Türkiye’de bir din devleti kurmak isteniyorsa bunu gerçekleştirmenin en kolay yolu Atatürk’e ve kurduğu partiye saldırmaktan geçer.
Uluslararası alanlarda da Türkiye’nin “Ilımlı İslam” ekseninde “aydınlıktan-karanlığa”, “uygarlıktan-ortaçağa” rotasının çevrildiği söyleniyor. Evet, hepimiz aynı yolun yolcusuysak bu gemiye de nereye gittiğini, nerelere ulaşacağını bildiği için binmiş olmuyor mu insanlar? Elbette bunun aksi söylenemez. Ancak kaptan sanki kendi hayalleri doğrultusunda geminin rotasını belirliyormuş gibi izler taşıyor.
Ortaçağ; yobazlığın, bağnazlığın, yoksulluğun, kadın erkek eşitliğinin olmadığı, hukukun işine geldiği gibi kullanıldığı bir dönem olmasına karşın, ısrarla yükselmek yücelmek yerine bu çağa göz göre göre gitmek intihardan başka bir şey değildir.
Bugün İsmet İnönü’yü Hitler’e benzetenler, yarın Ermenilerin soykırım oyununa yenik düşüp taleplerini de gündeme getirirler mi ya da Yunanlıları denize döken, Kurtuluş savaşı mücadelesini veren Atatürk’ü de suçlama cüretini gösterirler mi? Bunun olmasını elbette istemiyoruz. Ancak gidişat bunun habercisi adeta.
Cumhuriyet Halk Partisi ve Genel Başkanı Deniz Baykal dokunulmazlıkların ardına gizlenmeyin, kaldırın dokunulmazlığı hodri meydan derken, AKP’nin Anayasasında
Dokunulmazlığa dokunulmaması düşündürücüdür. Dokunulmazlık kaldırılmıyor bunun yerine birileri bunu ısrarla isteyen Baykal’ın mahremiyetine dokunuyor.
AKP’nin Anayasası diye değerlendirmemizin nedeni yapılan değişimlerin ve isteklerin ülkenin bütününü kucaklamayışı ve değerlerin kökten değiştirilmesindendir.
Diyelim ki DTP kapatılmayıp ve İktidara gelebilseydi Anayasayı değiştirip PKK’lıların Yurda dönüş törenlerinde getirdikleri mektuplarda istenilen talepleri yasalaştırsaydı ve ipleri eline alsaydı ne olurdu? Bunun yanıtları elbette zihinlerinizde.
Anayasa; karalama tahtasına dönerken sıkışıldığında halka başvurmak da ne kadar doğru? Tartışılır.
Halk,
İşsiz,
Nitelikli eğitimden yoksun,
Enflasyon tırmanışına karşı yenik,
Sadaka kültürüne alışmış,
Dini görüşler ile kafası karıştırılmış,
Korku imparatorluğuna mahkûm edilmiş,
Cesareti kırılmış,
Hastane köşelerinde perişan edilmiş,
Şehit haberleri ile dünyası başına yıkılmış,
Geleceğinden endişeli bir halde…
Hangi halk referandum’a sağlıklı katkıda bulunabilir?
Toplumsal olarak ahlak çökmesini yaşayan mı?
Elinden demokratik savunma hakkı alınan mı?
Hukuk istediğinde köşeye sıkıştırılan mı?
Evlilik programları ile evi olsun, arabası olsun yatı katı olsun üstüne parası olsun ama illaki 70–80 yaşında olsun diyen halkın bireyleri mi?
Veya 12–14 yaşında başlık parasıyla satılan şimdilerde 5–6 çocukla 25’inde çocukluğunu yaşayamamış sırtından sopası eksik olmayan köleleştirilen birey mi?
Toplumumuz da bireyler arasında inanılmaz bir uçurum var. Birileri en lüks araçlara binip, marka kıyafetleri ile gününü gün ederken, birileri kuru soğan ekmek dahi yiyemez hale gelip sürünüyor.
Kendi derdine düşürülmüş, siyasal toplumsal sorunların dışında bırakılmış halkın bireyleri mi sağlıklı değerlendirebilir?
Böylesi bir ortam da, Atatürk’ü sorgulamak, CHP’nin üzerine gitmek, Kemalizm’in Avrupa’daki totaliter ideolojilerin etkisinde kaldığı yönünde görüşler dünden daha çok yaygın.
Atatürk CHP’ye faşist bir model getirmek isteyenleri tersleyerek bir muhalefet partisini tüm olumsuz zor şartlara rağmen bizzat kendisi kurmuştur. Açtığı bu yol Müslüman ülkelerde olmayan demokrasi anlayışını getirmiş böylelikle demokrasi kazanılmıştır.
Bugün işine geldiği gibi kullanılan demokrasi ve hukuk anlayışı ile değil tabiî ki.
İnsanların ekonomik gücünü elinden alarak dini duygularını sömürerek var olmayı amaçlayanlar tarihin her döneminde olmuştur.
Atatürk’ü yıkarak, onun kurduğu ve onun değerlerini doğrultusunda hareket eden bir siyasi partiye saldırarak adım atmak ilerlemenin aksine gerilemektir.
Susturulan bir muhalefet, suskunluğa mahkûm edilmiş bir millet…
Umudumu yitirmedim, erteledim şimdilik!
Söz şimdi kimde?
Nuran.Talay@politikadergisi.com
Bir yanıt yazın