KIBRIS’TA PİŞMİŞ AŞA SU KATMAK Hüseyin MÜMTAZ KKTC’de, “devletin ilanına ağlayan” Talât ile “devletin ilanını alkışlayanların sesi” Eroğlu arasında geçecek ve büyük bir ihtimalle ilk turda “halkın fark yaratmasıyla” bitecek Cumhurbaşkanlığı seçim süreci gayet olumlu seyrederken kısık ateşte kaynayan tencereye sağdan soldan su katma girişimleri oluyor. Halbuki DP’nin, “Bu millî bir davadır, iç politik ayrışmaların hesabı sonra görülür” yaklaşımıyla Eroğlu’nun toplantı ve ziyaretlerine Genel Başkan seviyesinde destek vermesi ve baba Denktaş’ın da “Oyum Eroğlu’na” açıklamasından sonra herşey ne kadar güzel gidiyordu. Talât elindeki son atımlık barutları kullanmaktadır. “Ortak Açıklama”; ortada şimdiye kadar varılan somut bir anlaşma olmadığı için Hristofiyas tarafından kabul edilmeyince Talât kameraların karşısına tek başına çıkmaya mecbur kalmış, “Halk herşeyi bilmelidir” savıyla, yine halka “kendi aktarmak istediği kadarı”nı aktarmıştır.. Halkın; 2008 Eylül’ünden bu yana havanda ne kadar suyun, nasıl dövüldüğünü bilmek hakkı değilmiydi ki şimdi yumurta kapıya gelip seçim sürecine girilince hakkı hatırlanır olmuştur? Talât, “ortağını getiremediği” toplantıda “yalnız açıklaması”nı yaparken; “Kıbrıs sorununun siyasi çekişmelerin üzerinde tutulması gereken bir konu olduğunu; birlik ve beraberliği en üst düzeyde tutup sorumluluğu birlikte omuzlamak gerektiğini” belirtmiş… Bravo… Biz de işte tam bu nedenle Talât’a hayır demek gerektiğini savunuyoruz. Evet işler böyle sürüp giderken; nereden icabettiğini anlamadığım iki olay vuku buldu. Güneyin papazı Lefkoşa’dan girdi, Karpaz’dan çıktı.. Rivayetler hayli muhtelif ama papazın önce Ankara’ya mı mektup yazdığı, yoksa Hristofiyas’ın mı Talât’a söyleyip sonra oraya aktardığı beni hiç ilgilendirmiyor. Papazın geçmişi ve söyledikleri ilgilendiriyor.. Bilindiği gibi Fener’de geçmişten bu yana bir patrik bulunuyorsa, Kıbrıs’tan da en meşhurları Makarios olan mebzul miktarda “başpiskopos” gelip, geçmiştir. İstanbul’daki de, güneydeki de Rum asıllıdır. “Kıbrıs”taki “Fener”e “gönülden” bağlıdır. “Ekümenik olduğu” için bağlıdır. “Kilisesiz devlet-devletsiz kilise” olamayacağı için de aralarında “mefkûre” birliği vardır. Her ikisi de Türk devleti aleyhine boylarını ve cüppelerini aşan yorumlarda bulunmaktadırlar. Üstelik güneydeki ismini, İzmir’in Kurtuluşunda linç edilen ve onun için Selanik’te elinde asası ile yüzü İzmir’e dönük olarak heykelleştirilen “Son İzmir Metropoliti” Hristostomos’tan almıştır.. İşte bu Hristostomos Kasım 2006’da Rum kesiminde taç ve Bizans İmparatoru kaftanı giydirilip tahta oturtulurken; “Müezzinden değil, Türk askerinden korkuyoruz” demişti. Aynı Hristostomos Ocak 2007’de KKTC’ye; “Ben istediğim gibi gelip geçerim. Kapıda arabam durmaz, şoförüme bile kimlik soramazsınız, çünkü devletinizi, bayrağınızı tanımıyorum” üslubu ile “dinlerarası diyalog” çağrısı yapmıştır. İşte bu papaz aynen Ocak 2007’de dediği gibi geçen hafta KKTC’ye gelmiş, arabası durmamış, şöförüne bile kimlik sorulmamış, devletini-bayrağını tanımadığı KKTC’ye arabasındaki bayrağını dalgalandıra dalgalandıra Lefkoşa’dan girmiş, Apostolos Andreas’dan çıkmıştır. Üstelik kendisine; bu lafları söyleyip de bu düşüncede olan kendisine KKTC’nin Turizm Bakanı eşlik etmiştir.. Yapmayın Allah Aşkına…Hiç olacak iş midir bu? İlle de girecekse bir polis çavuşu yeterdi eşlik etmek için.. Şimdiye kadar Hala Sultan’a giden KKTC Müftülerinden ne Yönlüer’e, ne Suiçmez’e Rum Turizm Bakanı eşlik etmiş midir? KKTC Müftüleri güneye resmi-plakalı-flamalı kendi araçları ile mi geçmişlerdir, yoksa cemaatle beraber aynı otobüsle mi gitmişlerdir Leymosun’a? Seçim sürecinde akıl erdiremediğim ikinci olay “Anayasa Değişikliği” tasarısıdır. Nerden çıktı, kim akıl ettiyse iki arada bir derede bir de referandumla ilişkilendirilen bir Anayasa Değişikliği’nin Cumhurbaşkanlığı ile aynı sandıkta oylanması düşüncesi gökten zembille indiriliverdi geçen hafta.. Neyse, eğrisi doğrusuna denk geldi de pişmekte olan aş sulandırılmadı, değişiklik seçim sonrasına kaldı.. Fakat mide bulandırdı.. “Anayasa değişiklikleriyle ile ilgili referandum hakkını halkın elinden alarak kararı 50 milletvekiline devretme” dedikodusu, seçimden sonra nelerle karşılaşacağımızın bir göstergesi idi. AB-D; BM dayatmalı muhtemel bir refeandumda 164.772 KKTC seçmenini mi “etkilemek” ve “ikna etmek” daha kolaydır, yoksa 50 milletvekilini mi? İş bu kadar basit bir bakkal hesabına dayanmaktadır ve neresinden bakarsanız bakın mide bulandırmaktadır.. Demek ki “Üçüncü Cumhurbaşkanı Eroğlu”nun işi hiç de kolay olmayacaktır. 2 Nisan 2010 57’İNCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ mumtazbay@hotmail.com
Bir yanıt yazın