From: Bedros Kayaoglu [mailto:bedroskayaoglu@yahoo.com]
Patriğimizi ölmeden gömelim, yeni patrik üretelim, onu da atıp inancımızı yıkalım vs..vs.vs….
Ülkenin içinde olmakla, onu dışından izlemek ve içselleştirip yaşamaya çalışmak çok farklı şeylerdir… Bunu, hem Avrupa’da hem de Amerika’da yaşadığım yıllara dayanarak söylüyorum.
İstanbul’u anlatmamın ise sizlere tekrardan başka anlam ifade edeceğini sanmıyorum. Ama eş Patrik karmaşası, başıboş belirsizlik; yozluk ve kindarlıkla bütünleştiğinde ve yeniden dışarıdan devşirmeleri gündeme çıkardığında elbette sinirleniyorum.
İtirazım, sireli Patriğimiz Mesrop hazretlerinin ölmeden mezara gömülmesiyle ilgilidir. Yaşananlar, ruhanilikle alakası olmayan ve giderek politikleşen söylemlerden öteye gitmiyor. Hepsi kapalı kapılar ardında, fiskoslardan ibaret sinsilik, çekememezlikle bütünleşince çok rahatsız edici oluyor. H.List’ten bazı objektif arkadaşlar, bir takım “maşaların” yine cemaat içinde dolaşmaya başladığını söylüyorlar ve endişelerini aktarıyorlar. İbretle, kaygıyla ve üzüntüyle okuyor bazılarına yanıt vermeye çalışıyorum, suçlanmak ve dışlanmak umurumda değil… Ben dinimi çoktan özümsemişim ve Patrik taciri de değilim, Avrupa’dan Amerika’dan gelecek patriklerin de şu günlerde piyasada, kaça gittiğini de bilmem ne de onlara kaç para ödendiğini… Bizler, kilisemizin satılık olmadığına olan inançla büyütüldük, kim seçilirse seçilsin önce insan olsun, başımızda olsun dedik! Ama hatırlanmalı ki, ne zaman dışarıdan maç yönetecek hakeme ihtiyaç duyduk, işte biz o zaman yenildik…
“Biz sizi kurtlar arasına kuzu olarak gönderdik” misali, K. Bekçiyan’dan bahsedilmekte aday olarak. Bekçibaşı, kollarını sıvamış, ellerini giderek soğuyan İstanbul havasına hazırlar şekilde sıvazlamaya da çoktan başlamış… Sağa sola emirler yağdırıp talimatlar da veriyormuş… Yakın zamanda İstanbul Haylarıyla tanışacakmış. Umarım ben olmam orada ve göremem o rezaletin perde arkasındaki sahte heyecanı… Şimdiye kadar neredeydin? diye sormazlar mı adama, ya da geçen zamanda kimdin de ne kimler sayesinde ne oldun diye?
…Alman Bekçi kurdu, İstanbul rakellerinin peşinde anlaşılan. Gümüş ipliklerden özenle örüp, 550 yıllık kilise duvarına yansıtılan kadim ruhlarıyla korunan tınıların peşini de bırakacak gibi görünmüyor. Hele, “ithal” avantajların kendilerne sağlayacağı avantaj peşinde olanların şeytanlığı ister istemez korku salıyor…
Bu cemaat, bana göre devşirme fikirlerden de, aymaz, ağzı bozuk kabadayılardan da yine çok çekecek gibi… Neden, çünkü daha şimdiden patrik belirsizliği kutuplaşmaları başlatmış. Cemaat, anında bire, üçe, beşe bölünmüş, feryat figan…
Ama diyorum yine de, “ne güzel memlekette bir şey değişmemiş”, ki hala ithal kurtlardan medet uman kuzular olarak kalmışız, sosyalizmin öldürdüğü komünal tanrının aykırı kadim kilisesinde…
Eh be Allahın adamları, Ah Bebiryan postunda ve humanizmden yoksun “taraf”girler sayesinde hala akıllanmamışız ki, bilerek ve isteyerek birer-birer kendi değerlerimizi ölmeden toprağa gömecek kadar da geriye gitmişiz. Yazık, çok yazık… Daha bugünden toprağını bol ettiniz ya Mesrop’umuzun bravo size!
Ahbercanlar, madem hiç birini yapmıyorsunuz bari Vekilin sözüne kulak verin, ne demiş diye bir zahmet bakın…Hiç değilse Akos’tan bir süre bulanık gözlerinizi kaldırıp bir kez Jamanak’ı tarayın: “Ben Atoragits seçeneğine karşıyım, patriklik tüzüğümüzde ‘eş patrik’ sistemi yoktur. Acele ile aranacak seçenekler hatalara sebebiyet verir. Gerekli bekleme tahammülü gösterilmelidir, aksayan bir şey yoktur…”
Bu durumda, “Şeytanın Avukatları” üzerine Maştotz ne kadar lanet yağdırsa öte dünyadan haklı değil midir şimdi…
Saygımla.
Պեդրոս