Rauf R. DENKTAŞ
21 Nisan 2010, Çarşamba 10:39
Seçim sonuçlarının sağlıklı bir değerlendirmesi yapıldığında ortaya çıkan tablo Kıbrıs Türk halkının yüzde yüze yakın bir oranla uzlaşmadan yana olduğunu kanıtlar. Seçim süresince Sn. Talat ve propagandistlerinin dünyaya takdim etmeğe çalıştıkları gibi Kıbrıs Türk halkının “uzlaşmadan yana olanlar ve ret cephesinde, uzlaşmadan yana olmayanlar” diye ikiye ayrılmadığı da kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Tekrar edelim: Kıbrıs Türkleri uzlaşmadan yanadır ancak bunlardan bir kısmı, kalıcı bir anlaşma istemektedir çünkü Rum liderliğinin görüşme yolu ile “Kıbrıs’ın meşru hükümeti” olduğu inancından vazgeçmeyeceği aşikâr olmuştur.
Rum tarafını, 47 yıldır, insafsızca “Meşru Kıbrıs Hükümeti” addedenler için, bu seçimlerde alınmış olan sonuç çok önemlidir. Kıbrıs Türklerinin, Sn. Talat’ın ta başlangıçtan itibaren dünyaya takdim ettiği gibi devletinden, egemenliğinden, kendi kaderini tayin hakkı olan iki eşit HALK’tan biri olduğu gerçeğinden vazgeçerek, “hükümetiniz benim” diyen, eli kanlı Rum idaresi ile bütünleşme peşinde koşmadığını görmüş olmalılar. Halkımız, kalıcı bir anlaşma istemektedir. Seçimlerde ortaya çıkmış olan irade budur. Kıbrıs Rum idaresini 47 yıldır, yasa, anayasa dinlemeden, uluslararası anlaşmalarla verilmiş olan hakları kaale almadan Meşru Kıbrıs Hükümeti addeden “dostlar” Kıbrıs Türkünün bu iradesine saygılı olacaklar mı? Göreceğiz ve Batının hak-adalet-demokrasi- insan hakları terazisinin ne kadar dengeli olduğuna yeniden şahit olacağız.
1955-58’leri, 1963-74’leri yaşamış olan Kıbrıs Türk halkı varılacak bir anlaşmanın TBMM’de ve KKTC Meclisinde kabul edildiği gibi, iki eşit egemen HALK ve iki devlet arasında yapılmasını tercih etmektedir. Türk halkı, 1960 Antlaşması gibi fili ve etkin garantilerle donanmış bir anlaşmayı bile başımıza çalabilen bir ortakla, yeniden, 1960’dakinden daha zayıf, daha kolay yırtılabilecek bir anlaşma istememektedir.
Sn. Gül’ün Sn. Talat’a gönderdiği “hizmetlerine teşekkür” yazısında da belirtildiği gibi “Rum tarafının anlaşma niyeti olmuş olsaydı, bu mümkündü” (bize göre iyi ki böyle bir anlaşma olmadı) ancak bu niyet hiçbir zaman olmamış, Rum liderliği, ABD-İngiltere-Sovyetler güdümünde Güvenlik Konseyinde alınan gerçek dışı kararlar nedeniyle Türk tarafı ile, eşit şartlarda yeni bir ortaklık kurmak ihtiyacını hiç duymamıştır. Meşru Hükümet unvanı arkasına saklanarak ve kanunsuz AB üyeliğinden yararlanarak Kıbrıs’ın tümüne sahip olmaktan başka bir siyaseti veya hedefi olmayan Rum liderliğinin önündeki aşılmaz engel Türkiye’nin garantörlüğü ile KKTC’nin varlığıdır. Talat-Hristofyas görüşmelerinde Rum tarafının elde etmeğe çalıştığı sonuç da bunlardan kurtulmaktan başka bir şey değildir. Türkiye’ye ve Türkiye kanalı ile bize Annan Planını kabul ettirmiş olan ABD temsilcisi Weston, bu başarıyı elde eder etmez “Annan Planına evet diyen Kıbrıs Türklerinin ayrı devlet ve ayrı egemenlik istemediklerini kanıtlamış olduklarını açıklamıştı. Bu yorum adaletsizliğin, Kıbrıs Türklerinin hür iradelerini ret etmenin, Rum-Yunan ikilisinden yana olmanın en açık bir kanıtı idi. Sayın Talat, görüşmelere, kendi deyimi ile, Hristofyas’ı masada tutmak için, bu Amerikan çizgisinden başlamayı yeğledi, hem de TBMM’de ve KKTC Meclisinde yukarıda temas ettiğim müşterek milli çizgi varken! Sayın Talat ortadan kalkmış olan Annan Planında, halkın aldatılarak elde edilen “yes be annem” iradesinin kendisine bu yetkiyi verdiği inancı içinde hareket etti. Eski dostu Hristofyas’ın, muhalefette iken CTP ile vardığı mutabakatlar nedeniyle de halktan yetki almak gereğini duymadı. Türkiye’nin süreci desteklemesinden de aldığı cesaretle görüşmeleri, kendine öz bir CTP ekibi ile, kendine öz bir gizlilik içinde yürütmeyi yeğledi. Hristofyas ile saatler süren özel, baş başa görüşmeler halkın rahatını bozdu. İki devlet ve iki egemen halk arasında da federasyon yapılabileceğini bilen halkımız, devletten ve egemenlikten bu kadar erken vazgeçilmesini kabul edemedi, “devlete, halkın egemenliğine ve kendi kaderini tayin hakkına sahip çıkan Sayın Eroğlu’ndan yana oy kullandı. “Eroğlu seçilirse görüşmeler çöker” propagandası da tutmadı.
Şimdi bütün konu, görüşmelerin devam etmesini isteyen Türk Hükümetinin ne yapacağı noktasında toplanmaktadır. Türk Hükümeti, Sayın Talat gibi KKTC’den vazgeçiyor mu; Kıbrıs Türklerinin var olan eşit egemenliğini ve kendi kaderini tayin hakkını ret mi edecektir; Türkiye AB üyesi olmadan (KKTC’yi tanımayan) AB’ye üye olmamıza ve böylelikle Türkiye’nin 1960 Antlaşmaları ile elde etmiş olduğu fiili ve etkin garantörlük hakkından, Türk-Yunan dengesinden vaz geçilmesine göz mü yumacaktır? Türkiye, Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ta, yeniden Kıbrıs’ı Yunan toprağı yapmak için varılacak bir anlaşmayı sıçrama tahtası olarak kullanamayacakları, kalıcı bir anlaşma istedikleri inancında mıdır? “Makarios’un izindeyim, EOKA’dan ilham alıyorum, EOKA bana yön gösteriyor, EOKA mücadelesi devam etmektedir, bu mücadele ancak Türk askeri ve yerleşikler adadan çıkınca zafere ulaşacaktır” diyen Rum tarafı ile kâğıt üzerinde yapılacak bir anlaşmanın yeniden Enosis’e sıçrama tahtası olarak kullanılmayacağının garantisi ne olacaktır? Türkiye, kendisi AB üyesi olmadan, 1960 Antlaşmalarını, bizim de, Rumlar gibi çiğneyerek, AB üyesi olmamızın, Rumların yarı buçuk üyeliğini meşru hale getirmek anlamına geleceğini, bu onaylandığı takdirde, Kıbrıs üzerinde Türkiye’nin hiçbir hakkı kalmayacağını teslim ediyor mu? Herhalde bu sorular, görüşmeler yeniden başlamadan, derinliğine tartışılacak ve Yeni Cumhurbaşkanının karşılaşacağı zorluklar hafifletilecektir. Müşterek milli davanın salimen savunulabilmesi böyle bir değerlendirmeyi gerektirmektedir.