İsrail’den Özür ve Heron Meselesi
Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya
Diplomatik kuralların uygulama tercihleri, dış politikanın görünen yüzü olduğu kadar ilişkilerin geleceği hakkında da birinci derecede fikir kaynağıdır. Son derece katı ve soğuk teamüller, asırların tecrübeleriyle olgunlaşmıştır. Basit bir sapmanın anlamı kimsenin beklemediği genişliğe ulaşabilmiş, bu yüzden atılacak adımlar son derece ince elenmiştir.
İsrailli Bakan Yardımcısı Ayalon, partisinin politikası çerçevesinde Türkiye’ye mesaj verirken diplomatik teamülleri tepmeyi denemiştir. Ancak bu yöntemin geri teptiğini kendisi de görmüştür. Büyükelçimizin olaylar yaşanırken yapılanları farketmemesi, belki de sineye çekmesini, sorun çıkaran, ilişkileri bozan taraf olmamak, “rüzgârdan nem kampa” durumuna düşen kişi olmama sebebine matuftur ki doğru yaptığı kanaatindeyiz. Ancak büyükelçimiz huzurunda İbranice olarak oradaki gazetecilere yaptığı açıklama Türkiye’ye planlı bir hakaret uyguladıkları şeklindeydi ki bunun yenilir, yutulur tarafı kalmamıştı.
Türkiye’nin kararlı tutumu ile İsrail yönetimi yanlışı kabul etmiş, hakaret eden kişi özür dileyerek, diplomatik tezgahın altında kalmıştır. Resmi özürden sonra diplomatik saha dışında, medyaya Türkiye’yi hedef alan son açıklamaları ise İsrail’in bir iç meselesi yahut Ayalon’un “çene düşüklüğü” sendromu olarak telakki edilebilir.
Bu gelişmelerde Türkiye prestij kazanırken İsrail kaybeden taraf olmuştur. Tarihinde ilk defa özür dilediği şeklinde medyatik aceleciliği ciddiye almıyorum ki aslında çok da önemli değil. Kişilerin hükümet politikasını aşan veya öyle gösterilmek istenen uygulama ve açıklamaları sebebiyle bu tür özürler zaman zaman gündeme gelir, ancak bu kadar medyatik olmaz.
Dış politikada prestij, hedeflerden olduğu halde, kendi başına bir anlam ifade etmez. Prestij kazanan taraf bunu siyasi, ekonomik veya askeri çıkarlara tahvil etmedikçe pek anlamı kalmaz. Ortadoğu’da alkışlanan sürecin akabinde, mesela KKTC’nin tanınması kampanyası gündeme getirilip, kamuoyundaki heyecanı dikkate alan yönetimlerin Türkiye’yi destekleyen politikalara yönelmeleri, bu prestijin gerçek kazanç haline gelmesi demek olacaktır.
İsrail’in bu özür ezikliğini Barak’ın ifadesiyle “geçmişte kalmış bir olay” olarak kabullenip kabullenemeyeceğine de bakmak gerek. Altta kalmışlığı veya acıları beklenmedik kârlara tahvil etme konusunda İsrail’in büyük beceri sahibi olduğu bilinmektedir. Barak’ın 17 Ocak’aki Türkiye ziyaretinde savunma alanındaki işbirliği adı altında Türkiye’ye daha fazla bir şeyler satmak, daha fazla para almak ve sonuçta pek bir şey vermemek ustalığı ciddi bir şekilde izlenmelidir. Yılan hikayesine dönen insansız uçak (Heron) alımıyla alakalı ihtilafların çözülmesi de beklenmektedir. 2005’te terörle mücadele için sipariş edilip 2008’de teslimi gereken henüz teslim edilmemiş, birçok problemler yaşanmıştır. Yapılan açıklamalar bunların Nisan ayında teslim edileceği yönünde olup, gecikmeden dolayı İsrail ödemesi gereken tazminatı para olarak değil de ek eğitim ve yedek parça olarak verecek.
“Yerli malı, yurdun malı” şarkılarıyla ilk eğitimini alan bir nesil olarak içe kapanmanın ne kadar yanlış olduğuna inanırım. Ancak, yabancılara tanınan müsamaha ve sunulan imkânların kendi vatandaş ve üreticilerine verilmemesi dünyanın en globalleşmiş, en çağdaş, en zengin ülkesinde dahi görülmeyen bir tersliktir. Bu yüzden Fransız Renault şirketinin daha ekonomik olduğu için Clio’nun son modelinin Bursa’da imaline karşın Fransız halkı adeta ayaklanmış, “bu kriz ortamında varsın biraz pahalı olsun, ancak kendi işçimize istihdam sağlasın” demiştir.
Zarar eden fabrikaları kapatmak veya içeride daha pahalı olan ürün yerine dışarıdan ithal etmek bazen gerekebilir. Ancak burada ekonomi gerçeğinin bazı inceliklerini de unutmamak lazım. Dışarıya ödenen her bir dolar aslında faiz ve teşviklerden dolayı ülkeden iki dolar çıkması demektir. Diğer yandan para içerideki üreticiye gittiğinde piyasaya yeni bir kan olarak girecek, maliyeye yeni gelirler, Sosyal Güvenlik Kurumu’na yeni primler, vatandaşa yeni istihdam alanları, üreticiye yeni teşvikler, o alanla ilgili yeni araştırma, geliştirme, teknoloji üretme konusunda yeni heyecanlar olacaktır. Bunun hesabı yapıldığında dışarıya 1 dolar ödenecek ürün için içeriye 3-4 dolar ödemek daha kârlı olabilecektir. Bu gerçekten hareketle, ABD destek isteyen bankaların isteğini geri çevirmemiş, Türkiye’deki gibi yabancılara peşkeş çekmemiş, sanayi ve üretimin menbaını kurutmamak için her fedakârlıkta bulunmuştur.
Öte yandan, komşularla askeri işbirliği, hele hele ileri teknoloji ürünü almak en son yapılacak bir ticaret dahi olmamalı. Türkiye, İsrail ile ticari ilişkilerini teşvik ederek, ortak şirketler üzerinden ABD’ye mesela daha fazla tekstil ürünü satmaya çalışmalı. Ancak, tamamen yazılım programları ve uydu iletişim sistemleriyle yönetilen insansız uçak konusunda, bölgedeki politikalarımızın taban tabana zıt olduğu İsrail’e sipariş verilmesini anlamak mümkün değildir. Hemen belirtelim ki böyle bir konuda Suriye, Irak, İran veya Rusya ile de işbirliği yapılamaz. İsrail’in modernleştirdiği F-4’lerimizin patır patır dökülmesinin sebebi henüz açıklanmamıştır. Bir ülkenin kendi dış politik hedeflerinin gereğini yapmasından doğal bir şey olamaz. İsrail de belki bunu yapıyor. Faktat Türkiye’nin de böyle bir kaygısı olması gerek. Ancak böyle bir ticaret Kanada veya Japonya ile risksiz olabilir.
Lisans mezunu ODTÜ mezunları dahi onlarca çeşit uzaktan kumanda ile çalışan uçak geliştirdiler. Türkiye’nin sahip olduğu insan ve teknoloji altyapısını kimse küçümsememelidir. Marifet iltifata tabidir. Yarım vilayetimiz çapındaki İsrail’in bu teknoloji harikasının arksında dünya Yahudi finansmanı kadar devletin vatandaşına sunduğu imkân ve güven de bulunmaktadır. Bizim uzman ve araştırmacılarımız “Heron”un aynısını yapamayabilirler. Fakat imkân verildiği takdirde Heron’un sahip olduğu 100 fonksiyondan 80’ine sahip, Heron’un sahip olmadığı ilave 30 fonksiyona daha sahip araçlar geliştirebileceklerdir. Aynı gerçek, helikopter, tank, savaş gemileri için olduğu gibi milyarların ödendiği makam araçları, metrobüsler ve diğer teknoloji ve tüketim ürünleri için de geçerlidir.
Öncevatan, 19.01.2010
Prof.Dr.Alaeddin Yalçınkaya
Bir yanıt yazın