Arslan BULUT
Hani “çocuktan al haberi” denilir ya Türkiye gerçekleri ile ilgili bazı haberleri de yabancı basından almakta yarar var. Çocuklar saf ve temiz olduğu için doğruyu söyler. Yabancı basından o kadar emin değiliz ama sırtlarında yumurta küfesi yok ve kimseye yalakalık yapma ihtiyacı hissetmedikleri için kendi okurlarına doğru bilgi sunmak isterler.
International Herald Tribune gazetesi 19 Nisan 2010 tarihli sayısında iki sayfasını Türkiye’ye ayırdı.
“İstanbul 2010: Avrupa Kültür Başkenti” başlıklı haberde aynen şu ifadeler kullanıldı:
“İstanbul’un adaylığı 2006’da teyit edildiğinden beri organizatörler projeleri seçmekle ve hibeleri dağıtmakla meşguller. 2010 için öngörülen bütçe 300 milyon lira.
Seçilen projeler üç ana kategoride yer alıyor: Kültürel miras ve korunması, kültürel etkinlikler ve eğitim.
Organizatörler şehrin enerjisinden yararlanmayı amaçlıyorlar. AB adayı Türkiye için 2010 Avrupa Kültür Başkenti organizasyonu, kültürel çeşitliliğini, geçmişini ve bugününü vurgulama fırsatı sunuyor. Ermeni ve Rum mimarların eserlerinin yer aldığı sergilerde gayrimüslimlerin şehrin gelişimine katkıları övülecek.”
Neymiş “Kültür Başkenti” etkinliklerinin ana fikri?
İstanbul’un Ermeni ve Rum karakterini vurgulamak!
Bir tarihte, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın davetiyle, Sait Halim Paşa Yalısı’nda, İstanbul albümü niteliğindeki bir kitabın tanıtım toplantısına katılmıştım. Kitabı açar açmaz, kapak içinde Yerebatan Sarayı sütunlarının fotoğraflarını görünce, “Bu kitap, İstanbul’un temellerini biz atmadık” mesajı ile başlıyor demiştim Topbaş, “Kitap zaten yabancılar için hazırlandı” diye cevap vermişti.
2003 yılında Başbakanlığın himayesinde “Türkiye Tanıtım Konseyi” kurulmuş ve görevlendirilen 151 kişi konu ile ilgili “klinik toplantıları” yapmıştı.
Çalışmaların değerlendirildiği toplantıda görüşülmek üzere bir rapor düzenlenmişti. “Değerler” bölümünde Türkiye markası oluşturulurken esas alınmak üzere tarihi mekan olarak Efes, Nemrut, Ksantos, antik kiliseler ve tapınaklar öne çıkarılmıştı.
Aynı bölümde “Fatih’in temelde yapmayı hedeflediği, nüfusunun yalnızca yüzde 60’ının Müslüman olduğu Müslüman bir Doğu Roma kurmaktır” denilerek hem Fatih hakkında üretilen yalanlara destek veriliyor hem de “Türkiye’nin Müslüman yapısından üzüntü duyan ve onu aşağılayan bir zihniyet” sergilenmiş oluyordu.
Halbuki Fatih, Doğu Roma değil, “İstanbul merkezli birleşmiş bir dünya” kurmayı hedefliyordu.
“Türkiye Markası Projesi” nin “zaaflar” bölümünde ise “Türkiye’deki dinler ile ilgili iki temel sorun göze çarpmaktadır; birincisi vakıf malları sorunu, diğeri de Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmamasıdır. Bugün Türkiye’de Hıristiyan dünyasının kendi dinlerini öğrenebileceği bir yer yoktur. Türk halkının yüzde 99’u Müslümandır ve din bakımından dünyada bu kadar homojen olan başka bir toplum yoktur. Bu durum tartışma ortamını da olumsuz etkilemektedir. Gayrimüslimler yalnızca İstanbul ve İzmir’de yoğundur. Halkımız kendisini yalnızca ’Müslüman-Türk’ olarak tanımlamakta, diğer değerlere sahip çıkmamaktadır. Batılı gözüyle ülkemiz ’istilâ’ altındadır” gibi ifadeler kullanılıyordu.
AKP’ye oyları Türk halkı veriyor ama sanki İstanbul’u, Rumlar ve Ermeniler yönetiyor!