Alevilikte Dedeler ve İlginç Bir Dede Portresi

Bir Sünni ve Hanefi yazar olarak camilere alternatif anlamında olmamak üzere; Alevi ve Bektaşi vatandaşlarımızın ibadethane olarak mütalaa etikleri cem evlerinin ibadethane olduğunu, dolayısıyla buralara ibadethane statüsü verilmesi ve diğer ibadethanelere devlet tarafından tanındığı söylenen ayrıcalıkların cem evlerine de tanınması gerektiğini önceki yazılarımızda dile getirmiştik(1). Tekrar etmek gerekirse bu konudaki kanaatimiz tamdır ve Alevi kardeşlerimiz cem evlerine “İbadethane” diyorsa, öyledir. Artık bunu tartışmaya ve başkalarının bu konuda laf söylemesine gerek yoktur…

Bu yazımızda ise “Dede” ve “Dedelik” kurumu üzerinde bir miktar durmak istiyoruz. Çünkü Alevilik veya Bektaşilik denilen inanç sisteminde “Dede” çok önemli bir fonksiyona sahiptir. Her şeyden önce dede, bu inanç sisteminde Din Adamı’dır. Çünkü Alevîler, tâbi oldukları din adamına dede derler. Alevîlikte dede ocakzâdedir. Bir kimsenin dede olması için dede soyundan gelmesi şarttır. Bu sebeple Alevîler, dedelerin genellikle Hz. Ali’nin soyundan (dolayısıyla) Peygamber soyundan geldiğini kabul ederler. Dedelerin, Alevîlerin dini hayatında çok önemli fonksiyonları vardır. Kendilerini dede tanıyanlardan ikrar alır, âyinlerini idare eder, bağlıları arasında çıkan anlaşmazlıkları çözümleme hususunda hakemlik yapar, suçlu görülenleri “düşkün” ilan ederler, yani uyarırlar(2).

Cemal Şener gibi bazı Alevî yazarlar, dedelerin yukarıdaki fonksiyonlarını Hıristiyanlıktaki rahiplerin fonksiyonlarına benzetmektedirler. Bu kıyaslamada Alevilikteki “Dara çekmek” tabirini Hıristiyanlıktaki “İstavroz çıkarma” ya da “Günah çıkarma” işlemine, “Düşkün ilan etme” kavramını ise Hıristiyanlıktaki “Aforoz” işlemine benzetmektedirler.

Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere; Alevîlik veya Bektaşîlik denilen inanç sisteminde dedelerin yeri çok büyüktür. Böyle olunca; ibadetlerini idare ettikleri, ayinlerini yönettikleri, ikrarlarını alıp en mahrem sırlarına vakıf oldukları, aralarını düzelttikleri, en önemlisi de düşkün ilan edip cemaatten uzaklaştırabildikleri insanlardan çok daha bilgili, eğitimli ve tecrübeli olmaları gerekmektedir. Ancak üzülerek söylemeliyiz ki; dedelerin pozisyonları büyük ölçüde buna engel olmaktadır. Çünkü yukarıda da söylendiği gibi dedelik kurumu genelde soya dayanmaktadır. Dede soyundan gelmeyen birisinin dede olması mümkün değildir. Bu, saltanat gibi bir şey olup, soya dayanınca kaliteli ve bilgilinin yanında cahil ve bilgisiz birisinin de dede olması olasıdır. Yani bu sistemde dedenin, idare ettiği cemaatten daha bilgili ve eğitimli olması tamamen tesadüflere bağlıdır. Ayrıca bu sistemde dedelerin eğitilmeleri genelde mümkün olmamakta, bu durun büyük ölçüde dedenin ya da dede adayının kendi iradesine bağlı kalmaktadır.

Bize göre Alevilikte çok önemli bir kurum olan dedeler, soya da dayansalar mutlaka eğitimli olmalıdırlar. Yani üç beş Alevi adap ve erkânını öğrenen her önüne gelen dede olamamalıdır. Bu tür insanlar dedeyim diye ortaya çıkıp sağda solda dolaşmamalıdır. Dedelerin eğitimi için İmam-Hatip liselerinde bölümler açılamasa bile en azından İlahiyat Fakülteleri’nde bölümler ve kürsüler mutlaka kurulmalıdır. Ya da bu maksatla Alevi vatandaşlarımızca kurulması düşünülen “Araştırma Enstitüsü” benzeri kurumlar devletçe desteklenmelidir(3).

İlginç Bir Dede Portresi

Bilindiği gibi AKP hükümeti, kendine göre bir Alevî Açılı başlatmış bulunmaktadır. Bu maksatla çalıştay üstüne çalıştaylar (ne demekse?)düzenlemektedir ki; bunlardan 7’incisi şu günlerde Ankara’nın Kızılcahamam İlçesinde yapılmaktadır. AKP iki de bir milletvekillerini kampa sokmuş olduğu Asya tesislerinde bu seferde Alevî Çalıştayı düzenlemektedir. Ancak Alevilerin ekseriyeti, tıpkı meşhur Alevi iftarında olduğu gibi bu çalıştaya da katılmıyorlar. Çalıştaylara katılmayan Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız, bu çalıştayları “Cem Vakfı ile Ak Parti arasında geçen bir alışverişten ibarettir” şeklinde yorumluyor(4).

Oysa bildiğim kadarıyla devletin ilk Alevi Açılımı 1990’lı yıllarda Mehmet Nuri Yılmaz’ın Diyanet İşleri Başkanlığı yaptığı dönemde yaşanmıştır. Bu dönemde Diyanet’in, başkanlığını Fermani Altun’un yaptığı “Dünya Ehli Beyt Vakfı” başta olmak üzere bazı Alevi kuruluşları ile yakın ilişkileri olmuştur. Mehmet Nuri Yılmaz yönetimi, daha sonra AKP’den Milletvekili seçilen Dr. Hüseyin Tuğcu tarafından yayınlanan “Genç Erenler” isimli dergiden toplu alımlar yaparak kendisine destek olmuş, Türkiye Diyanet Vakfı Genel Merkezi’nde Alevilerle ilgili bazı bilimsel toplantılar düzenlenmiş, maliyeti adı geçen vakıfça karşılanmak üzere Aşûre günleri tertip edilmiştir.

İşte bu dönemde A.M. Dede diye bir Alevi Dedesi zuhur etmiştir Diyanet çevrelerinde. A. M. Dede, Sayın Mehmet Nuri Yılmaz’ın makam odasından uzun süre hiç çıkmamıştır. Adı geçen tarafından düzenli olarak kendisine maddi yardımlarda bulunulmuş, Diyanet tarafından düzenlenen sosyal ve kültürel etkinliklerde hep Mehmet Nuri Yılmaz’ın çevresinde bulunmuş, hatta yanılmıyorsam hacca bile götürülmüştür. A.M. Dede’nin yazmış olduğu bir şiir, TDV Yayını olan kitaplardan birisine kapak şiiri bile yapılmıştır! M.Nuri Yılmaz bununla da yetinmemiş, adı geçen dedenin yurt çapında yapmış olduğu seyahatlerde müftülükler tarafından ağırlanmasını sağlamış, müftülükler ise Başkandan almış oldukları emir gereği bu dedenin bir dediğini iki etmemiş, adeta el üstünde tutmuşlardır. A.M. Dede’nin bu dönemde kullanmış olduğu unvana bakar mısınız lütfen: Araştırmacı Yazar Halk Ozanı Şair Şıh Hacı A.M.Dede!!!

Diyanet’in bu nevzuhur Alevî dedesi ile 1990’lı yılların ikinci yarısında İzmir’de karşılaştık. Müfettiş Arkadaşım A.Tuncay ile birlikte gitmiştik İzmir’e. Görevimiz süresince İzmir Müftülüğü’ne ait misafirhanede yatıp kalktık. İşte bu sırada tanıdık A.M. Dede’yi. Çünkü üç-beş gün birlikte olduk kendisiyle. Hangi maksatla gelmişti İzmir’e bilmiyoruz ama en azından Sayın Mehmet Nuri Yılmaz’ın misafiri olarak Müftülük misafirhanesinde ağırlandığı her halinden belli oluyordu. Çünkü o sırada İzmir İl Müftüsü olan Mehmet Altunkaya’nın emriyle İlçe Müftülüklerine de gidip konuşmalar yaptığını aktarmıştı bize.

Üç-beş gün birlikte olunca ister istemez ileriden geriden konuştuk dedeyle. Aslında kendisi Gümrüklerden emekli eski bir devlet memuruymuş! Türkiye’nin Suriye sınırındaki gümrüklerde çalışmış bir süre. İşte bu görev sırasında yaşadıkları ile ilgili olarak anlattıkları, böyle bir adamın kesinlikle din adamı olamayacağı yönünde çok güçlü bir kanaat uyandırmıştır bizde. Ayrıca yapmış olduğu bir davranış bizi çok fena etkilemiştir.

Olay şu: Dedim ya üç-beş gün birlikte olduk kendisiyle diye. Ortam uygun olduğu için akşam birlikte yiyip içiyorduk. Yemekleri misafirhanenin mutfağında arkadaşımla birlikte kendi cebimizden almış olduğumuz malzemelerle kendimiz pişiriyor, dedeyle birlikte yiyorduk. Yani arkadaşım A.Tuncay ile birlikte kendi cebimizden bizim A.M.Dede’yi yaklaşık üç-beş gün bir güzel ağırladık. Yemeklerini sofraya koyduk, bulaşıklarını yıkadık. Bu süre zarfında ne dedenin eli cebine gitti, ne de yemeklerin hazırlanmasında veya bulaşıkta bize yardım etti. Hatta bize teşekkür bile etmedi ve bizden ayrıldıktan sonra bizi tanımadı bile! Ne aradı ne sordu! Biz de biraz saygı, biraz utanma belasına, ancak daha çok da M.Nuri Yılmaz korkusuyla dedeyi bir güzel ağırladık, yedirdik içirdik. Helalı hoş olsun ama adı geçenin anlattıkları, bizde hiç de iyi bir intiba bırakmış değildir.

Özetle adı geçen hakkındaki kanaatimiz: Böyle dede olmaz şeklindedir. Hele hele A.M. Dede’nin bir daha bizi arayıp sormaması, hatta yolda karşılaştığımızda bizi görmezden ve tanımazdan gelmeye çalışması bizi bir hayli etkilemiş, adı geçen hakkında farklı düşünceler üretmememize sebep olmuştur. A.M. Dede’nin, Mehmet Nuri Yılmaz’dan sonra Namık Kemal Zeybek’in devamlı misafiri olduğunu ve Ahmet Yesevi Vakfı’na kapılandığını duyduk sonradan. Alevi kardeşlerimiz işte bu kabil dedelerin tasallutundan biraz önce kurtarılmak zorundadırlar Türkiye’de…

29 Ocak 2010
Ömer Sağlam

Dipnotlar.

1-Örn. Bkz.
2- TDV. İslam Ansiklopedisi, c, 9, s, 76, TDV. Yayını, İstanbul, 1994.
3- Bu konuda 2008 yılında yazmış olduğumuz “Bektaşi Vari Temellerden Birisi ve Tekke Köyü Alevi Enstitüsü” başlıklı yazımızı şu linkten okuyabilirsiniz:
4- 29 Ocak 2010 tarihli Milliyet, “Alevi raporu Erdoğan’a verilecek” başlıklı haber.

Bir Sünni ve Hanefi yazar olarak camilere alternatif anlamında olmamak üzere; Alevi ve Bektaşi vatandaşlarımızın ibadethane olarak mütalaa etikleri cem evlerinin ibadethane olduğunu, dolayısıyla buralara ibadethane statüsü verilmesi ve diğer ibadethanelere devlet tarafından tanındığı söylenen ayrıcalıkların cem evlerine de tanınması gerektiğini önceki yazılarımızda dile getirmiştik(1). Tekrar etmek gerekirse bu konudaki kanaatimiz tamdır ve Alevi kardeşlerimiz cem evlerine “İbadethane” diyorsa, öyledir. Artık bunu tartışmaya ve başkalarının bu konuda laf söylemesine gerek yoktur… - omer saglam

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir