Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Özdil Nami ile Rum Başkanlık Komiseri Yorgos Yakovu son iki gündür yoğun bir şekilde Talat’ın ve Hristofyas’ın Kıbrıs sorunundaki müzakerelere ilişkin yapmaları gündemde olan “Ortak Açıklama” metninin içeriğini tartışıyorlar.
Belli ki bir “Ortak Açıklama” illaki yapılacak.
Daha evvel, ne müzakerelerin başında, ne ortasında ne de sonunda “Ortak Açıklama” yapmak pek bir alışkanlık değildi. 2010 Cumhurbaşkanlığı seçimleri eski köye yeni adet getirecek demek ki. Bunun bir amacı ve misyonu olmalı mutlaka.
BM yetkilileri, bu açıklamanın esas amacının Talat’a 18 Nisan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir destek vermek olduğunu daha evvelden ima etmişlerdi.
Aynı türden bir girişim de ABD Dış İşleri Bakanı Bayan Clinton’dan gelmişti geçmiş haftalar içinde ve Talat’ı, destek vermek amaçlı ABD’ye davet etmişti.
Hristofyas da, Talat’a destek vermek istiyor ama hala daha nasıl bir şekil ve yöntemle destek verebileceğini saptamış değil.
“Ne şiş yansın ne kebap yansın ama işin sonunda da Talat’a bir destek vereyim” arayışında olan Hristofyas, muhalefetin, kendi seçmeninin ve özellikle de Kilise’nin tepkisinden korktuğundan hala daha kurmayları ile bir yol bulmaya çalışıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti son açıklaması ile tarafsızlığını net bir şekilde ortaya koydu.
Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kim kazanırsa kazansın görüşmelerin devam edeceği” yönündeki açıklaması, KKTC halkına olduğu kadar, AB’ye BM’ye ve de Kıbrıs konusu ile ilgili diğer tüm devletlere verilmiş, “Bizim kişisel olarak desteklediğimiz herhangi bir aday yok ve tarafsızız. Kim kazanırsa yola onunla devam edeceğiz” mealinde çok açık bir mesaj.
Zaten aksi de olamazdı.
Rumlar bir taraftan, Avrupa Parlamentosu diğer taraftan, 1955-1974 yılları arasında adada yaşananları göz ardı edip Türkiye’yi, Kıbrıs’ın kuzeyini işgalle suçlarken, Türkiye’nin seçimlerde taraf olması ve adaylardan bir tanesini destekler konuma girmesi, bu savı daha da pekiştireceğinden, Davutoğlu’nun bu açıklaması, dünyaya bu iddianın doğru olmadığının en güzel ispatı oldu.
Kıbrıslı Türkler 2010 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi iradeleri ile oylarını kullanacaklar. Zaten 2002, 2003 ve 2004 yıllarında “Annan Planı Referandumu” ile ilgili olarak AB’nin ve ABD’nin yapmış oldukları müdahaleleri, insanların akıllarının çelmek için vermiş oldukları yalan sözleri unutmuş değiller. Bu nedenle bu sefer bu tür sözlere ve hibe veya bağış adı altındaki rüşvetleri pek yutacağa benzemiyor insanımız.
Bir de en önemlisi, hangi fikrin geçerli olduğu da çıktı ortaya bu son altı yılda yenen kazıklardan ve müzakereler sürecinde Kıbrıslı Türklere reva görülen sözde “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nde düşürülecekleri “Azınlık Statüsünün” net bir şekilde ortaya çıkmasından sonra.
“Barış”, “Dünya ile bütünleşme” gibi kulağa hoş gelen ama içi boş laflara belli ki bu dönem hiç prim vermeyecek Kıbrıslı Türkler.
2004’ün aksine, KKTC’nin varlığını sürdürmesi ve Kıbrıs’ın kuzeyinde egemen olması fikrini daha çok benimsemiş insanımız 2010 yılında.
Aradan geçen altı yılda belli ki, çok sular akmış köprülerin altından.
Prof. Dr. Ata ATUN