APO’dan Barzani’ye Terör ve Açılım
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Ülkemiz gündem bombardımanına tabi tutulurken, her hafta adeta yeni bir patlama bütün zihinleri ve sütunları işgal ederek, başka şeyleri düşünmeyi imkânsız hale getiriyor. “Gündelik Dış Politika” başlığı altında ele aldığım sorun, sadece siyasilerin olmayıp kamuoyu oluşturan kesimlerde bu “tuzak”tan nasibini alıyorlar. Toplum, bir hafta sadece bir olaya odaklanırken izleyen günlerde herkesin kafasını kurcalama başarısı gösteren bu hadise hemen unutuluyor, bir başkası her yerde karşımıza çıkıyor.
Toplumun büyük kısmının hafta boyu tartıştığı, günlerce her köşe yazarının misafiri olduğu konunun, aslında gündelik bir konu olmaması, tartışılması ve çözümünün aylara ve yıllara yayılması gerekmektedir. Ne acıdır ki aylarca önceden yola çıkan sorunlar dahi çözülebilecek kadar dahi olsa akl-ı selim çerçevesine inemeden, fakat bir yerlerin çok iyi planladığı tarzda başımıza dank ettikten sonra genellikle faydasız bir tarzda mevzubahis olabiliyor. Soykırım iddialarına çanak tutan son parlamento kararları ile ilgili birçok sütunda izlediğimiz “cehaletin iki boyutu”nu bir başka yazıya bırakıyorum. Genellikle çok sayıda şehit verdikten sonra gündemimize bir haftalığına yerleşen terör konusunun “Apo’dan Barzani’ye” serüvenine dikkat çekiyorum.
Temeli on yıllara, hatta asırlara dayanan bir sorunu, üç beş gündelik lafla tanımlamak, ona göre yuvarlak bir çözümle her şeyi bitirmeye çalışmak hiçbir zaman netice vermemiştir. Ne kadar iyi niyetle yapılırsa yapılsın bu tür davranışlar, sorunu gerçek boyutunu görüp ona göre hal çaresi bulmayı geciktirdiği gibi zararlı olmuş, fitne üreticilere zaman ve fırsat kazandırmıştır.
Yıllarca siyaset sahnesini meşgul etmiş ve bir dönem bakanlık yapmış olan A.Baki Tuğ’un “Apo’dan Barzani’ye Terör ve Açılım” (İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 2010, 0212.5207076, www.bogaziciyayinlari.com.tr) adlı eseri, konuyu tarihi ve siyasi boyutlarıyla ele almaktadır. Yakın dönemde yaşayıp yok sayma derecesinde unuttuğumuz veya hatırladığımız halde perde arkasından haberdar olamadığımız birçok gerçeği burada farklı açılarıyla görüyoruz. Önemli bir kısmı kimsenin reddetmesinin mümkün olmadığı kronolojik olaylar dizisinden ibarettir.
Birçok meselede olduğu gibi, terör konusunda çözüm aranırken maalesef herkesin bildiği yakın dönem gerçeklerinin büyük bir kısmının yok sayıldığına şahit olduk. Olayların perde arkası, yorumu, değerlendirmesi ve çareleri ile ilgili kitapta geçen her cümleye, herkesin katılması mümkün olmayabilir. Bu durum gayet normaldir. Referans gösterdiğimiz diğer kaynaklardaki her yorum veya görüşü bütünüyle benimsediğimiz anlamı çıkmadığı gibi.
Bununla beraber, farklı yorum veya değerlendirmeler ile yeni öneriler sunulurken gün gibi açık olan yaşanmış gerçeklerden bihaber olmamamız gerekmektedir. Alman düşünür Goethe “üçbin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan, gündelik yaşayan insandır” diyor. Nitekim, tarih, bir halkın hafızasıdır; tarihini bilmeyen bir halk, hafızasını yitirmiş insana benzer. Burada sözkonusu olan binlerce yıllık tarih değil, fakat daha dün yaşananları dikkate almadan atılan adımların faturasının yarınlarda neye mal olacağını kimse hesap edemez. Tarih, kendisine yüz çevirip, zihin yormak yerine iyi niyet adımlarıyla ulaşılan felaketlerle doludur.
Kitabın giriş bölümünde, günümüzdeki terörün tarihi temellerini ele alınmaktadır. 19. yüzyılın başından itibaren birçok yerde görülen isyanların arkasında İngilizler bulunmaktadır. Hindistan yolunu güvenceye almak, Süveyş’te kontrolü sağlamak nihayet günümüze yaklaştıkça petrol bölgeleri ve İsrail etkisi sözkonusudur. Lozan’dan sonra Musul ve Kerkük konusundaki haklı ısrarımız yeni isyanlar zincirini devreye sokmuştur. Bu arada Barzani ailesi ile olan temaslar ve bu aileleri kullanmak, her olayda farklı hesaplara göre, hesaplar tutmayınca rahatça geri adım atarak bir başka komployu beklemek vaka-yı adiye haline gelmiştir. Halen bu kullanım sürmektedir ki bir ucu sınırlarımızın içine nüfuz etmektedir.
1960’lar ile siyasi Kürtçülük önemli ölçüde Komünist partilerden beslenmiş ve buralarda zemin bulmuştur. İkinci bölümde bu partilerle münasebetler ele alındıktan sonra izleyen bölümler, Marksist-Leninist bir örgüt olarak PKK’nın gelişimini işlemektedir. Daha sonra, I. Körfez Savaşı, Çekiç Güç, ASALA ile bağlantılar, 11 Eylül ve II. Körfez Savaşı sonrası yaşanan olaylar, baskınlar, katliamlar, küresel ve bölgesel örgütlerin tutumları ve nihayet Kuzey Irak’taki oluşumlar ile bunun Türkiye’ye ve terör örgütüne yansımaları ele alınmaktadır.
Sonuç olarak yazarın ifadesi ile “Türkiye’de toplumun yapısını bozmak için çıkarılmış olan terör, karmaşa, tartışma, çatışma ve kutuplaşma, sürekli hale gelmiştir. Bu durumun planlayıcıları ve uygulayıcıları, projelerinin sağlıklı yürütülmesi için yoksulluğu artırmışlar, bozuk olan gelir dağılımını daha da bozmuşlardır. Bunun sebep olduğu bunalımları fırsata dönüştürmek isteyen çevreler, Türkiye’nin güvenliğine, milli çıkarlarına ve milli bünyesine yönelik saldırıları artırmışlardır… Türkiye, tarihi bir karar vermek için bir kavşak noktasına hızla sürüklenmiştir.”
Terörün ekonomik temeli dikkate alındığında IMF ile anlaşma yapılmamasını hayırlı bir gelişme olarak görüyorum. Buradaki siyasi yorumlar ve öneriler farklı açılardan tartışma konusu olabilir, ancak bunlardan olumlu sonuç çıkması için yeterli bilgi, analiz ve istihbarata ihtiyaç bulunmaktadır.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 16.03.2010