Yakin tarih ve gelecegin ipuçlari.. (video 18 dakika)– ferit baltacı [bilgi@bmsambalaj.com]
YAŞAM ALANIMIZ OLAN YURDUMUZ ÜZERİNDE DÖNEN OYUNLAR VE PLANLAR
IZLEMEK IÇIN TIKLA…
http://metinozkanva disi.orgfree. com/sitevid/ sitevid048. html
BU BELGESELIN TÜRK TELEVIZYONLARINDA GÖSTERILMESI YASAKLANDI.. .
IZLEYIN,TANIDIKLARI NIZA iZLETTIRiN.. …..
http://metinozkanva disi.orgfree. com/sitevid/ sitevid048. html
Saygılarımla,
İlmay Teker,Dişhekimi İZMİR
From: Yılmaz Arslan [mailto:y.arslan57@gmail.com]
Subject: Banu Avar Videosu” Çözümü/Mutlaka okuyunuz ve yayınız!
Özal, o yıllarda Türkiye’de hiç duyulmamış konuları tartışmaya açacaktı:
Bir Türk-Kürt Federasyonu kurma fikrini ortaya atacak, tepkiler sonunda ”konuyu tartışmaya açmak istemiştim” diyecekti.
Amerikalılar süreci ve tansiyonu kontrol edecekti.
Turgut Özal 1991 yılında ”Türkiye olarak şu ermeni soykırımını tanısak da bu iş sona erse” görüşünü de dillendirdi.
O nedenle Amerikan büyükelçisi Abramowitz Ermeni Meselesini de, Türk – Kürt Federasyonunu da ağzından düşürmüyordu.
Tepki gösterenlere de ”Bunu ben değil, cumhurbaşkanınız söylüyor” diyordu.
İşte Emekli büyükelçi Coşkun Kırca’nın sözleri:
”Abramowitz her tarafta Amerikan sefiri olarak bunları söylüyordu.
Ben kendisine bir yerde bir gün ‘Nasıl olur? Türkiye’nin iç işlerine müdahale hakkınız yok sizin’ deyince ‘ben asla Türkiye’nin iç işlerine müdehale etmiyorum. Bunları sizin cumhurbaşkanınız söylüyor’ diye cevap verdi bana.”
Yine o yıllarda Çekiç Güç’ün yarattığı konforlu ortamda Kuzey Irak, batılı yardım kuruluşları ve ajanlarla dolup taşacaktı.
Birleşmiş Milletler, şemsiye altında ve Çekiç Güç’ün denetimindeki şeritte, bir Kürt devleti için kolları sıvamışlardı.
Bölge halkına batılı kurtarıcılarının geleceği ve bir kürt devleti kurulacağı müjdesi veriliyordu.
O yıllarda oralarda dolaşırken İspanyol Kültür Derneği’nden Alman Yardım Kuruluşları’na kadar 200’e yakın derneğin faaliyetine tanık olmuştuk.
1995 yılında Aksiyon Dergisi, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis tarafından hazırlanan bir rapora yer verdi.
Buna göre İncirlik’ten kalkan Çekiç Güç’e bağlı uçakların PKK’ya havadan malzeme attığı saptanmıştı.
O günlerde İngiliz Daily Telegraph gazetesi, Amerikalı subayların PKK’lılarla düzenli toplantılar yaptığını yazdı.
Amerikan özel kuvveti Delta Force birlikleri, Kuzey Irak’ta peşmergeleri eğitiyordu.
Bu haber Frankfurter Allgemeine, Observer gibi Avrupa gazetelerinde ve Londra’da çıkan El Hayat adlı gazetede yayınlandı.
PKK’nın Kürdistan Ulusal Kongresi, 2002 yılı Ocak ayında Brüksel’de ABD’nin desteği ile toplandı ve ABD’de resmen kabul edildi.
Batılı ülkeler PKK’ya serbest çalışma şartları sağlıyorlardı.
Avrupa Birliği PKK’yı, adı KADEK olarak değiştirilinceye kadar onu terör örgütleri listesine koymadı; PKK, KADEK adını alınca da bu kez KADEK terör örgütleri listesine alınmadı.
Bunları görmemek için kör olmak ya da başka devletlere çalışıyor olmak gerekti. Bu arada onbinlerce vatan evladı yitirildi.
1995’te cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 32. Gün programında Avrupa Birliği’nin terörle mücadele konusundaki önerilerine şöyle cevap verecekti:
”Siz diyor, azınlık hakları tanıyın bunlara. Şimdi bunlara anlatıyoruz ki burada, bunlar bugün ülkenin tümünün sahibi… niçin azınlık hakları, ikinci kademe… Başka istikametlere varır… Özerkliğe varır, otonomiye varır, federasyona varır. Sonra Türkiye’nin parçalanmasına varır…”
Batı zaten bunu istiyordu.
100 yıl önce olduğu gibi planlar aynıydı.
Bir Kürt Devleti, bölgedeki ülkelerin ittifakını önleyecek, Türkiye’yi Asya’dan izole edecek ve ikinci İsrail’i petrol coğrafyası üzerine inşa edecekti.
O nedenle, yeni Bogos Nubar Paşalar ile kürt Şerif Paşalar Türkiye’yi sarmış, masada batılı devletler ile aynı tarafa oturur olmuşlardı.
Arada CIA marifeti ile gerçekleştirilen darbeler, sesini çıkaran, gidişe dur diyen tüm aydınları susturacaktı.
Türkiye’nin kırmızı çizgileri yavaşça solacaktı.
Yabancı Büyükelçiler, sabır zorlayıcı açıklamalar yapacaklardı.
Amerika’nın Ankara eski Büyükelçisi M. Abramowitz, yayınladığı Türkiye raporunda Türkiye’nin parçalanabileceğini açıkladı.
Abramowitz’in ”Türkiye parçalanabilir” demesinden çok değil bir ay sonra, Almanya’dan yola çıkıp incirlik üssüne malzeme götüren bir NATO tırında, PKK’ya ulaştırılmak üzere hazırlanmış askeri donatım malzemeleri yakalanacaktı.
İşte 90’ları böyle geçirdik.
Kürdistan Devleti’nin kurulması yolunda, Batılı devletlere destek verdik. Ermenistan Lobisi’nin istekleri doğrultusunda, adımlar attık.
Sevr Anlaşması içinde bir başlık daha var.
İstanbul’da çöreklenmesi düşünülen bir Bizans devleti.
Bu konudaki kırmızı çizgilerde Fener Rum Patrikhanesi’nin aktif katılımı ile pembeleşti.
Hillary Clinton, Dışişleri Bakanı olarak geldiği Ankara’da sıraladığı bir dizi talebin başına, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını koydu.
Bu bizans devleti hayalinin vazgeçilmez şiarıydı.
1990’lardan bugüne kadar bu konu baştacıydı.
Bu konudaki ilk adım, Avrupa’dan gelmişti.
1994 yılında Avrupa Birliği, Fener Rum Patrikhanesi Patriği Bartholomeos’u, Bizans Devlet Başkanı olarak seçtiğini duyurdu.
Avrupa Birliği’nden Devlet Başkanı ünvanı edinen Fener Patriği, basına verdiği demeçlerde ”Lozan’ı tanımıyoruz” diyordu.
Avrupa Birliği, Fener Patriği’ne İstanbul merkezli Bizans Devleti Başkanı ünvanını verirken; Fener Patrikliği’nin tıpkı Vatikan Devleti gibi bir statüye kavuşturulması ve Türkiye toprakları üzerinde bir tür devlet içinde devlet olup çıkması düşünülüyordu.
Avrupa Birliği’nin Bizans Devlet Başkanı ünvanı verdiği Fener Rum Patriği, aynı yıl Belçika’ya gidiyor ve orada Belçika Kralı tarafından Devlet Başkanı sıfatıyla ağırlanıyordu.
Bugün nasıl Pentagon Danışmanı, Stratford Düşünme Merkezi başkanı George Friedman, yeni osmanlı haritaları yayınlıyorsa; 1918’de de bugünküne çok benzer haritalar ortalıkta uçuşuyordu.
Esquire Dergisi’nin Şubat 1994 tarihli sayısında, İstanbul başkentli bir yakındoğu federasyonunu işaret eden harita yayınlandı.
Bu yayından bir kaç gün sonra, The New York Times Magazin’de Robet D. Kaplan imzalı bir yazıda, İstanbul başkentli yakındoğu federasyonu kurulması gerektiği savunuldu.
Ardından aynı düşünce, CIA eski Türkiye Şefi Paul Henzé’nin raporunda karşımıza çıkıyordu.
Tüm bunlar olurken, Amerikan İstihbarat Teşkilatı CIA, CNN televizyonuna çıkarak ”Doğu Bloğu ve Rusya’daki bütün üstdüzey ajanlarımızı, Türkiye’ye kaydırıyoruz. Yakında Türkiye’de çok büyük karışıklıklar çıkabilir” diyordu.
Cumhurbaşkanı Demirel, 1 Mayıs 1995 günü Milliyet Gazetesi yöneticilerini makamına çağırıyor ve ”Batı Sevr’i istiyor” diyordu.
Lord Curzon’un hayaleti, Türkiye üzerinde dolaşıyordu.
1995’te bayram havasında bir kutlama yapıldı.
Halk ne olduğunu anlamadı.
Birçok Avrupalı üstdüzey isim Türkiye’ye doluştu.
Havai fişekler eşliğinde bir kutlama yapıldı.
Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmeden Gümrük Birliği’ne sokulmuştu.
Yani, tüm gelirlerine el konulacak, hiçbirşey üretemeyecek ama herşeyi satın almak zorunda kalacaktı.
Üstelik yokoluşunu kutlayacaktı.
Halkın hangi sarmalın içine itildiği ortaya çıkmamalıydı.
Bunun için televizyonlar kullanılacaktı.
Batı, basın-yayın vasıtası ile Türk halkının beynini dumura uğratacaktı.
Medyanın önemli bölümü ve bir kısım aydın, Avrupa Birliği’ne bağlı kurumların, Avrupalı vakıfların maaş bordrosuna alınmıştı.
Cüceler tarafından sıkı sıkı bağlı yatan bir devdi, Türkiye…
Üzerinde türlü oyunlar oynanıyordu.
Psikolojik operasyonlar, insanları umutsuzluğa sürüklüyordu.
(TESEV’den çarpıcı Kürt Raporu: ”PKK, bölge halkının kendisidir!”)
1999’da, Apo Kenya’da yakalandı ve Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde idam cezası uygulanmadı.
İmralı’da mahkeme sırasında Batı’nın tüm üstdüzey isimleri, dünyanın en ünlü gazetecileri sorgulamayı izledi.
Batıdan Öcalan’a destek mesajları yağıyordu.
Fransız cumhurbaşkanı’nın eşi Madam Mitterand’ın açıklamaları gazetelerdeydi. Ne mi diyordu: ”Ben Apo’dan daha çok Apo’cuyum. Abdullah’ın kalbimde çok özel bir yeri var.”
Vatikan bir bildiri yayınlıyor; “1918’den beri Kürtler bağımsızlıklarına kavuşmayı bekliyorlar” diyordu.
Türkiye’yi ziyaret eden Avrupa Birliği dönem Başkanı “Apo’yu asarsanız AB’ye giremezsiniz” diyordu.
Ardından Leyla Zana’yı hapishanede ziyarete gidiyordu.
Sonra da Türkiye Cumhuriyeti hükümetine, HADEP’li Belediye Başkanları ile diyalog tavsiyesinde bulunuyordu; “Yoksa Avrupa Birliği kapısı kapanıverir!”
Öcalan idama mahkum olmuştu.
Ama Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde idam cezası kaldırıldı.
İmralı’dan avukatları aracılığı ile yandaşlarına görüşlerini iletmeye devam etti. Öcalan, mahkemeye verdiği savunmasında; kendisinin batılı ülkelerce korunup beslendiğini, batılı ülkelerden silah, malzeme ve para yardımları alarak Türkiye’ye karşı savaştıklarını açıkladı.
Batı’nın Sevr’i uygulama peşinde koştuğu ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü parçalamayı amaçladığı açıkça ortaya konmuştu.
Sorgusunda kullandığı bir cümle herşeyi özetliyordu: “Şeyh Sait’in devamıydım. Kullanıldım.”
“…Bunu bir tek ben söylemiyorum. Zaten kullanıldım. Kullanılmamın en çarpıcı örneği benim durumum. Nereden nereye gelindiği ortada.”
Şeyh Sait’in devamıydım, kullanıldım diyecekti.
İngilizler Lozan’da Musul meselesi görüşülürken, Şeyh Sait’i kullanmışlardı. Fransızlarla Hatay’ı için boğuşulurken, Dersim isyanı başlamıştı.
Türk Ordusu Kıbrıs’taki kıyıma dur deyince, Asala Örgütü’nün katliamı başlamıştı. Güneydoğu Anadolu Projesi ile Türkiye suyun kontrolünü sağlayacak ve bölgesel güç olabilecekken, PKK ortaya çıkmıştı.
2000’lerde; Sevr Anlaşması’ndan Büyük Ortadoğu Projesi’ne izler düşmeye devam edecek, ılımlı islam adı altında Türk insanının inanışları deforme edilecekti.
Amerikan Gizli Servisi’nin Türkiye’ye pek aşina adı Graham Fuller, Türkiye’nin laiklikten vazgeçmesi gerektiğini vaadediyordu.
Tarikatlara izin verilmeliydi.
1995’e kadar Amerikan politikaları karşıtı söylemleri ile tanınan Fethullah Gülen, 1995 sonrası Amerika’yı yüceltmeye başlayacaktı.
Gülen’e göre Amerika’dan habersiz iş yapılamazdı.
Amerika’da islamcı akım ile ilgili raporda, ılımlı islam temsilcisi olarak Fethullah Gülen’in adı geçecek ve Gülen 1997 yılında Papa ile görüştürülecekti.
Bütün bunlar olurken Türkiye inanılmaz ölçüde fakirleşecek, ithalatı artacak, ihracatı düşecek, tüm kaynakları yabancı ellere geçecek, para getiren neyi varsa satılacak, sanayi tesisleri şalterlerini kapatacak ve halk yokluğun pençesinde kıvranacaktı.
Dünya Bankası raporuna göre, halkın yüzde 20’si yoksulluk sınırı altında yaşamaya başlayacaktı.
Türkiye’nin önüne konulan havuç, ”Avrupa Birliği üyeliği” sayesinde
Batı;
– Demokrasi adına bölücülük,
– İnsan hakları adına gericilik,
– Dinler arası diyalog adına misyonerlik,
– Çevrecilik adına suyumuzu ele geçirme,
operasyonları yapıyordu.
Bir kürt devleti’nin kültürünü yaratmak için televizyonlar açıyor, yeni bir kürtçe icat ediyordu.
Hatırlayın Lord Curzon, Lozan Konferansı’nda Musul – Kerkük konusu görüşülürken kürtleri kastederek “Ben onlara bir alfabe verdiğimde görürsünüz” demişti.
Bugün görüyoruz.
Şimdi batı, bölgede ortak kürt kültürü yaratma peşinde.
Maddi çıkarları bunu gerektiriyor.
Batı, içinden geçtiği krizle sallanırken; Asya’nın kilidi Türkiye’yi kırmaya çalışıyor.
Aslında Dünya; 21. yüzyıla, 20. yüzyıl başındaki koşullarla giriyor.
Türkiye o zamanki gibi bugün de kilit ülke.
Amerika Başkanı Bill Clinton’un sözlerini unutmayalım:
“20. yüzyılın ilk 50 yılını Türkiye belirledi. 21. yüzyılın ilk 50 yılı da, Türkiye’nin alacağı doğrultuda şekillenecek.”
Şimdi Clinton’un eşi Hillary, Condelezza Rice’ın yerinde.
Amerika’nın Dışişleri Bakanı ve Amerikan Başkanı Obama’nın gözü, Türkiye’nin üzerinde.
Amerika’nın Dışişleri Bakanı Hillary:
– Türkiye’nin limanlarını istiyor.
– Fener Rum Patriği ekümenik olsun diyor.
– Kürt devleti’ne hamilik yapın diyor.
– Ermenistan ile bir bütün olun diyor.
Kilit ülke Türkiye, bakalım 21. yüzyılın ilk çeyreğinde kendi çıkarları çerçevesinde bir politikayla kirli oyunlara cevap verebilecek mi?
Benim en ufak bir kuşkum yok.
Bu millet, düşünülebilecek her melanete karşı koyabildi.
Bu oyunlarla da başa çıkacaktır.
Bu çıkışta, yine Mustafa Kemal’in sözleri yolumuzu aydınlatacaktır.
Bakın, 1922’de yepyeni bir cumhuriyetin eşiğinde o ne diyor;
“Ulusal mücadelenin amacı tam bağımsızlıktır. Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlıkla gerçekleştirilebilir.”
O nedenle Türk halkı; mali bağımsızlığını dışarıya peşkeş çekenleri anlamalı, kendi refahıyla ve ülkenin bekası ile oynayanları tespit edebilmelidir.