Komiser Stefan Fule’nin, kısa süre önce yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması’nın beklemede olan önerileri omnibüs prosedürü temelinde AP’ye sunma olanağı tanıyan maddesine göre, KKTC hava ve deniz limanları üzerinden AB ile doğrudan ticaret yapılmasını öngören “Doğrudan Ticaret Tüzüğü”nü AP Uluslararası Ticaret Komitesi’ne sunması, Rumların hiç hoşuna gitmemişti.
Şimdi de Sosyalist Grup Başkanı Martin Schulz’un, KKTC’nin AB ile doğrudan ticaret yapabilmesini öngören tüzüğün yürürlüğe girmesinin, KKTC ekonomisinin rekabet gücünü artırırken Kıbrıs’taki iki toplum arasındaki refah farkını kapatacağını ve KKTC ekonomisini AB’ye entegre ederek “Kıbrıs sorununun çözümünü kolaylaştıracağını” iddia edip, Sosyalist grup olarak bu öneriye destek vereceklerini açıklaması, Rumları çileden çıkarmaya yetti de arttı bile.
Tüzüğün işlerlik kazanabilmesi için önce Komite’de onaylanması arkasından Avrupa Parlamentosunda sonra da Devlet Başkanları Konseyinde de onaylanması gerekiyor.
Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nden büyük rahatsızlık duyan Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlılar, Avrupa Parlamentosu’nda oylamayı kaybetmeleri halinde konuyu Avrupa Adalet Divanı’na götürecekler. İddiaları da Avrupa Konseyi Hukuk Dairesi’nin bilirkişi raporunun, Avrupa Komisyonu’nun KKTC’yi, üçüncü aday eyalet, varlık veya devlet olarak görerek, önceki sözleşmenin 133’üncü maddesini hukuki zemin olarak kullanmasını “yanlış” bulması. Avrupa Konseyi Hukuk Dairesi, konuya 10. Protokol çerçevesinde bakıyor ve “Kıbrıs adasının tamamının Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB’ye üye olduğu” ve Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkin kontrolü dışında bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait bölgelerde şimdilik AB müktesebatının askıya alındığı görüşünü savunuyor. Bu nedenle de Avrupa Konseyi Hukuk Dairesi’ne göre Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkin kontrolü dışında bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait bölgeler, yani KKTC toprakları da AB toprağıdır ve “üçüncü aday eyalet, varlık veya devlet” olarak tanımlanamaz.
Rum ve Yunanlıları bir diğer hukuki ve siyasi iddiaları da, Avrupa Konseyi’nin Nisan 2004’te aldığı, Kıbrıslı Türklerin desteklenmesi üzerinde odaklanmasına rağmen, kesin bir dille, her türlü faaliyetin bölünmüşlüğün sağlamlaşması şartlarını değil, yeniden birleşmeyi gündeme getirecek şekilde olması gerektiğinin belirtildiği kararı.
Rumların iddiasına göre, eğer bu Direkt Ticaret Tüzüğü işlerlik kazanır ve Kıbrıslı Türkler kendi ayakları üzerinde durur hale gelirse, ayrılık artacak ve adaya bölünmüşlük gelecek. Bu nedenle de Direkt Tüzüğün işlerlik kazanması, Avrupa Konseyi’nin Nisan 2004 kararının ruhuna ve içeriğine aykırı.
Ve bizlerin hiçbir ortam ve koşulda hayır etmesini istemeyen, bu yolda her çabayı gösteren ve zamanı geldiğinde soykırım uygulamaktan bile çekinmemiş olan bu Rumlarla biz, halen daha görüşmeleri “Tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek devlet” kavramı altında sürdüreceğimizi söylüyoruz, anlaşabileceğimizi iddia ediyoruz ve adaya barışın geleceğine hem inandırılıyoruz hem de başkalarını da inandırmaya çalışıyoruz.
Bizlerin çağdaş bir yaşam sürmesini bile istemeyen, bizleri dünyadan izole etmek için her yolu deneyen bu Rumlarla niye hala daha birleşmek istediğimizi anlamak veya bu yolda niye bizlere bu denli yoğun baskı yapıldığını kavramak gerçekten çok zor.
Ellerinden gelse bizleri bir kaşık suda boğmaktan çekinmeyecek bu insanlara birilerinin artık çıkıp açıksözlerle, “Biz sizinle birlikte, iç içe karışmış halde yaşamak istemiyoruz. Size güvenimiz yok. Bizim aleyhimize ve kötülüğümüze olan her olayın altında siz çıkıyorsunuz” demesi gerek.
Kırk yılda oluşmuş BM parametrelerinin, adanın gerçekleri ile bağdaşmadığı ve yapay bir müktesebat olduğu kesin. Bu parametrelerle bu adaya, hiçbir zaman sürekliliği olan kalıcı bir barış gelemez.
Prof. Dr. Ata ATUN