Türkiye’ye yönelik “soykırımı tanıyın” baskısı “protokolleri onaylayın” baskısına dönüşmüştür.
Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Aralık 2009’da Türkiye’ye “tarihi fırsatı kaçırmama” çağrısında bulunmuştur. (11 Aralık 2009, Milliyet, Cenk Başlamış’ın haberi.)
Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle de Ocak 2010’da protokollerin bir an önce onaylanıp uygulanmasını istemiştir. (8 Ocak 2010, Hürriyet, Uğur Ergan’ın haberi.)
Şubat 2010’a gelindiğinde ise ABD Temsilciler Meclisi’ndeki Ermeni yasa tasarısının 4 Mart’ta oylamaya sunulacağı ilân edilmiştir. Tasarı Dışilişkiler Komitesi’nde daha önce de 2000, 2005 ve 2007 yıllarında oylanarak kabul edilmiş ancak Genel Kurul’da oylanmamıştı. Bu defa Türkiye üzerindeki baskı arttırılmış, ABD Büyükelçisi Jeffry TBMM’de Dışişleri Komisyonu üyeleri ile görüşmüş, Ermeni yasa tasarısının kabul edilme ihtimalinin % 50 olduğunu anlatmış ve ABD talebini iletmiştir: “Tek çıkış yolu Ermenistan’la uzlaşılan protokollerin onaylanmasıdır.” (17 Şubat 2010, Milliyet, Önder Yılmaz’ın haberi.) ABD Büyükelçisine, Irak’ta 2003 yılından bu yana uluslararası suç işleyen Amerikan askerlerinin neden uluslararası bir komisyonda/mahkemede yargılanmadığı, Türk mahkemelerinin ve Türk kanunlarının yetkili olduğu 1915 nakilleri için neden uluslararası komisyon/mahkeme istediği sorulmuş mudur bilinmez. Ancak burada dikkât edilmesi gereken bir husus, Amerika’nın çoğu eyaletinde soykırım yasalarının zaten kabul edilmiş olmasıdır.
Zürih Protokollerini Karabağ sorununu çözmek için oluşturulan Minsk Grubu da desteklemektedir. ABD, Fransa ve Rusya’nın eş başkanlık yaptığı Minsk Grubu, Azerbaycan topraklarını 1921 Kars Antlaşması’na aykırı olarak işgal eden Ermenistan’ın, herhangi bir uluslararası komisyon/mahkeme önünde hesap vermesini talep etmemiştir. Ancak aynı Minsk Grubu, Türkiye’yi 1921 Kars Antlaşması’na aykırı olarak uluslararası komisyon/mahkeme önünde hesap vermeye zorlayan protokolleri ayakta alkışlamıştır.
Zürih Protokolleri, Türkiye için tarihi bir hata, Ermenistan ve Ermenistan’ın arkasındaki devletler için tarihi bir fırsattır. Nitekim Ermenistan Anayasa Mahkemesi de protokolleri derhal onaylamıştır. Ne ilginçtir ki bu karar üzerine “Ermenistan protokolleri değiştirmeye çalışıyor, değiştirmeyeceğine söz verirse protokoller onaylanır, ilişkiler normalleşir” algısı yaratılmaya çalışılmaktadır. Oysa sözkonusu karar, protokoller hakkındaki gerçekleri net bir şekilde ortaya çıkarmaktadır.
Bilindiği üzere Ermeni meselesi, ulu önder Atatürk zamanında 1921 Kars Antlaşması’yla çözümlenmiştir. Kars Antlaşması, Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında imzalanmış, bu ülkeler tarafından tasdik edilerek yürürlüğe girmiştir. Bu Antlaşma’yla, Kafkasya’daki sınırlar kesin olarak tespit edilmiş, karşılıklı genel af ilân edilmiş, Ermenistan haksız taleplerinden vazgeçmiştir. Ermenistan Kars Antlaşması’yla bağlıdır ve tartışmaya açma hakkına sahip değildir. Ancak Ermenistan, 1960’lı yıllardan itibaren Kars Antlaşması’na aykırı hareket etmekte, geçmişe yönelik yeni iddialar ve yeni talepler ileri sürmektedir. Ermenistan, SSCB’nin dağılmasından sonra 1921 Kars Antlaşması’nın geçersiz olduğunu ileri sürmüş, Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi’ni “Batı Ermenistan” olarak kabul etmiştir. 1995 Ermenistan Anayasası da bu haksız iddialara uygun olarak hazırlanmıştır.
Ermenistan Kars Antlaşması’nı kabul etttiğini açıkça beyan etmemiş, Anayasası’ndaki aykırı hükümleri değiştirmemiş, Ermenistan Anayasa Mahkemesi de Kars Antlaşması’nı asla onaylamamıştır. İşte 1921 Kars Antlaşması’nı asla onaylamayan Ermenistan Anayasa Mahkemesi, 2009 Zürih Protokolleri’ni derhal onaylamış ve “protokollerin Ermenistan Anayasası’na uygun olduğuna” karar vermiştir.
Oysa protokoller Türk kamuoyuna, “sınırlar tanınacak, kapılar açılacak, Ermenistan, anayasasını değiştirmek zorunda” manşetleriyle duyurulmuştur. Gerçekten de “Ermenistan, anayasasını değiştirmek zorunda” alt manşeti altında şu ifadeler yer almıştır:
“(..)Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi ve Anayasası’nda Türkiye’nin toprak bütünlüğünü sorgulayan ifadeler yer alıyor.
“Ermenistan Anayasası’nın 13. maddesinin 2. paragrafında, Türkiye’de bulunan Ağrı Dağı’ndan ‘Ermenistan’ın devlet simgesi’ olarak, Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. maddesinde de Doğu Anadolu’dan ‘Batı Ermenistan’ olarak bahsediyor.
“Bu nedenle her iki ülkenin de protokolü kendi meclislerinde oylama süreçlerine geçildiğinde Ermenistan’ın bu ifadeleri değiştirmesi ve gerekli düzenlemeleri yapması gerekiyor.” (2 Eylül 2009, Milliyet, İpek Yezdani’nin haberi.)
İmzalanan protokollerin Ermenistan Anayasası’nı değiştirmesi bir tarafa, Türkiye toprakları üzerinde hak iddia eden Ermenistan Anayasası’na uygun olduğu inkâr edilemez bir biçimde ortaya çıkmıştır. Ermenistan’ın Kars Antlaşması’nı açıkça kabul etmesi ve Anayasasını değiştirmesi gerekirken, Türkiye’nin Ermenistan Anayasası’na uygun bir antlaşmayı kabul etmesi vahim bir tarihi hatadır. Hasan Pulur, “Karabağ şurada dursun, Ermenistan Anayasası ne olacak?” demekte haklıdır. (25 Ocak 2010, Milliyet)
Zürih Protokolleri, “ilişkilerin normalleşmesi” sözleriyle tanıtılmaktadır. Ancak kimsenin itiraz etmeyeceği genel kavramlar, uluslararası bir antlaşmayı anlatmak için yeterli kabul edilemez. Protokoller hiç okunmamış olsa bile Ermenistan Anayasası’nın hükümleri bellidir. Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokolleri onayladığı bellidir. Uluslararası komisyonun Türkiye aleyhine karar vereceği bellidir. Buna rağmen Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokollerin asli hükümlerini ihlâl ettiği iddia edilmektedir. Oysa Ermenistan Anayasa Mahkemesi, protokollerin asli hükümlerini net bir şekilde ortaya çıkarmaktadır:
– Ermenistan Anayasası Türk-Ermeni sınırını ve 1921 Kars Antlaşması’nı geçersiz saymaktadır.
– Türkiye, protokolleri imzalarken Ermenistan Anayasası’nın Kars Antlaşması’nı geçersiz saydığını bilmektedir/ protokollerin Ermenistan Anayasası’na uygun olması halinde onaylanabileceğini-geçerlilik kazanabileceğini bilmektedir.
– Protokoller Ermenistan Anayasası’na uygundur/ Kars Antlaşması’na aykırıdır.
– Türkiye protokollerde Kars Antlaşması’ndan doğan haklarını saklı tutmamıştır/ Kars Antlaşması’yla çözümlenen her konu “uluslararası uyuşmazlık” haline getirilebilecektir.
– Ermenistan, geçmişten günümüze uzanan her türlü talebini protokollerle ilişkilendirebilecek, protokollerin yorumlanması ve uygulanmasıyla ilgili her anlaşmazlığı uluslararası mahkemeye/ Lahey Adalet Divanı’na intikal ettirebilecektir.
– Lahey Adalet Divanı’nda görülecek davalara menfaati olan diğer ülkeler de katılabilecektir. (Örnek: Pontus iddiaları/ Yunanistan)
– Türkiye uluslararası mahkemenin vereceği bütün kararlara uyacaktır.
Muhtemelen her konuda Ermenistan, “Türkiye bizimle protokolleri imzalarken Ermenistan Anayasası’nı gayet iyi biliyordu.” diyecektir. Temel ölçü Ermenistan Anayasası olacaktır. Oysa Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki temel ölçü, 1921 Kars Antlaşması’dır. 1921 Kars Antlaşması’na ve özellikle karşılıklı genel affı öngören 15. maddesine göre ise Türkiye’nin Ermeni iddiaları nedeniyle yargılanması mümkün değildir. Protokoller, Türkiye’nin Kars Antlaşması’ndan doğan haklarını yok saymaktadır.
Öte yandan “normalleşme süreci kesilirse Türkiye uluslararası alanda sıkıntılarla karşılaşır” görüşü savunulmaktadır. Protokoller geçerlilik kazanırsa ve uluslararası komisyonlar Türkiye’nin aleyhine karar verirse Türkiye hangi sıkıntılarla karşılaşacaktır? Cevaplanması gereken temel soru budur.
Zürih Protokolleri’ne göre Türkiye, milli onurunu zedeleyen soykırım/insanlığa karşı suçlar/savaş suçları iddialarının “uluslararası uyuşmazlık” sıfatıyla ele alınmasına rıza göstermektedir. Üstelik BM ve AGİT gibi uluslararası örgütlere konuya müdahale hakkı tanımaktadır. Protokollere göre kurulacak uluslararası komisyonda Türkiye ve Ermenistan’ın yanısıra “soykırım yoktur” diyen kişiyi cezalandıran İsviçre de bulunacaktır. Kurulacak komisyonların Türkiye aleyhine karar vermesi halinde Ermenistan’a mülklerin iadesi ve tazminat yolunun açılacağını tahmin etmek için hukukçu olmaya gerek yoktur.
Bugün Ermenistan’ın tarih komisyonu teklifinden kaçtığı yanılgısının yerine, Ermenistan’ın/ diasporanın soykırım tartışmasından kaçtığı yanılgısı yerleştirilmektedir. Oysa Ermenistan/ diaspora ne tarih komisyonundan ne de protokollerden kaçmaktadır. Bilindiği üzere gökten tazminat yağmaz, uluslararası bir komisyon veya mahkeme kararı olmadan hiçbir devlete tazminat ödenmez, toprak verilmez. İşgal altındaki ülkelerde bile toprak ve tazminat için uygun bir hukuki zemin oluşturulur. Sevr Projesi bunun en tipik örneğidir. 1960’lı yıllardan beri tazminat ve toprak talepleri için hazırlık yapanların bu basit hukuki gerçeği bilmemesi mümkün müdür? İddiaların aksine, aynı hedef için farklı sözler kullanan Ermenistan’daki muhalefet de, diaspora da protokollerden çok umutludur. Ermenistan’daki Taşnak Partisi’nden yapılan açıklamada, partinin “barışmayı desteklediği” ancak “barışmanın Ermeni halkının zamanaşımı tanımayan haklarının iade edilmesinden sonra mümkün olabileceği” söylenmiştir. (2 Eylül 2009, Hürriyet, Nerdun Hacıoğlu’nun haberi.) Lübnan’daki Ermeni Patriği, “Ermeni milletinin tazminat konusunu gündeme getirme zamanı geldi” demiştir. (2 Kasım 2009, Hürriyet, Reha Erus’un haberi.) Amerika’daki (ANCA) Başkanı ise “Türkiye’nin Ermeni iddialarına karşı çıkmasına imkân vermeyeceklerini” söylemiştir. (12 Ekim 2009, Hürriyet, Nerdun Hacıoğlu’nun haberi.) Yine, Lübnan’daki Türk Büyükelçiliği önünde binlerce kişi gösteri yapmış ve “Adaletin günü yakında gelecek” “Ararat Ermenistan’a aittir” yazılı pankartlar taşınmıştır. (12 Ekim 2009, Hürriyet) Nitekim protokollerin “Ararat” adını devlet simgesi yapan Ermenistan Anayasası’na uygun olduğuna karar verilmiştir.
Zürih Protokolleri, Ermenistan Anayasası’na uygundur ama Türkiye’nin yargı egemenliğine, 1921 Kars Antlaşması’na ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na aykırıdır. Ancak Anayasa’nın 90. maddesine göre, TBMM’de onaylanarak yürürlüğe konulan uluslararası antlaşmaların Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülememektedir. Uluslararası antlaşmaların Anayasa’ya uygun olup olmadığı Ermenistan’da bile denetlenmekte ancak Türkiye’de denetlenememektedir.
O halde Türkiye ne yapabilir?
1) Öncelikle Zürih Protokolleri’nin TBMM tarafından onaylanmasına ilişkin kanun teklifi derhal geri çekilmelidir. Ancak kanun teklifinin geri çekilmesi çözüm değildir, belli bir süre sonra antlaşma yeniden gündeme getirilebilecek, Anayasa’ya aykırılık itirazı ileri sürülemeden bir kanunla onaylanıp yürürlüğe girebilecektir. Oysa uluslararası antlaşmaların Anayasa’ya uygun olup olmadıkları denetlenebilmelidir. Dolayısıyla Anayasa değişikliği öncelikle bu konuda yapılmalıdır. Devletimizin asli görevi, Türk milletinin egemenliğini ve bağımsızlığını korumaktır.
2) Türkiye, Karabağ görüşmeleri ile protokoller arasında paralellik kurmamalı, “Karabağ görüşmelerinde ilerleme olursa protokoller onaylanabilir” şeklinde bir algı yaratmamalı, hiçbir şart altında protokolleri kabul etmemelidir. Azerbaycan da “protokolleri Karabağ sorunu çözüldükten sonra onaylayın” söyleminden kaçınmalı, Türkiye’nin soykırım sanığı sandalyesine oturmasını hiçbir şekilde desteklememelidir.
3) Zürih Protokolleri “ilişkilerin normalleşmesini öngören protokoller” olarak tanıtılmaktadır. Oysa protokoller 1921 Kars Antlaşması’nı etkisiz hale getirmektedir. Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında imzalanan Kars Antlaşması, Ermeni iddialarının uluslararası uyuşmazlık haline getirilemeyeceğini hukuken kesinleştiren, büyük devletlerin Kafkasya’ya müdahalelerini önleyen, sınır güvenliğini sağlayan ve ulu önder Atatürk’ten günümüze kalan son bölgesel antlaşmadır. Karabağ bugüne kadar kâğıt üzerinde Ermenistan’a verilemediyse bunun hukuki sebebi de Kars Antlaşması’dır. Türkiye’nin Ermenistan ile bundan sonra imzalayacağı her türlü anlaşmaya ve o anlaşmayı onaylayan kanuna, “1921 Kars Antlaşması’na aykırı olarak yorumlanamaz ve uygulanamaz” şeklinde bir madde mutlaka konulmalıdır.
4) Erivan’dan Türkiye’ye iletilen mesajlar şöyle özetlenmiştir: “Karabağ’a karışmayın… Protokollere sadık kalın ve metinleri onaylayın.” (27 Aralık 2009, Cumhuriyet, Özgür Ulusoy’un haberi.)
Ermenistan, protokollerin “Türkiye’nin kaçırmaması gereken bir şans” olmadığını, aksine “Ermenistan’ın kaçırmaması gereken bir fırsat” olduğunu bilmektedir. Ermenistan dürüst davranmalı, Kars Antlaşması’na aykırı davranmaktan ve Türkiye’yi yönlendirmeye çalışmaktan vazgeçmelidir. Türkiye ise Ermenistan’a, “Karabağ’ı boşaltın, 1921 Kars Antlaşması’na sadık kalın, Anayasanızı değiştirin ve Türk milletinden özür dileyin.” mesajını iletmelidir.
5) Ermenistan Başbakanı Tigran Sarkisyan, “Protokollerin imzalanmasından sonra.. Türk tarafından, arşivlerde bulunan tapu kütüklerini açmasını talep edeceğiz. Miras hakkına sahip Ermenilerin davasının arkasında durulacak.” demiştir. (9 Ekim 2009, Hürriyet) Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ise protokollerin imzalanmasından hemen sonra, “Türk-Ermeni sınırı sorununun uluslararası hukuk temelinde çözüleceğini” bildirmiş ve “Zaten protokollerde farklı bir şey önerilmiyor” demiştir. (12 Ekim 2009, Milliyet)
Ermenistan Başbakanı ve Cumhurbaşkanı’nın sözleri ne anlama gelmektedir? Herhangi bir uluslararası komisyonun veya mahkemenin Türkiye’yi Ermeni iddiaları nedeniyle yargılamaya hakkı var mıdır? Kurulacak uluslararası komisyonun Türkiye aleyhine karar vermesi halinde bu karar Türkiye’ye hangi yükümlülükleri getirecektir? Türk halkına bu soruların cevapları açıklanmalıdır.
6) Yabancı ülke parlamentolarının Türkiye aleyhinde soykırım yasası kabul etmesi karşısında, TBMM de o ülke aleyhinde kınama yasası kabul etmelidir.
Türkiye aleyhinde soykırım yasası kabul eden yabancı ülke parlamentosunun, Türklere ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne iftira niteliğinde bir karar aldığına, bu kararla Türklerin kişilik haklarına ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milli onuruna manevi zarar verildiğine, bu kararın başta devletlerin milli onuruna saygı gösterme yükümlülüğü olmak üzere milletlerarası antlaşmalara/hukuka aykırı ve Türkiye için yok hükmünde geçersiz olduğuna, Türk milletinin egemenliğine ve bağımsızlığına yönelik hiçbir baskının kabul edilmeyeceğine ve Türkiye’nin haklarının sonuna kadar korunacağına dair TBMM kararı alınmalıdır.
Hiçbir devletin, Türk milletinin onuruna ve toplumsal barışına zarar verme hakkı yoktur. Türkiye, devletlerarası işbirliği ilişkilerinden vazgeçmeden uluslararası hukuktan doğan haklarını sabırla anlatmalı ve korumalıdır. Türk milleti kayıtsız şartsız kendisine ait olan egemenliğine sahip çıktıkça Ermenistan da Kars Antlaşması’na sadık kalmanın en doğru yol olduğunu kabul edecektir.
23 Şubat 2010
Gülseren S. Aytaş
Avukat
Bir yanıt yazın