Türkiye-Ermenistan İlişkileri Normalleşebilir mi?

Hüseyin Pazarcı - turkiye ermenistan 350

Hüseyin Pazarcı

Ermenistan, Anayasa Mahkemesi kararı aracılığıyla Türkiye ile ilişkilerinin normalleşmesini yalnızca kendi anlayış ve isteklerine bağlı hale getirmiştir. Böylece, bu karardan sonra artık tarafların siyasi iradelerinin alanı daha da daraltmış olmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin yapabileceği tek şey, protokolleri onaylamama konusunda sağlam durmak ve çözüm arayışlarındaki engellemenin Ermenistan’dan kaynaklandığını göstermek olacaktır.

Türkiye ile Ermenistan arasında 10 Ekim 2009’da Zürih’te imzalanan iki protokolün onaylanmasına ilişkin beklentiler çeşitli vesilelerle sürüyor. Kısa bir süre önce Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Türk hava sahasından geçisi sırasında Cumhurbaşkanı Gül’e gönderdiği mesajda ikili ilişkilerin normalleşmesi gereğine atıf yaparak bunun sağlanmasının önemine dikkat çekiyor. Gül de bu mesaja “Normalleşme sürecini ülkelerimiz arasında varılan anlayış birliği doğrultusunda ileri götürmek için çalışmayı sürdüreceğiz” diye cevaplıyor. Uluslararası güçler de başta ABD ve AB olmak üzere bu yönde bir ilerleme sinyali olarak protokollerin onaylanmasını beklediğini çeşitli biçimlerde belirtiyor.

Bugünkü koşullarda böyle bir normalleşme sağlanabilir mi? Bunun gerçekleşebilmesi iki tarafın aralarındaki temel sorunlar konusunda anlaşabilmesi ya da anlaşılabilmesini sağlayacak bir yola girilmesi ile olanaklıdır. Bu beklentiler Türkiye için “soykırım” iddiasının önyargısız bir biçimde araştırılması, iki ülkenin ortak sınırına ilişkin Ermenistan tarafından herhangi bir kuşkuya yer verilmemesi ve son olarak da Karabağ sorununun Azerbaycan ile çözülmesidir. Ermenistan’ın beklentilerine gelince, ilk aşamada ortak sınırın açılması ve iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasıdır. Türkiye Sovyetler’in dağılması ile birlikte Ermenistan dahil bütün yeni devletleri tanıdığı için Ermenistan bugün Türkiye tarafından tanınan bir devlettir.

Ancak, Ermenistan cumhurbaşkanının 17 Kasım 2009’da anayasalarının ilgili hükümleri uyarınca, protokollerin anayasaya uygunluğunu sorması ve anayasa mahkemelerinin de 12 Ocak 2010’da bu konudaki kararını açıklaması sonucu Türkiye’nin beklentilerini karşılayacak bir olumlu gelişmenin söz konusu olamayacağı ortaya çıkmıştır. Çünkü, en başta Başbakan’ın Azerbaycan’a verdiği söz gereği, Karabağ sorunu çözülmedikçe bu protokollerin uygulanmayacağı konusunda mahkeme anılan protokollerin yalnızca Türkiye ile Ermenistan arasında karşılıklı yükümlülükler doğurduğunu ve bu protokollerin tarafı olmayan hiçbir başka devlet bakımından hukuksal etki doğurması olanağı bulunmadığını bildirmektedir. (Parag.4/a)

Ermenistan ile Türkiye arasındaki sınırlara gelince, mahkeme, Türkiye’de beklenenin aksine, 16 Mart 1921’de Sovyetler Birliği ile imzalanan Moskova Antlaşması’nı ve 13 Ekim 1921’de Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan ile imzalanan Kars Antlaşması’nı, uluslararası hukuka göre halen yürürlükte bulunmalarına rağmen görmezlikten gelmektedir. Mahkeme bu kararında, soruna doğrudan değinmeden, Diplomatik İlişkiler Protokolü’ndeki “iki ülke arasında var olan sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında belirlendiği biçimiyle karşılıklı olarak teyit ederler” cümlesini, uluslararası hukukun çok taraflı antlaşmalarda yer alan temel ilkelerini ifade ettiği biçiminde yorumlayarak Moskova ve Kars antlaşmalarını üstü kapalı olarak protokollerin kapsamı dışında bırakmaktadır. (Parag. 3) Mahkeme kararının bir başka kısmında da Ermenistan’ın “ortak sınırın açılması” konusundaki iradesini sınır kontrol noktasının (border chekpoints) açılmasının olağan bir işlemi olarak değerlendirerek (Parag. 54/d) protokollerdeki “var olan ortak sınırı teyit eder” cümlesini Moskova ve Kars ant-laşmaları gibi sınır düzenlemesi içeren ikili ant-laşmaları genelinde kapsamadığı biçiminde yorumlar görünmektedir.

Ermenistan devletini bağlar

Mahkeme kararında ayrıca, soykırım iddialarını sürdüreceklerini bildiren 23 Ağustos 1990 Bağımsızlık Bildirisi’nin 11. maddesine ve anayasalarının bu bildiriyi teyit eden başlangıç bölümüne atıf yaparak protokollerin bu hükümlere aykırı yorumlanamayacağını ve uygulanamayacağını bildirmektedir. (Parag.5) Böylece, mahkeme Türkiye’nin özellikle soykırım iddialarının da ele alınmasını beklediği ortak komisyon çalışmalarının da önünü üstü kapalı bir biçimde kapatmış bulunmaktadır.

Ermenistan Anayasa Mahkemesi yukarıda belirtilen anlayış ve koşullarla anılan protokollerin anayasalarına uygun olduğunu bildirmektedir. Mahkemenin kararında da açıkça bildirdiği gibi mahkemenin bu yorumu Ermenistan devletini bağlamakta olup Ermenistan’ın bu anlayış dışında hareket etmesi olanaksızdır. (Parag. 6)

Bu veriler karşısında, anılan iki protokolün yalnızca Ermenistan’ın gereksinme duyduğu sınırın açılması ve diplomatik ilişki kurulması konuları dışında, Türkiye’nin beklediği ortak sınıra ilişkin 1921 Moskova ve Kars Antlaşmalarının teyidini, “soykırım” konusunun önyargısız bir biçimde araştırılmasını ve Karabağ sorununun çözümüne ilişkin Azerbaycan’ın rızasını elde edebilecek duruma gelinmesini sağlamaktan uzak olduğu görülmektedir.

Bu gelişmelerin bize gösterdiği birinci şey, sözü edilen protokollerin Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin bu yorumu çerçevesinde Türkiye tarafından kabul edilmesinin olanaksızlığıdır. Dolayısıyla, Türkiye hiçbir biçimde bu protokolleri onaylamamalıdır. Aksine bir yaklaşım Türkiye’nin Ermenistan’ın uygun hareket etmek zorunda olduğu Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin bu yorumunu kabul ettiği anlamına gelecektir.

Geçerliliği kalmadı

TC Dışişleri Bakanlığı’nın Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin bu kararından sonra, 18 Ocak 2010’da yaptığı açıklamasında, Türkiye’nin “söz konusu protokollerin asli hükümlerine bağlılığını muhafaza” ettiğini bildirmesi karşısında da protokollerin Türkiye’nin anladığı anlamda “asli hükümlerinin” geçerliliğinin artık kalmadığını söylemek gerekmektedir. Başka bir deyişle, protokoller, Ermenistan Devleti’nin iradesinin önceden Anayasa Mahkemesi’nce açıklanması çerçevesinde, Ermenistan açısından başka türlü yorumlanmaya olanak bırakmamaktadır. Aksine “ben başka türlü yorumluyorum” diyerek Türkiye protokolleri onaylama yoluna gitse dahi, Ermenistan için böyle bir yorumun kabul edilmesi olanaksız olup Ermenistan’ın Anayasa Mahkemesi’nin anlayışı dışında hareket etmesini sağlaması söz konusu değildir. Akla gelebilecek bir başka yol bazı protokol hükümlerine tarafların birlikte gerçekleştireceği bir antlaşma ya da mutabakat ile Türkiye’nin beklentilerini de karşılayacak eklemeler yapılması olabilecektir ki, bu olasılık en başta Ermenistan hükümetince kabul edilebilir bulunmayacaktır. Ancak, Ermenistan hükümetinin böyle bir yolla eldeki protokolleri değiştirme yoluna gitmeyi kabul etmesi durumunda da bu kez değiştirilmiş protokollerin Ermenistan Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi ve büyük olasılıkla mahkemenin önceki kararına aykırı düşen değişiklik hükümlerini anayasaya aykırı olarak yorumlamasıdır. Akla gelebilecek bir üçüncü olasılık ise protokolleri tamamen bir kenara bırakarak iki ülke arasındaki sorunları çözmeye çalışmaktır. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararından sonra, Ermenistan Anayasası’nı protokollerin dışında da başka türlü yorumlamak ve “hukuku dolanmak” olanağı yoktur.

Sonuçta Ermenistan, Anayasa Mahkemesi kararı aracılığıyla Türkiye ile ilişkilerinin normalleşmesini yalnızca kendi anlayış ve isteklerine bağlı hale getirmiştir. Böylece, bu karardan sonra artık tarafların siyasi iradelerinin alanı daha da daraltmış olmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin yapabileceği tek şey, protokolleri onaylamama konusunda sağlam durmak ve çözüm arayışlarındaki engellemenin Ermenistan’dan kaynaklandığını göstermek olacaktır.

Hükümetin protokollerin TBMM’de onaylanmasını kesin olarak gündeme getirmemesi koşuluyla bunların Meclis’ten geri çekilip çekilmemesi kanımızca diplomatik strateji açısından değerlendirilmesi gereken bir nokta olarak ortaya çıkmaktadır. (Prof. Dr. Hüseyin PAZARCI Balıkesir Bağımsız Milletvekili)

2 Mart 2010

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir