkiler yönünden iş birliğini ortaya çıkarabilecektir…

n      NAFTA ve QUEBEC  hedefleri de bu  yapılaşma içinde  çıkar birliğine destek olabilecek, bir diğer ifade  ile Main Eyaletinden Sibirya’ya, oradan da  Türkiye’ye kadar uzanabilecek  yeni bir ipek yolunun temelleri  bu istikamette de  oluşabilecektir…

n      Diğer yönden, bu güzergah  Trans Sibirya  bağlantısından güneye  Çin,  ve  Hindistan’a kadar  uzanabilecek,  ayrıca,  doğu batı yönünde   Avrupa  ve İngiltere’ye kadar uzanan  bir  diğer  ticaret yolunu  da şekillendirebilecektir.

n      Keza, gene bu güzergah üzerinden Moskova’dan Anadolu, İran, ve Orta doğuya inen  bir kuzey güney hattı ile ticaret yolları diğer yönden de   uzatılabilecektir…Bu güzergah  ise, daha güneye de inebilecek Afrika ile bağlantısı bile olabilecektir…

n      Bu ticaret yollarının bir taraftan doğudan batıya, diğer yönden kuzeyden güneye inmesi söz konusu  olması halinde küresel düzeyde ekonomik   işbirliği ve çıkar beraberliği ulus devletlerin yapıları içinde şekillenebilecektir…

n      Bu bağlamda, İstanbul’un kuzey, güney ve doğu batı irtibat yolları üzerinde bir liman kenti olarak durumu dikkate alındığında metropol bir şehir olarak ister istemez  bölge için uluslararası   konumu itibariyle FİNANS MERKEZİ  özelliği kazanması da söz konusu olabilecektir…

Jeopolitik ve jeostratejik açılardan  konuya küresel düzeyde bakıldığında  ulusların  çıkar alanları birbirleri ile örtüşmese bile, akılcı yaklaşımlarla,  ortak çıkar alanlarının oluşturulması  durumunda  çözümlerin sağlanması,  kısa, orta ve uzun vadeli politikalarla  mümkün olabilecektir….

Güç değişkeni üzerinden yürütülmek istenilen  zorlayıcı politikaların  muhtemel sonuçlarının  neler olabileceği yaşanan örneklerde  kısa zaman aralıkları içinde izlenmiştir… ABD’in, Vietnam deneyimindeki  başarısızlığı yanında, SSCB ‘in sonuç vermeyen Afganistan’ın   işgali deneyimi de ortadadır… Irak faciası ise  oynanan oyunun son  görüntüsüdür…. Ülkeler artık bu tarz  KOCAMAN SOPA POLİTİKALARININ hangi  kapalı kapılar gerisinde ve  hangi örtülü amaçlara göre planlandıklarının farkındadır !!! Son yaşanan  güvensizlik  ortamı da dikkate alındığında  ve de bu süreç devam ettiği takdirde   önümüzdeki  yıllarda , ÇOK KUTUPLU DÜNYA  genelinde ULUS DEVLETLERİN yeni bir BM. Güvenlik sahası oluşturması konusunda  söz ve işbirliği arayışına gitmeleri de sürpriz olmayacaktır!!!   20/05/2010

ERGUN ÖZGEN

ÇOK KUTUPLU DÜNYA DİNAMİĞİ İÇİNDE  ABD. LİBERALİZMİNİN SOSYAL YAPI  VE  KÜRESEL  POLİTİKAYA  OLAN  ETKİLERİ - tara 2

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir