Dr. Ali Sak
Essen Üniversite Kliniği, Kanser araştırmalar merkezi
Bu yazıyı 30 haziran 2008 tarihli Hürriyet gazetesinde „10’ar lira alıp 1300 kişiye kanser duası yaptı“ başlığıyla yayınlanan bir haber üzerine yazmaya karar verdim. Adı geçen habere göre 10 YTL bilet karşılığı yaklaşık 1300 kişiye 2 seansta dua ile kanserin iyileştirilebileceği öne sürülmekte. Dua ile kanser tedavisine ilginin yoğunluğu nedeniyle 500 kişilik salona yaklaşık 1500 kişi girmek isteyince izdiham yaşanıyor. İlkokul mezunu ve aynı zamanda yerel bir TV’nin sahibi olan kişi, ilahiler akabinde iki dakikalık bir dua yapıyor ve 13.000 YTL’yi, tabiri caiz ise, cebe atıyor. Evet, bu ve benzeri manzaralar ülkemizde maalesef giderek artan yoğunlukta yaşanmakta. İnsanlar bilimden uzaklaştırılarak bu ve benzeri ‚din simsarlarının’ tuzağına düşürülerek sömürülmekte.
Son yıllarda gerek ülkemizde gerekse dünya çapında olsun, insanlar rahatsızlıklarından kurtulmak için daha çok „alternativ“ metodlara yönelmektedir. Genel olarak değerlendirecek olursak bu tür metodlar „alternatif“ değil, tamamlayıcı olarak görülmeli ve o şekilde kullanılmalıdır. Asla tıbbı yöntemlere „alternatif“ olarak görülmemelidir. Tamamlayıcı metodların başında gelen ve değişik hastalıklar üzerindeki etkisi konusunda bir çok farklı görüş ve saptamalar olan din veya inanç olgusudur. Bilhassa ölümcül hastalıkların başında gelen ve insanların ölümle eşdeğer gördüğü kanserde, tamamlayıcı metodların ve bu bağlamda da dindar olmanın etkisi gerek bilimsel bazda, gerekse halk arasında tartışılmaktadır.
Kanser tedavisinde inanç ve duanın etkisi varmı, varsa ne ölçüdedir ve nedenleri nedir?
Bir çok araştırmaların sonucu spiritüel etkinliklerin bağışıklık sistemini güçlendirdiğini göstermektedir. Tüm hastalıklarda olduğu gibi kanserde de bağışıklık sisteminin güçlü olması çok önemlidir. Vücudumuzla temas eden tüm yabancıl etkenleri (bakteri, mantar, virüs) etkisiz hale getirmek ancak içimizdeki bağışıklık sistemiyle mümkündür. Bağışıklık sistemi zayıf olan insanlar, örneğin çok sık grip olurlar veya diğer enfeksiyon hastalıklarına yakalanırlar. Bu bağlamda bakacak olursak din olgusu, yani inanç veya dua, kanser hastalıklarının tedavisinde de elbette faydalı olabiliyor. Fakat bu genel olarak spiritüel bazda ele alınmalıdır. Örneğin beden ve ruh rahatlatıcı yoga hareketlerinin de bağışıklık sistemini güçlendirdiği bilinmektedir. Bu nedenle, hangi din veya inançtan olursak olalım, yakalanmış olduğumuz hastalıkların tedavisi bağışıklık sistemimizi güçlendirebildiğimiz ölçüde başarılı olur. “İnançsız veya dinsiz olanların tedavisi daha zordur” demek bilime ters düşer. Yukarıda da söyledigimiz gibi, önemli olan din olgusu değil, kişiliğin ve insani ilişkilerin gelişmiş ve sağlam olmasıdır.
Tüm hastalıklarda olduğu gibi kanserde de kişinin hastalığına karşı tutumu çok önemlidir. Kanseri yenmenin ilk aşaması pozitif bir yaklaşımla ilk önce yenmeye inanmaktır. Bu sadece hastalıklarda değil, günlük yaşamımızda da geçerlidir. Başaracağına inanan azimli kişi, başarısının yarısını elde etmiş demektir. Bu bağlamda bakacak olursak, ilk önce hastanın kendisi kanserle savaşmaya hazır olması ve tıbbın öngördüğü tedaviyi mutlaka uygulaması gerekmektedir. İlaçların yan etkileri, uygulanan tedavinin komplikasyonları mutlaka olacaktır. Bu nedenle inanç, veya başka bir deyimle ruhen kuvvetli olan ve başarıya inanan insanlar, tedavinin getirdiği yan etkilere daha iyi dayanabilmekte ve tadavisi de o derecede başarılı olmaktadır. Ayrıca tedavinin olumlu olabilmesi için hasta ile hekimin arasındaki güven de çok önemlidir.
İnsanlar alternatif tedavi şekilleriyle sömürülmeye açıkmı?
İnsanoğlunun tarihinde din olgusu, veya daha geniş bir anlamda mistisizm, yani bilinmeyen bir gücün varlığına inanma ve her derdin, özellikle de ölümcül hastalıkların çaresini ondan bekleme düşüncesi hep var olmuş ve ebediyyen de var olacaktır. İnsanların bu gayri ihtiyari ihtiyacından faydalanarak alternatif tedavi şekilleri kullanımında sömürge usulü maalesef oldukça yaygındır. Bu durumdaki insanlar, gerek duygusal gerekse maddi sömürüye çok açıkdır. Bir bilim insanı olarak, bu tür tedavi şekillerinin kendi başına hiç bir etkisinin olmadığını ve sadece tamamlayıcı bir şekilde kullanılması gerektiğini insanlara kesin olarak bildirmek ve ona göre yönlendirmek gerektiğine inanmaktayım.
“Tanrı inancı olan hastaların kansere yakalanma riski daha az ve tedavisi daha başarılı” diyen bilim insanlarına ne demeli?
Bu sorunun cevabını son günlerde kamuoyunda tartışılan sayın Prof. Dr. Erkan Topuz’un söylemleriyle yola çıkarak açıklamaya calışalım. Prof. Dr. Erkan Topuz onkolog (kanserbilimci) ve Istanbul’daki Medical Park’ın kanser hastanesi onkoloji direktörü. Prof. Topuz’a göre: “Tanrı inancı olan hastaların tedavisinde çok daha başarılı sonuçlar elde ediliyor. İnancı olanlar daha uzun yaşar. Kanserle savaşta Yaradan’a inanç, doktora inanç ve âile bağı birleştiği zaman, hastaların uzun yaşama veya hastalığı yenme şansı daha yüksektir. Türk hastalar ve benim hastalarım daha şanslı, çünkü saydığım bu üç inanca sahiptirler”. Degerli Prof. Topuz’un konuyla ilgili yayınları takip edilince özellikle bu söylemiyle konuya oldukça populist (gerçekci olmayan halkçı bir yaklaşım) ve opportunist (eline fırsat geçtiğinde konumuna göre davranmak) bir şekilde yaklaştığını göstermektedir. Son yıllarda, maalesef din olgusunun her alanda olduğu gibi, bilimsel alanda da bilinçli bir şekilde ön plana sürülmesi, birazda dini bizzat ön planda tutan siyasi iradeye yaranma çabalarının sonucudur. Bir bilim insanının bir yandan piyasadaki bir çok mamüllerin kansere sebep olduğunu iddia ederek “kanser paniği” yaratması ve öte yandan kendi aile fertlerinin pazarladığı ve kanseri önlediği iddia ettiği “alternatif tıp mamullerini” tavsiye ediyor olması bilim adına oldukça düşündürücüdür. “Türk hastalar ve benim hastalarım daha şanslı, çünkü saydığım bu üç inanca sahiptirler” diyerek kendi reklamını yapması ayrıca düşündürücüdür. Kaldı ki kanser ne din ne de ırk gözetir. Değişik din veya ırkların kanser risklerinde veya tedavilerinde görülen başarı farklılıkları dinden ziyade, genelde farklı yaşam şartlarına bağlıdır.
Sonuç olarak din ve kanser konusunda tavsiyelerimiz nedir?
Şunu kesin olarak belirtmekte fayda vardır. Dine veya inanca bağlılığın bazı kanser türlerinin gerek oluşumundaki risk faktörlerini azaltması, gerekse tedavisinde olumlu sonuçlar elde edilmesinin arkasında din olgusundan öte psikolojik, kişilik, insani ilişkiler ve yaşam kalitesi gibi olguların ön planda olduğunu bilmekte fayda vardır. Bunun da ötesinde bazı inanç gruplarına mensup insanların yaşam şartlarının (az sigara ve alkol kullanımı, az et tüketimi, çok sebze ve tahıl ürünleri tüketimi, spor etkinligi, sağlam ve düzenli aile ve insani ilişkiler bağı) gerek kanser oluşumundaki riski azaltmasında, gerekse tedavisinde olumlu sonuçlar elde edilmesinin başlıca nedenleridir.
Yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı ruhanilik ve buna bağlı olarak da sağlam bir kişilik ve sağlıklı yaşam şartları elbette kanser risklerini azaltmada önemlidir ve kanserde „tamamlayıcı“ olarak tedavinin bir parşası olabilir. Bu nedenle ölüm oranı yüksek olan tüm hastane birimlerinde (örneğin onkoloji ve yoğun bakım bölümleri) hekimlerin yanı sıra psikologların ve din adamlarının da danışman olarak görev alması tavsiye edilebilir.