Dr. Ali Sak
Yukarıdaki başlık Hürriyet yazarı Ahmet HAKAN’ın 19.03.2010 tarihli yazısından alınmıştır. Bu başlık aslında Prof. Baskın Oran, Prof. Ahmet İnsel, Dr. Cengiz Aktar ve gazeteci Ali Bayramoğlu’nun öncülüğünde başlatılan özür kampanyasıyla birebir örtüşmektedir. Hatırlayalım adı geçen kampanyanın özü şöyle idi: “1915’te osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük Felâket’e duyarsız kalınmasını ve bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.”
Bakın adı geçen yazıda Ahmet Hakan ne diyor: „Bakın Almanlara…Almanlar Yahudileri katletti dedirtmek yerine, Naziler Yahudileri katletti dedirtmiyorlar mı? Peki o halde…Biz neden Türkler Ermenileri katletti dedirtelim ki? 1915’te devleti yöneten İttihatçı zümre’nin aldığı katliam kararı yüzünden neden milletçe sorumlu olalım ki? Neden Biz yapmadık… Biz yapmadık…’ diye telaşa düşelim ki? Neden tarihimizin bir safhasında iş başına gelmiş bazı adamların aldıkları ve uyguladıkları yanlış kararları, Bizim tarihimizde en ufak bir kara leke bile yoktur diye sahiplenip temize çıkaralım ki?“
Ahmet Hakan’a ve benzeri düşünenlere göre Ermenilere soykırım uygulanmıştır fakat o kararları Türkler değil, bir takım milliyetçi ve ulusal kesim, yani o dönemde devlet yönetimini elinde tutan İttihatçı zümre almıştır. Ahmet Hakan’a göre Alman Nazileri’nin Yahudi soykırımındaki rolü ne ise, Ermeni meselesinde de İttihatçı zümre’nin rolü birebir örtüşmektedir. Gerçekten de öylemi?
Oysa, tarih bilinci ve gerçeğine bağlılık duygusu olan herkes bilmektedir ve objektif kaynaklar doğrulamaktadır ki, 1915 yılı sonrasında atalarımız vatan savunması yapmışlardır. Önceden veya sonradan belirlenmiş Ermeni nüfusunu yok etmek için milli bir plan olmamıştır. Ermeni toplumu, Osmanlı İmparatorluğu’nun ayrıcalıklı tebası olarak Osmanlı topraklarının her yerine dağılmıştı. Ermeniler, Bakan, general, büyükelçi, vali, ticari temsilci ve bu gibi diğer bazı görevlerde Osmanlı Devleti’ne hizmet etmişlerdir. Ermenilere karşı hiçbir biçimde ayrımcılık yapılmamıştır. Örnek vermek gerekirse: 29 Ermeni üst düzey hükümet rütbesi olan “paşa” sıfatını almıştır. 22 Ermeni, Hariciye, Maliye, Ticaret ve Posta Nazırlığı dahil olmak üzere Bakan olarak görevlendirilmiştir. Ahmet Hakan tarafından Nazilerle kıyaslanan İttihat Terakki hükümetinde Gabriel Noradunkyan ve Bedros Hallacyan gibi Ermeni nazırlar görev yapmıştır. Osmanlı Meclis-Mebusan’ında 33 Ermeni milletvekili yer almıştır. Hariciye Nezareti’nde 7 Ermeni Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos görev yapmıştır. Nasıl oluyorda devlet içinde en yüksek rütbelere ulaşabilen bir topluluğa karşı soykırım uygulanabiliyor?
Oysa Nazi Almanya’sında Yahudilerin soyunu tüketmek için bir plan vardı ve herşey o plana göre uygulanmıştı. Almanlar sadece kendi toprakları içerisindeki Yahudileri değil işgal ettikleri topraklarda da Yahudi izlerini silmeye çalıştılar. Bu durumda Ermeni meselesini Yahudi meselesiyle örtüştürmek isteyen Ahmet Hakan’a, haddimiz olmamasına rağmen, tarihi olayları tekrar hatırlatmak gerekiyor.
Ahmet Hakan ve benzeri şekilde düşünen arkadaşlar tek bir kelimeyle de olsa kendi insanına Ermeniler tarafından yapılan zulmü dile getirmiyorlar. Evet o dönemde çok acılar yaşanmıştır, haksızlıklar olmuştur. Gerek savaş koşulları, gerek sağlık koşulları ve gerek se saldırılar nedeniyle milyonlarca sivil Türk insanının hayatlarını kayıp ettiklerini ve bu sayının Ermenilerin kaybından çok daha fazla olduğunu bu arkadaşlar bilmiyorlarmı acaba? Bilmez olurlarmı hiç? Fakat bilmezden gelirler. Ünlü Amerikalı tarihçi ve Osmanlı uzmanı Prof. Dr. Bernard Lewis’in dediği gibi: „Bu nasıl soykırımdır ki, soykırımcıların kayıpları soykırıma uğradığını söyleyenlerin çok üzerinde olsun“.
Ahmet Hakan’ın kafası ve vicdanı rahat olmak istiyorsa elbette düşündüğünü yazabilir, hatta İttihatçıları Alman Nazilerine benzetebilir. Oysa bilmesi gerekir ki, Türk milliyetçiliği hiç bir zaman Almanlarınki gibi üstün ırk veya öncü ırk bazında olmamıştır.
Her ne kadar İttihat ve Terakki hareketi Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin’in fikirlerinden etkilenerek Turancı düşünceyi benimsemiş olsa da, bu hiç bir zaman Nazilerin ırkların üstünlüğü bağlamında olmamıştır. Hatta, Türklük adına yürütülen hareket nedeniyle 1908’de “Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek” amacıyla İstanbul’da bir de Türk Derneği kuruldu ve kurucular arasında İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Agop Boyacıyan da vardı (Füsun Üstel, Türk Ocakları (1912-1931), İletişim Y. 1997, s. 15-42). Benzeri bir Nazi derneğinde Yahudileri bulmak mümkün mü?
Türkiye Cumhuriyeti her fırsatta „Tarihe tarihçiler karar versin ve bu bağlamda tarihçilerin de içinde bulunduğu ortak bir araştırma komisyonu oluşturulsun“ tezini savunurken, Ermeni yetkililer buna şiddetle ve gerekçesiz karşı çıkmaktadırlar. Neden? Çünkü onlar da biliyorlar ki tarihi belgeler böyle bir soykırmı destekleyici nitelikte değil. Hal böyle iken kendi içimizden tarihçi olmayan bir kaç arkadaşımız çıkıp „büyük felaket“ diye adlandırdıkları olaylar nedeniyle „Biz Türkler suçluyuz ve özür diliyoruz“ diye bir kampanya başlatıyorlar veya Ahmet Hakan gibi insanlarımız da „Soykırımı Türkler yapmadı, İttihatçı ağırlıklı Osmanlı hükümeti yaptı diyelim ve Almanlar gibi vicdanımızı rahatlatalım“ diyebiliyorlar.
Oysa Ahmet Hakan gibi düşünenler bilmesi gerekir ki, Almanlar işlemiş oldukları soykırım suçu nedeniyle kısa süre içerisinde uluslararası savaş mahkemeleri tarafından soykırım yaptıkları nedeniyle mahkum olmuşlar ve bu kollektif suçlarını Nazilerin üzerine yıkarak vicdanlarını rahatlatmaktalar. Biz de ise, aradan 90 yıl geçmesine rağmen, kesinleşmiş ve uluslararası mahkemelerce karara bağlanmış bir soykırım suçu yoktur. Bu nedenle de bizim vicadnımız rahattır. Bizi rahatsız eden ise işlemediğimiz soykırım suçuna, bir takım siyasi çıkarlar uğruna, maruz kalmamızdır. Bizi rahatsız eden, soykırımı siyasi nedenlerle kabul eden ülkelerde eğitim gören çocuklarımızın, kendi atalarının insanlık suçu işlediklerinin bilinci altında ezilecek olmalarıdır. Ahmet Hakan ve benzeri düşünen arkadaşlarımız anlamazlar göçmenliğin getirdiği ezikliğin üzerine, haksız yere aşağılanmanın getireceği psikolojik baskının ağırlığını. O nedenle atalarımızın işlememiş olduğu bir suçu bizler „işledik diyelim ve bu baskıdan kurtulalım“ diyerek ne vicdanımızı, ne de atalarımzın ruhunu rahatlatmış oluruz. Bakın Ahmet Hakan bu konuda ne diyor: „Eğer ille de Dedem benim için önemlidir… Ben dedeme sahip çıkarım arkadaş diyorsanız…Sizin Enver Paşa ya da Talat Paşa dışında da dedeleriniz var. Mesela…Ermeni tehciri sırasında Ermeni komşularını gizlice evlerinde saklayarak onları katliamdan ve göçten kurtaran dedeleriniz. İlle de dedenize sahip çıkacaksanız onlara sahip çıkın.“ Ahmet Hakan sanki dedelerinize sahip çıkacaksanız soykırım yapanlara değil, soykırıma karşı olanlara sahip çıkın demeye getiriyor. Varsın Ahmet Hakan dedelerine sahip çıkmasın.
Elbette, suçsuz Ermeni vatandaşlarımızın başına gelmiş olanlar hepimizi üzmektedir. Elbette biz, eziyet ve zulüm çeken tüm insanların acısını paylaştığımız gibi, Ermeni vatandaşlarımızın da acılarını paylaşıyor ve onların hissiyatını anlıyoruz. Elbette birinci Dünya savaşı esnasında bir takım olumsuzluklar ve maddi imkansızlıklar neticesinde her iki taraftan da yüz binlerce insanımız, gerek savaş esnasında, gerekse hastalıktan olsun hayatını kayıp etmiştir ve suç işleyenler, sorumlular cezalandırılmıştır. Elbette benim dedem veyahut sizin dedeniz Ermenilere eziyet etmiş se, onları suçsuz yere öldürmüş se, kişisel olarak ben veya siz özür dileme hakkına sahibiz. Fakat özür dilemek farklı bir şey, acıyı paylaşmak ve empati duymak farklı bir şeydir. Hele bir de yapmamış olduğunuz soykırım suçu ile suçlanıyorsanız konu daha da farklıdır. Kimilerine göre „verelim kurtulalım“, kimilerine göre „İIttihat ve Terakki hükümetinin fiillerinden, Cumhuriyet’in sorumlu tutulamayacağını savunmamız yeterlidir“ deyip kurtulalımla kalamayız.
Vicdanımızı rahatlatmak istiyorsak eğer, biz maddi veya manevi destek vererek tarihî belgelerin meydana çıkmasını sağlamak ve böylece kişisel görüşlerin ve farklı siyasi yaklaşımların sonucu karanlıkta kalan bir çok yanlışların yerini, zamanla bilimin ışığının aydınlatmasını ve doğruların ortaya çıkmasını sağlamalıyız. Doğruyu, nasıl olursa veya nerede olursa bulup çıkarmadığımız sürece, sadece biz değil bizden sonraki nesiller de bu yalanları gerçek, bu masalları da tarih sanacak. Spurgeon adlı bir Amerikalı rahibin dediği gibi “A lie travels round the world, while truth iş putting on her boots-Yalan dünyayı dolaşırken, gerçek çizmesini henüz giymek üzere”. Maalesef Türk insanı kendi değerlerine, kendi tarihi gerçeğine sahip çıkamazken, Ermeni diasporası kendi „gerçeklerini“ bizim içimizde de yaymayı başardı. Ahmet Hakan gibi düşünen bir çok arkadaşımız vardır ve olacaktır elbette ve onlar Türklerin bir kısmının soykırım yaptığını kabullenerek kafalarının rahat edeceğni zannediyorlarsa büyük bir yanılgı içinde olduklarını hatırlatmakta fayda vardır. Bizim kafamız, bizim vicdanımız doğruların ortaya çıkacağı güne kadar rahat olmayacaktır.