Almanya’da déjà–vu fenomeni: eski anlayışın yeniden uygulanışı
Dr. Ali Sak
Almanya Kuzey Ren Vestfalya (NRW) eyaleti okul ve eğitim bakanlığının göçmen kökenli öğrencilere yönelik çıkarmış olduğu yönetmelikte hakim olan bir„eski anlayışın yeni uygulanışı“ var. Bu anlayışa göre “dil yetersizliği” (almanca yetersizliği) tespit edilmiş çocukların, gerek duyulduğu durumlarda, “hazırlık” sınıflarında toplanabilmesi çağımız gereksinimlerinin çok gerisine gitmektedir. Dil yetersizliği nedeniyle “hazırlık” veya “toplama” sınıfları adı altında getirilmek istenen uygulamalar bir nevi 70’li yıllarda Türkiye’den gelen çocuklara yönelik uygulamayı hatırlatmakta ve “kamplaşmayı” beraberinde getirmektedir. Burada doğmuş ve büyümüş hatta büyük bir oranının Alman vatandaşı olan çocukların “özel eğitim” adı altında Alman akranlarından ayrılarak bir nevi eğitimsizliğe sürüklenmesi düşündürücü bir yaklaşımdır.
Kaldi ki günümüz eğitim sisteminde özellikle „eğitim özürlü“ çoçuklara bile Avrupa Birliği kanunlarını ulasal kanuna uyarlayarak “birlikte eğitim” yapma imkanı verilirken, “dil sorunu“ olan göçmen kökenli çocuklar ile göçmen kökeni olmayan Alman çocukların ayrıştırılması son derece sakıncılıdır. Bu süreçte velilere danışma dışında hiç bir söz hakkı verilmemesi de ayrıca düşündürücüdür. Bu durumda velilerimiz „eğitim özürlü“ çoçuklara verilen haklardan yararlanarak, çocuklarının “özel eğitim” adı altında oluşturulmak istenen sınıflara yönlendirilmesine karşı çıkmaları ve gerekirse hukuksal mücadelede bulunmaları gerekmektedir. Nerede birlikte eğitim, birlikte yaşam ve uyum?
Yürürlüğe giren yönetmeliği anadili konusu bazında değerlendirecek olursak, önceki taslaklara göre çok daha olumlu diyebilirim. Bilhassa görevlendirilecek öğretmenlerin yeterlilikleriyle ilgili bölümlerde „dışarıdan“ mesleğe girecekler için de fırsat verilmiş. Buna rağmen bir çok konuda hala daha muğlak deyimler söz konusu. Örneğin anadili dersleri haftada beş saate kadar verilebiliyor olmasına rağmen uygulamada genelde haftada iki saati geçmiyor. Nitelik açısından ise hala konumu çok olumsuz. Örneğin anadili dersleri normal müfredatın dışında kalmaktadır. Bu da hem öğretmenler açısından, hem de öğrenciler açısından hiç de uygun değildir. Bu dersler normal ders programı içinde yer almalıydı; verilen not sınıf geçmeyi etkilemeliydi. En azından anadilde alınan not yabancı dil notunu düzeltme durumunda olmalıydı.
Anadili dersine katılım hala daha velilerin insiyatifine bırakılmıştır ve bu nedenle de birçok okulda “yeterli veli” istemiyor diye anadil dersleri verilmemektedir. Artı, okul müdürleri de bu konuda velilerin kendi aralarında iletişimini engellenmekte. Bu nedenle de birçok istekli öğrenci “yeterli sayı yok” diyerek eğitim hakkından yoksun bırakılmakta. Hatta yeterli sayı bulunduğu halde anadili derslerinin açılması okul müdürlerinin insiyatifine bırakılmıştır. Hani nerede bireysel eğitim hakkı?
Örneğin Essen kentinde bir Gesamtschule de 62 velinin anadili dersi için imza atmalarına karşılık okul müdürü bu talebi red edebilmekte. Aynı şekilde Düsseldorf kentinde bir okulda Türkçe dersinin kaldırılmasına karşılık 100 ün üzerinde imza toplanmasına rağmen okul idaresi velilerin isteğini „şartlara uygun öğretmen adayı yok“ diyerek velilerin talebini rededebilmekte. İşte yönetmelikteki bu ve benzeri durumlarda bir çok kavram muğlak bırakılarak bir şekil„başıboşluk“ yaratılmaktadır. Nerede o çok bahsedilen eşitlik uygulamaları?
Yeni yönetmeliğe göre ortaokullarda Türkçe yabancı dil olarak verilebiliyor. Bunun için yeterli katılım gerekiyor, fakat yeterli katılım saysı muğlak bırakılmış. Okul başlangıcında veliler genelde bu konuda bilgilendirilmiyor ve ileriki zaman zarfında da velilere kendi aralarında irtibata geçmeleri de veri koruma yasası (Datenschutzgesetz) öne sürülerek engelleniyor. Bu şekilde Türkçe derslerinin, gerek anadili gerekse ikinci veya üçüncü yabancı dili olarak verilmesi, yeterli öğrenci sayısı olmakla beraber, bürokratik ve bilhassa müdürlerin engeline takılıyor. Türkçe’nin bazı okullarda ikinci veya üçüncü yabancı dil olarak verilmesi basına yansıdığı gibi yeni değil. Türkçe zaten bilhassa liselerde yıllardır yabancı dil olarak veriliyordu. Hatta bazı durumlarda lise bitirme yeterlilik dersi (Abiturfach) olarak da seçilebiliniyordu. Yeni ve „sevindirici“ olan ise Türkçenin ikinci yabancı dil olanağı olmayan düşük dereceli ortaokullarda (Hauptschule) ikinci yabancı dil olarak verilebilmesi.
Fakat burada dikkatimizden kaçan Türkçe’nin ikinci yabancı dil olarak verilebilme konusunda bakanlık tarafından neden sadece bu okulların (Hauptschule) öne çıkarılmasıdır. Nedeni çok açık ve basit olması nedeniyle sanırım bizlerin gözünden kaçmış olabilir. Bu okulların (Hauptschule) artık ömrü tükenmektedir. SPD ağırlıklı Berlin eyalet hükümeti yeni ders yılından itibaren bu okulları orta dereceli ortaokullarla Realschule) birleştirme kararı aldı. Buna karşın CDU ağırlıklı NRW eğitim bakanlığı hala daha bu okullarda ısrarlı ve güçlendirmek için geçen yıl „Hautptschule’leri güçlendirme“(Qualitätsoffensive Hauptschule) adı altında bir yönetmelik de çıkardı. Bu yönetmeliğin ana hedefi Hauptschule’leri Türklere daha cazip hale getirerek kapanmaktan kurtarmak. Türkçe’nin bu okullarda ikinci yabancı dersi olarak verilmesinin ana hedefi de budur. Bu okulları kapanmaktan kurtarmak ve daha çok Türk’ü bu okullara yönlendirmek. Yani başta da belirttiğimiz gibi toplumda Alman ve göçmen kökenli öğrencileri ayrıştırmak. Ayrıştıracaktık neden bu uyum nakaratları?
Köken teriminin de bu bağlamda anadili yerine kullanılması oldukça ilginç. Kökene dayanan vatandaşlık hakları, kökene dayanan eğitim hakları, kökene dayanan aile birleşimi ve kökene dayanan daha bir çok kısıtlamalar maalesef Avrupa genelinde yayılmaya başladı. İşin ilginç tarafı ise Türkiye’nin Almanya’daki resmi kurumlarının da Alman siyasilerinin bu oyununa gelerek anadili yerine „köken dili“ kavramını kullanmaları. Sadece kurumlarımız değil maalesef bir çok insanımız da kendi değerleri ve hakları uğruna yeteri kadar çaba sarfetmemekte. Her zaman ve her konuda olduğu gibi, bir milletin var olma sebebi olan anadillerine sahip çıkmakta her nedense zorlanmaktalar. Buna rağmen, bir avuç da olsa duyarlı insanlarımız da var. Bir dava, bir aşk için yapabilecekleri her şeyi yapmaya hazırlar. Onlar ne kişisel ne de siyasi çıkar peşinde. Onlar sadece inandıkları ve gönül verdikleri davalarının peşindeler. Bir örnek vermek gerekirse bir kaç gün önce bir çağrıda bulunmuş ve NRW bazında daha önce Türkçe dersinin olup ve zamanla kaldırıldığı veya kaldırılmakta olan okulların isimlerini rica etmiştim. Bu çağrıma uyan ve aşağıda adı geçen arkadaşların göndermiş olduğu verilere göre 52 okulda Türkçe kaldırılmış veya kaldırılma tehlikesinde. Bu arkadaşlara, bir avuç da olsalar, göstermiş oldukları duyarlılık nedeniyle çocuklarının ve torunlarının adına şükranlarımı iletiyorum.
Adnan Özdemir, Ahmet Değirmenci, Ali Yağız, Altan Üslek, Ataç-Işıkyol, Bilgehan Fonk, Celal Aydemir, Emel Oesterwind, Emin Şimşek, Ensar Öztürk, Hasan Eker, Hasan Ekici, Hasan Kayıhan, Hayrettin Coşkun, Hayrettin Özcan, Hilâl Tanrısever, İsa İlyasoğlu, Kubra Acar, Mahmut Uludağ, Mesut Gündüz, Metin Şenocak, Nagihan Varol, Nebehat Ercan, Oktay Sürücü, Rüştü Elmas, Satı Arı, Serpil Kultaş, Sevgi Gürbüz-Şahin, Yavuz Dündar.
Aynı duyarlılığı göstermeyen veya konuyu önemsemeyen arkadaşların ise sadece torunlarına bırakacakları mirası merak ediyorum. Dil adına, kültür adına bırakacak bir şeyler kalırsa eğer? Onlar, yani değerlerine yeteri kadar sahip çıkmayanlar zaten kaybetmeyi kafalarına koymuştur. Bu yaptıklarınız, içiniz burkulsa da, onların dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
İşte biz Türklerin bu halini en güzel şekilde anlatan bir fıkra.
Adamın birisi ölmüş. Ölen kişiye önce cenneti gezdirmişler; her şey mükemmel. Daha sonra cehennemi gezmeye başlamışlar. Cehennemde kazanlar fokur fokur kaynıyor. Tabi içinde cezalı insanlar var. Her kazanın başına bir zebani koymuşlar. Bazı kazanlardan birbirinin omuzlarına çıkarak dışarıya fırlamak isteyenler oluyormuş. Kazanın başında bekleyen zebani yükselen kişinin başına elindeki sopayla tekrar vurunca, yallah o kişi tekrar kazanın dibine… Rehberle gezen kişi bir kazanın başında bekleyen kimsenin olmadığını görüp merakla sormuş? “Bu kazanın başında neden zebani yok?” Rehberlik eden melek o kişiye şöyle demiş; “Orada Türkler var, onların başına zebani dikmeye gerek yok. Çünkü onlar yükselen kişiyi vücudundan veya bacağından tutup tekrar aşağıya çekiyorlar.” İşte bu fıkra da onların dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır; sizlerin ise içiniz burkulacaktır.
Bir olalim nihayet
Madem biz biriz
Sözümüzün eriyiz
Dilde, dinde, her yerde…
Neden birlik değiliz.
Ben beni atayım
Benlikten kurtulayım
Sen seni atma…
Ben seni aramaktayım.
Üstümüzde emanet
İçimizde kıyamet
Atalım kurtulalım…
Bir olalım nihayet
Yazıları posta kutunda oku