Öğr. Gör. M. Törehan Serdar
Bir 24 Nisan günü daha gelip çattı. Acaba 2010 yılında bu çirkin yalanı kabul edecek kaç devlet çıkacak diye merak ediyorum. Bazı devletler işlerini güçlerini bırakıp Soykırım iddialarını meclislerine taşıma gayreti içine girmiştir. Hatta daha önce bu asılsız soykırımı kabul eden ülkeler tekrar tekrar meclislerine getirmekte ve birkaç kez kabul etme yarışına girmektedir. Bu tarihte halkımızın öfke ve isyanı da doruk noktasına çıkmaktadır. Bu öfke ve isyanlar; asılsız soykırımı kabul eden veya gündemine alan ülkeleredir. Her yıl 24 Nisan’da ülkemizin gündemi asılsız soykırım iddialarıyla meşgul edilmekte, bazı ülkeler kendi tarihleriyle yüzleşeceği yerde asılsız soykırım iddialarını parlamentolarında kabul etmek için birbirleriyle yarışır hale gelmektedir. Bu yılda aynı senaryoyu yaşayacağız, 24 Nisan geldiğinde; acaba ABD Başkanı Obama soykırım kelimesini kullanacak mı, yoksa kullanmayacak mı? Hangi ülkeler soykırımı kabul edecek, kimler ülkemizi ve güzel insanımızı karalama yarışına girecektir diye merakla beklemekteyiz. Her yıl aynı senaryoyu duymaktan bıktık usandık. Artık buna bir son verilmesi gerekir.
Okuyuculara geçmişi hatırlatmak, ülkemiz üzerinde oynanan oyuna dikkat çekmek için Ermeni tehciri ve soykırım iddialarıyla ilgili bazı bilgileri buraya almakta fayda görüyorum. Bu cennet ülkenin her evladının bu oyunları iyi sezmesi, ona göre tedbir alması gerekir.
Osmanlı Devletinin seferberlik ilânı ve daha sonra Birinci Dünya Savaşına girmesiyle:
1 – Ermenilerin davranışları,
2 – Çıkardıkları isyanlar,
3 – Ermeni çetelerinin Müslüman Türk ahalisini top yekûn öldürmeye girişmeleri,
4 – Ermenilerin düşmanlarla işbirliği yapmaları,
5 – Türk Ordusunu arkadan vurmaya kalkmaları,
Osmanlı Hükümetinin Ermeniler hakkında tedbir almaya, Ermenileri bulundukları bölgeden çıkararak başka yerlere göçe zorlamaya mecbur etmişti. Osmanlı Devleti 11 Nisan 1331 (24 Nisan 1915) tarihine kadar, yani seferberlikten dokuz ay sonrasına kadar, Ermeni isyanlarına karşı yalnız mahalli ve özel tedbirler almakla yetindi. Van’ın düşmesi ve Rus ordusunun doğu illeri üzerine yürümesi sıralarında, Ruslara öncülük eden Ermeni Gönüllü Alayları tarafından Müslüman halk merhametsizce yok ediliyordu. Hükümet Ermeni Patrikliğine, Ermeni Milletvekillerine, komite reislerine; vatan savunması için uğraşılırken isyanlara, saldırılara, cinayetlere devam olunduğu takdirde şiddetli tedbirler alacağını bildirdi. Bu tembihata rağmen Ermeni faaliyeti bütün şiddeti ile sürüyordu. Ermeniler tarafından Van’ın düşürülmesi, Bitlis, Muş, Erzurum, Doğu Beyazıt, Zeytun (Süleymanlı), Sivas bölgelerindeki isyanlar ve saldırılar üzerine hükümet orduyu ve milleti korumak için harekete geçmek zorunda kaldı. Savaşta olunmasına rağmen, faaliyetlerine serbestçe devam eden komite merkezleri 26 Nisan’da hükümet tarafından kapatıldı. Başkumandanlık tarafından bütün birliklere gönderilen tamim gereği komite reisleri ve tahrikçiler tutuklanarak tevkif edildi.
Van’da Ermeni isyanı bütün hızıyla devam ettiği bir sırada, İstanbul’a diğer bölgelerde de Ermenilerin isyan ettikleri, yol kestikleri, Müslüman köylerini basarak halkını katlettikleri yolunda haberler geldi. Türk ordusu savaş alanında olduğu için cephe gerisindeki bu olayları önleyemiyordu. Nihayet Başkumandan Vekili Enver Paşa bu duruma bir çare olmak üzere, 2 Mayıs 1915’te Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’ya şu yazıyı yolladı: “Van gölü etrafında ve Van valiliğince bilinen belirli yerlerdeki Ermeniler, isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Toplu halde bulunan Ermenilerin buralardan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim. 3. Ordu komutanlığının verdiği bilgiye göre Ruslar 20 Nisan 1915’te kendi sınırları içindeki Müslümanları sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeriye sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak ve hem yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için, ya bu Ermenileri aileleriyle birlikte Rus sınırı içine göndermek yahut bu Ermenileri ve ailelerini Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygun olanın seçilmesiyle tatbikini rica ederim. Bir mahsur yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen Müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim.”.
Tehcir kararının ilk işareti sayılan bu yazı ile Enver Paşa, Ermenilerin isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmalarını istiyordu. Eğer, Ermeniler toplu halde tutulmak yerine, ufak üniteler halinde çeşitli yerlere dağıtılacak olurlarsa, isyan etme imkânları da kalmamış olurdu.
Dâhiliye Nazırı Talat Paşa, durumun ciddiyeti karşısında Meclis-i Vükela’dan karar almadan ve bu işle ilgili bir geçici kanun çıkartmadan bütün sorumluluğu üzerine alarak Ermeni tehcirini başlattı. Önce Van, Bitlis ve Erzurum bölgelerinde bulunan Ermenilerin harp sahası dışına çıkarılmaları konusunu ele aldı. Bu maksatla 9 Mayıs 1915 tarihinde Erzurum Valisi Tahsin Bey’e, Van Valisi Cevdet Bey’e ve Bitlis Valisi Mustafa Abdulhalık Bey’e şifre emirlerini gönderdi. Bu şifreli emirlerde Talat Paşa, özellikle Van Gölü çevresinde ve Van vilayetince bilinen muayyen mevkilerdeki Ermenilerin isyan ve ihtilal için daimi birer ocak halinde bulunduklarını bildirmektedir. Bunların yoğun şekilde bulundukları yerlerden çıkarılarak güneye doğru sevklerinin kararlaştırıldığını, kararın derhal tatbiki için valilere mümkün olan her türlü yardımın yapılması gerektiğini ve Başkumandanlık Vekâletinden 3 ve 4 üncü Ordu Komutanlarına tebligat yazıldığını, esasen çok faydalı sonuçlar verecek bu teşebbüsün, Van’la birlikte Erzurum’un güney kısmı ve Bitlis’e bağlı önemli kazalara, bilhassa Muş ve Sason ile Talori civarına da teşmilinin iyi olacağını vurguladı. Ayrıca valilerden, ordu komutanlarıyla işbirliği yaparak derhal uygulamalara geçmelerini de istedi.
Ermeniler konusunda Dâhiliye Nezareti’nin tedbir aldığı bir sırada Rusya, Fransa ve İngiltere hükümetleri 24 Mayıs 1915 tarihinde bir bildiri yayınlayarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Ermenilerin öldürüldüklerini yayınladılar. Şimdiye kadar kışkırtarak destek verdikleri Ermenilerin yaptığı katliamları görmezlikten gelerek, olaylardan Osmanlı Hükümetini sorumlu tutacaklarını bildirdiler.
Olayın milletlerarası bir hüviyet kazanması üzerine Talat Paşa, tehcirle ilgili sorumluluğu tek başına yüklenemeyeceğini bildirerek bu konuyu bir kanun hükmü haline getirmek ve kabinenin diğer üyelerinin de bu sorumluluğa ortak olmasını istedi. Sonunda 12 Recep 1333/13 Mayıs 1331 (26 Mayıs 1915) tarih ve 270 numaralı tezkire hazırlanarak Sadaret’e gönderildi.
Tezkirede Talat Paşa, Osmanlı topraklarında gözü olan dış güçlerin Ermeniler arasına nifak sokarak onları isyana sevk ettiklerini, isyan eden Ermenilerin askerlerin yanı sıra masum halka silahlı saldırıda bulunarak onları katlettiğini, halkın mallarını yağmaladıklarını, askere erzak ve mühimmat nakline engel olduklarını, düşmana erzak temin ettiklerini, Türk birlik ve mevzilerinin yerlerini düşmana bildirdiklerini, devletin selameti için köklü tedbire ihtiyaç duyulduğunu ve bundan dolayı, harp sahasında olaylar çıkaran Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verildiğini ifade etmektedir.
Tezkirede ayrıca Ermenilerin nerelere gönderileceği, mali yönden onlara nasıl yardım edileceği, geride bıraktıkları mallarının nasıl korunacağı, can güvenliğinin nasıl sağlanacağı belirtilmektedir.
Dâhiliye Nezareti’nin bu tezkiresi Sadaret tarafından kaleme alınan 27 Mayıs 1915 tarihli bir tezkire ile meclise gönderildi. Sonunda meclis tarafından 30 Mayıs 1915 tarihinde Ermeni tehciri uygulamasını kabul eden kararı çıkarıldı.
1 Haziran 1915 tarihinde de Takvim-i Vekâyi’de yayınlanarak yürürlüğe giren tehcirle ilgili geçici kanun şöyledir:
Madde – 1: Sefer vaktinde Ordu, Kolordu ve Tümen Komutanları, bunların vekilleri ve Müstahkem Mevki Komutanları ahali tarafından herani bir surette hükümetin emirlerine, vatanın müdafaasına ve asayişin sağlanmasına ait icraat ve tertibata karşı gelen ve silahlı tecavüz ve direnme görülürse, derhal askeri kuvvetlere en şiddetli surette müdahale etmeye, tecavüz ve direnmeyi esasından yok etmeye yetkili ve mecburdur.
Madde – 2: Ordu, Müstakil Kolordu, Tümen Komutanları askeri icaplara dayanan casusluk ve hainliklerini hissettikleri köy ve kasabalar ahalisini tek veya topluca diğer yerlere sevk ve yerleştirebilir. (Dikkat edilirse bu hüküm sadece Ermenilere karşı konulan bir hüküm olmayıp, bu şartlara uyan herkesi kapsamaktadır.)
Madde – 3: iş bu kanun, yürürlüğe girdiği (yayınlandığı) tarihten itibaren geçerlidir.
Mehmet Reşâd 13 Recep 1333 ve 14 Mayıs 1331
(27 Mayıs 1915)
Sadrazam Başkumandanlık Vekili ve Harbiye Nazırı
Mehmed Said Enver
Tehcir (zorunlu göç); değişik tarihlerde, değişik uluslar tarafından uygulanmış, ama hiçbirinde Osmanlı da olduğu kadar haksız bir şekilde eleştirilmemiştir. 1896 yılında İngiltere, kendisi için tehlikeli gördüğü 2 milyon İrlandalıyı Avustralya’ya sürmüştür. Yine 2. dünya harbinde Amerika, kendisi için hiçbir tehlike arz etmeyen başta ABD vatandaşlığına geçmiş Japonlar olmak üzere Uzak Doğu Asya ülkesi kökenli vatandaşlarını ABD’nin iç kısımlarına sürmüştür. Ancak günümüzde bu sürgünler hiç dile getirilmediği halde, hep Osmanlının tehciri öne çıkarılmıştır.
Osmanlı Hükümeti savaş şartlarına rağmen, sevkiyatın bir düzen içerisinde yürümesine ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramamasına itina göstermiş, bunun için elindeki bütün imkânları zorlamıştır. Bu sevkiyat esnasında görülen en büyük zorluk, vasıta sıkıntısı olmuştur. Gerek savaş nedeniyle sürekli cephelere mühimmat taşınması ve gerekse hasat mevsimi olması, araba ve hayvanlara duyulan ihtiyaç yüzünden kafilelerin zorluk çektiği görülmüştür.
Zorunlu göç sırasında bütün yokluklara rağmen Ermenilerin zorunlu göçü için Osmanlı Devleti milyonlarca kuruş harcamaktan çekinmemiştir. Tehcir uygulaması konusunda yaptığı doktora tezinde araştırmacı Bülent Bakar, yapılan tahsisatı yıl yıl belgelemiştir. Halaçoğlu’nın İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyetinin 1915 yılı bütçesinden özetlediği rakamlara göre de kafilelerin ihtiyaçları için Konya’ya 400.000, İzmit’e 150.000, Eskişehir’e 200.000, Adana’ya 300.000, Halep’e 300.000, Suriye’ye 100.000, Ankara’ya 300.000, Musul’a 500.000 kuruş olmak üzere toplam 2.250.000 kuruş ödenek ayırmıştır.
SOYKIRIM İDDİALARI VE GERÇEKLER
Soykırım yalanı ilk defa İngilizler tarafından ortaya atılmıştır. Ermenilerin savunduğu soykırım masalı; James Bryce ve Arnold Toynbee tarafından yazılan Blue Book (Mavi Kitap) isimli esere dayanmaktadır. Bu kitap aslında İngiliz İstihbaratının yalan haber üretme makinesinin bir ürünüdür. Birinci Dünya Savaşı sırasında gerek Almanya’ya gerekse Osmanlı Hükümeti’ne karşı yalan ve karalama kampanyası yürüten ve bu amaçla İngiltere’de Wellington House’de özel bir Savaş Propaganda Bürosu (War Propaganda Bureau) kuran İngilizler, Anadolu’da faaliyet gösteren Amerikalı misyonerler ve İstanbul’daki Amerikan Büyükelçiliği’nin de işbirliği ile belgelere dayanmayan ve tamamen dedikodu ve düzmece bilgilerle sözde Ermeni katliamları senaryolarını yazdılar.
Amerikalı tarihçi ve Osmanlı Uzmanı Prof. Justin Mc. Carthy, bir süre önce Londra’da SOAS’ta (School of Oriental and African Studies) verdiği konferansta, bu olayı şöyle açıklamaktadır:
“Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Wellington House’de gizli bir propaganda birimi kuruldu (2 Eylül 1914-Z.A). Bu birimin amacı, İngiltere’nin düşmanlarını karalamak, Amerika nezdinde İngiliz görüşüne destek sağlayabilmek ve İngiltere’de savaş sırasında moralleri yüksek tutmaktı. Wellington House’deki birimin başında Charles Masterman adlı bir Liberal Milletvekili vardı. Llyod George’un (David, İngiltere Maliye Bakanı) çok yakın bir danışmanıydı. Bu büroda çalışanlar arasında İngiltere’nin ABD Büyükelçiliği de yapan ve ABD’de çok sayıda dostu bulunan ve bir entelektüel olan James Bryce bir da bulunuyordu. Onun yardımcılarından birisi de Arnold Toynbee adında genç bir tarihçiydi. Savaş sırasında Wellington House’nin çalışma kayıtları imha edildi. Ve hatta böyle bir birimin var olduğu bile 1935 yılına kadar gizlendi. Ancak, kaynaklara ilişkin bir defterin kazayla günümüze kalabilmesi sayesinde bu birimin kullandığı kaynakları öğrenebildik. Ayrıca, burada imha edilen yayınların neler olduğunu ve o zamanın teknolojisiyle inanılmaz bir çabayla ABD’ye sevk edilen 7 milyon adet belgenin varlığını ortaya çıkardık. Ne yazık ki Bryce-Toynbee belgeleri İngiltere ve ABD’de genel bir kabul gördü ve Ermeni milliyetçileri tarafından kullanıldı.”
Kamuoyu oluşturmada önemli bir rol oynayacak olan Arnold Toynbee, İngiliz Dışişleri Bakanlığı Savaş Propaganda Bürosu’nda görevlendirilmiş ve Türkiye aleyhindeki savaş kampanyasında ön sıralarda yer almıştır. Hazırladığı propaganda kitapçıklarında Osmanlı ülkesindeki Ermenilerin katledildiği tezini ilk olarak o ortaya atmıştır. Bu türden propaganda yayınları daha sonraki yıllarda ciddi başvuru kaynakları hüviyetinde işlem görmüştür.
Robert Farrer Zeidner, 1957 Haziran ayında Beyrut’ta ünlü tarihçi Arnold Toynbee’e kendi imzasıyla yayınlanan, The Armenian Atrocities (London, Hodder and Stoughton, 1915) Turkey: A Past and A Future (New York, Geo. H. Doran, 1917) ile The Treatment of the Armenians in the Ottoman Empire 1915–16 (London, HMSO, 1916) adlı kitapları hakkındaki görüşünü sorduğunda Toynbee’nin büyük bir mahcubiyetle, bu erken dönem çalışmaların tümüyle birer savaş propagandası olduğunu ifade ettiğini ve bundan büyük bir üzüntü duyduğunu bildirmektedir.
ABD Başkanı Wilson’un, Amerika’nın savaşa katılımını meşrulaştıracak ve bunu için kamuoyu oluşturacak bir takım olayların bulunması talimatı (günümüzde Irak’ta olduğu gibi) doğrultusunda, o sırada Osmanlı nezdinde Büyükelçi olan Henry Morgenthau Ermeni tehciri meselesini ele almıştır. Morgenthau, ezilmekte ve yok edilmekte olan mazlum bir Hıristiyan millet olarak değerlendirdiği Ermenilerle ilgili gelişmeleri ve Ermenilerin zorunlu göçü sırasında meydana gelen bazı ölüm olaylarını, çok başarılı bir katliam propagandasına dönüştürmüştür. Morgenthau’nun esas raporlarıyla açık çelişkiler taşıyan bir senaryo, Büyükelçinin danışmanı ve tercümanı olan Türk Ermenisi Arshag K. Schmavonian, gazeteci Burton J. Hendrick ve Amerika Dışişleri Bakanı Robert Lansing tarafından hazırlanmış ve Ambassador Morgenthau’s Story” adıyla 1918 yılında New York’ta yayınlanmıştır.
Bu propaganda kervanına daha sonraları; olaylara uzak olan Alman Protestan papazı Johannes Lepsius da katılmıştır.
Osmanlı arşivindeki belgelere göre 448.000 Ermeni için tehcir kararı verilmiş, bunlardan 382.000 kişinin yerine ulaştığı, geri kalanların ise yolda hastalıktan, yaşlılıktan ve çetelerin baskınında öldüğü anlaşılmıştır. (Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu 438.758 Ermeni’nin sevk edildiğini, bunlardan 382.148 kişinin yerlerine vardığını bildirmektedir).
Batılı tarihçilere göre tehcir esnasında hastalık, açlık, salgın hastalıklar, aşiret kavgaları, kıtlık, hava şartları ile 300 bin Ermeni ölmüştür. Ama soykırım yapılmamıştır. 2 milyon insan ise asla değildir. Tarihçi Prof. Dr. Stanford Shaw’a göre ölenlerin sayısı 200 bindir. İngiliz gizli servis mensubu Toynbee bu sayıyı 600 bine çıkarmıştır. Tarihçilere göre tehcir dâhil Birinci Dünya Savaşında ölen bütün Ermenilerin sayısı toplam 200–300 bindir (Aslında hastalık, açlık, salgın hastalıklar, aşiret kavgaları, kıtlık, hava şartlarından ölen Ermeni sayısı 60–65 bin civarındadır. 200.000 bin civarında Ermeni gerek Rusların safında savaşırken, gerekse Ahılkelek ve Eçmiyazin civarında açlıktan ölmüş, 40 bin civarında Ermeni ise Fransızların safında, Fransız üniforması giyerek Osmanlı’ya karşı savaşırken ölmüştür. Bunları da eklediğimiz zaman 300.000 rakamına ulaşılır).
Aynı yazar bir başka yazısında: “Ermeni çetelerinin tehcirden önce 1 milyon Müslüman Türk’ü katlettiğini, İngiliz generali Harbord Harington ile De Robeck hazırladıkları raporda ifade etmektedirler” demiştir.
Sevr müzakerelerindeki Ermeni delegasyonu başkanı Bogos Nubar Paşa “göçte 260.000 kişi yerlerine varmadı” diye yazmıştı. Ancak bu kişiler hakkında katliam iddiasında bulunmamıştır. Türkler öldürdü diyememiştir.”
Savaşta karşılıklı çarpışmalar olmuştur. Ermeniler öldürdüler ve öldüler. Yeni yetişen Ermeni kuşakları bu sayıları o kadar çok abarttılar ki, önceleri 250.000 olan sayı daha sonraları 750 bin kişiye, 1990’larda 1 milyon iki yüz elli bine ve günümüzde 1 buçuk milyona çıkmıştır. Herhalde 2010 yılında 2.000.000’e ve birkaç yıl sonra da 3 milyona yükselir.
Ermeni konularında bir uzman olan ve yazdığı “Ermeni Dosyası” isimli eseri Türkçe, İngilizce ve Fransızca olarak basılan emekli Büyükelçi Kamuran Gürün: “Osmanlı Arşivlerinde 1912’de ülkemiz sınırları içerisindeki toplam Ermeni sayısının 1.300.000.000, 1921’de ise 1.025.000.000 olduğuna göre I. Dünya Savaşı sonunda Ermeni sayısında 300.000’e yakın bir azalma olmuştur. Müslümanlardan aynı dönemde 2 milyon bir azalma olduğunu” belirtmiştir.
Her yıl 24 Nisan’da Ermeniler tarafından sözde soykırım günü kutlanmaktadır. 24 Nisan 1915 tarihinde Ermenilerin soykırıma uğradıkları dile getirilmektedir. Gerçekte 24 Nisan 1915 tarihinde tek bir Ermeni dahi ölmemiştir. 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan akşamı, güvenlik güçleri Ermeni Komite merkezlerine baskın yaparak ihtilal hareketi içerisinde olan 2345 ihtilalci Ermeniyi tutuklamış ve komite merkezlerini kapatmıştır. İsyan planlarının suya düştüğünü gören Eçmiyazin (üç kilise/Ermenistan) kilisesi Başpiskoposu Kework, ABD Devlet Başkanı Wilson’a bir telgraf göndererek; “Hıristiyan Ermenilerin Türkler tarafından katledildiği”ni bildirmiştir. O günden bu yana 24 Nisan tarihi Ermeniler tarafından asılsız soykırım tarihi olarak kutlanmaya başlanmıştır. Oysa bu tarihte tek bir Ermeni ölmemiş, asılsız bir soykırım ise hiç yaşanmamıştır.
Soykırım düzmecesi, Hıristiyan dünyasının uydurduğu koca bir yalandan ibarettir. Bu yalanın arkasında duran emperyalist güçler, millete olan kinlerini ve bu topraklar üzerinde besledikleri gizli emellerini bu şekilde dile getirmektedirler. Rusya’nın boğazlara kavuşma sevdası, İngilizlerin 3B siyaseti, Fransa’nın Akdeniz bölgesindeki bitmez arzuları, Amerika’nın İsrail ile Ermenistan’ı birleştirecek bir koridor açma ve Orta Doğu hedefleri, Yunanlıların Megalo İdeası ve benzeri çıkarlar. Emperyalist güçlerin bu hayalleri devam ettikçe daha çok soykırımlar gündeme gelecektir.
BİBLİYOGRAFYA
1. ALTUĞ Yılmaz, “Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri”, Türkiye Gazetesi, 23 Nisan 2001, s. 9
2. BAYUR Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, İİİ/3, Ankara 1963, s. 38
3. GÜRÜN Kamuran, Ermeni dosyası, Ankara 1983, s. 213
4. HALAÇOĞLU Prof. Dr. Yusuf, Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), Türk Tarih Kurumu, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara 2001, sah. 47
5. Hikmet ÖZDEMİR, Kemal ÇİÇEK, Ömer TURAN, Ramazan ÇALIK Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler:
Sürgün ve GÖÇ, Türk Tarih Kurumu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2004,
6. James Bryce-Arnold Toynbee, Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Yönelik Muamele, 1915-1916, Cilt 1,
Pencere Yayınları, İstanbul 2005, sah. 495-496
7. Justin Mc Carty, Muslim and Minorites. s. 112
8. KANTARCI Dr .Şenol, Birinci Dünya Savaşı'nın Öteki Yüzü; Ordinaryüs Prof. Dr. Tevfik Sağlam’ın
"Büyük Harpte 3. Orduda Sıhhî Hizmet İstanbul, 1941" Adli Hazine Değerindeki Eseri ve Düşündürdükleri
9. Meclis-i Vukelâ Mazbatası, Defter nr. 198, Karar sıra no. 163
10. ÖZFATURA M. Necati, “Esas Soykırımı Ermeniler Yaptı”, Türkiye Gazetesi, 22 Mart 2001, s. 9
11. Sadrazam Talat Paşa’nın defteri, Murat Bardakçı, Hürriyet Gazetesi, 26.04.2006
12. SERDAR M. Törehan, Ermeni Tehciri ve Soykırım İddiaları, Uğurel Matbaası, Malatya 2004, sah. 1
13. ŞFR. Nr. 59/244
14. ŞFR. Nr. 56/149; 55-A/73; nr. 54-A/248
15. Takvim-i Vekâyi, nr. 2189, 18 Recep 1333 ve 19 Mayıs 1331 (1 Haziran 1915)
16. URAS Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1976, sah. 62617.
YÜCEER Saime, “Birinci Dünya savaşı ve Kurtuluş Savası Yıllarında Bursa Ermenileri”, Ermeni Sorunu ve
Bursa Ermenileri, Bursa 2000, s. 70-71