GÜNDELİK DIŞ POLİTİKA

GÜNDELİK DIŞ POLİTİKA
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

Dış politika, uzmanlardan oluşan, nesilleri ve iktidarları aşan kurumsallaşmış bir çerçevede oluşup, siyasi kaygıların üzerinde bir mutabakatla belirlenip uygulanmalıdır. Soğuk Savaş döneminin süper güçleri ile günümüzde dünya politikalarında söz sahibi devletlerin ortak özellikleri bu tür kurumlara sahip olmalarıdır. “Dış politika” veya “stratejik araştırma enstitüsü” benzeri isimler taşıyan uzman kuruluşlar, hükümet politikalarının olgunlaştığı atölyeler olarak çalışır. Azgelişmiş ülkelerde ise, çoğu alanda olduğu gibi dış politikada da kurumlaşma sözkonusu olmayıp, her iktidar, hatta bakan veya yetkili işe sıfırdan başlar, öncelikle eskileri tasfiye eder, kızağa çeker, kendisi yeni kadroyu oluşturup işi öğreninceye kadar ise bu görevdeki ömrünü tamamlar.
Avrupa Parlamentosu’nun 11 Şubat’ta onayladığı Türkiye Raporu, Kıbrıs gerçeğini hiç dikkate almayan, onyıllardır hukuksuzluk ve zulmü esas alan Rum hegemonyasını meşrulaştıran bir belge olarak ortaya çıkmıştır. Bununla beraber, Avrupa’nın bu konudaki bağnazlığı yeni değildir. Bunun yeni bir şey olduğunu zannetmek, tarihten ve bölge gerçeklerinden habersiz olmak demektir. Pek diplomatik olmayan, avami tepkiler tribünlerden alkış veya puan alabilir. Kamuoyundan da destek gelebilir, ancak bu üslupla dış politikada netice alınamaz. Belki gündelik uyutmalar yüzünden uzun vadeli, ayağı yere basan, doğru ve gerekli kamuoyu destekli politika oluşturma refleksi eritilmiş olur.
Yunanistan’ın kuruluş sürecini başlatan 1820’lerdeki Mora isyanı ve katliamı Avrupa’nın önde gelen devletlerinin desteği ile gerçekleşmiştir. Bu olayda Rumların yaptığı soykırımın şiddetini yardıma gelen batılıların hatıralarından öğrendik. Çünkü çoğunluğu Türk olan bölgede Türklerden kimse hayatta bırakılmamıştı. Bundan sonra yaklaşık iki asır Balkanlarda, Ege’de, nihayet Kıbrıs’ta adım adım Türklerle meskûn adalar, topraklar binbir türlü hile, desise ve katliamlarla Rumlara bırakılmıştır. Ancak her adımda, bütün hukuksuzluğa karşın Avrupa daima Yunanistan’ın yanında yer almıştır. Sözleşmeleri, taahhütleri açıkça Yunanistan çiğnemiş, Avrupa devletleri daima “bir fedakârlıkta bulunup hakkınızdan vazgeçin, bu seferlik idare edelim” yollu açık, kapalı, sert, yumuşak, duruma ve şartlara göre tehdit, baskı vaatlerle Türklerden bir şey daha koparıp Rumlara vermiştir. Yunanistan, dış politikasının temeli olan Megali Idea’dan hiçbir zaman vazgeçmemiş, iktidarlar hatta rejimler değiştiği halde bu hedefler kutsal ilke olarak temel kabul edilmiştir. Kıbrıs veya Ege ile ilgili politikalarda bu gerçeği hesaba katmamak, bunun yerine ülke çıkarlarını esas alan önceki politikacıları suçlamak, gündelik beklentilerle tarihin gerçeklerine gözleri kapamak demektir.
İddiaların aksine Osmanlı sürekli toprak kaybetmemiş, gerilememiştir. 1897 savaşında Osmanlı, Yunan ordusunu bitirmiştir. Bununla beraber Avrupa, Girit’i karıştıran Yunanistan’ın yanında yer alıp bize baskı yapmıştır. Balkan Savaşları, I.Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’nda da bu bağlamda birçok gerçek vardır. Kıbrıs Barış Hareketi’nden sonra Yunanistan NATO’dan ayrılmış, daha sonra dönmek isteyince Türkiye’nin eline tarihi veto fırsatı geçmiştir. Türkiye, Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü onaylamadan önce Ege’deki sorunların mevcut sözleşmeler ve hakkaniyete göre çözümünü istemiştir. Ancak 12 Eylül’ün “her şeyi bildiği için uzmanların görüşüne ihtiyacı olmayan paşası” gündelik vaatlere kanıp gündelik politika yaparak, bu fırsatı körü körüne kaçırmıştır.
Kıbrıs Rum kesiminin AB’ye üyelik sürecinde, Türkiye Annan Planı ile uyutulurken, tarihi gerçekleri bilen, bir adım sonrasını görüp haykıranlar susturulmuş, bir cephe daha kaybedilmiştir. Yaygın tabirle bugün temel konularda “Mehmet Ali Talat, Denktaşlaşmıştır”, ancak kaybedilenlerin geri alınması mümkün değildir. Çünkü Rum kesimi, AB’ye üye olmadan önce Türkiye’nin yapabileceği birçok siyasi ve diplomatik çıkış varken, entegrasyon tamamlandıktan sonra yenilen takımın şike iddiası avuntularına benzer bağırıp çağırmanın neticesi olmayacaktır. Kurtlar sofrası vasfını koruyan uluslararası arenada her devlet gibi Yunanistan ve Avrupa’nın da olabildiğince, idealleri doğrultusunda çıkarlarını kollamaları normaldir. Anormal olan yöneticilerimizin tarih destekli gerçekleri zamanında görememesidir.
3-5 Şubat tarihleri arasında Doç.Dr. Ertan Efegil arkadaşımızın Sakarya Üniversitesi’nde organize ettiği Dış Politika Sempozyumu’na katılan değerli akademisyenlerin çok önemli bir tespiti vardı: Ankara’da Genelkurmay’daki bir komutanın arkasında olan dış politika uzman kadrosu başbakanlıkta veya dışişleri bakanlığında yok. Bu durum rejimin, asker kökenlilik vasfının yansımasından çok siyasetin her adımda sıfırdan başlayıp, birikimsizlik, tecrübesizlik tehlikesinin farkına varamamasının sonucudur. Çünkü askeri kurumların dış politikaya ilgisi, bu alanda kurumsallaşmış uzman kadroları istihdam etmeleri, başta ABD olmak üzere, hemen her katılımcı, batı demokrasilerinde de görülen bir olaydır. Ancak bu ülkelerde aynı zamanda siyasi iktidarın değişmesiyle değişmeyen, konu ve bölge uzmanı kuruluş ve kadrolar fazlasıyla hükümet ve yönetimin hizmetinde de vardır. Siyasi iktidar bunları aksesuar olarak görmez, kararların olgunlaşmasında gerçek katkı olarak bunlardan istifade eder.
Tarımda, hayvancılıkta, sanayileşmede de siyaset üstü stratejilere ihtiyaç vardır. Ancak dış politikada gerek hedefler belirlenirken gerekse beklenmeyen bir gelişme karşısında ilgili kurum ve kuruluşlar uzmanlarının katkısı ile iktidar ve muhalefet asgari ortak tutumu belirlemeli, kamuoyu da bu yönde oluşturulmalıdır. Gelecek seçimlerdeki oy hesabı üzerine kurulan fakat diplomatik gelecek hesaba katılmayan söylemlerle yığınların desteği alınabilir. Fakat yönetilecek ülkenin alttan alta kayıp gittiği fark edildiğinde iş işten geçmiş olur.

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 16.02.2010

<p>GÜNDELİK DIŞ POLİTİKA
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya</p>
<p>Dış politika, uzmanlardan oluşan, nesilleri ve iktidarları aşan kurumsallaşmış bir çerçevede oluşup, siyasi kaygıların üzerinde bir mutabakatla belirlenip uygulanmalıdır. Soğuk Savaş döneminin süper güçleri ile günümüzde dünya politikalarında söz sahibi devletlerin ortak özellikleri bu tür kurumlara sahip olmalarıdır. “Dış politika” veya “stratejik araştırma enstitüsü” benzeri isimler taşıyan uzman kuruluşlar, hükümet politikalarının olgunlaştığı atölyeler olarak çalışır. Azgelişmiş ülkelerde ise, çoğu alanda olduğu gibi dış politikada da kurumlaşma sözkonusu olmayıp, her iktidar, hatta bakan veya yetkili işe sıfırdan başlar, öncelikle eskileri tasfiye eder, kızağa çeker, kendisi yeni kadroyu oluşturup işi öğreninceye kadar ise bu görevdeki ömrünü tamamlar.
Avrupa Parlamentosu’nun 11 Şubat’ta onayladığı Türkiye Raporu, Kıbrıs gerçeğini hiç dikkate almayan, onyıllardır hukuksuzluk ve zulmü esas alan Rum hegemonyasını meşrulaştıran bir belge olarak ortaya çıkmıştır. Bununla beraber, Avrupa’nın bu konudaki bağnazlığı yeni değildir. Bunun yeni bir şey olduğunu zannetmek, tarihten ve bölge gerçeklerinden habersiz olmak demektir. Pek diplomatik olmayan, avami tepkiler tribünlerden alkış veya puan alabilir. Kamuoyundan da destek gelebilir, ancak bu üslupla dış politikada netice alınamaz. Belki gündelik uyutmalar yüzünden uzun vadeli, ayağı yere basan, doğru ve gerekli kamuoyu destekli politika oluşturma refleksi eritilmiş olur.
Yunanistan’ın kuruluş sürecini başlatan 1820’lerdeki Mora isyanı ve katliamı Avrupa’nın önde gelen devletlerinin desteği ile gerçekleşmiştir. Bu olayda Rumların yaptığı soykırımın şiddetini yardıma gelen batılıların hatıralarından öğrendik. Çünkü çoğunluğu Türk olan bölgede Türklerden kimse hayatta bırakılmamıştı. Bundan sonra yaklaşık iki asır Balkanlarda, Ege’de, nihayet Kıbrıs’ta adım adım Türklerle meskûn adalar, topraklar binbir türlü hile, desise ve katliamlarla Rumlara bırakılmıştır. Ancak her adımda, bütün hukuksuzluğa karşın Avrupa daima Yunanistan’ın yanında yer almıştır. Sözleşmeleri, taahhütleri açıkça Yunanistan çiğnemiş, Avrupa devletleri daima “bir fedakârlıkta bulunup hakkınızdan vazgeçin, bu seferlik idare edelim” yollu açık, kapalı, sert, yumuşak, duruma ve şartlara göre tehdit, baskı vaatlerle Türklerden bir şey daha koparıp Rumlara vermiştir. Yunanistan, dış politikasının temeli olan Megali Idea’dan hiçbir zaman vazgeçmemiş, iktidarlar hatta rejimler değiştiği halde bu hedefler kutsal ilke olarak temel kabul edilmiştir. Kıbrıs veya Ege ile ilgili politikalarda bu gerçeği hesaba katmamak, bunun yerine ülke çıkarlarını esas alan önceki politikacıları suçlamak, gündelik beklentilerle tarihin gerçeklerine gözleri kapamak demektir.
İddiaların aksine Osmanlı sürekli toprak kaybetmemiş, gerilememiştir. 1897 savaşında Osmanlı, Yunan ordusunu bitirmiştir. Bununla beraber Avrupa, Girit’i karıştıran Yunanistan’ın yanında yer alıp bize baskı yapmıştır. Balkan Savaşları, I.Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’nda da bu bağlamda birçok gerçek vardır. Kıbrıs Barış Hareketi’nden sonra Yunanistan NATO’dan ayrılmış, daha sonra dönmek isteyince Türkiye’nin eline tarihi veto fırsatı geçmiştir. Türkiye, Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü onaylamadan önce Ege’deki sorunların mevcut sözleşmeler ve hakkaniyete göre çözümünü istemiştir. Ancak 12 Eylül’ün “her şeyi bildiği için uzmanların görüşüne ihtiyacı olmayan paşası” gündelik vaatlere kanıp gündelik politika yaparak, bu fırsatı körü körüne kaçırmıştır.
Kıbrıs Rum kesiminin AB’ye üyelik sürecinde, Türkiye Annan Planı ile uyutulurken, tarihi gerçekleri bilen, bir adım sonrasını görüp haykıranlar susturulmuş, bir cephe daha kaybedilmiştir. Yaygın tabirle bugün temel konularda “Mehmet Ali Talat, Denktaşlaşmıştır”, ancak kaybedilenlerin geri alınması mümkün değildir. Çünkü Rum kesimi, AB’ye üye olmadan önce Türkiye’nin yapabileceği birçok siyasi ve diplomatik çıkış varken, entegrasyon tamamlandıktan sonra yenilen takımın şike iddiası avuntularına benzer bağırıp çağırmanın neticesi olmayacaktır. Kurtlar sofrası vasfını koruyan uluslararası arenada her devlet gibi Yunanistan ve Avrupa’nın da olabildiğince, idealleri doğrultusunda çıkarlarını kollamaları normaldir. Anormal olan yöneticilerimizin tarih destekli gerçekleri zamanında görememesidir.
3-5 Şubat tarihleri arasında Doç.Dr. Ertan Efegil arkadaşımızın Sakarya Üniversitesi’nde organize ettiği Dış Politika Sempozyumu’na katılan değerli akademisyenlerin çok önemli bir tespiti vardı: Ankara’da Genelkurmay’daki bir komutanın arkasında olan dış politika uzman kadrosu başbakanlıkta veya dışişleri bakanlığında yok. Bu durum rejimin, asker kökenlilik vasfının yansımasından çok siyasetin her adımda sıfırdan başlayıp, birikimsizlik, tecrübesizlik tehlikesinin farkına varamamasının sonucudur. Çünkü askeri kurumların dış politikaya ilgisi, bu alanda kurumsallaşmış uzman kadroları istihdam etmeleri, başta ABD olmak üzere, hemen her katılımcı, batı demokrasilerinde de görülen bir olaydır. Ancak bu ülkelerde aynı zamanda siyasi iktidarın değişmesiyle değişmeyen, konu ve bölge uzmanı kuruluş ve kadrolar fazlasıyla hükümet ve yönetimin hizmetinde de vardır. Siyasi iktidar bunları aksesuar olarak görmez, kararların olgunlaşmasında gerçek katkı olarak bunlardan istifade eder.
Tarımda, hayvancılıkta, sanayileşmede de siyaset üstü stratejilere ihtiyaç vardır. Ancak dış politikada gerek hedefler belirlenirken gerekse beklenmeyen bir gelişme karşısında ilgili kurum ve kuruluşlar uzmanlarının katkısı ile iktidar ve muhalefet asgari ortak tutumu belirlemeli, kamuoyu da bu yönde oluşturulmalıdır. Gelecek seçimlerdeki oy hesabı üzerine kurulan fakat diplomatik gelecek hesaba katılmayan söylemlerle yığınların desteği alınabilir. Fakat yönetilecek ülkenin alttan alta kayıp gittiği fark edildiğinde iş işten geçmiş olur.</p>
<p>Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 16.02.2010</p> - alaeddin yalcinkaya

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir