Türk Ordusundan rahatsızlıkta Batı-Siyasal İslam birlikteliği Batı’nın, özellikle Avrupa’nın Türk Ordusu’na kini tarihin tanıdığı en amansız kinlerden biridir. İngilizler İstanbul’u işgal ettiklerinde ilk istedikleri, Cuma selamlığındaki askerlerimizin oradan uzaklaştırılması olmuştur. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, 8/138) Türkiye, benzeri bir rahatsızlığa, AKP iktidarı döneminde tanık oldu. Anımsayalım, bir AKP ‘milletvekili’nin TBMM’deki ‘Mareşal Atatürk’ tablosuyla, TBMM’de güvenlik görevi yapan askerlerin yürüyüşleri sırasında çıkardıkları seslerden şikâyeti üzerine, 2000’li yıllarda tartışılmıştı. Aynı AKP’nin kurmay isimleri Türk Ordusu’ndan rahatsızlıklarını değişik vesilelerle ve değişik tavırlar sergileyerek ortaya koymaktadırlar. Bir milletvekilinin, Türk Ordusu’na mensup birliklerin ve okulların Ankara dışına çıkarılmasını ve başkentin ‘askerî bir kent’ görünümünden kurtarılmasını istemesi ayrı bir örnektir.
Ayrı ve talihsiz bir örnek…
Ne ilginç! Atatürk’ten rahatsızlık konusunda, Haçlı Batı ile siyasal İslamcı odaklar tarihin her döneminde bir biçimde kader ve mücadele birliği yapmışlardır. Bugün de aynen böyle yapmaktalar. Tam bu noktada, Falih Rıfkı Atay şu ibret verici tespiti vicdanlarımıza iletiyor:
‘Kurtuluş Savaşı öncesindeki işgal sırasında, ordu kumandanlarını şu veya bu vasıta ile küçük düşürmek bir parola idi.’ ((Atatürk’ün Bütün Eserleri, 8/138)
Bugün de aynı değil mi?
İlker Başbuğ’un İsrail gezisi sırasında çekilen resimleri ve bunların dinci bir gazetede yayınlanması, Türk Ordusu’ndan rahatsızlığın tarafları arasındaki yardımlaşmanın yeni bir belgesidir. O fotoğrafları o dinci gazeteye kimler servis yaptı? Her halde turist rehberleri değil.
TÜRK ORDUSU NEDEN RAHATSIZ EDİYOR
Batı’nın Türk ordusuna kininin sebebi sadece Türk ordusunun caydırıcılığı, Haçlı tasallut ve emperyalizmi karşısındaki susturucu ve püskürtücü gücü değildir. Sebeplerin başında, Türk ordusunun, sadece ordu olarak kalmayıp Türk tarihinde aydınlık ve atılımın öncüsü oluşu gelmektedir. Türkiye, bunca devrimi böylesine kansız ve kavgasız bir biçimde ve çok kısa bir zaman çerçevesinde nasıl başardı? Ordunun, sadece ‘asker’ olarak kalmayıp, aydınlanma ve ilerlemenin öncülüğünü de yapmış olması sayesinde…
Türkiye’nin işte böyle bir kaderi olagelmiştir. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, ama gerçek budur.
Türkiye, sanayi devrimini gerçekleştirmemiş , bunun için de, cumhuriyet ve demokrasiyi taşıyan temel iki sınıf olan burjuva ve proleteryayı oluşturamamış bir ülkedir. Buna rağmen hem cumhuriyeti hem de aydınlanmanın motor unsurları olan temel devrimleri akıl almaz bir maharetle hayata geçirebilmiştir. Nasıl? Ordu’nun aydınlanmadaki
öncülüğü sayesinde…
Batı’da; demokrasi, özgürlük, insan hakları ve aydınlanmanın yaratıcı ülkelerinden biri olan Fransa’da, sanayi devrimi yaşanmış, burjuva ve proletarya doğmuş olmasına rağmen, cumhuriyetin yerleşmesi büyük badirelerden sonra gerçekleştirilebilmiştir. Serüvene bakın: 1792 cumhuriyetin kuruluşu, 1799 Napolyon’un İmparatorluğunu ilanı, 1814 yeniden krallığa dönüş, 1848 ikinci cumhuriyetin ilanı, 1852 yeniden imparatorluk tartışması ve nihayet 1871’de bugünkü anlamda cumhuriyetin kuruluşu.
Batı bunları biliyor. Batı, bizim birçok nimeti ve değeri, Atatürk’ün eşsiz dehası sayesinde bedavadan elde ettiğimizi de biliyor. Millet olarak bizi kıskanırken, birey olarak Atatürk’e tatmin bulmaz bir kinle diş biliyor. Batı için Atatürk, Orta Asya steplerinin metafizikten habersiz, aydınlık, akıl ve bilim nedir bilmez vahşilerini, tarihsel süreç anlayışlarının hiçbiriyle izah edilemeyecek bir maharetle, aydınlanmanın doruğuna taşıyan, cumhuriyet ve laiklikle donatan affedilemez bir düşmandır.
Atatürk öldü, bu iş bitti diyemezsiniz. Diyebilmenize engel bir güç ve gerçek var: Türk Ordusu.Türk Ordusu, Atatürk demek, Atatürk’ün ölümsüzlüğünün göstergesi ve garantisi demektir. Türk ordusu, tagallüp ve tahakküm unsuru değil, öncelikle aydınlanma ve demokrasi unsuru olarak yer almıştır bizim tarihimizde. Batı şöyle
düşünmekte ve bunun gereğini yapmayı değişmez iman olarak taşımaktadır: Türk ordusu ya yok olmalı, yahut da ruhu pörsütülmelidir. Birincisini yapmak imkânsız denecek kadar zordur.İkincisine gelince, Türkiye’nin içinden elde edilecek hain ve gafillerle gerekli işbirliği kurulursa amaca ulaşmak mümkündür.
İşte bugün bu ‘mümkün’ gördükleri amaca ulaşmaya çalışıyorlar. Çünkü Haçlılar biliyorlar ki, İslam dünyasında, o arada Türkiye’de, Atatürk’ün Anıtkabri’ni yok etmeyi Kâbe’yi yok etme şartına bağlasalar, buna razı olacak alçakların sayısı epeycedir. Batı , özellikle son birkaç yılda, İslam dünyasında yakaladığı bu tarihsel fırsatı heba etmemek için can havliyle çırpınıyor. Esasında nefret ettiği AKP’yi bağrına basıp var gücüyle desteklemesi AKP’de, az önce değindiğimiz hayatî emellerine uygun her şeyi bulmasındandır.
O halde, Türk ordusunu tâciz etmek ve etkisizleştirmek Avrupalı için iki maksada hizmet etmektedir:
1. Haçlı emel ve egemenliğine darbe vuran bir numaralı gücü zaafa uğratmak,
2. İslam dünyasının kaderini değiştirecek örneklere imza atan bir aydınlatma ve ilerletme gücünü etkisiz kılmak.
Büyük Atatürk, Türk ordusunun, işaret ettiğimiz bu özellikli durumuna çok erken bir zamanda dikkat çekmiştir. 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu’da yaptığı bir konuşmada bu gerçeğin altını emsalsiz bir vukufla şöyle çiziyor:
‘Ordumuz, milletin ilerleme ve yükselme adımlarına öncü olmuştur. Milletimizin bütün inkılaplarında birinci adımı işgal etmiştir. Diğer milletlerde, ordu ile millet yekdiğeriyle daima karşı karşıyadır. Halbuki iş bizde tamamıyla tersinedir.. .’ (Atatürk’ün Bütün Eserleri,17/ 290)
İşte, Türk Ordusu dendiğinde Haçlı Batı’yı rahatsız eden temel sebep budur. Bu temel sebebi bilmeden Türkiye’nin dış politikalarına, özellikle AB ile ilgili politikalarına yön vermeye kalkmak, uçuruma giden kayalıklarda gözleri bağlı olarak yol almaya benzer. Böyle bir yol alışın en dikkat çekici örneği ise AKP iktidarının uyguladığı dış politika, özellikle AB politikasıdır.
AKP’NİN DIŞ POLİTİKASI
Büyük üzüntü duyarak söylemeliyim ki, AKP’nin uyguladığı genelde Batı politikaları , özel olarak da AB politikaları Türkiye üzerindeki Haçlı emellerine tatmin fırsat ve imkânı yaratan, temelinden basiretsiz politikalardır. Eğer ‘basiretsiz’ tâbirine itiraz ediliyorsa, onun yerine kullanılacak kelime çok daha ağır ve sarsıcı olacaktır. Bu politikaların üçüncü bir izahı yoktur. Daha neyi bekleyecekler! Gün bu gündür.
İLK ADIM MGK
Türk Ordusu’nu etkisizleştirme operasyonu, MGK’ya tasallutla başladı. Tabiî önce MGK, sonra da devamı… MGK bunların, âdeta korkulu rüyası idi. Varsa yoksa MGK. Bunların MGK ile ilgili söz ve tavırlarını okuyunca insan gayrı ihtiyarı şunu düşünüyor: Güneş tutulmaları, gök taşlarının düşmesi, ozonun delinmesi, doğal felaketlerin ortaya çıkması, 11 Eylül terör dehşeti vs. şu bizim MGK yüzünden olmasın!..
Gerçek şu ki, Hıristiyan Avrupa’nın bir tür ‘üst kurmaylar Grubu’ olan Avrupa Parlamentosu (AP) için MGK, asırlarca korkulu rüyalar yaşatmış bir gücün sembolü olarak ortadadır. Bu sembolden rahatsız olmamalarını beklemek, sadece saflık değil, ahmaklık olur… O MGK ve hatırlattığı güçler ayakta durdukça, bizi AB’ye üye yapacaklarını sanmak da öyle… Unutmayalım, AKP iktidarının oylarıyla MGK’nın kolu-kanadı kırılıp ‘sivilleştirilme’ işlemi TBMM’de tamamlandığı gün (30 Ağustos 2003) Avrupa âdeta bayram etmişti. Türkiye ve Türkleri tâciz eden demeçleriyle ünlü Günter Verhuegen, gülücükleri ve heyecan dolu demeçleriyle bu bayramın âdeta resmî duyurusunu yapmıştı.
MGK’nun işini bitirdiler; şimdi doğrudan doğruya orduya bindiriyorlar. Fırsatlar yaratarak, bahaneler üreterek, sağdan girerek, soldan girerek, şöyle veya böyle, belirli aralıklarla Türk Ordusu’na mutlaka ve muhakkak sataşıyor veya saldırıyorlar.
6 Ekim 2004 İlerleme Raporu’nu, 17 Aralık 2004 Zirve Kararları’nı, 3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi’ni ve nihayet, 8 Kasım 2005 Katılım Ortaklığı Belgesi’ni okuyun, bu söylediklerimi belgeleyecek çok şey bulacaksınız.
Suat İlhan, işin gerçeğini ta bel kemiğinden yakalamış. Şöyle yazıyor:
‘Anlaşılıyor ki, Avrupa, bin yıldan daha uzun zamandan beri kahrını çektiği Türk Ordusu ile, AB mevzuatı içinde hesaplaşmaya niyetleniyor. Gerçekte hesaplaşmaya başladılar. AB’nin açık amaçlarından birinin,Türk Silahlı Kuvvetleri’ni küçültmek, etki ve caydırıcılığını azaltmak
olduğu anlaşılıyor.’ (Suat İlhan, Avrupa Birliğine Neden Hayır,s.27-28)
Türk milleti, ordusuna tasallut ve sataşmanın en kahırlı dönemini yaşıyor denebilir.
SÖZÜN ÖZÜ
Avrupa’nın Müslüman Türk’ü tarihe gömme düşünün gerçeğe dönüşmesinin talep belgesi olan Sevr, Mustafa Kemal tarafından engellendi. Gök gözlü kumandan, kollarına girip savaş meydanlarına çektiği milletiyle Sevr’i yırtıp bir paçavra gibi yazanların ve imzalayanların suratına attı. Mustafa Kemal, Batılı-Haçlı kini doruk noktasına çıkaran bir iş yaptı. Onu asla affetmezler. Mustafa Kemal onların genlerini tâciz etti, tarihsel rüyalarını kararttı, ufuklarını, ocaklarını söndürdü.
Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik Batı düşmanlığını değerlendirirken bu arka planı unutmak gafletini gösterenlerin aklına şaşarım.
Şimdi, Türk yeniden ‘Hasta Adam’ haline getirildi. Düyunu Umûmiye, değişik adlar altında yeniden yaratıldı. Sevr’in şartlarını, çeşitli gerekçelerle ‘sineye çekilir’ bulan yeni Damat Ferit ekipleri ihdas edilip gereken yerlere oturtuldu.
Batılı-Haçlı için gün tam bu gündür. Korkulu rüyanın tepelenmesi için uygun zamandır.
Mustafa Kemal’i olmayan bir Sevr kulvarındayız.
Prof.Yaşar Nuri Öztürk
Bir yanıt yazın