1.DÜNYA SAVAŞINDA ANADOLU’DA YAŞANAN OLAYLARDA TÜRK GENEL KURMAYINA HAKİM OLUP TÜRK ORDULARINA KOMUTA EDEN ALMAN SUBAYLARIN EMELLERİ
YORUM
ÖZET VE SONUÇ
Dr.Mete Soytürk
Kaiserslautern-Almanya
18 Mart 2005
Fil bilimine giriş adını verdiğim ve yanlızca gazete haberleri, 500 cildi aşan askeri dergiler ve kitaplardan derlediğim bu çalışmayla sizlere konunun şimdiye kadar hiç araştırılmamış bir yönünü, 1.Dünya savaşında Anadolu’da yaşanan trajedi’de Türk ordularına komuta etmiş Alman subayların rollerini gözler önüne sermek istedim. Gerisini tamamlamak, bu konuda çalışmak isteyecek tarihçilerin görevi. Bu çalışmanın devamı demek Alman Askeri arşivleri ve Türk askeri arşivlerinin incelenmesi sonucu en az 50 ciltlik bir yapıtın ortaya çıkması demektir. Bu sayı şaka değil. Ben bir göz hekimi olarak ve bu konunun giriş bölümünün 2 cildini yazabiliyorsam, tarihçiler de gerisini haydi haydi yapacaklardır.
Konuyu incelerken tabiki soru soruyu açıyor ve bazı noktaların aydınlatılması gerekiyor. Şimdiye kadar yazdıklarım yanlızca tesbitlerden ibaretti. Bu tesbitlerden yola çıkarak konu hakkında edindiğim bilgilerden aşağıdaki yorum ve sonuçları çıkarmak mümkün. Bir tarihçi olmasam bile Türk-Alman Askeri tarihi ile ilgili yüzlerce kitap ve dergi okuduktan ve bu kadar çok tesbit yaptıkdan sonra, en azından bu kadarcık yorum yapma hakkını kendimde görüyorum.
Sivil halkın göç ettirilmesi:
Türk tarihi boyunca hiç bir savaşta, sivil halka bu kadar büyük boyutta bir yer değiştirme harekatı yapılmamıştır. Osmanlı idaresi altındaki ülkelerde, örneğin Sırbistanda, Makedonya’da, Arvavutluk’ta, Yunanistan’da, Bulgaristan,’da Romanya’da, Arap ülkelerinde özellikle Suriye’de milliyetçi akımların etkisine kapılanlarca isyanlar çıkmıştır. Bu isyanlar zaman zaman şiddetle bastırılmış fakat hiç bir zaman yer değiştirme diye bir fikir zamanın yöneticilerinin aklına gelmemiştir. Öyle ki yüzbinlerce belki de milyonlarca Balkanlarda yaşayan, kendilerine çetelerce katliamlar uygulanınca Türk veya Müslüman diğer etnik guruplardan göçmen akın akın bu toprakları terketmesine ve Türklere büyük katliamlar uygulanmasına rağmen. Öte yandan Doğu’dan da Rusya içinde yaşayan Türkler ve müslüman diğer etnik guruplar, örneğin Çeçenler, Çerkezler ve diğer kafkas halkları da çok kez Anadolu ya göç etmek durumunda kalmıştır. Batıdan göçenler genellikle batı bölgelerinde, doğudan göçenler de genellikle doğu bölgelerine yerleştirilmişlerdir. Bu tarihi bilgiden sonra insan şu sonuca ulaşabilir. Bu durumda zorla yer değiştirme askeri bir karar ve fikir muhtemelen Almanlardan geldi ve Türklere uygulattırıldı. Fakat her halükarda bir soykırım kararı alınmadığı ortada. Çünkü her devlet bir iç isyanı gücü varsa bastırmak isteyecektir, hele bu isyan bir savaş sırasında çıkarsa daha sert tedbirleri almak gerekecektir. Aşağıda ayrıntısını belirteceğim gibi aynı İngilizlerin 1. Dünya savaşının tam ortasında isyan eden İrlanda’lılara yaptıkları gibi.
Sosyal darvinist Almanların yaptıkları yüzyılın ilk soykırımı: Herero katliamları
Öte yandan bütün sömürgeci ülkeler gibi Almanya II.Wilhelm’le birlikte yayılmacı ve sömürgeci bir politika izlemeye başlamış ve kendine Doğu-Afrika’da, Güney-Batı Afrika’da, Kamerun’da, Togo’da, Yeni Gine’de, Samoa adalarında ve Çin’de sömürge bölgeleri almış ve yöre halkını acımaz yöntemlerle sindirmiştir. Bu uzak bölgeleri Almanya sınırları içine dahil eden Alman komutanlar isyan eden halka vahşi katliamlar uygulamışlardır. Bunlardan en önemlisi Güney-Batı Afrika’da Alman işgalcilerine isyan eden Hottentotten ve Herero kabilelerine karşı yok etme harekatına girişen General von Trotha’nın bu konudaki görüşleridir. Yıl 1904, aylardan Nisan: 50000 Herero yerlileri kuşatılır General emir verir: “Buradaki Alman sınırları içinde silahlı veya silahsız, hayvanlı veya hayvansız her Herrero savaşçısı yakalandığı an öldürülecektir. Kadın ve çocukları da artık kamplarımıza kabul etmiyoruz. Kadın ve çocukları havaya ateş ederek buradan çöle doğru uzaklaştırın.” Böylece Omahehe çölüne sürülen tahminen 14.000 civarındaki yerli halk burada açlık ve susuzluktan kırılmıştır. (Şunu da yeri gelmişken belirteyim, şu sırada da Bütün Avrupa basını Almanlar da dahil Ermenilerin Suriye çöllerine sürüldüğünü yazmakta. Fakat Coğrafi olarak bakılırsa ortada çöl yok bozkır yani step vardır. Yani yine manupilasyon yapılmaktadır.)
Zamanın sömürgeci Alman yönetimi tarafından Türkiye’ye gönderilen 1000’e yakın Alman subayı içinde bir kısmı sömürgelere gitmiş, bir kısmı da sömürgelere gitmemiş olsa bile Sömürgeci bir ülkenin sosyal darwinist Askeri eğitiminden geçmiş olmaları son derece doğaldır. Ayrıca İstanbul’da görev yapan Amiral Usedom’un daha önce Çin’de görev yaptığını ve Boxer ayaklanmalarını bastırmak için de çalıştığını biliyoruz. Bu sırada Alman Kayser’i Wilhelm’in dediklerini okudunuz.”Pardon yok, esir almak yok, Hunlar gibi olacaksınız ve ayaklanan Çinlileri yok edeceksiniz”. Bu konuya diğer bir örnek de, Türk-Alman Derneğini Ernst Jäckh ile birlikle kuran, daha sonra da Alman-Ermeni Derneğini kuran ve Paul Rohrbach’ın kafa yapısıdır. Etik emperyalizm kuramı ile Alman yayılmacılığın etik ekonomik bir yayılma olması gerektiği yolunda onlarca kitap yayınlayıp, yüzbinlerce satan Paul Rohrbach yüzyılın başında Alman kolonisi Güney-Batı Afrika’da devlet görevlisi iken düşündükleri ve yazdıklarıdır. Sonuna kadar Alman protestan etiğine bağlı ekonomik bir yayılmacılığı savunan, fakat pek de başarılı olamayan kuramı için deneme tahtası olarak Afrikalıları seçen Rohrbach, gerçeklerle taban tabana zıt olan bu ideolojisi tutmayınca Afrikalılar için şunları şöyleyecektir. “Bu durumda siyah Afrikalıların Ulusal kimliklerini tamamen ortadan kaldırmak gerekiyor, hatta belki de daha da iyisi hiç bir kültüre ve eğitilmeye müsait olmayan, bu soygunculuk ve çapulculuktan başka bir şey bilmeyen yerli kabileleri topyekun imha etmek gerekir.” Bu konudaki ayrıntılar Gründer ve Melber gibi yazarların Alman tarihini yazdıkları kitaplardan okunabilir. Her ne kadar Ziya Gökalp’le birlikte positiv bilimlere dayalı bir sosyoloji geliştirilse bile, doğru dürüst hiç bir bilim sistematiğinin girmediği bu ülkede, Osmanlı aydınları ne Darvinizmi, ne Sosyal darvinizm’i ve ne de sömürgeciliği ne de yahudi düşmanlığını icat etmişlerdir, ne de bunları uygulamak için bilgi sahibi değildirler. Humanizmden de daha öte, müslümanlığı bütün canlılara saygı gösterip bir karıncayı, bir ağacı dahi incitmeme olarak algılayan ve böyle filozoflar yetiştiren Anadolu insanının, savaş sırasında bırakın toplu soykırım uygulamak, toplu göçettirme fikrini bile kendiliğinden akıllarına getirmesi mümkün değildir.
Topyekün savaş kuramı:
Eskiden savaşlar iki ordunun karşılaşması ve çarpışması ile başlayıp biterken, Birinci dünya savaşı topyekun savaş dediğimiz bir savaşın, yani sivil ve askeri ile bütün bir coğrafyanın savaş alanı olduğu şeklindeki savaş teorisinin ilk uygulaması olmuştur. Birinci dünya savaşı yanlız Türkiye üzerinde yapılmadı. Savaşın başlangıcında Ağustos ayında Almanlar önce Belçika’ya girdiler. Belçikalılardan beklemedikleri bir direnişle karşılaşınca, sivil halka karşı korkunç ve bir yıldırma, bezdirme, harekatı uygulandı. Direnişi kırmak için yüzlerce sivil kurşuna dizildi. Birinci dünya savaşının en karanlık sayfalarından biri olarak tarihe geçen Belçika işgali sırasında, erkeklerin askere gitmeleri nedeniyle Alman fabrikalarında işçi sıkıntısı çekildiği için, neredeyse Belçika’nın bütün erkek nüfusu işçi olarak yerlerinden alınarak Almanya’ya zorla göç ettirilmiştir. İlginç bir nokta da o sıralar Alman genel kurmayı tarafından Belçika’ya genel vali olarak atanan General von der Goltz’un Aralık 1914 de görevinden alınarak Türkiye’ye gönderilmesidir. Bu konular Belçika kaynaklarından araştırılmalıdır. Çünkü İngiliz kaynaklarında Belçika işgali tarihte görülmemiş vahşet ve soykırım diye geçerken, Alman kaynakları Belçika’da yaşanan vahşet ve katliamın tamamen bir İngiliz propaganda ürünü olduğu yazmaktalar.
Almanlar savaş suçlusu:
Birinci dünya savaşı sonunda yapılan Mondros silah bırakışması mütarekesinin 19. maddesi Türkiye’de görevli olan veya yaşayan Almanların(yani asker, sivil, kadın, çocuk herkesin) 4 hafta içinde malını mülkünü toplayarak Türkiye’yi terk etmesini ön görmektedir.. Sivil Almanların başına gelenlar ayrı konu. Askerler buna uymuşlar, Kısmen Karadeniz üzerinden, kısmen de Akdeniz üzerinden Almanya’ya geri dönüşler yapılmıştır. Türkiye’deki Alman askeri heyetinin Komutanı General Liman von Sanders anılarında da belirtiği gibi gemiyle Akdeniz üzerinden Almanya’ya dönerken, Malta önlerinde İngilizlerce gemiden indirilerek, savaş suçlusu ve Ermeni katliamlarının sorumlusu olarak yargılanmış ve aylar sonra serbest bırakılarak ülkesine gönderilmiştir. Bu yargılanmanın tutanaklarını İngiliz arşivlerinden incelemek gerekir. İngilizler Liman von Sanders’i acaba neyle suçladılar? Osmanlı ordusunda önemli karar merkezlerinde çalışan bir subayın İngilizlere yaptığı açıklamalar önemlidir. Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi bütün karar merkezlerini elinde bulunduran Alman komutanlardır ve hükümetin aldığı karar da savaş koşullarının gerektirdiği durumlarda zorla yer değiştirme yapılması kararını ilgili askeri birliklerin komutanlarına bırakmıştır.Bu arada kısaca pek değinilmeye bir konuyu da kısaca hatırlatmak istiyorum. (Birinci dünya savaşında Türkiye’ye gelen 20.000’in üzerinde askeri personelin yanında, Maliye bakanlığından, Adalet bakanlığına ve Eğitim bakanlığına kadar yüzlerce sivil Alman uzman gelmiş ve bütün bakanlıklar bu uzmanlarla yeniden yapılandırılmıştır. Yine pek bilinmeyen bir nokta üniversitelerin yeniden yapılanmasıdır. Bu dönemde Almanya’dan Hukuk fakültesi dahil bütün Üniversite fakültelerine Alman hocaların getirilerek göreve başlatılmasıdır.) Olay bir soykırım olsaydı herhalde İngilizler Alman generali Liman von Sanders’i kolayca serbest bırakmazlardı. Çünkü Türk orduları üzerindeki bütün komutanın Liman von Sanders’in elinde olduğunu İngilizler biliyorladı. Zaten bu nedenle de tutuklanmıştı. Aslında İngilizlerin Malta’da Liman von Sandersi sorgulama kayıtlarına da bir göz atmak gerek.
Ermeni isyanı: Ermeni ayaklanmasını Kasım 1914 yılından beri en yakın takip eden Alman subaylardır. Bütün bu ayaklanma onların gözü önünde olmuştur. Sarıkamış harekatı sırısında olanlar, sonra Rusların ilerlemesi sırasında Ocak ve Şubat ayında Ermenilerin yaptıkları katliamlar, Çanakkale’ye yapılan itilaf devletlerin saldırısı beklenirken, Adana’dan Urfa’ya, Erzurum, Muş Van’a kadar olan bölgede yapılan isyanlar, ve Çanakkale çıkarmasıyla birlikte başlayan Ermenilerin Van isyanını Alman komutanlar gün be gün takip etmişlerdir. Bütün bu katliamlarında ölen yaklaşık 150.000 Müslüman’ın kayıtları Türk arşivlerinde mevcut. Bu konuda en ayrıntılı yazan yine Yarbay Felix Guse’dir. Şöyle diyor: “Daha savaşın hemen başlangıcında 1914 yılının Kasım ayında Ruslar Doğu Bayazıt’ın çevresini işgal ettiler. Bunu fırsat bilen Ermeniler çevredeki köy ve kasabalardaki Türkleri vahşice katletti.(Bu işgali Rus silahlı kuvvetleri Genel Kurmay 2. Başkanı Jurij Daniloff, Dünya savaşında Rusya-Russland im Weltkriege, 1925- adlı kitabında şöyle anlatıyor. Rus ordusunun ilk operasyonları çok başarılı geçti: Türklerin sınırdaki birliklerini dağitıp ilerlemeye başladık. 6 Kasım’da Erzurum yolu üzerinde Türklerce sıkı bir şekilde tahkim edilmiş Köprüköy’ü ele geçirdik. Aynı anda birliklerimiz Bayazıt’ı ele geçirdiler. Eleşkirt ovası tamamen düşmandan temizlendi.) Bu durum yani Bayazıt’ta yapılan katliam savaştaki her türlü insanlık kıstaslarını yerden yere vuran ilk vahşice katliamdır. Bu kıyım kısmen veya tamamen, Rusların yanında çarpışan Pastırmacıyan’ın adamlarından oluşan Ermeni çetecilerinin işidir.
Doğu Bayazıt’ta Türklere yapılan vahşi katliamları dikkate alan Türk halkı, Rusların ilerlemesi nedeniyle çok kısa sürede yüzbinleri bulan sayıda bölgeyi terk ederek cephe gerisine kaçmaya başladılar. Geride kalan sivil halk ise ya Ruslar ya da Ermeniler tarafından ya işkence edildiler ya da vahşice katledildiler. Ermeniler Rusların uzak oldukları bölgede sezsizce bekliyorlar, Rusların yaklaştıkları bölgelerde ise canavar kesiliyorlardı. İşte bu duruma karşı ne yapmak gerekiyordu?
Duruma göre tek tek, bölge bölge bekleyelim ve yöredeki Ermenilerin Türk ordusuna sadık , sözüne güvenilir vatandaşlar olduğunu, bizlere olan düşmanlıklarını artık bıraktıklarını ispat etmelerini mi bekleyelim? Doğrusunu isterseniz bu istek düşmanla çarpışmakta olan bir ordudan en son istenecek şeydir. ” Bu sorunun yanıtı aslında sorunun içinde. Yani isyan eden etmeyen herkesi bu bölgelerden uzaklaştırmak gerekiyor.
Doğu Anadolu’da zorunlu göç öncesi Ermenilerin yaptıkları katliamlar:
” İngilizlerin iddiasına göre, Almanların idaresindeki Osmanlı askeri istihbarat dairesi şöyle bir haber vermiştir. (İkinci Şube de denen bu dairenin sorumlusu Alman Yarbay Perrinet von Thauvenay.) 1915’in ilkbaharında Rusların Van’a doğru ilerlemesi sırasında ve Van’ın ele geçirilmesinden sonra kaçamayıp işgal altında kalan Doğu Anadolu’daki müslüman halk(Türkler ve Kürtler) Kazak birlikleri ve Ermeni çetelerince katledilmişlerdir. Bu sayı 150.000’i bulmaktadır. Hakikaten de o zaman yayınlanan Alman gazeteleri incelendiğinde, Osmanlı hükümetinin yabancı basına verdiği resmi bildirilerde bu sayıdan bahsedilmektedir. (Türk basınında ise kamu güvenliği ve ülkede bir infial havası yaratmamak amacıyla sansür uygulanarak, ne Nisan ayında ortaya çıkarılan hükümet darbesi girişimi, ne Ermeni elebaşıların tutuklanmaları, ne Van’ın işgali, ne de toplu göç ettirme hakkında tek satır yazı çıkmayacaktır) İngilizlere göre bu 150.000 kişinin katledilmesi meselesi Almanlarca bilerek abartılmıştır. İşte bu haber ve Van isyanından sonra Ermenilerin göç ettirilmesi kararı çıkacaktır. Yine İngilizlere göre Sarıkamış yenilgisi için bir günah keçisi aranmaktadır. Bu da Ermeniler olmalıdır. “
Bu durumda İngilizler haklı ise neden 150.000 kişinin öldürüldüğü haberi verildi sorusu ortaya çıkıyor. Yok bu haber doğruysa gerçekten gerçekten büyük bir katliam oldu demektir. Türk kaynakları ise bu katliam sayılarını doğrulamaktadır.
Almanlara göre Sarıkamış yenilgisinin sorumlusu Ermeniler:
Bu durumda ortaya şöyle bir soru sormak gerekiyor. Düşününüz kü, ordunuz daha alet ve silah yönünden çok zayıf, askerlerin giyimleri bile yetersiz bütün Türk ordu komutanları kış ortasında Kars’a Rusları arkadan çevirme harekatı yapılmasına karşı çıkıyor ve baharın beklenmesini istiyorlar, fakat Alman Genel kurmayı sürekli bastırarak sizden Ruslara karşı harekat istiyor. Enver’e sen aslansın, sen kaplansın, Sen Napolyonsun, seni Kafkasyanın Orta asyanın hakimi yapacağım diyorlar. Kazım Karabekir başa bu baskıları anılarında çok iyi anlatmış ve Enver’in Almanların etkisiyle bir çılgınlık yapmasını engellemeye çalışmış. Sonunda da Karabekir Paşayı Genel karagahtan uzaklaştırıvermişler. 3. Ordu komutanı bile kıpırdamama yanlısı olunca ve Almanlar baskıyı daha da artırınca, Savaş bakanı Enver Paşa, 3. Ordu komutasını Ocak ayında İzzet Paşa’dan kendi üzerine alır. Kendisine Genel kurmay başkanı General Bronsart von Schellendorf ve emir subayı Binbaşı Fischer kurmay subayı Yarbay Otto von Feldmann (Askeri harekat dairesi başkanı) eşlik etmektedirler. 3. Ordunun da kurmay başkanı sözü edilen Yarbay Felix Guse’dir. Yani ordunun bütün ağır topları orada Kazım Karabekir’in hatıralarından ve Yarbay Guse’nin diger hatıralarından bu baskılara Yarbay Guse’nin de katıldığı anlaşılıyor. Çünkü emir büyük yerden gelmektedir. Almanya’dan. Sonuç olarak ortaya çıkan düşmana değil de, kara kışa teslim olma ve 80-90.000 kişilik bir insan kaybı ve bir hayal kırıklığı.
Bronsart Paşa bunu 1922 yılında Liwa-el İslam dergisine verdiği demeçte açık açık söylüyor. Sarıkamış yenilgisinin suçlusu Ermenilerdir! Yani Almanlar günah keçisi durumunda kendi hatalarını değil, Ermeniler’i gösteriyorlar. İlk gerçek İsyan’da hem de tam İngilizler, Çanakkale’ye çıkarmak yapacakken ve ardından İstanbul’u ele geçirilecekken yer değiştirme kararı verilsin. Ruslarla işbirliği yapmalarının cezasını çeksinler. Bu durumda Ermeniler de İlerleyen Ruslarla işbirliği yaptıkları için günah keçisi durumuna düşmüş olabilirler. Böylece konu yine Sarıkamış yenilgisine geliyor.
Günah keçisi aramak Almanların bir alışkanlığı:
Böyle bir yenilgi karşısında bir günah keçisi aramak Almanların bir alışkanlığı olabilir.
Almanların kendilerinin sebeb olduğu bu Sarıkamış felaketi karşısında bir günah keçisi aradığı tezi doğru olabilir. Çünkü birinci dünya savaşı Almanların yenilgisiyle bittikten sonra, bütün yenilginin suçunun Yahudilerden ve Yahudi basınından(Alman gazetelerinin büyük bir bölümü yahudilere aitti) sorulması ve bu nedenle Yahudilere baskılar ve siyasi cinayetlerin yapılması ve ardından Hitlerin ortaya çıkmasında yine bu suçlamalar yatmaktadır. Öte yandan Avrupa’da yüzyıllardır varolan yahudi düşmanlığını bin anda Türklere maledivermek ve Hitler’in soykırımı yaparken Türkleri örnek aldığını söylemek ise herhalde aymazlık derecesinde bir tarih çaptırmasıdır.
Alman komutan ve erlerin de hayatları tehlikede:
Öte yandan Ermeniler, İngilizlerle ve Ruslarla işbirliği içinde oldukları için Türk-Alman-Avusturya askerleri için düşman tarafından sayılmaktadırlar ve Türk-Alman-Avusturya askerlerine saldırmaktadırlar, Avrupa’daki doğu cephelerinde Alman ve Avusturyalılara karşı çarpışan Ruslara da böylece dolaylı olarak yardım etmektedirler ve katil Hunlar(Almanlar) diye bütün Ermenileri, Avrupa’da İngiliz ve Fransızların yanında savaşa çağırmaktadırlar. Bu durumda yalnızca Türk asker ve sivillerinin değil, Alman ve Avusturya subay ve askerlerinin de yaşamı söz konusudur. Bunu Erzurum’da bulunan Alman subayları’da yaptıkları açıklamalarda dile getirmişlerdir. 3.Ordu Kurmay başkanı Yarbay Felix Guse’nin de dediği gibi “Düşman hangi yöntemleri kullanıyorsa, bizim de aynı yöntemleri kullanmamız son derece normaldir. ” der.Her devlet kendi devlet düzenine isyan eden guruplara karşı sert tedbirler alır. İngiltere, Amerika’daki kolonileri ayaklanınca isyanı hemen bastırmaya çalışmış, Hindistan’da ayaklanmalar olunca yine büyük bir şiddet kullanmış, yine birinci dünya savaşı sırasında Almanlarca silah ve para yardımı yapılarak desteklenen İrlanda isyanı İngilizlerce çok kanlı bir biçimde bastırılmıştır. 20 Nisan 1916 yani birinci dünya savaşının tam ortasında, Almanlar İrlanda’lı ayrılıkçı gurupların şefi Roger Casement’i bir denizaltıyla bol miktarda para ve silahla İrlanda’ya çıkarırlar ve İrlanda’da büyük bir ayaklanma çıkar. İngilizler isyanı ancak 1 Mayıs 1916 çok kanlı bir şekilde bastırırlar. Dublin kenti harabeye döner. Ardından olayların bütün elebaşıları 15-20 kişi yakalanır ve hemen idam edilir. Bu sırada dünya savaşı sürmektedir ve çeşitli cephelerdeki İrlandalı askerlerin de isyana katılabilecekleri düşünülür fakat korkulan bu durum gerçekleşmez.
Alman Yarbay Felix Guse soruyor: Alman askeri arşivlerinden yararlanılarak hazırlanmış bir yayın yok. Neden yalnızca Alman Dışişleri bakanlığının arşivleri:
Yine Yarbay Guse’nin belirttiği gibi Alman Dışişleri Bakanlığının belgelerinin eksik olduğunu ve Türk ve Alman askeri komuta kademesindeki bilgilerin nedense, bu arşivlerde yer almadığını ima etmektedir. Bu çok ilginç bir noktadır. Birinci dünya harbi sırasında yenilmiş ve Versay Anlaşmasını imzalamış Almanya, harb suçlusudur. Galip devletlerin istemi doğrultusunda kurulan yeni hükümet kendini temize çıkarmak için eski hükümetin savaş ile ilgili Dışişlerinde bulunan bütün dökümanlarının sınıflandırılarak yayınlanması kararını verir. Peki neden Alman Genelkurmayınkilerini değil. Yine Yarbay Guse’nin yukarıda belirttiği gibi, Türkiye ile ilgili ve özellikle Ermeni olayları ile ilgili dosyanın hazırlanması görevi dini inançlarını yaymak için bir gözü kapalı ölesiye çalışmış bu amaçla olayların öncesinde Türkiye ve İran’a giderek, misyoner arkadaşları ile birlikte 20 yıl bölgede yaşayan Müslüman Türkleri, Kürtleri ve Gregoryan Ermenileri din ve mezhep değiştirtip protestan kilisesine bağlamak için elinden geleni yapmış bunun ötesinde Almanya’da Ermenilere yardım örgütleri kurmuş ve Lepsius adlı Protestan misyoneri papaza verilmesi, konunun iç politika malzemesi olarak kullanılmasına bir örnektir siyasi bir karardır. Çünkü savaş sonrası yenilen Almanya tam bir kargaşa halindedir. Çaresizlik içindeki insanların bir kısmı, dini duygulara hitap eden kuruluşlarda veya partilerde umut aramaktadırlar. Ülkede kendilerini derebeyliği döneminin köylü kesimlerinin dini kimliği, endüstrileşme ile gelen Alman birliği ile gelişen ve ülkeler arası rekabetle güçlenen milli kimlik ve sonra Marksizm’in etkisiyle gelişen sınıf bilinci ve toplumsal sınıf kimliği ile tanımlayan insanlar birbirine düşman guruplar olarak karşı karşıya gelmişlerdir.
Almanların Askeri arşivlerdeki bilgileri öğrenmeye niyetleri yok:
Yarbay Guse emekli bir asker olarak bu açığı doldurarak tarihe ışık tutmak istemektedir. Fakat politikacıların öyle bir niyeti yoktur. Buradan yola çıkarak şöyle bir sonucu da varılabilir. Yarbay Guse konu hakkında Alman hükümetinin hiç bir askeri kaynaktan bilgi istemediğini yazmaktadır. Çünkü zamanın hükümetinin böyle bir araştırmaya yapmak gibi bir düşüncesi yoktur. Çünkü konsolosluk belgeleri politik belgeler olduğu için duruma göre hazırlanmış, bir kısmı tarihe bir not düşmek için ısmarlama yazılmış daha doğrusu Ermeni olaylarıdan altı yedi ay öncesi Belçika’da yaşananlardan sonra Almanlar başlarına bu sefer de Ermeniler nedeniyle yine aynı propagandalar yağmasın diye değişik bir dilde yazılmış ve bir çoğu manupile edilmiş olabilirler. Fakat askeri belgelerde böyle bir olasılık çok zayıftır. Çünkü: Alman askerleri yazılı emir almadan kılını dahi kıpırdatmama eğitimi ile yetiştirilmişlerdir. Dolayısı ile sağlıklı bir araştırma ancak tarafların askeri arşivlerindeki araştırmalarla ortaya çıkabilir. Zamanında donanma dairesinde istihbarat bölümü görevlisi ve Alman barışcı yayılmacı siyaseti kuramcısı Paul Rohrbach bile, bir kitabında “Kesinlikle Alman konsolosluk belgelerine itibar etmediğini, çünkü buralara gelen haberlerin kendi adamlarından önce Alman konsolosluklarına ulaşan İngiliz ve Fransızların gönderttiği yerli veya yabancı muhbirlerin haberleridir ve doğruluğuna güvenilmez.” demektedir.
Göç kararını veren Alman Komutanlar:
Askeri Harekat dairesi Başkanı Yarbay Feldmann ise, açık açık göç kararı veren Alman subaylardan birinin de kendisi olduğunu yazıyor. Neden olarak olarak da yukarıdaki isyanı vurguluyor. Diğer subayın da Liman von Sanders olduğunu belirtiyor.
Ülke içinde yaşayan diğer azınlıklar özellikle Rumlar 1917’de Yunanistan resmen İtilaf devletleri yanında Türkiye’ye karşı harbe girmesine rağmen, hiç bir isyan hareketi başlatmadıkları için kendilerine karşı hiç bir yerde zorla yer değiştirme hareketi yapılmamıştır. Hatta Almanların istemesine rağmen Türk hükümeti böyle bir karara gerek duymamıştır. Bu bilgiyi de bir başka gazete haberinde Türk genel kurmay başkanı General Bronsart “Rumların Ege kıyı bölgelerinden çıkarılması askeri bir gereklilikti, fakat Talat Paşa Rumların isyan etmediklerini ileri sürerek izin vermedi, diyor. Her şey aslında apaçık. Askeri gerekliliği Alman komutanlar belirliyorlar, uygulamayı da Türklere bırakıyorlar.
Almanların gözünde Ermeniler, Türklerin kanını emen kenelerdir:
Konunun insaniyet namına en trajik yönü, bazı kişi, kurum ve devletlerce karşı rakip, kişi, kuruluş ve devletler için sürekli kin nefret dolu yalan propagandanın acımasızca yapılması ve tarşı tarafın hiç bir insan ve temel hakkı olmayan vahşi yaratıklar olarak algılatılmasıdır. Hal böyle olunca Cemal Paşanın Ermenilerin çektikleri acılar ve sıkıntılar duyuruluyor da Türklerin çektikleri acı ve sıkıntıların Almanya’da çok az dile getirilmesini Cemal Paşa, şu sözleri ile kınar: ” Zavallı Türklerin içinde onların yaşadıkları vahşeti ve çektikleri acıları anlatacak ne bir Alman ne de Amerikalı misyonerleri vardı.” Sorunun yanıtını acımasızca yapılan kin ve nefret dolu propagandalarda aramak gerekir. Bu Avrupa merkezli sosyal darvinist yaklaşımın hem Türklere hem de Ermenilere olan bakış açısıdır. Çünkü Alman subayların yazdığı bu tür makalelerde Ermeniler hep Türklerin kanını emen keneler gibi gösterilmektedir. Öte yandan Ermeni ve Rumların Almanlarla ticaret yapmamaları ve ticarette İngiliz ve Fransızları ve onların mallarını tercih etmeleri, Almanları çıldırtmaktadır. Bu nedenle Türklere ticaret yapmasını öğrenmeleri ve Almanlarla ticaret yapıp Alman malı satın almaları önerilmekte. Fakat Almanların Türklere de bakış açısı İngilizlerin Türklere bakışından farklı değildir. Farklı sıfatlar kullanılsa bile Türkleri geri kalmış, barbarlar gibi görmektedirler. Bu düşünüş zamanın modası olan sosyal darvinist bir düşünme tarzındır. Alman subayların Ermeniler için düşündükleri nasıl yanlışsa, çünkü Ermenilerin zengin olmalarının nedeni kapitalist, yani para ekonomisine geçişi sağlamış olmalarının getirdiği doğal bir sonuçtur, Türklere karşı düşündükleri de yanlıştır. Mustafa Kemal de Erzurum ve Sivas kongrelerinden sonra yaptığı açıklamalarda Avrupalıların Müslümanlara sinek kadar değer vermediklerini, Müslümanların insan haklarını (yani refahtan pay alma haklarını) yok saydıklarını, Müslümanları hukuksuz vahşi saydıklarını ve yok edilmeleri gerektiğine inandıklarını acı deneylerle görüldüğünü ifade etmiştir. Bu konuya başka bir makalede değineceğim.
“Düşmanımız hangi yöntemleri kullanıyorsa, bizim de aynı yöntemleri kullanmamız son derece normaldir. “
Yarbay Guse’nin makalesinin aslında bütün anafikri yazının son bölümünde saklıdır. Şimdi burayı biraz açalım. Bunun için birinci dünya savaşının başlamasından itibaren, yani Ağustos 1914′ den Nisan 1915’e kadar geçen 9 ay süresinde cephelerde yaşananların bilinmesi gerekir. Almanlar bir taraftan Rusya’daki Kafkas halklarını Gürcüleri, Acarları ve Kafkas müslümanlarını, İran AzarbeycanIndaki Müslümanları, Basra Müslümanlarını ve Orta Asya müslümanlarını İngilizlere ve Ruslara karşı kışkırtmaktadırlar. Bunun için Teşkilatı Mahsusa ve Alman Teşkilatı mahsusasının görevli kışkırtıcıları ortak hareketle bölgelere yayılmışlardır. Osmanlılara cihat ilan ettirtmişler, İrlandalıları kışkırtmaktadırlar. Güney Afrika ve Habeşistan’da bile kışkırtma faaliyetleri yapmaktadırlar. İngilizler de Arapları Türklere karşı, Ruslar’da Ermenileri Türklere karşı kışkırtmaktadırlar. Savaş başladıktan sonra Türkler Kafkasya’da beklenilen varlığı gösteremeyince, Ruslar’da o sırada Türklere destek için isyan eden Acarları, Müslüman Gürcüleri, Türk ve Kürtleri kitleler halinde Türkiye’ye sürmeye başlarlar. Öte yandan o sıralar yine çok önemli sivil göçler olmaktadır. Fransız ve İngiliz’lerin müttefiki olan Ruslar kendi Batı cephelerinden Bir Milyon’dan fazla Yahudiyi, Alman ve Avusturyalılarla işbirliği ve casusluk yapıyor diye ülke dışına sürmesi, bir kısmını da yok etmesidir.Viyana yahudi göçmenle dolar. Öte yandan yine Ruslar sınıra yakın yerlerden yüzbinlerce Alman asıllıyı(Russlandsdeutsche) Rusyanın içersine sürmekte ve kötü muamele yapmaktadır. Almanlar’da 1914 yılı sonlarında Polonya’ya girdiklerinde farklı davranmazlar ve yöre halkını sürerler. Yani zamanın Almanlarca yönetilen Türk genel kurmayının fikri de farklı olamaz. Ne diyor Yarbay Guse. “Düşmanımız hangi yöntemleri kullanıyorsa, bizim de aynı yöntemleri kullanmamız son derece normaldir. ” Bunun anlamı şu: O halde isyan eden ve Almanların can düşmanları olan İngiliz, Fransız ve Ruslarla işbirliği halinde olan Ermeniler aileleri ile birlikte askeri açıdan daha sorunsuz olan ülkenin başka bir yerine sürülmesi askeri açıdan son derece normaldir. Sonuç: Siz Alman asıllıları sürerseniz, biz de can düşmanımız İngilizlerle işbirliği yapan Ermenileri süreriz, demek istemektedir. Hem de bu isyan Savaşın en önemli anında olursa ve Osmanlıya “11 Eylül saldırısı” adlı makalemde belirttiğim, gibi Amerika’ya 11 Eylül 2001’de yapılan saldırının 500 katı büyüklükte bir saldırı ile Osmanlı Çanakkale’de karşılaşmışken ve her yönden kuşatılmışken ve Alman taşıma konvoyları Ermeni çetelerince sürekli sabote edilirken.
Yine 1917’de Amerika’nın itilaf devletleri yanında savaşa katılmasından sonra, anında bir kaç hafta yapılan ağır bir propaganda ve psikolojik savaş sonrası Amerika’da yaşayan oralara yıllar önce gitmiş Alman asıllı göçmenlerin, sırf Alman oldukları için başlarına gelen kalmayacaktır.
Savaş propagandası: Cephelere gönüllü asker bulmak için:
Son derece liberal yetişen İngilizlerin ve Amerikalıların mecburi askerlik yükümlülüğü yoktu. Bu yükümlük İngilizlere ancak 1916’da yılının başında gelecektir. Bu nedenle insanların bir şekilde cephelere gönderilebilmeleri için gönüllü olmaları gerekmektedir. Özellikle Almanların nötral Belçika halkını ezip geçmeleri ve halk arasındaki katliam söylentileri, Fransa’da Alman askerlerinin sivil halka karşı uyguladığı vahşet söylentileri, hep bu amaçla kullanılmış, hem ordulara gönüllü asker sağlanmış, hem de Amerika kamuoyu(Onlarda da askerlik gönüllü)savaşa hazırlanmıştır. Aynı propagandanın Türklere karşı da Ermenileri kesiyorlar diye uygulanması bu nedenledir.
Savaş propagandası: Rusların yaptıkları Yahudi katliam ve göçlerini örtbas etmek için:
Yanlız Ermeni katliamı söylentilerinin bu derece artmasının ardında, aynı dönemde İngiliz’lerin müttefiki olan Rusların kendi Batı cephelerinden Milyonlarca fazla Yahudiyi Alman ve Avusturyalılarla işbirliği ve casusluk yapıyor diye ülke dışına sürmesi, bir kısmını da katletmesi hem İngiltere’de hem de Amerika’daki yahudilerde büyük bir husursuzluk yaratmıştır. Bu husursuzluğu gündemden düşürmek ve birlikte hareket ettikleri Ruslara karşı oluşabilecek kamuoyunu baskısını önlemek için, İngiliz propaganda uzmanları Ermeni konusuna sarılmışlar ve okları Türkiye’ye çevirerek gündemi değiştirmeyi başarmışlardır. Öte yandan Ruslar yalnızca Yahudileri değil ülke içinde yaşayan Almanları’da (Russlandsdeutsche) çeşitli işkencelerle sınırlardan kitleler halinde uzaklaştırmışsa da bu konu yalnızca Alman basınında gündeme gelebilmiştir.
Göç ettirilen Ermenilerin yerine Anadoluya Almanya ve Rusya’dan Alman göçmenlerin getirilmesi:
Öte yandan İngiliz propagandasının savaş sırasında, Yarbay Guse’nin de makalesinde belirttiği, bütün bu göç işininin Almanlarca planlandığını ve Ermenilerden boşaltılan Doğu Anadolu’nun, Rusya’dan ve Almanya’dan gelecek Alman göçmenlerce doldurulacağının hesaplandığını iddia etmektedirler. Yarbay Guse bunu kesinlikle red etse bile Alman göçmenlerin şöyle veya böyle Anadolu’ya yerleştirilmesi fikri Albay subaylarda daha savaşın başında vardı. Kazım Karabekir bunu anılarında uzun uzun anlatmış. Bu konunun askeri arşivlerden çok iyi araştırılması gerekir. Burada tartışılması gereken soru, niçin isyan eden halkın, Ruslar İsyan eden Müslümanları cezalandırmak için aileleri ile Türkiye’ye gönderirken, Ermenilerin Rusya’ya değil de Suriye ve Irak’a gönderildiği sorusudur.
Birinci dünya savaşıyla birlikte artık savaşlar sivil halkın bir trajedisine dönüşür:
Kamuoyu ve askerlerin beyinleri yıllarca öncesinden bu kin ve nefret propagandalarıyla doldurulunca, karşı Sonuçta Ermeniler tarih içindeki sürekli karışma nedeniyle çok dağınık olarak Türklerle dost ve kardeş olarak yaşadıkları topraklarda, zamanın fikir akımlarının da etkisi ile aynı Balkan ülkeleri örneklerinde olduğu gibi güçlü devletlerden yardım alarak, hem de bir dünya savaşının içinde düşman güçlerine yardım ederek, ayrıca Ermeni olmayanları öldürerek veya sürerek çoğunluğu sağladıkları coğrafi bölgeler yaratmak ve bağımsız bir devlet kurma çabasına girişmişlerdir. Bu sırada Sosyal Devrimci ve Marksist Ermeni Terör örgütlerinin başvurdukları yöntemler ancak Stalinist terör örgütlerinin yöntemleri ile karşılaştırılabilir. Fakat Anadolu’da durum Balkanlardakine pek benzemiyordu ve çok farklı idi. Hem devlet, hem ordu, hem de yöre halkı, sizleri öldüreceğiz diyenlere karşı hayır ölmeyeceğiz diye karşı çıkmış ve bu isyan hareketi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Karşılıklı oluşturulan kin ve şiddet cephe dışında sivil halkı da içine almış ve yüz binlerce kişi, ya birbirini boğazlayarak, ya kolera, tifo gibi hastalıklardan ya da açlıktan, kaybettikleri yakınlarının hınçlarını alan Müslüman(Türk, Kürt, Çerkez)ların saldırıları ile hayatını kaybetmiştir. İngiliz kaynaklarına göre Birinci dünya savaşına katılan ülkelerden toplam 15 Milyon asker ve 10 Milyon sivil hayatını kaybetmiştir. Bu sivil kayıpların çok büyük bir bölümü savaşın doğu cephelerinde olmuştur.
Asıl sorumlular kimler:
Bu olayların işte günümüzde de hala canlı tutulmasının bence en önemli nedeni bu başarısızlığı hala gerçekçi bir biçimde kabul edemeyen, sivil halkın dolaylı olarak ölümüne neden olan Birinci dünya savaşını çıkaran Avrupa ülkeleri yani Almanya, Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa ve Rusya ve savaşı fırsat bilen Ermeni kiliseleri olayların fikir babaları, maddi ve manevi failleridir. Yaptıkları Anadolu’da sırf Ermenilerden oluşan bağımsız Ermeni devleti hesabının tutmaması nedeniyle tarihi yanılgılarının faturasını başkalarına çıkarmak istemektedirler. Bu ülkeler, kurumlar ve kişiler sivil halka karşı tarihi sorumluluğu altında ezilip vicdan azabı duymadan, suçu Türklere atarak bu arada da Türk ve Kürtlerin Hristiyan olmadıkları için insan hakları, yani refahtan pay alıp yaşama hakları olmayan hukuksuz vahşi, dolayısı ile yok edilmesi gerekli yaratık katına indirerek vicdanlarını rahatlama istemektedirler. Konuyu bugün bile kin ve nefretle sürekli ısıtan bu kişi, kurumlar ve devletler, kin pazarlamacılığı yaparak, Türk, Kürt Ermeni sivil halkın yaşadığı insanlık trajedisinin kendilerindeki asıl sorumluluğunu unutturma çabasındadırlar. Türk, Kürt, Çerkez, Çeçen, Balkanlar’da ve Kafkaslarda geçen yüzyıl sivil Müslüman halkın yaşadıkları trajedileri ve ölülerini, Müslüman oldukları için hiç bir kimse hatırlamak bile istememektedir. Eğer birinci dünya savaşı olmasaydı ve eğer savaş sırasında Ermeni isyanı olmasaydı, ve Alman komutanlar da Türkiye’de olmasalardı, aynı İstanbul’da İzmir’de, hatta Almanya’da birlikte yaşadığımız dost ve samimi arkadaşımız olan Ermeniler, Türkiye’de çok daha başka konumda olacaklardı.
Avrupa Birliğinde Sürecinde Türkiye:
Konu Avrupa birliği ile birleşme sürecinde gündem maddesi olmamasına rağmen, gündeme getirilmektedir. Yani Yarbay Guse’nin de dediği gibi Türkiye karşıtı bir duygu yaratmak için iç politika malzemesi olarak kullanılmaktadır. Çünkü: “Ülkeleri insanları birbirine bağlayan yapılan anlaşmalar değil, karşılıklı duyulan duygulardır. Kemal Atatürk” Yanlız Polonya ve Çek Cumhuriyetinin geçen yıl yaptıkları izlenmeli ve bu devletlerle bu konularda işbirliği yapılmalıdır. Bilindiği Avrupa birliği genişleme müzakerelerinde bu iki ülkenin, 2. Dünya savaşı sonunda ülkelerindeki bütün Almanları zorla göçettirmeleri nedeniyle baskılar başlamış eski dosyalar açılmıştır. Polonya ve Çek devletini ağır bir biçimde suçlayan Almanya’daki “Zorla göçettirilenler Derneği= Vertriebenen” Alman hükümeti nezninde büyük baskı yaparak bu iki ülkenin, göç ettirilenlerin istekleri kabul ettirilene kadar, Avrupa birliğine alınmamalarını istemiştir. Hükümet bu konuda pek bu derneğe destek vermese bile, tartışmalara göz yummuş, tartışmalar uzayınca, son noktayı yine geçtiğimiz yıl AB Komisyon başkanı Prodi ” Avrupa birliği geçmişin kin ve nefreti üzerine değil de geleceğin barış ve birlikteliği üzerine kurulmaktadır” diyerek tartışmaya bir nokta koymuş ve bu iki ülkeye yeşil ışık yakmıştır.
Hukuk yoluna gidilmelidir:
Bilindiği hukuk devletlerinde hak arama mercii mahkemelerdir. Parlamentolar değildir. Ermeni iddiaları bir çok kez Mahkemelere konu olmuştur. En önce Birinci dünya savaşının sonuçlanmasından 4-5 ay sonra Istanbul’u 16.3.1919’da işgal eden İngilizler, bütün Osmanlı yönetimini tutuklamış ve savaş suçlusu olarak yargılamak üzere Malta adasına göndermişler ve orada Ermeni soykırım iddiaları da dahil olmak üzere muhakeme edilmişlerdir. İncelenen resmi belgelerden böyle bir iddianın gerçek dışı olduğu saptanmış ve sanıklar serbest bırakılmışlardır. Ayrıca Ermeni teröristlerinin Paris Orly havaalanında 1983 yılında yaptığı katliamdan sonra yapılan davada, teröristler tarihteki olaylar ve sözde Ermeni soykırımını, yaptıkları terör için haklı göstermeye çalışmışlar, fakat Fransız hakimleri böyle bir kanıt bulamayarak katilleri mahkum etmiştir. Tarih ve hukuk yönünden hal böyle iken hala böyle iddiaları ortaya atmak, yani yalan yere iftira etmek, yine bir hukuk devletinde dava açmak ve tazminat istemek için yeterli bir nedendir. Almanca’da buna “Verleumdungsklage” denir. Bence hemen yapılması gereken,(Aslında Amerika’da da yapılması gerekiyordu) Fransa’da, Almanya’da kişi veya daha iyisi kurumların, öldürülen diplomatlarımızın yakınlarının ya da Devlet olarak Türk devletinin bu iddiayı ortaya atan her kişi , kurum, dernek, milletvekili hakkında çok yüksek meblağlarla ifade edilebilecek , yalan yere iftira atma nedeniyle tazminat davası açılması gerekir. Bu tür davaların iddiaların atıldığı her ülkede ve yerde hemen açılması gerekir. Bu yüzden olayın hukuki yönünün hemen araştırılarak, konunun hemen üzerine gidilmelidir.
Mart-Nisan 2005 Türkiye’ye karşı Psikolojik Savaş:
Bu yılın yani 2005 yılının Mart ve Nisan aylarında Almanya’da ve Avrupa’da Türkiye ve Türklere karşı Ermeniler bahane edilerek büyük bir psikolojik savaş uygulanmıştır. Bütün resmi kurumların, belediyelerin, partilerin, basın ve yayın organlarının benzer bir dil kullanmaları, bunun kanıtıdır. Benzer bir psikolojik savaş ta birinci dünya savaşından hemen sonra Almanların bu işlerden elini temizlemek amacıyla, zamanın Alman dışişleri bakanlığı tarafından başlatılmış ve uygulanmıştır. Bunun bir amacı vardır. Burada yangından mal kaçırılmak istenmektedir. Burada kaçırılmak istenen nedir? Bunun iyi bir araştırılması gerekir. Öte yandan basın ve yayın organlarının bu kadar yaygın olduğu çağımızda haber bombardımanına tutulan insanlarda, önemli konuların gündemde kalışı ve yarılanma ömrü kısadır. Ayrıca bireyciliğin gittikçe geliştiği çağımızda günümüz insanlarını geçmişin düşmanlıklarına dayalı ortak kimliklerle etkilemek te kolay değildir. Fakat bu haberlerin ardından bir kaç hafta sonra yalnızca bir kaç sembol ve sözcük geriye kalmaktadır, bu nedenle soykırım sözcüğü, Türkiye sözcüğü ile birlikte her defasında tekrarlanmaktadır. Buna benzer başka bir psikolojik savaşın başka bir konu ile ilgili örneğin Türkiye’de yaşayan Türk vatandaşı Kürt’ler için de yapılması hiç de uzak değildir.
Yok bütün bunlar Türkiye’nin Avrupa birliği üyeliğinin durdurulması için yapılmış tezgahlarsa, üyelik görüşmeleri hemen durdurulmalı, gümrük birliğinden çıkılmalı, Avrupa birliği vatandaşlarına vize konulmalı ve Türkiye ile yaptığı ikili anlaşmalar dışında özel şartlar süren ve 1980 anlaşmalarını bile doğru dürüst uygulamayan Avrupa komisyonu, Avrupa mahkemesinde dava edilmeli ve tazminat istenmelidir. Üyelik görüşmeleri bu davaların sonucuna kadar askıya alınmalı, bu zaman süresinde Türkiye’nin kayıplarının da tazminat konusu olacağı bildirilmeli, ayrıca Türkiye’nin üyeliğe başvuru sırasında söz konusu bile olmayan ve sonradan eklenen veto şartı kabul edilmemelidir.
ÖZET
- Birinci Dünya savaşı, Düşman kardeşlerin oturdukları kurtlar sofrasındaki pastanın paylaşılamaması sonucu ortaya çıkmıştır. Özellikle Irak ve İran petrolleri benzinli motorların kömürün ve buharlı motorların yerini almasıyla, birden bire önem kazanmıştır. Osmanlı imparatorluğu da bu bölgenin sahibidir. Almanlar Berlin Bağdat demiryolu ile bölgeye girmek ve bölgeyi Alman göçmenlerle doldurmak istemektedirler.
- Birinci dünya savaşı öncesi başlayan Türk-Alman askeri işbirliği, savaş sırasında Avusturya ve Macarların da katılmasıyla, yüzlerce subay, binlerce er ve teknisyen’e ulaşmıştır. Ayrıca bu arada sivil işbirliği hızla artmış, devlet yönetimi Bakanlıklara yerleştirilen bürokrat ve Üniversitelere yerleştirilen Alman Profesörlerle hızla bir ulus devleti yapılanmasına gidecek biçimde değiştirilmiştir.
- Alman subayların Türkiye’de olması, Türkiye’nin savaşı girmesini hızlandıran bir etmen olmuş, bu iş uzayınca, Almanlar tehdit dahil her yöntemi kullanarak, kendi hedeflerini Türklerin hedefleri gibi gösterterek, bu amaçla basın ve yayını da sürekli etkileyerek, Türkleri savaşın içine atmışlardır. Bu işte Enver Paşa’nın bir çok kararı kendi başına alması da büyük bir rol oynamıştır.
- Bu sırada Türklere verilen görev düşmanı bütün sınırlarında bağlayarak, buralara kuvvet yığmasını sağlamaktadır. Yani arı kovanına çomak sokarak, arıları başına üşüştürmektir. Fakat bu doğrudan böyle söylenmediği için, Türklere Kafkasya’nın, Mısır’ın fetih edileceği propagandaları Almanlar tarafından basın ve yayın organlarının sürekli etkilenmesi ile gerçekleştirilmiştir.
- Bu sırada savaşı 6 ayda bitireceklerini düşünen Almanlar, bu düşüncesi gerçekleşmemiş, Batı cephelerine savaş siper savaşlarına dönüşerek yerinde sayma aşamasına gelmiştir. Bu ise İngiltere’yi Çanakkale boğazına saldırarak, Türkiye’nin işini bitirme ve Almanları zora sokma düşüncesine getirmiştir.
- Ocak 1915-Mayıs 1915 arasında Türkiye’ye yöneltilen saldırının boyutu, Amerika’ya yapılan 11 Eylül 2001 saldırısının 500 katıdır. Bu süre zarfında her yönden bir saldırı söz konusudur.
- Bu saldırıyı farkeden Ermeniler büyük şevkle her bölgede isyan edip, Müslüman nüfusu yok etmeye başlarlar. Aslında biraz vaktinden önce isyan ederler.
- Yine bu sıralar, Ruslar kendi içindeki Milyonlarca Rus yahudisini, Almanlarla işbirliği yapıyor diye, Alman ve Avusturya sınırına doğru sürmeye başlamıştır. Yine Ruslar Rusya içindeki Alman asıllıları yine aynı nedenlerle sürmeye başlamıştır.
- Bu sürgünlerin Amerika’daki Yahudi basınına yansıması Müttefik Rusları kötü duruma sokunca, dikkati başka yöne çekmek için, İngiliz propagandası çalışmaya başlar. Almanlar ve Türklere yönelik ağır suçlamalar yapılır. Askere gitme yükümlülüğü olmayan İngiltere ve Amerika’da bu propagandalar, cepheye yollanacak asker bulmak için de kullanılmıştır.
- İngilizlerin ve Fransızların Çanakkale boğazına yüklendikleri sırada İstanbul’da bir darbe yapılacaktır. Darbeyi planlayanlar Osmanlı prenslerinden liberal görüşleri ile tanınan ve Paris’te yaşayan muhalefet lideri Prens Sabahattin, yine muhaliflerden Şerif Paşa, Ermeni Hınçak komitesinden Sabahgülyan, Yunanistan Başbakanı Venizelos, İstanbul’daki Yunanistan Büyükelçisi Panas ve diğer konsolosluk görevlileri, Atina’daki Fransız ve İngiliz Büyükelçileri, İngiliz savaş Bakanı Lord Kitchener ve daha bir çok ismin geçtiği büyük bir komplo. Peki neler yapılacaktı? İngiliz ve Fransız donanması Çanakkale’yi geçtiği ve Marmara denizine indiği an darbe yapılacak. İstanbul Polis merkezine bombalı saldırı yapılacak.İttihat ve Terakki Cemiyetinin önderleri yakalanıp öldürülecek. İçişleri bakanı Talat Paşa ve diğer önemli bakanlar öldürülecek. Yavuz(Goeben) gemisine bir saldırı yapılarak gemi içindeki Alman askeri personeli birlikte havaya uçurulacak Muhalif kanat yeni bir hükümet kuracak. Bu yeni hükümet Almanya ile bağları hemen kopartıp, İngiltere ve Fransızlarla işbirliği içinde karşı cepheye geçecek. Bu komplo ortaya çıkarılır. Elebaşları tutuklanır.
- Osmanlı imparatorluğunun bu durumunun en yakın şahitleri, o sıralar yapılan anlaşmalarla fiili olarak bütün komutayı elinde tutan ve savaşı ve Türk ordularını idare eden Alman komutanlardır. Dolayısı ile çıkan Ermeni isyanının en yakın şahitleridirler.
- Öte yandan bütün bu komutanlar sosyal darvinist, pancermenist ve yahudi düşman oldukları için, hem Türklere hem de Türkiye’deki azınlıklara bu gözlükle bakmaktadırlar. Almanlarda, Ermenileri Türkiye’nin yahudileri gibi görme eğilimi vardır.
- Ermeniler Almanların can düşmanı İngiliz ve Rusların yanında koalisyona girmeleri, hem kendi sınırlarındaki Rusların etkisi artırarak, (Ruslar Kafkaslarda 400.00 asker çeker) çok daha fazla Alman askerinin ölümüne neden olmakta, öte yandan Türkiye’deki Alman askerlerin de hayatını tehdit etmektedir. Bunu 3. Orduda görev yapan bütün Alman subaylar anlatmaktadırlar. Öte yandan, Konsolos ve Diplomat kisvesiyle bölgeye giden Alman kışkırtıcı ajanları, Türklerle işbirliği içinde bütün Kafkasya’da karışıklıklar çıkarmışlar, Türklere yaptırttırılan Sarıkamış Rusları arkadan çevirme harekatı başarılı olamayınca, Ruslar ilerlemeye başlayınca, Kafkaslarda isyan eden bu müslümanlar aileleri ile birlikte Türkiye’ye sürülmeye başlamıştır.
- Van isyanı ile bu sürgünlerin boyutu artınca ve Rus işgali altında kalan bölgedeki Müslümanlardan 150.000 kişinin katledilmesi, göç ettirmeye giden yolu açmıştır. Bu aşamada bölgede bulunan 3. Ordu’nun komutanı Mahmut Kamil Paşa ve Kurmay Başkanı Yarbay Felix Guse’dir. İşte bu ordudan genel kurmay başkanlığına harekat dairesi başkanlığına giden bir telgraf, göç düşüncesinin ilk adımı gibi görülmektedir. Bu sırada Askeri harekat dairesi Başkanı Yarbay Otto von Feldmann ve yardımcısı İsmet İnönü’dür. Öte yandan Talat Paşa anılarında Doğu bölgesinde Van’da Nisan isyanından çok önce, herhalde Şubat ayındaki 1. Van isyanı sırasında olsa gerek Genel Kurmay karargahının Ermenilerin techirini bakanlar kurulundan istediği, böyle bir kararın çıktığı fakat uygulamanın Talat paşa tarafindan kendisinin belirttigi nedenlerle geciktirildiği yazılı. Talat Paşa “Ordu idaresi yeniden Tehcir Kanununun uygulanmasında ısrar etti. Ben tekrar kabulü aleyhinde bulundum. Birkaç defa çok acı durumlar bana göstermişti ki, Hiristiyanların Müslümanlara yaptıkları zulümler Avrupa’da büyük bir hoşgörü ve sessizce karşılandığı halde, Müslümanların en ufak bir hareketi haddinden fazla büyütülüyordu. Bu sebeple Rusların bu savaşta Ermenilerin yanı başında bulunması yüzünden çıkacak karışıklıkların bizim aleyhimize sömürüleceğini önceden biliyordum.” diyor.
- İşte bu savaş ortamında ve insanlar birbirlerini çeteler kurup boğazlamaktadır, asker kaçakları bölgeyi kasıp kavurmaktadır, salgın hastalıklar kol gezmektedir ve açlık ve yoksulluk diz boyudur, karşılıklı kışkırtılan, kin ve nefretle doldurulmuş ve sürekli propaganda ile düşünemez olmuş halk ne yapacağını bilmez haldedir. İşte bu ortamda göç kararı verilmiştir. Alman komutanlara göre bu askeri bir zorunluluktu ve yapılması gerekliydi, çünkü diğer cephelerde düşmanlar özellikle Ruslar bize karşı aynı şeyleri yapıyorlardı. Göç işte bu Osmanlı’ya saldırı ortamında, savaş koşullarında yapılmıştır.
- Rusların işgal ettikleri bölgelerde kısmen kıyım durmuşşa da, Rus devrimi sonunda Rusların kendiliklerinden çekilmesinden sonra meydanı boş bulan Ermeni çeteciler, ortalığı kasıp kevurmuşlardır. Bu olayıları en yakın şahitlerinden biri de Avusturyalı gazeteci Stefan Steiner’dir.
- Türk basını, Almanların yanıltma propagandaları karşısında susmuştur. Türk karargah subayları ve Mustafa Kemal, Hükümeti ve Enver Paşayı Almanların istekleri karşısında sınır koyulmasını yoksa sonuçta, Türkiye’nin Alman Koloninisi haline geleceği şeklindeki uyarmaları işe yaramamıştır.
- Savaş sonrası savaş suçlusu olarak yargılanan Almanya, Ermenileri göç ettirtdikleri için galip devletler tarafından suçlanmıştır. Zamanın Alman Dışişleri bakanlığı ise, konuyu askeri arşivlerden araştırmak yerine, Almanya’nın hristiyanlık dünyasındaki şanını kurtarmak için, Türkiye aleyhine politik kitaplar hazırlatarak savuşturma yönüne gitmiştir.
SONUÇ
Sonuçta sorun daha çok diaspora Ermenilerinin sorunu olmuş ve bir çeşit zenginlerin şovenizimidir, denilebilir. Avrupalılar da bu işi Türkiye karşıtı bir iç politika malzemesi ve politik bir silah olarak kullanmaktadırlar. Ermeniler de nedense kendilerini bu işe alet etmektedirler.Bu durumda her silahın geri tepebileceğini de düşünmeleri gerekmektedir. Çünkü kin ve nefret propagandaları ile insan hakları oluşmaz, bu propagandalarla karşınızdaki insanı bir insan gibi değil de hukuksuz bir vahşi gibi görürsünüz ve karşınızdaki insanın da temel hakları olduğunu unutursunuz. Bu durumda ne insanlık olur, ne de iç barış. Fakat gerçekten barışın istendiği biraz şüpheli görünüyor.
Ne diyor Goltz Paşa: Devlet demek, erdemlerin geliştirileceği bir akademi demek değildir, güçlü olmak demektir. Başka bir ülkeden bir iyilik veya bir lütuf beklentisi söz konusu olamaz, çünkü bu ilişkilerde çıkarlar söz konusudur……..Diğer ülkelerden adalet beklemek ve adil bir muamele görmek istiyorsanız, bunun tek bir yolu vardır. O da güçlü olmaktır.
Mustafa Kemal’den hükümete uyarı:
[…]Hükümetin ve devleti yönetenlerin, bu konuda hiç olmazsa Bulgarlar kadar bağımsız ve kıskanç olmalarını gerekli görürüm. Bağımsızlığımızı korumada kıskanç olduğumuz Almanlarca gereği gibi anlaşıldığı gün onların bizi Bulgarlardan daha muteber göreceklerine sizi temin ederim. Durumu idare edeceğim diye sürekli fedakarlıkta bulunmak, herhangi bir müttefike ve özellikle Almanlara merhamet ve insaf telkin etmeyip, belki verdiklerimizin yüz katı fazlasını almak için onları tahrik ve teşvik eder.
Bütün bunlara rağmen 1.Dünya savaşında Doğu Anadolu’da ve Kafkasya’da yaşanan trajedi ve kafalardaki sorulara bilimsel bir yanıt bulunması isteniyorsa bence aşağıdakiler yapılmalıdır. Öte yandan bu sorunun sürekli gündeme getirilmesinin Türk kamuoyu için tarihini iyice öğrenerek, gerçek bir tarih bilinci geliştirme olanağı yaratacağı için, bir bakımdan yararı da vardır. Böylece yakın geçmiş daha iyi anlaşılırsa, geleceği kestirmek çok daha kolaylaşabilir. Yapılması gerekenler:
– Türk ve Alman askeri arşivleri, Kara kuvvetleri ve Deniz kuvvetleri askeri arşivleri 10’ar kişilik uzmanlar(askeri tarihçiler de dahil) gönderilerek hemen incelenmelidir. (Freiburg, Koblenz, Münih ve diğerleri)Şimdiye kadar nerede olduğu bilinmeyen güya kayıp olan Alman Askeri Heyetinin(Militärmission) arşivi ortaya çıkarılıp, yayınlanmalıdır. Bu konuda gerekirse Birleşmiş milletler de öncü olabilir.
– Yukarı anlattığım nedenlerle politik amaçlı Alman Dışişleri arşivleri kısır döngüsünden çıkılmalıdır.
– Buna karşılık olarak zamanın Türk dış işleri bakanlığının arşivleri de yayınlanmalıdır.
– Almanların birinci Dünya savaşı öncesindeki ve savaş sırasında Türkiye’deki rolü,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde tartışılmalıdır. Alman komutanların yaptıklarını
araştırmak icin bir meclis araştırma komisyonu kurulmalıdır.
– O dönem Türk Genel Kurmay başkanlığında bulunup ta yerlerine Alman komutanlar atandıktan sonra ikinci plana düşen Türk kurmay subaylarının notları anıları, özel arşivleri didik didik edilmelidir. Özellikle Harekat dairesi Başkan yardımcısı, İsmet İnönü, İstihbarat Dairesi Başkan yardımcısı Kazım Karabekir, A.İhsan Sabis ve ayrıca Goltz Paşa ile uzun süre birlikte olan Pertev Paşanın Almanca kısa olarak hazırladığı fakat Türkçesini çok ayrıntılı yazacağını söylediği anıları ve arşivi çok dikkatli bir şekilde incelenmeli ve yayınlanmalıdır. Özellikle Kazım Karabekir paşanın yayınladığı Birinci Dünya savaşını ve Alman komutanlarla ilişkileri anlatan yayınları okuduktan olayın boyutu hemen anlaşılmaktadır. Yalnız çok ilginç Kazım Karabekir’in ilk iki kitabından sonra 1915-1917 olaylarını anlatan ve yazdım ve basıma hazırladım dediği üçüncü kitabı yayınlanmamıştır. Bu kitabın bulunup yayınlanması gerekmektedir.
– Beni bu düşüncelerimde haklı olduğum duygusunu veren bir konu da, izlediğim TRT yapımı
Cumhuriyet filminde Lozan barış görüşmeleri sırasında İngiliz ve Fransızlar tarafından Ermenileri
katlettikleri için elleri kirli olduğu şeklinde suçlanınca İsmet Paşanın verdiği şu yanıttır:
” Bizim ellerimiz temizdir.”
Yukarıda ne demiştim. İsmet İnönü Genel kurmay Askeri harekat dairesi Başkanı Yarbay Feldmann’ın yardımcısıydı. Artık kimin ellerinin kirli olduğuna dair kararı da siz verin.
Dr. Mete Soytürk, Kaiserslautern-Almanya, 18 Mart 2005