MHP’li Osman Durmuş ve Selamün Aleyküm Kör Kadı!

Zamanın birisinde Doğrucu Davutluğu ile ünlü bir adam yaşamış. Adam bildiğini ve gördüğünü lap diye söyler, hiç sözünü esirgemezmiş. Eğilme, bükülme ve kıvırma nedir bilmezmiş. Adamın yaşadığı şehirde bir gün tarafı, şahidi ve konuşanı bol bir olay olmuş ve olayın tarafları kadıya gitmişler. Her kafadan bir ses çıkınca kadı efendi bizim Doğrucu Davudun şahitliğine ihtiyaç duymuş. Nasıl olsa o gerçekleri olduğu gibi ve bütün çıplaklığı ile anlatıyor ya…
Bizimki Kadı Efendi’nin makamına girince karşıda bütün heybetiyle oturmakta olan Kadı’nın gözlerinden birisinin biraz şaşı olduğu fark etmiş. Ve arkasından “Selamün aleyküm kör kadı. Beni çağırtmışsınız buyurun” demiş. Demesiyle de kadı efendinin “Atın şu münasebetsizi kodese” şeklindeki emriyle de hapsi boylamış. Oradaki mahkumlar hapse girmesinin sebebini sorduklarında onlara şu cevabı vermiş: “Selamün aleyküm kör kadı dedim o da beni hapse attı. Halbuki ben doğruyu söylemiştim.”
***
Aynı zamanda bir İlahiyatçı olan Araştırmacı Yazar İhsan Özkes’in 5 Şubat 2010 günü yazmış olduğu “Peygamber Tartışmaları ve Sayın Başbakan” başlıklı yazısını okuyunca yukarıdaki fıkra aklıma geldi(1). İhsan Özkes’in yazısında anlattıklarına katılmamak mümkün değildir. Öyle ya; hakkınızda yapılan yağcılık ve dalkavukluklara yapıldığı anda veya sizin, hakkınızda yapılan dalkavuklukları duyduğunuz anda tepki göstermediğiniz takdirde bu sizin samimiyetsizliğinize işaret eder.

Sayın Osman Durmuş’un bir kere daha dile getirmesi üzerine TBMM’de çıngar çıkmasına sebep olan ve Sayın Başbakan’a yapılan Peygamber benzetmesi, yanılmıyorsam Kasım 2008 yılında o tarihte AKP Aydın İl Başkanı olan İsmail Hakkı Eser tarafından yapılmış. Konu 2009 yılı Mart ayında medyaya yansıyarak kamuoyuna mal olmuş (muhtemelen Başbakan, bu hususu kamuoyundan çok daha önceki bir tarihte öğrenmiş olmalı). Sayın Başbakan “Bu tür benzetmelerde bulunan birisi benim partimde barınamaz” anlamındaki sözünü 2 Şubat 2010 tarihinde dile getirmiş. Ertesi gün de Aydın’da İl Genel Meclisi Üyeliği yapan İsmail Hakkı Eser’i apar topar Ankara’ya çağırtarak partisinden kovmuştur.

Dikkat edin AKP’den kovulan kişi, 2008 yılında liderine “Peygamber” diyerek dalkavukluk yapan ve bütün bu dalkavukluklarının kamuoyuna yansımasına rağmen 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde mükâfatlandırılan ve AKP’den birinci sırada İl Genel Meclisi Adayı gösterilip seçtirilen bir kişidir. Yani Sayın Başbakan, bu adamın hakkında yapmış olduğu dalkavukluğu yakıştırmayı bile bile kendisini partisinde tutmaya ve hatta ödüllendirmeye devam etmiştir!

Bana göre Sayın Osman Durmuş haklı olmasına haklı da, üslubu tıpkı benim gibi biraz arızalı olduğundan, TBMM’de çıngar çıkmasına sebep olmuştur. Osman Durmuş’un konuyu ifade tarzı, tıpkı yazımızın başında anlatmış olduğumuz fıkradaki “Selamün aleyküm kör kadı” diyen adamın üslubuna benziyor! Tıpkı benim gibi o da doğruları söylerken camızın göle def’i hâcet yaptığı gibi söylüyor; lap lap lap…

Oysa karşısındaki zat bir hitabet sanatçısı! Sanki Romalı ünlü hatip Çiçeron’un çağdaş versiyonu! Öyle ki; bu hatip, öfkeyi bile hitabet sanatı olarak kullanıyor. TBMM kürsüsünde MHP’lilere demediğini bırakmadı. Onları ahlaksızlıkla, densizlikle ve hatta iz’ansızlıkla suçladı(2). Sonra partili arkadaşlarının MHP sıralarını basıp onlardan bazılarını darp etmelerine izin verdi. Üstelik gitti bir de tazminat davası açtı(3).

Oysa durum tam tersi olmalıydı. Yani Başbakan, Devlet Bahçeli ve MHP hakkında değil, MHP’liler Sayın Başbakan hakkında dava açmalıydı. Ancak Başbakan, yapmış olduğu hakaretleri, süslü cümlelerin içine bir güzel ambalajlayıp gizlediği için fazla tepki çekmiyor. Aslında takınmış olduğu tavır, Türk kültüründe, yavuz hırsızın ev sahibini bastırması tabiriyle açıklanmaktadır.

Üstelik Sayın Özkes’in yazısından öğrendik ki; Başbakan’a Peygamber yakıştırması yapan sadece Aydın İl Başkanı da değil. Birçok kereler aynı benzetmeler yapılmış durumda. Aynı benzetmelerin 1970’li yıllarda Erbakan hakkında da yapıldığını söyleyen Sayın Özkes’in, çok yakın zamanlara kadar Sayın Başbakan’ın Basın sözcülüğünü (bize göre düzeltmenliğini) yapan Akif Beki’nin kitabından yapmış olduğu alıntıyı aynen aktarıyoruz:

“…Mehmet Akif Beki’nin Recep Tayyip Erdoğan hakkında yazdığı kitap haberi: ’Erdoğan, Musa Peygamber gibi’… Gazeteci Akif Beki’ye göre; kan bağı yok ama Erdoğan, peygamber soyundan geliyor… Beki, “Erdoğan’ın Harfleri” adlı kitabında, Abdullah Gülü de Musa’nın yoldaşı ve kardeşi Harun’a benzetti” (30 Mayıs 2003 Milliyet.) şeklinde yer aldı. Kitapta “Erdoğan’la Gül, Musa’yla Harun Gibi”… “Erdoğan, İbni Arabi’nin çizelgesine göre Musa peygamber soyundan geliyor. Yani, hem Musa peygamberin karakteristik özelliklerini taşıyor hem de hayatı bu peygamberin ya¬şayan öyküsüyle paralellikler gösteriyor” deniliyor. Hz. Musa’nın istemeyerek bir cinayet işlediği, Mısır’dan kaçarak sürgüne gittiği, bir peygamber (Hz. Şuayb)’ın yanında yetiştiği, olgunlaşmış ve seçilmiş bir peygamber olarak yurduna dön¬düğü, müneccimlerin Firavun’u korkuttuğu, Firavun’un tüm önlemlerine rağmen Hz. Musa’nın Firavun’un karşısına peygamber olarak çıktığı anlatılıyor. Hz Musa’nın kardeşi Hz. Harun ile birlikteliği anlatılıyor. Bu birliktelik Erdoğan ile Gül’ün birlikteliğine benzetilerek “Onlar peygamberliği bunlar iktidarı paylaştı” … “Ve Musa peygamberle Tayyip Erdoğan’ın yaşamındaki en inanılmaz paralellik tam da bu noktada çıkıyor. Tayyip Erdoğan iktidarını Abdullah Gül’le, en az 30 yıllık bir geçmişe dayanan yol arkadaşıyla paylaşıyor” deniliyor. Hz. Musa’nın Hz. Şuayb’ın yanında yetişmesine Erdoğan’ın Erbakan’ın yanında yetişmesi benzerliği yapılarak “Necmettin Erbakan’ın yanında yetişiyor” deniliyor. (Bkz, M. Akif Beki, Erdoğan’ın Harfleri, Alfa Yayınları, s, 9 -17, İstanbul 2003).

Piyasada “Musa’nın Çocukları” adı altında adeta seri halinde yayınlanıp satılan kitapların, Akif Beki’nin yukarıdaki ifadelerine dayanılarak yazıldığını sanıyoruz. Yani Sayın Başbakan’ın kamuoyuna yansımasından rahatsızlık duyduğu birçok konu, aslında kendi çevresindeki dalkavukların deşifre ettiği konulardır. Eğer Başbakan, vaktinde müdahale ederek bu dalkavukları partisinden ve maiyetinden temizleyebilseydi, eminim ki bu rahatsızlıklarının pek çoğu olmayacaktı.

Dalkavukluk, şaklabanlık ve soytarılığın, insanlığın örgütlü toplum düzenine geçmeye başladığı ve lider olgusunun ortaya çıktığı tarihin ilk devirlerinden beri geçer akçe sanatlardan birisi olduğu biliniyor. Ancak dalkavukluk ve soytarılığın bilinmeyen ya da görmezden gelinen riskli bir yönü daha vardır. O da liderlerin zamanla kendi soytarılarının ve dalkavuklarının yörüngesine girmesi tehlikesidir. Bu risk, uygulamada bazen rollerin değişmesi şeklinde de tebarüz eder. Yani dalkavuklarına ve soytarılarına gereğinden fazla rağbet eden liderler, bazen kendi rollerini dalkavuklarına kaptırabilirler. İşte bu durum, liderin yönetmiş olduğu topluluğun sonu demektir…

2007 yılında GATA tarafından Emine Hanım’a yapıldığı söylenen muameleyi nasıl yanlış buluyorsak, Sayın Başbakan’ın tam 3 yıl sonra ve hiç gereği yokken bu konuyu gündeme taşımasını da o derece yanlış buluyoruz. Üstelik Başbakan’ın bu tavrını, pek çok insan gibi, ülkenin seçim sathı mailine girdiği şu dönemde başörtüsünün ve türbanın yine seçim malzemesi yapılacağı şeklinde anladık. İşte bu hengamede okkanın altına giden Sayın Osman Durmuş oldu! Oysa Osman Durmuş, Başbakanın Peygamberliğini ve eşinin türbanından dolayı GATA’ya giremediğini bir yana bırakıp, uzmanı ve hatta bu konudaki tartışmaların tarafı olduğu Domuz Gribi konusuna değinseydi eminim çok daha makbule geçerdi. Çünkü orada yaklaşık 200 milyon Eoruluk aşının çöpe atılması ve ülke kaynaklarının heba edilmesi tehlikesi vardır. Halim selim ve derviş görüntüsüyle görmeye alıştığımız Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, 2 Şubat 2010 günü TBMM çatısı altında panter kesilip Osman Durmuş’u “GEL ULAN” diyerek adeta düelloya çağırması işte bu yüzdendir. Onun öfkesinin altında yatan, Sayın Durmuş’un Başbakan’a sataşmasından duyduğu öfke değil, kendi liderini bile ikna edemeyip üstelik azar işittiği Domuz Gribi Aşısı İthali konusunda Osman Durmuş’tan yediği darbenin siyasi kuyruk acısıdır. Osman Durmuş’un içinde bulunduğu durumu ise ancak “Bülbülün çektiği dili belasıdır” deyimiyle açıklayabiliyoruz…

13 Şubat 2010
Ömer Sağlam
_____________
1-bkz.
2-bkz. “MHP’li vekil Durmuş’tan Meclis’te ‘peygamber’ ayıbı” başlıklı haber, Star Gazetesi, 3 Şubat 2010. . Ayrıca bkz. !.html
3-bkz. 05 Şubat 2010

Sayın Osman Durmuş’un bir kere daha dile getirmesi üzerine TBMM’de çıngar çıkmasına sebep olan ve Sayın Başbakan’a yapılan Peygamber benzetmesi, yanılmıyorsam Kasım 2008 yılında o tarihte AKP Aydın İl Başkanı olan İsmail Hakkı Eser tarafından yapılmış. Konu 2009 yılı Mart ayında medyaya yansıyarak kamuoyuna mal olmuş (muhtemelen Başbakan, bu hususu kamuoyundan çok daha önceki bir tarihte öğrenmiş olmalı). Sayın Başbakan “Bu tür benzetmelerde bulunan birisi benim partimde barınamaz” anlamındaki sözünü 2 Şubat 2010 tarihinde dile getirmiş. Ertesi gün de Aydın’da İl Genel Meclisi Üyeliği yapan İsmail Hakkı Eser’i apar topar Ankara’ya çağırtarak partisinden kovmuştur. - mhp istanbul a yeni yonetim h1142 32afd

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir