ABD TASARISI VE ZÜRİH PROTOKOLLERİ HAKKINDA KISA BİLGİLER(1, 2, 3 uncu Bolumleri).. Av. Gulseren Aytas

Av. Gulseren AytasAv. Gulseren Aytas - gulseren aytas1

ABD TASARISI VE ZÜRİH PROTOKOLLERİ HAKKINDA KISA BİLGİLER(1)

4 Mart 2010 akşamı Türk halkı, Türkiye aleyhinde çıkarılan onlarca soykırım yasasının bir benzerini naklen izlemek zorunda kalmıştır. Türkiye’yi soykırımla suçlayan ABD tasarısı adeta heyecanlı bir futbol maçı gibi  sunulmuş, Türkiye’nin soykırım iddiasıyla yargılanması normalleştirilmiştir. Türkiye’de hiç olmadığı kadar “peki çözüm ne?” sorusu sorulmaktadır. “Çözüm” herhalde Türkiye’nin uluslararası komisyonlar önünde yargılanması değildir. ABD Büyükelçisi Jeffry “tek çıkış yolu Ermenistan’la uzlaşılan protokollerin onaylanmasıdır” dese de tek çıkış yolu, Türk halkının tarihi ve hukuki gerçekleri bilmesi ve haklarına sahip çıkmasıdır.

Soykırım” iddiaları haklı mıdır?

Hayır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi ile diğer devletlerin arşivlerinden yararlanılarak yazılan ve Ermeni iddialarının tarihi gerçeklere aykırı olduğunu kanıtlayan birçok bilimsel eser vardır. Ancak küresel Ermeni propagandalarına göre Ermeni iddialarına aykırı olan her söz, “resmi tarih”tir, “yalan”dır veya “bilmeden konuşmak”tır.

Osmanlı Devleti’nin isyancı unsurları savaş-harekât sahasından nakil ve sevklerini gerektiren sebepler, 31 Mayıs 1915 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’nda açıklanmıştır:

Harp bölgelerine yakın yerlerde oturan Ermenilerin bir kısmı;

-Osmanlı sınırını düşman devletlere karşı korumaya çalışan Ordumuzun harekâtını zorlaştırmaktadır,

– Düşmanla işbirliği yapmakta ve birlikte hareket etmektedir,

– Yurt içinde askeri kuvvetlere ve masum halka silâhlı saldırılar düzenlemektedir.   “Bunun için isyancı unsurların harekât sahasından uzaklaştırılmaları gerekmektedir. (…) köy ve kasabalarında oturan Ermeniler güney vilâyetlere acil olarak sevk edilecektir.”

Kamu düzenini sağlamak ve ülke bütünlüğünü korumak, şüphesiz ki devletlerin en temel görevlerindendir. Ancak dağılmakta olan Osmanlı Devleti Ermeni çetecilerin düşman devletlerle işbirliğini ve çıkarılan isyanları önleyememiş, isyancıları yargılama ve cezalandırma haklarını kullanamamıştır. Ne zaman isyanları önlemeye çalışsa altı büyük devlet müdahale etmiş ve isyancılar affedilmiştir. Osmanlı Devleti’ne karşı birlikte hareket eden bu altı devlet, İngiltere, Rusya, Almanya, Fransa, İtalya ve Avusturya’dır.

ABD 1942’de Japon asıllı vatandaşlarını toplama kamplarına neden göndermişti?

1915 yılında bir kısım Ermenilerin bulundukları vilayetlerden daha güney vilayetlere nakil ve sevkleri kararı, I. Dünya Savaşı ortamındaki isyanlar nedeniyle alınan aynı ülkede yer değiştirme kararıdır.(*) Amerika’nın 1942’de Japon asıllı vatandaşlarını toplama kamplarına göndermesi gibi bir sürgün değildir.

Gerçekten de ABD’de, II. Dünya Savaşı sırasında/ Mayıs 1942’de verilen bir emirle Japon asıllı Amerikan vatandaşları sürgün edilmiştir. Bu kişiler devletlerine karşı silâh kullanmış veya Japonya ile işbirliği yaparak Amerikan ordusuna saldırmış değildir. Buna rağmen toplama kamplarında yıllarca kalmışlardır. Üstelik bu tutumun insan haklarına aykırı olmadığına dair Amerikan Yüksek Mahkemesi kararı vardır! 21 Haziran 1943 tarihli bu kararda şöyle denilmektedir:

“Vatandaşlar arasında salt soyu bakımından yapılacak ayırımlar, kurumları eşitlik ilkesi üzerine kurulmuş olan özgür bir toplum için kendiliğinden nefret edilecek bir durumdur… Fakat, savaş ve olası bir istila durumunda casusluk ve sabotaj tehlikesi karşısında tehdit altındaki bölgelerde askeri otoritelerin ahalinin sadakati ile ilgili her türlü olasılığı gözönünde bulundurmaları gerekir. (Prof. Dr. Çetin Yetkin, Yazı Dizisi-4, 7 Nisan 2009, Yeniçağ)

Olmayan casusluk ve sabotaj tehlikesine karşı insanlığa sığmayan tedbirler alan Amerika bugün Türkiye’ye insanlık dersi vermeye kalkışmakta, onyıllarca casusluk, sabotaj ve isyanlara maruz kalan, sadece I. Dünya Savaşı’nda üç milyon evlâdını şehit veren Türkiye aleyhinde “soykırım kararı” almaktadır. Üstelik Türkiye için “tek çıkış yolunun protokollerin onaylanması olduğunu” söylemektedir!

Fransa’da yakalanan kaçak göçmenler çocuklarıyla birlikte sınır dışı edilene kadar tel örgülü  kamplarda tutulmaktadır. Fakat Hitler zulmünden kaçan Almanların, Saddam zulmünden kaçan Peşmergelerin, Ermenistan’da iş bulamayarak kaçan Ermenilerin sığındığı Türkiye’nin uluslararası komisyonlar/mahkemeler önünde hesap vermesi istenmektedir.

(*)Sadece bir kısım Ermeniler yine Osmanlı Devleti içindeki vilayetlere nakledilmiştir. Nakledilen kişilere gittikleri yerlerde imkânlar ölçüsünde evler yapılmış, arazi, alet-edevat ve sermaye verilmiştir. Nakil ve yerleşme aşamasında ihtiyaçları karşılanmış, bütçeden ek ödenekler çıkarılarak büyük meblağlar harcanmıştır. Kafilelerin korunması için jandarma görevlendirilmiş, nakil ve sevkler sırasında suç işleyenler ise Divan-ı Harp’lerde yargılanmıştır. (Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Babıali Kültür Yay., s. 98-101)

Ayrıca nakledilen Ermenilere ait mal, alacak ve borçların tasfiyesi ile bedellerinin sahiplerine ödenmesi için kanun ve yönetmelik çıkarılmıştır.

“Arşivler açılsın, gerçekler ortaya çıksın” sözleri haklı mıdır?

Arşivler zaten açıktır. 1921 yılından 2001 yılına kadar üç binden fazla yabancı araştırmacı Osmanlı Arşivi’nden yararlanmıştır. Bilinenin aksine Ermenistan da kendi arşivlerinin açık olduğunu ilân etmiştir. (25 Nisan 2009, Hürriyet, Uğur Ergan)

“Atatürk Ermeni tehcirini savunmamıştır” sözü haklı mıdır?

Atatürk 1915 nakilleri hakkındaki iddiaların iftira olduğunu cesaretle ifade etmiştir. Sözgelimi 26 Şubat 1921 tarihli beyanatında 1915 nakillerinin sebeplerini/ Ermeni çetelerinin Rus ordusuyla işbirliği yaptığını, yaralı taşıyan konvoyları bile acımasızca katlettiğini anlatmış(**) ve “..dünya efkârı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır” demiştir.

Nitekim 1915 nakillerinden sadece üç yıl sonra 1918 yılında Ermenistan Cumhuriyeti ile Osmanlı Devleti arasında dostane ilişkiler kurulmuştur. Hatta 28 Haziran 1918 tarihinde Ermeni Taşnak Partisi’nin yayın organı Hairenik’te şu açıklama yer almıştır:

“Rusya’nın Türkiye’ye güttüğü düşmanca politika Kafkasya Ermenilerini de cesaretlendiriyordu. İki dost unsur arasındaki çatışmalara Kafkas Ermenileri neden oldu. Çok şükür ki, bu durum uzun sürmedi. Rus devrimi sonrasında Kafkasya Ermenileri selâmetlerinin yalnızca Türkiye’de olduğunu anladılar ve ellerini Türkiye’ye uzattılar. Türkiye de geçmişte olanları unutmak istedi ve uzatılan eli şövalye ruhuyla sıktı. Artık Ermeni sorununun çözümlenmiş ve tarihte kalmış olduğunu kabul ediyoruz. Yabancıların ajanı birkaç maceraperestin eseri olan karşılıklı güvensizlik ve düşmanlık duyguları ortadan kalkmalıdır.” (Gürbüz Evren, Emperyalizmin Oyuncağı Ermeni Sorunu, Karınca Yay., s. 166)

Taşnak Partisi’nin 28 Haziran 1918 tarihli yayını, Ermeni sorununun tarihte kaldığını söylemektedir. Ne var ki 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalanınca Ermenistan’ın tutumu derhal değişmiş, talepleri yeniden genişlemiş, Başbakan Kaçaznuni İngiliz General Wocker ile görüşerek İngilizlerin bölgeye egemen olmalarını istemişti. (Şükrü Server Aya, Soykırım Tacirleri ve Gerçekler, Der Yay., 2009, s. 233)

Ermenistan’ın tutumu maalesef bir asır sonra bile zamana ve zemine göre değişmeye devam etmektedir. Ermenistan artık “yeni koşullar, yeni talepler getirecektir” anlayışından kurtulmalı, bağımsız hareket etmelidir. 2000’li yıllardan itibaren tutum değiştiren Türkiye’nin de bağımsız hareket etmesi gerektiği izahtan varestedir.

(**) “Rus ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk, ikmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu

“Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silâh tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silâh, cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan bilistifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı.”

27 Mart 2010

Gülseren S. Aytaş

Avukat

===================================================

ABD TASARISI VE ZÜRİH PROTOKOLLERİ HAKKINDA KISA BİLGİLER(2)

“Ermenistan Ortak Tarih Komisyonu teklifini kabul etmiyor” sözü haklı mıdır?

Düşünülenin aksine Ermenistan’ın eski Cumhurbaşkanı Koçaryan, Türkiye’nin ortak tarih komisyonu teklifini derhal kabul etmiş ve bu teklifi daha da genişleterek “hükümetlerarası komisyon” kurulmasını önermiştir: “..milletlerimiz arasında askıda kalan tüm sorunları çözmek ve bir anlayış birliğine ulaşmak amacıyla bu sorunları görüşecek hükümetlerarası bir komisyon toplanabilir.” (25 Nisan 2005)

Nitekim 2009 Zürih Protokollerine göre hükümetlerarası bir komisyon ve ona bağlı tarih komisyonu da kurulacaktır.

“Tarih Komisyonu kurulsun, gerçekler ortaya çıksın” sözleri haklı mıdır?

Tarih Komisyonu, uluslararası bir komisyondur. Bu komisyonda Türkiye, Ermenistan ve İsviçre yer alacaktır. “Tarafsız ülke” İsviçre, “soykırım yoktur” demeyi bile suç saymaktadır. İsviçre’nin hakemliğindeki Tarih Komisyonu, Ermenistan lehine bir karar verirse ne olacaktır? Bir türlü anlatılmayan konu budur.

“Uluslararası hukuka başvurmak” ne demektir?

Fransa Parlamentosunun 2006 yılında çıkardığı “Soykırımı İnkâr Yasası” üzerine, “Türkiye’nin Ermeni politikasında büyük sürprize hazırlandığı, soykırım iddialarını uluslararası yargıya taşıyabileceği” haberi verilmişti. (Utku Çakırözer, , 24.03.2007)

2010 ABD tasarısından sonra da, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü “ayrıntılı konuşmak doğru değil. Fakat, uluslararası hukuka başvurmak da değerlendirdiğimiz opsiyonlardan biri” şeklinde konuşmuştur. (25 Mart 2010, Yeniçağ, Sümeyra Yılmaz)

“Uluslararası yargıya/hukuka başvurmak”, Türkiye’nin Ermeni iddialarını kendi eliyle “uluslararası uyuşmazlık” haline getirmesi demektir. Kısacası Türkiye’nin Ermeni iddiaları nedeniyle yargılanması mümkün hale gelecektir. Ermenistan’ın istediği de zaten budur.

Türkiye aleyhine çıkarılan “soykırım yasaları”na karşı bir kınama yasası çıkarmak gerekirken maalesef  “uluslararası hukuka başvurmak”tan söz edilmektedir.

Uluslararası bir komisyonun veya mahkemenin Türkiye’yi Ermeni iddiaları nedeniyle yargılamaya hakkı var mıdır?

Hayır. Ermeni iddialarının haksız olması bir tarafa, 1915 nakil ve iskân kararları Türkiye’nin yasama, yürütme ve yargı egemenliği içindedir. 1915 nakilleri hakkında o zaman yürürlükte olan Türk kanunları ve Türk yargısı yetkilidir. (Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi/doğal hakim ilkesi) Nitekim Atatürk de iç hukuku ilgilendiren bu konunun uluslararası uyuşmazlık haline getirilmesine asla izin vermemiş, Ermeni iddiaları için uluslararası komisyonlar ve mahkemeler kurulmasını (Sevr, md.144, md.230) asla kabul etmemiş, Ermeni iddiaları nedeniyle Malta’da hapsedilen Türklerin geri dönmelerini sağlamış, Türkiye’nin yargı egemenliğini asla devretmemiştir. Ülkemiz işgal altındayken bile egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu savunmuştur.

Ermeni meselesinin hukuken çözümlenmesini de en özlü şekilde Atatürk anlatmıştır: “Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek olmayan isteklerinden çok, dünya kapitalistlerinin iktisadi  yararlarına göre çözülmek istenilen mesele, Kars antlaşması ile en doğru şekilde çözüme ulaştırılmış oldu. Yüzyıllardan beri dostluk içinde yaşayan iki çalışkan halkın iyi ilişkileri memnuniyetle yeniden kuruldu.”

Hepimizin mutlaka bilmesi gerekir ki Ermeni meselesi 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması’yla çözümlenmiştir. Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında yapılan Kars Antlaşması ile büyük devletlerin Kafkasya’ya müdahalesi önlenmiş (md.1), Kafkasya’daki sınırlar tespit edilmiş (md.4 vd), karşılıklı genel af ilân edilmiş (md.15),  Ermenistan haksız iddia ve taleplerinden vazgeçmiştir. (md.2)

Büyük devletlerin Kafkasya’ya müdahalesi Kars Antlaşması ile önlenmiş iken başta Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere (Galler Meclisi) ve ABD (Eyalet Meclisleri) olmak üzere büyük devletler Türkiye aleyhinde neden soykırım yasaları çıkarmaktadır?

Atatürk’ün “dünya kapitalistlerinin iktisadi  yararları” sözü günümüzde de geçerlidir. Ancak büyük devletlerin Kafkasya’ya hukuken müdahale edebilmesi için Kars Antlaşması’na aykırı yeni bir milletlerarası antlaşmanın yürürlüğe girmesi gerekir. İşte bu yeni milletlerarası antlaşma, 10 Ekim 2009 tarihinde İsviçre’de imzalanan ve büyük devletlerin ayakta alkışladığı Zürih Protokolleridir. Nitekim Michigan Üniversitesi’nden tarihçi Libaridian, protokollerin “manevi babaları”nın ABD ve Rusya olduğunu söylemiştir. (20 Mart 2010, Cumhuriyet, Elçin Poyrazlar’ın röportajı.)

Büyük devletler Zürih Protokollerinin imzalanmasını, “önce sorun sonra çözüm” yönlendirmesiyle başarmıştır: Ermeni propagandaları 1960’lı yıllarda başlamış, 20 civarında devlet Türkiye’nin milli onuruna manevi zarar veren soykırım yasaları çıkarmış, dünyanın dört bir yanında 130’dan fazla soykırım anıtı açılmıştır. Avrupa Parlamentosu ise 1987’den sonra defalarca “Ermeni soykırımı şu ana kadar ne bir siyasi mahkûmiyet konusu olmuştur ne de herhangi bir tazminat alınabilmiştir.” şeklinde kararlar almıştır. 2000’li yıllardan itibaren tutum değiştiren Türkiye, “sorunu”  uluslararası bir komisyona/Lahey Adalet Divanı’na götürme aşamasına gelmiş ve nihayet Zürih Protokolleri imzalanmıştır.

ABD Dışilişkiler Komitesi Türkiye aleyhinde bir karar tasarısını neden kabul etmiştir?

ABD Büyükelçisi Jeffry oylamadan önce TBMM’ye gelerek Dışişleri Komisyonu üyeleri ile görüşmüş, Ermeni tasarısının kabul edilme ihtimalinin % 50 olduğunu anlatmış ve ABD talebini iletmiştir: “Tek çıkış yolu Ermenistan’la uzlaşılan protokollerin onaylanmasıdır.” (17 Şubat 2010, Milliyet, Önder Yılmaz) TBMM protokolleri onaylamamış ve tasarı kabul edilmiştir.

ABD tasarısında Türkiye’ye yönelik suçlamalar nelerdir?

– ABD tasarısında “Ermeni soykırımı, 1915-1923 yılları arasında tasarlanmış ve icra edilmiştir.” denilmektedir. Ne ilginçtir ki Lozan’da genel af konusu görüşülürken işgal kuvvetlerine yardım edenlerin de af kapsamına alınması için Türkiye’ye adeta yalvarılmış, böylece Ermeni çeteciler de genel af kapsamına girmiştir. (Lozan, 8. Ek Protokol) Türkiye Lozan’da iyiniyet göstermiş ve affetmiştir ama bugün Lozan’daki genel af yıllarını (1914-1922) aşan bir şekilde suçlanmaktadır.

– ABD tasarısında soykırım kavramının yanısıra “insanlığa karşı işlenen suç” kavramı da yer almaktadır. Türk halkı, “soykırım” ve “yok etme kastı” sözlerine odaklanmıştır, oysa Uluslararası Ceza Mahkemesi Sözleşmesi’nde soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçları başlıkları altında yüzlerce cezai sorumluluk hali düzenlenmiştir.

– ABD tasarısında Mondros Mütarekesi dönemindeki yargılamalar, Ermeni iddialarının delili olarak gösterilmektedir. Gerçekte, mütarekeden sonra ülkemiz işgal altındayken olağanüstü mahkemeler kurulmuş ve Sevr Projesinin altyapısını oluşturmak üzere hukuka aykırı yargılamalar gerçekleştirilmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki rapora göre, birbirini tanımayan insanlar beraberce suç işlemiş gibi tutuklanıp yargılanmış, gerçek dışı tanık ifadeleri ve düzmece evraklarla mahkûm edilmiştir. Bu dönemdeki yargılamaların en haksız olanı da Atatürk ve arkadaşlarının idama mahkûm edilmesidir.

ABD tarihi ve hukuki gerçeklerden habersiz midir?

Şükrü Server Aya’ya göre ABD kendi arşivlerinden bile habersizdir. Sözgelimi 22 Nisan 1922 tarihli ve 192 sayılı ABD Kongresi kararında, Ermenilere gönderilen Amerikan yardımlarının hiçbir engellemeyle karşılaşmadığı, yardımların sadece Hıristiyanlara yapıldığı, Müslümanların aç oldukları halde yardımları koruduğu, Fransızlar ve Ruslar Anadolu’dan çekilirken Ermenilerin de göç ettiği, 1.414.000 Ermeni’nin hayatta olduğu, Türklerin mezalim yaptıklarına ilişkin tek satır olmadığı ifade edilmektedir. (Şükrü Server Aya, Soykırım Tacirleri ve Gerçekler, Der Yay., s. 189 vd.)

“Tarihin tartışmalı dönemlerine ait yargıda bulunmak parlamentoların işi değildir, tarih tarihçilere bırakılmalıdır, tarihi belgeler incelenmeli, gerçekler ortaya çıkmalıdır” şeklindeki  sözler haklı mıdır?

Tarihi araştırmaları yasaklayan yoktur. Yanlış olan, tarihi belgelerin incelenmesi adı altında Türkiye’nin sanık sandalyesine oturtulmasıdır.

ABD tasarısı veya önceki soykırım yasaları Türkiye için bir hukuki sonuç doğurur mu?

Hayır. Yabancı ülke parlamentolarının Türkiye aleyhinde kabul ettiği kararlar, başta uluslararası antlaşmalara iyiniyetle riayet ve devletlerin milli onuruna saygı gösterme yükümlülüğü olmak üzere milletlerarası  hukuk normlarına aykırıdır, Türkiye için hiçbir geçerliliği yoktur.

Türkiye “soykırım yasalarına” karşı ne yapabilir?

Yabancı ülke parlamentolarının Türkiye aleyhinde yasa çıkarmalarına karşı TBMM de o ülkeleri kınayan bir yasa çıkarmalıdır. Sözkonusu “soykırım yasaları” Türkiye’ye iftira niteliğinde olduğuna göre buna ilişkin bir kınama yasası çıkarmak Türkiye’nin hem hakkı hem de görevidir.

Sözkonusu kınama yasası hakkında TBMM’de yapılacak oylama, en az bir ay öncesinden periyodik olarak kamuoyuna duyurulmalı, Meclis görüşmeleri bütün televizyonlardan naklen yayınlanmalıdır. Türk milletinin haklarını savunmakla görevli olan TBMM, Türkiye’ye yönelik her türlü haksız müdahaleye karşı birlik ve beraberlik içinde olduğunu göstermelidir.

Unutulmamalıdır ki tam bağımsızlık ve milli egemenlik,  Cumhuriyet kurulurken Türk milletinin yaptığı temel tercihtir. Türkiye’nin bağımsızlık ve egemenlik haklarını korumak partiler üstü bir konudur ve vatandaşlık görevidir.

27 Mart 2010

Gülseren S. Aytaş

Avukat

=============================================================

ABD TASARISI VE ZÜRİH PROTOKOLLERİ HAKKINDA KISA BİLGİLER (3)

Daha önce de 20 civarında devlet ve 40 civarında ABD
Eyaleti soykırım yasası çıkarmıştır, son tasarıyı kabul etmekle
ABD’nin eline ne geçmiştir?

“Protokolleri onaylayın” baskısının devamı sağlanmıştır;
bu defa da tasarının Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’na
getirilebileceği, Türkiye’nin protokolleri onaylaması halinde buna
engel olunacağı ileri sürülebilecektir.

ABD’nin onaylanması için ısrar ettiği protokoller ne öngörmektedir?

Protokollere göre Ermeni iddialarını görüşmek ve
çözümlemek üzere uluslararası komisyonlar kurulacaktır. Ermenistan her
türlü iddia ve talebini bu komisyonların önüne getirebilecek, Türkiye
itiraz ederse konuyu uluslararası mahkemeye/ Lahey Adalet Divanı’na
intikal ettirebilecektir. Türkiye çıkabilecek bütün kararlara uymak
zorunda kalacaktır.

ABD’nin Türkiye’den beklediği yaklaşım nedir?

ABD’nin Türkiye’den beklediği, “Ermeni tasarısı geçerse
normalleşme süreci zarar görür, tasarı durdurulursa süreç devam eder,
protokoller onaylanır” yaklaşımıdır. ABD’nin Türkiye’den beklediği
başka bir yaklaşım ise muhtemelen “Karabağ sorunu çözümlenmezse
normalleşme süreci zarar görür, Karabağ görüşmelerinde ilerleme olursa
süreç devam eder, protokoller onaylanır” yaklaşımıdır. Her iki durumda
da ünlü kazan-kazan görüntüsü oluşacak, Türkiye’deki kamuoyu tepkisi
aşılacaktır.

Türkiye’nin Ermenistan’dan “protokollere sadık kalacağına
dair taahhüt” istemesi de büyük devletlerin beklentisine uygun bir
yaklaşımdır. Çünkü protokollere sadık kalınmasını isteyen zaten
Ermenistan’dır. Erivan’dan Türkiye’ye iletilen mesajlar şöyle
özetlenmiştir: “Karabağ’a karışmayın… Protokollere sadık kalın ve
metinleri onaylayın.” (27 Aralık 2009, Cumhuriyet, Özgür Ulusoy)

ABD’nin ve diğer büyük devletlerin Türkiye’den beklemediği
yaklaşım nedir?

Türkiye’nin Ermenistan’ın da taraf olduğu 1921 Kars
Antlaşması’nı/ özellikle karşılıklı genel af maddesini gündeme
getirmesi, protokollerin geçersiz olduğunu ilân etmesi, soykırım
yasası çıkaran ülkeleri kınayan bir yasa çıkarması, Ermenistan
Anayasası’ndaki “soykırım” ve “Batı Ermenistan” hükümlerinin
değiştirilmesini istemesi; büyük devletlerin beklemediği bir
yaklaşımdır. Ayrıca büyük devletler şu soruların sorulmasını bile
istemeyecektir:

Irak’ı işgal eden Amerika ve İngiltere neden bir
uluslararası komisyon/mahkeme önünde yargılanmamıştır?

Azerbaycan’ı işgal eden Ermenistan neden bir uluslararası
komisyon/mahkeme önünde yargılanmamıştır?

Başka bir ülkeyi işgal etmeyen aksine işgale uğrayan
Türkiye, elindeki uluslararası antlaşmalara rağmen neden bir
uluslararası komisyon/mahkeme önünde yargılanacaktır?

Irak’ı işgal eden Amerika ve İngiltere gerçekten de neden
bir uluslararası komisyon/mahkeme önünde yargılanmamıştır?

İstanbul Barosu, Irak’ta işlenen soykırım ve insanlığa
karşı suçlar nedeniyle 2003 yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne
başvurmuştur. Ancak bu suçları yargılayıp cezalandırmakla görevli
uluslararası mahkeme, bu şikayeti kabul etmemiştir.

Sözgelimi Bağdat’ta sivillere ateş açarak 14 Irak’lı
Müslüman’ı öldürdükleri gerekçesiyle yargılanan Amerikan askerleri,
uluslararası bir mahkemede veya Irak’ta yargılanmaları gerekirken ABD
mahkemelerinde yargılanmıştır. Üstelik bu askerlerin davaları,
ifadeleri alınırken usül hatası yapıldığı gerekçesiyle düşürülmüştür.
(2 Ocak 2010, Cumhuriyet) Kimse de Amerikan yargısı aleyhinde
konuşamamıştır.

Kısacası işgal altındaki Irak’ta 1,5 milyon Müslüman
öldürülmüştür ama bu insanlık dramı karşısında BM veya Uluslararası
Ceza Mahkemesi harekete geçmemiştir. 21. yüzyılda da maalesef
“galiplerin hukuku” geçerlidir.

“Her sene Nisan ayı geldikçe travma yaşıyoruz. Artık
ilişkiler normalleşsin, protokoller onaylansın” şeklindeki sözler
haklı mıdır?

“İlişkilerin normalleşmesi” veya “barış” gibi kimsenin
itiraz etmeyeceği sözler, uluslararası bir antlaşmayı anlatmak için
yeterli değildir. Nisan ayları yaklaştıkça artan Ermeni
propagandaları da uluslararası bir antlaşmayı onaylamak için mazeret
olamaz. Türk milletini temsil eden TBMM, protokolleri onaylamadan önce
şu soruların cevaplarını açıklamalıdır:

– Türkiye’nin Ermeni iddiaları nedeniyle uluslararası bir
komisyon/mahkeme önünde yargılanması hukuken mümkün müdür? Mümkün ise
bunu 95 senedir neden yapmamışlardır? – Zürih Protokollerine
göre kurulacak komisyonlar Türkiye’nin aleyhine bir karar verirse bu
karar Türkiye’ye hangi yükümlülükleri getirecektir?

Türkiye’nin “Karabağ sorunu çözülmeden protokoller
onaylanmayacak” sözü Türkiye’nin lehine midir?

Türkiye protokolleri imzalamakla çok zor bir duruma
düşmüştür: Protokolleri onaylamazsa “soykırım yasaları” gibi
uluslararası baskılar artacaktır. “Karabağ görüşmelerinde ilerleme
oldu” söylemiyle protokolleri onayladığında ise uluslararası
komisyonlar/ mahkemeler önünde yargılanacaktır.

Türkiye bugüne kadar “Karabağ görüşmelerinde ilerleme
olursa protokoller onaylanır” demiştir. Oysa Karabağ görüşmelerinin
zaten 2007 yılında kabul edilen “Madrid İlkeleri”ne göre yürütüldüğü
bildirilmektedir! Protokoller imzalandıktan sonra haber olan “Madrid
İlkeleri” şunlardır:

– Ermenilerin işgal altında tuttuğu Karabağ çevresindeki
yedi Azeri kasabasını boşaltması,

– Göçmenlerin evine dönmesi,

– Karabağ’a geçici bir statü sağlanması,

– Karabağ’ın bir koridorla Ermenistan’a bağlanması,

– Karabağ hakkındaki kalıcı statünün sonradan yapılacak
bir referandumla belirlenmesi. (25 Kasım 2009, Milliyet, Cenk
Başlamış)

İlginçtir, “Madrid İlkeleri” haberinden altı ay önce de
ABD’li diplomat Bryza, Karabağ konusunda “ezber bozan” açıklamalarda
bulunmuştur. ABD’li diplomat, “Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev’in
Azeri halkını zor bir uzlaşmaya hazırlamaya çalıştığını, Karabağ’ın
çevresindeki toprakların Azerbaycan’a verileceğini, Karabağ’ın ise
yeni bir statüye kavuşacağını” söylemiştir. (13 Mayıs 2009, Milliyet,
Cenk Başlamış)

Anlaşılan odur ki uygun bir süre sonra “Karabağ
görüşmelerinde ilerleme olmadan protokoller onaylanmaz” sözü yeniden
gündeme gelecektir. Daha sonra da zaten 2007 yılında kabul edilmiş
ilkelere göre “Karabağ görüşmelerinde ilerleme” olacaktır. Türkiye bir
gün bütün televiyonlarda naklen yayınlanan “Azeri göçmenler evlerine
dönüyor!” konuşmalarıyla uyandığında ise Türkiye’nin protokolleri
onaylama zamanı gelmiş sayılacaktır.

Aslında protokoller ile Karabağ görüşmelerini paralel
yürüten Minsk Grubu’dur. (Eşbaşkanları; ABD, Fransa, Rusya) Ancak
Türkiye de protokollerle Karabağ sorunu arasında paralellik kurmuştur.
Dolayısıyla Karabağ görüşmelerinde ilerleme olduğu halde protokoller
onaylanmazsa “Türkiye sözünde durmuyor” görüntüsü oluşacaktır.

Oysa protokoller ile Karabağ sorunu arasında hiçbir bağ
yoktur, Türkiye uluslararası komisyonlar/mahkemeler önünde
yargılanmayı hiçbir şekilde kabul etmemelidir. Şüphesiz ki Azeri
Türkleri de Türkiye’nin herhangi bir şekilde zarar görmesini
istememektedir. Sözgelimi 22 yaşındaki Karabağ’lı Cemile, muhtemelen
protokolleri hiç okumadığı halde Türkiye’yi uyarmış, “korkarım bu
işten zararlı çıkacaksınız” diyerek şunları söylemiştir: “Biz onları
sizden daha iyi tanıyoruz. Göreceksiniz, eğer sınır açılırsa durmadan
yeni şeyler isteyecekler. Belki hemen değil, ama toprak almaya da
çalışacaklar. Ben Türkiye adına korkuyorum.” (25 Ekim 2009, Milliyet,
Cenk Başlamış)

“Türkiye ABD tasarısına karşı Zürih Protokollerini
Meclis’ten geri çekmeli” sözleri haklı mıdır?

Türkiye protokolleri ABD tasarısı nedeniyle değil,
Türkiye’nin yargı egemenliğine, 1921 Kars Antlaşması’na ve
Anayasası’na aykırı olması nedeniyle derhal geri çekmelidir. Geçirilen
her gün Türkiye’nin aleyhine işlemektedir.

Protokoller Anayasa’ya aykırı ise Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilmesi mümkün müdür?

Bilindiği üzere Ermenistan Anayasa Mahkemesi, uluslararası
antlaşmaların Ermenistan Anayasası’na uygun olup olmadığını
denetlemekte, antlaşma bu onaydan sonra Ermenistan Meclisi’ne
gelmektedir. Türkiye’de ise böyle bir denetleme imkânı yoktur. (T.C.
Anayasası md. 90/son)

Protokoller hakkında bir onay kanunu çıkarılırsa Türkiye,
kendi Anayasası’na aykırı ve Ermenistan Anayasası’na uygun bir
antlaşmayı kabul etmiş olacaktır. Oysa uluslararası antlaşmaların
Anayasa’ya uygunluğunun denetlenebilmesi gerekir. Dolayısıyla Anayasa
değişikliği öncelikle bu konuda yapılmalıdır.

ABD tasarısına karşı Türkiye’de nasıl tepki gösterilmiştir?

En anlamlı tepki Ermeni asıllı Türk vatandaşlarından gelmiştir.
Kayseri’deki bir Ermeni Kilisesi Vakfı’nın Başkanı Zadik Toker,
kararın kendilerini rahatsız ettiğini söylemiş ve “geçmişe dayalı
hesaplaşmalar herkese zarar verir” demiştir. Kastamonu’nun Kapaklı
Köyü’nde yaşayan Ermeni asıllı yurttaşlar da en ufak bir ayrımcılığa
uğramadıklarını ifade etmişlerdir. 73 yaşındaki Serkis Durak, uzun
yıllardır Türklerle birlikte yaşadıklarını, birbirlerinin cenazesinde
beraber ağlayıp, düğünlerde beraber güldüklerini söylemiştir. (6 Mart
2010, Cumhuriyet) Türkiye bu sözlerin değerini bilmeli, yurttaşlar
arasındaki sevgi, saygı, güven ve hoşgörü duygularını zedeleyecek
hiçbir projeyi kabul etmemeli, meşru haklarını korumalıdır.

27 Mart 2010

Gülseren S. Aytaş

Avukat


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir