DİL, KÜLTÜR VE KİMLİK ÜZERİNE!..

DİL, KÜLTÜR VE KİMLİK ÜZERİNE!..

“Türkiye’de Kürtçenin Kürtler açısından farklı bir kimlik inşa etmesini caiz kılacak farklı bir anlam dünyası yoktur.”

UNESCO tarafından ilan edilen “21 Şubat Uluslararası Anadil Günü” nedeniyle PKK ve siyasi uzantıları tarafından yapılan açıklamalarda; “Anadilde eğitim taleplerinin ‘bölünme’ ve ‘azınlık’ sorunu olarak nitelendirilmeden kültürel ve siyasal çoğulculuğun gerekleri olarak algılanması, konuya insan hakları ve demokrasi kapsamında yaklaşılması ve ilköğretimden üniversiteye anadilde eğitim olanaklarının geliştirilmesi gerektiği” yönündeki talepler yüksek sesle dile getirildi. Acaba, her dil mutlaka özgün bir kültüre mi tekabül eder?.. Kanaatimce bu soru, Demokratik Açılım tartışmalarında hayati bir yer işgal ediyor. Çünkü Demokratik Açılım’ı inşa eden, savunan ya da yürütenlerin argümanlarının odağını bu ön kabul oluşturuyor. “Açılım”ın istinat ettiği bu ön kabul, başka ve mağdur bir kültürel varlığın mevcudiyeti fikrine dayanıyor. Eğer böyle bir ilişki varsa, yani her dil kendine özgü bir kültüre tekabül ediyorsa ve yine eğer Kürtçe dil biliminin kriterlerine göre bir dilse, bu durumda Türkiye’de Kürtlere dair ayrı bir kültürden de bahsediyoruz demektir. Peki, kültür nedir?.. Kısaca kültürü, yaşama biçimi veya üslubu olarak tanımlayabiliriz. Bir insan topluluğunun hayatını yaşarken ortaya koyduğu, yani görünür kıldığı tüm soyut ve somut şeyler, bize kültüre dair bir anlama çerçevesi sunmaktadır. Yani şarkı, türkü, acı, hüzün ve bunların ifade ediliş biçimleri, halı, kilim motifleri, renkleri, kullanılan aletlerin biçimi, kullanma tarzı, toprağı işleme biçimi, yemekler, mabetler, ibadetler, bayramlar ve bunları kutlama biçimleri vesaire… Görüleceği üzere, kültür olarak tanımlanan her şey, insan topluluğunun hayatla, dünyayla, toprakla ve birbirleriyle kurdukları tüm ilişkileri anlatmaktadır. Ancak tüm bu görünür olanların arkasında insanın ve onun topluluğunun anlam dünyası olduğu unutulmamalı. Yine aynı dili konuşuyor olmak da her zaman o dili konuşanların, aynı kültüre sahip olduğu sonucunu üretmemektedir. Örneğin, kimi İspanyolca ya da Portekizce konuşan Latin Amerika toplulukları aynı zamanda birebir İspanya ya da Portekiz’deki halkın kültürünün devamı olduğunu söyleyebilir. Hadi diyelim ki, bu örnekteki coğrafyalar arasında kültürel temas bakımında çok büyük uzaklıklar var. Ortadoğu ve Kuzey Afrikalı topluluklarda da dil Arapça olmuş, fakat hiç birimiz Mısır’dan Fas’a kadar bu coğrafyalardaki insanların Hicaz Araplarının kültürünün bir devamı olduğunu söyleyemez. Tersine, hepsinin en yakın komşularıyla dahi ciddi farklılıklar gösteren özgün kültürlere sahip olduklarını görüyoruz. Öyleyse, ne her zaman aynı dili konuşuyor olmak ne kültürü aynı yapabiliyor, ne de farklı dil, anlam dünyasında derin bir farklılığa tekabül ediyor. Ayrıca, aynı dili konuşuyor olmak, bu dili konuşanları tek devlet yapmaya da yetmiyor çoğu zaman. Bununla birlikte aydınlanmadan bu yana seküler paradigmalar üzerinde şekillenen dünyamızda farklı diller, bu farklılıklar üzerinden siyasi sonuçlar istihsal etmek isteyen tüm güçler için elverişli bir alet olma hüviyetini muhafaza etmiştir, bu gün de etmeye devam ediyor. Bu konuda Gazeteci Yazar Hüsamettin Arslan, Star Gazetesi’ndeki köşesinde (28 Eylül 2009) ilginç saptamalarda bulunuyor; “Dil etnik değildir, otantiktir. Dil anlam’ı taşır. Kimliğimizi buyuran şey anlam’dır. Anlam dünya görüşümüzde ve değerlerimizde tecessüm eder. Bir an için dilleri anlam kriterlerine göre sınıflandırmayı deneyelim. Klasik sınıflandırmaya göre Kürtçe, Farsça ve Batı dilleriyle aynı kategoride yer aldığı halde, anlam bakımından Arapça ve Türkçeye, Almanca ve İngilizceden daha yakındır. Türkiye’de otantik Türkler ve otantik Kürtler farklı dilleri konuşuyorlar, fakat kullanım konteksleri birbirine çok benzer olduğu için, dilleri aynı anlamı üretir. Farklı kelimeleri ortak anlamlarda kullanırlar, farklı kelimelerle aynı dansı yaparız, ortak anlamların dansıdır bu. Türkçe, ‘Türklerin Dili’ olduğu için değil, politik şartlar bunu kaçınılmaz kıldığı için Türkiye’nin dilidir. Türkçenin Türkiye’nin yönetim ve eğitim dili olması imparatorluktan tevarüs edilmiş bir statüdür. Türkiye’deki otantik halkların Türkçeyi Türkiye’nin resmi dili olarak kabul etmek dışında bir alternatifleri olduğunu sanmıyorum. Çok dilli ülkeler vardır ve bundan daha doğal bir şey olamaz, fakat çok dilli devlet zordur. Hele Türkiye şartlarında imkânsızdır.” Hüsamettin Arslan’ın bu “ortak anlamlar” dediği nedir? Hiç şüphesiz bu coğrafyada bin yıldır üretilen ve görünür alana çıkan ve kültür adını verdiğimiz her şeydir. Yani mabetler, ibadet yapma biçimleri, türküler, halı kilim motifleri, mimari, tarlalar, bahçeler, kıyafetler, mutfak, yemekler, bayramlar, kutsal gün ve geceler, bunları kutlama biçimleridir. Hiç dikkat ettiniz mi bilmem, Kürtçe söylenen türkülerde farklı olan sadece dildir; ezgi aynı ezgidir, yani müziğin, yani ezginin o içimizde titrettiği yer aynı yerdir. Çünkü bu ezgiyi aynı coğrafya, aynı yaşanmışlık, yani aynı iklim üretmektedir. Hiç şüphesiz hepimiz bir dile doğarız. Bu dil bize önce bir anlam dünyası sunar. Bu dili diğer dillerden dışı itibariyle ayıran hiç şüphesiz ilk bakışta o dilin grameri ve sesidir. Ancak bu farkın başka bir kimlik üretmesi için bu fark yetmez. Başka bir kimlik için başka bir anlam dünyasına da ihtiyaç vardır. Öyleyse, aynı anlam dünyasına yaslanan, ancak farklı ses düzenine sahip bir dilin bize tek başına başka bir kimlik tayin etme gücü yoktur. Dolayısıyla kimliğimizi dil değil anlam üretmektedir. Bu noktada dikkat çekmek istediğim husus, Türkiye’de Kürtçe’nin Kürtler açısından farklı bir kimlik inşa etmesi caiz kılacak farklı bir anlam dünyası yoktur. Kürtçenin Türkçe ile olan farkı anlam’a değil gramer ve sese dairdir. Bu durumda Kürtçeyi siyasi bir projenin aracı haline getirerek, buradan küresel emperyalizmin bölgede kendi çıkarları için üretmeye çalıştığı devlet hedefi konusunda, öncelikle Kürt aydın ve siyasetçilerinin bir kere daha düşünmek mecburiyeti vardır. Son Söz… Kürtçe, Türkiye’de farklı bir kültürden, yani farklı bir anlam dünyasından doğmuyor. Bu halde dil üzerinden yürütülen tüm kimlik ve farklılık söylemleri meşruiyetini yitiriyor. İyi niyetlerden hiç şüphe etmesek dahi, dil üzerinden yürütülen ve son tahlilde egemenlik paylaşımı anlamına gelecek olan argüman ya da açılımlar, bu ülkenin hayrına bir gelecek vaat etmiyor. Nail Amudi

DİL, KÜLTÜR VE KİMLİK ÜZERİNE!.. - alman turk

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir