“KIBRIS’TA SEÇİMİN TAŞLARI-1”
Hüseyin MÜMTAZ
KKTC’de, 18 Nisan’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylığın son günü geçtiğimiz Cuma idi.
Cuma günü taşlar yerinden oynadı.. İki “klâsik” aday ile pişmekte hayli yol almış olan seçime Ertuğruloğlu soğuk su kattı.
Ertuğruloğlu’nun hep beklenilen ama bir türlü açıktan dillendirilmeyen adaylık ilânı, “Cumhurbaşkanlığı”nda yürekleri ferahlattı, yüzleri güldürdü. Herkes memnuniyetten birbirine kahve ısmarladı.
Sol-Rumcu basın, “fırsattan istifade” yaraları alabildiğine kaşımak için Ertuğruloğlu’nun kapısının önüne kamp kurdu.
O saate kadar, “Eroğlu mu, Talât mı?” tartışması yapılıyor; Eroğlu’nun biraz asılırsa ilk turda işi bitirebileceği tahminleri yürütülüyordu.
Ama artık taşlar yerinden oynamış, dengeler değişmiştir.
Dengeler aslında ucu Ankara’ya kadar dayanan bir takım ağırlık hesapları yüzünden değişmiştir.
Ankara’daki siyasi otoritenin, Denktaş’ı “meseleye etki eden bir faktör” olarak görmediği Annan plânından beri biliniyordu.
Müftü darbesiyle ÖRP’nin kurulup DP’nin koalisyon dışı bırakılmasıyla, o saate kadar bir çeşit cankurtaran simidi olarak kullanılan Serdar Denktaş’ın da gözden çıkarıldığı belli olmuştu.
Kendisine sağlanan bütün olanaklara, gösterilen onca kolaylığa rağmen Avcı’nın da elle tutulur bir oy oranına sahip olamaması, durumun tekrar gözden geçirilmesini gerektiriyordu.
AB ile ilişkiler bağlamında ise; a)Hem topluluğun, “bazı çevrelerce Kıbrıs Türkü’ne karşı üstlenmiş olduğu söylenilen” bir takım yükümlülüklerini yerine getirememiş olması; ve b) Hem de konjonktürel bir takım etkilerle Türkiye-AB ilişkilerinin eski heyecanını-hızını kaybetmiş olması Ankara’da aktör ve yöntem değişikliği düşüncesini gündeme getirdi.
19 Nisan 2009 seçiminde “her şeye evetçi” CTP-Talât ekibi karşısında, UBP-Eroğlu’nun başardığı % 40’lık tek parti iktidarı hem sürecin kontrolü ile ilgili “endişeleri” arttırdı, hem de; AB görüntüsüyle Rumculuk yapan ekibin tasfiyesi projesini hızlandırdı.
Zaten Ankara’daki siyasi otoritenin dünya görüşü ile taban tabana zıt “radikal marksist” ve “Kral’dan fazla elenofil” CTP-Talât ekibinin söylem ve davranışları, Rumla gereğinden fazla içli-dışlı görünümlerinin kamuoyunda yarattığı rahatsızlık da artık daha fazla kontrol edilemez hâle gelmişti.
Nisan 2009-Nisan 2010 arası bu değerlendirmelerle geçti.
2010 Cumhurbaşkanlığı seçimi beklenilen fırsatı yarattı.
Yanlış yerlerde, yanlış dereleri istenilmeyen noktalardan geçmeye çalışan at değiştirilecekti.
Peki Eroğlu?
Eroğlu bir yıl önceki % 40 oyu arkasına alarak, Talât’ın tam tersine devlet diyordu, Türkiye diyordu, Türk askeri ve garantörlükler diyordu.
“Müzakereler elbette devam edecek” diyordu ama “Masada KKTC’nin Cumhurbaşkanı olarak oturacağım” üslûbu acaba aslında “Burama gelirse kalkıp giderim, yola KKTC olarak devam ederiz” mi demekti?
Şu gözden kaçırılmasın.. 1871’den beri Lefkoşa’daki hiçbir iktidar-güç odağı için,Türkiye ile görüşmemek-görüş alış verişinde bulunmamak, Ankara’ya ters düşmek mümkün değildir.
Türk askerine “Barra” çeken, “Ankara, seni de askerini de istemiyoruz” diyen CTP’nin; “Türkiye başkasının olabilir ama benim anavatanım değil” ve “Türkiye Kıbrıs’ta gereğinden fazla kalmıştır” diyen Talât’ın 2004-2010 arası mecburen ge(tiri)ldikleri ehlileştirilmiş/törpülenmiş halleri ortadadır.
İşte tam bu noktada, yeni bir figür olarak “Ben de milliyetçiyim, devletçiyim” diyen ama “bir şekilde” masadan kalkmayacağı garantisi alınan Ertuğruloğlu’nun tercih edildiği anlaşılmaktadır.
15 Mart 2010
“57’İNCİ ALAY HERYERDE..
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERİYİZ.”