UNUTULAN TÜRKLER (2)
Hüseyin MÜMTAZ
“Adalar” bağlamında “unutulan Türkler”i anlatmaya devam ediyoruz.
Önce meselenin “adını” doğru koyalım..
Erinç-Yücel (S.7) bahse konu adaların bulunduğu denizin en “doğru” adının eskiden dilimizde bu denize verilen “Adalar Denizi” adı olduğunu; bu gün kullanılan “Ege Denizi” adının ise prehistorik dönemden kalan, “kökeni meçhul” bir isim olduğunu belirtirler. Onlara göre bu adın, oğlunun acısına dayanamayarak kendini kayalardan denize atan Attikya Kralı Aigeus’un adından türediği inancı, antik çağda “sonradan ortaya çıkmış” bir yakıştırmadır.
İşte bu denizdeki Türkiye’ye komşu adalara Yunanlılar Balkan Savaşı arifesinde “Dode-Canese (12 Adalar)” adını vermiş, sonradan da “Ege Denizi Adaları” yahut kısaca “Ege Adaları” ismi altında toplamışlardır.
Bu adalara Alman coğrafyacısı Philippson’un verdiği Karya-Menteşe Adaları ismi daha doğrudur. (Erinç-Yücel. S.55)
Ali Kurumahmut’un “EGE’DE TEMEL SORUN” adlı kitabına bir “sunuş” yazan Prof. Halaçoğlu ise (TTK Yayını. Ankara 1998) adaların adının İmparatorluk zamanında “Cezâir-i Bahr-ı Sefid (Akdeniz Adaları)” olarak geçtiğini söyler.
“Gazi Paşa” da süvarilerin nal sesleri arasında kılıcının ucunu İzmir’e çevirdiğinde “Ordular”a, “İlk hedef”in “Akdeniz” olduğunu söylememiş miydi?..
“Sonraki” hedefin neresi olduğunu düşünmek hiç aklınıza geldi mi?
Kurumahmut adaları; Boğazönü-Saruhan-Menteşe-Kuzey Saporat ve Kiklat adaları olarak beşe ayırır.
Prof.Dr. Cevdet Küçük’ün editörlüğünde SAEMK tarafından Ankara’da 2002’de yayınlanan ve Emecen-Şahin-İşbilir-Örenç’in hazırladığı “TÜRK HAKİMİYETİNDE EGE ADALARI’NIN YÖNETİMİ” adlı eserde de Erinç-Yücel ve Kurumahmut’un isimlendirme ve sınıflandırmalarına aynen iştirak edilir.
Geliyoruz, bu kadar hazırlığı-girizgâhı yapmamıza neden olan Bahadır Selim Dilek’in; EGE’NİN UNUTULAN TÜRKLERİ” (Cumhuriyet yay. Haziran 2008) adlı kitabına..
Yazar diyor ki; “Küresel sermaye baronlarının çıkarlarının olduğu bölgelerde etnik ve dini azınlıklar ön planda tutuluyor. Ancak küresel sermayenin çıkarının olmadığı bölgelerdeki azınlıklar istikrarsızlık unsurun olarak görülüyor. Bu azınlıklar ya tamamen görmezden gelinip yok sayılıyor, ya da unutuluyor.. Tıpkı Rodos ve İstanköy’deki gibi bugün sayıları 3-5 bin arasında tahmin edilen Türk azınlık gibi”..
Ben buradaki “küresel sermaye” kavramının hayli zorlamayla seçildiğini düşünüyor, onun yerine “Millî çıkarlar”ı tercih ediyorum..
BOP veya GOP, Amerika’nın mili menfaatleri doğrultusunda, dünya hakimiyeti için hedeflediği stratejilerdir. Obama’ya Nobel barış ödülü verilmesindeki bin yılın saçmalığa bakmayın. Amerika; Irak’da ve şimdi Afganistan’da milli çıkarları için bulunmaktadır. Rusya, Amerika’yı bu bölgede kendi milli çıkarları için engellemeye çalışmaktadır, vs..vs..
Her ikisi, hâttâ Çin için bahse konu coğrafyadaki etnik ve dini azınlıklar birer kaldıraçtır..
Amerika, milli çıkarları ve iç politik dengeleri dayattığı için Fener ve Heybeli konularını kaşımakta, Batı Trakya ve Adaları es geçmektedir.
Rusya da konjonktürü “dengeleyebilmek” için kendi Ortaodoks Patriğini Fener’e göndermektedir.
Sermaye baronlarının, “en iyi ihraç maddelerinin arkasından” buralara gitmesi ise, eşyanın tabiatı gereğidir.
Neyse, konuyu dağıtmayalım.
Dilek’in ilk çarpıcı saptaması şu;
“Oniki ada Türkleri, Rodos ve İstanköy’ün 1947 yılında Yunanistan’a verilmiş olmasından dolayı, 1923 yılında imzalanmış olan Lozan Antlaşması’nın bu ülkedeki Türk azınlığa sağlamış olduğu haklardan da yararlanamamaktadır”. (S.9)
Neredeyse 30 senedir AB üyesi olan bir ülkede “azınlıklar”, haklarının korunması için ille de bir Antlaşma’ya mı ihtiyaç duyacaklardı?
Tabii Lozan’ın Batı Trakya Türkleri’ne “sağlamış olduğu haklar”ın AB üyesi Yunanistan’da “kâğıt üzerinde kaldığını” gözardı etmeden.
Şu haberler Batı Trakya’nın sadece son bir ayına damga vuran olayları aksettirmektedir:
1.Batı Trakya’nın tanınmış doktorlarından ve aynı zamanda da şair olan Hasan Ahmet azınlık eğitiminin gün geçtikçe kötü bir hal aldığını ve bunun neticesinde azınlığın asimile edilmesinin kaçınılmaz olduğunu vurguladı. “Ana Vatanımızdan her ay bir hafta sonu, Öğretmenlerimize katkı sağlamak üzere, Eğitim Bilimcilerimiz, imdadımıza yetişirlerse, dünya verilecek bizlere. Pek tabii Öğretmenlerimiz arzu ederlerse” dedi.
2. Gümülcine’nin Yanıkköy nahiyesinde bulunan Yanıkköy Camii Vakfı’na ait arazi üzerine izinsiz ve kaçak olarak kilise inşa edilmektedir. Pontus Rumlarının “Parharia” etkinliği düzenledikleri “Han Tarlaları” olarak bilinen vakıf arazisine inşa edilmeye başlanan kilise inşaatı neredeyse tamamlanmak üzeredir.
3. İskeçe’deki Sünne Camisi’ne kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından saldırı düzenlendiği bildirildi. İskeçe Seçilmiş Müftülüğü’nden yapılan yazılı açıklamada, olayda saldırganların attıkları taşlarla caminin ön kısmındaki iki pencerenin camlarını kırarak, kapı ve duvarlarına boya ile Yunanca küfür içeren sloganlar yazdığı bildirildi.
4. Yunanistan Dışişleri Bakanı Yardımcısı Druças, “Müslüman azınlık meselelerini, yani Yunan vatandaşlar konularını bu hükümet görüşmeyecek. Türkiye istediğini ve kendisini ilgilendirdiğini zannettiği konuları söyleyebilir. Biz bunun karşısındayız. Bir kez daha vurguluyorum biz bu konuları konuşmuyoruz” dedi.
5. Yunanistan’da Türkçe yayına kısıtlama. Yunanistan Radyo Televizyon Kurumu, İskeçe’den Türkçe yayın yapan Tele Radio FM’i yüzde 25 oranında Yunanca yayın yapması konusunda uyardı.
Bu nasıl “Lozan’ın sağladığı haklar”dır?
“Oniki adalar”, 1912-43 arası İtalyanlarındır. Savaşta Alman işgali olur, savaştan sonra 47 yılında da Yunanistan’a verilir.
Tarihi süreç kısaca şöyledir.
Rodoslu Şövalyeler Maestrosu Philippe de L’İsle Adam, 21 Aralık 1522’de imzaladığı anlaşma ile Rodos’u Türklere “teslim etmek zorunda” kalır. Ve hemen ardından diğer adalar da Türk egemenliğine dahil edilir. Böylece, son verilen zalim Şövalyeler egemenliğinin yerine, Türk’ün eliyle, 12 Adalar’da, 390 yıl sürecek olan “Osmanlı Barışı” (Pax Ottomana) olarak bilinen siyasal, toplumsal ve kültürel huzur, güven ve barış ortamı tesis edilir.
390 yıl sonra, İtalyan birlikleri 4-5 Mayıs 1912’de Rodos’a çıkarma yapmak suretiyle 12 Adalar’da işgal başlatır ve 20 Mayıs’ta tamamlar. Yıl sonuna doğru Türkiye ile İtalya arasında “Ouchy (Uşi) Anlaşması” (15 Ekim 1912) imzalanır. Bu anlaşma ile İtalya, 12 Adalar’dan çekilmeyi, Osmanlı devletinin Trablusgarp ile Bingazi’den çekilmesi şartına bağlar. Ancak çok geçmeden patlayan Balkan ve I. Dünya Savaşı’nda mağlup olan Türkiye, “Lozan Antlaşması”yla (24 Temmuz 1923) Rodos dahil 12 Adalar üzerindeki “bilcümle hukuk ve müstenidatından İtalya lehine feragat ettiğini” (12. madde) kabul eder.
Fahir Armaoğlu “olayı” şöyle yazar;
“Lozan’da imzaları atıp, 12 Adaları önce İtalyanlara, (sonra da Yunan’a) bırakan İsmet İnönü; bir gün İzmir’e gidip; Kordon Boyu’nda yürürken, uzaklardan bir horoz sesi gelmiş!..
Sormuş, ‘Nereden geliyor bu horozun sesi?’ diye.
Etrafındakiler cevap vermiş:
‘Yunan’a bıraktığımız Sakız Adası’ndan!’
Şaşırmış İnönü… Demiş ki;
‘Bu adalar, İzmir’e bu kadar yakın mıydı?!?’
1943’de adalar Almanlar tarafından işgal edilir ve İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar durum böyle devam eder.. “Taraf olmadığından” Türkiye’nin katılmadığı Paris’te düzenlenen konferans sonucunda “Paris Barış Andlaşması” (10 Şubat 1947) imzalanır. İtalya ile ABD, Çin, Fransa, İngiltere, SSCB, Avustralya, Belçika, Beyaz Rusya, Brezilya, Kanada, Etiyopya, Hindistan, Yeni Zelanda, Ukrayna, Güney Afrika Birliği, Yugoslavya ve Yunanistan arasında imzalanan bu anlaşmayla, güney-doğu Ege adaları olarak bilinen 12 Adalar’ın İtalya’dan alınarak (eski ve asıl sahibi Türkiye yerine) Yunanistan’a verilmesi kararlaştırılır.. Bunun ardından İtalya ile Yunanistan arasında imzalanan “İtalyan Barış Antlaşması”nın 12. maddesi gereğince de Rodos ve Meis dahil, 12 Adalar Yunanistan’a devredilir. Andlaşma’nın 19. maddesi ile buralardaki azınlıkların (İtalyan azınlığın) hakları güvence altına alınır. Barış Konferansı’nda Türkiye yeralmadığı gerekçesiyle, bu koruyucu hükümlerden Türk Azınlık tam olarak yararlandırılmaz.
“Azınlık”, Türkler, adaların Türkleri, Ege’nin Türkleri “unutulur”..
Ruhumuzun acısıyla en baştaki en çarpıcı gerçeği gözden kaçırmayalım..
Rodos dahil 12 Adalar, Türkler tarafından fethedildiğinde, burada Yunan değil, 213 yıldır (1309-1522) devam etmekte olan zalim bir Şövalyeler egemenliği vardı. Dolayısıyla Türkiye, 12 Adalar’ı “Yunan adaları” olarak fethetmiş yada “Yunanlılar’dan” almış değildir.
Tıpkı…
Tıpkı 1571’de alacağımız Kıbrıs gibi… Kıbrıs’ı da Rum-Yunanlılardan değil, Venedik-Lüzinyenler’den almıştık..
O halde adaları neden..
Kıbrıs’ı neden ille Yunanlılara vermek zorundaydık?
Dilek’in kitabındaki ikinci şok-tokat da 100’üncü sayfada..
1914 doğumlu, İstanköy’de 1972’de kapatılan Türk okulunun son öğretmeni Remziye hocanım’ın; “Yunan askerinin İstanköy’e gelişini hatırlıyor musunuz?” sorusuna verdiği cevap..
“Hatırlamaz olur muyum? Ders arasında yemek yiyordum. Dolma yerken, bir baktım camdan, mavi bayraklı Yunan askerleri geçiyor sokaktan. Mart başıydı. O zaman anladım ki İtalyanlar gitmiş, Yunanlılar gelmiş. Şaştım kaldım tabii. İstiklal harbinde çok zulüm yapmışlar karşı tarafta(Anadolu’da)”..
Bendeki filmin ikinci kopuş noktası da işte tam burası..
Cumhuriyet yazarı Dilek, emsalsiz kitabında yüreğimizi böyle titretirken; bir başka Cumhuriyet yazarı Safa Taşkın da, “Bergamalı mübadil Rumlara” ağıt yakıyor.. Efendim; Bergama’lı Rumlar tarafından 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen Arrenagogion yeniden ayağa kaldırılıyormuş.. Okul, Dimotiko, İmigimnasiyum ve Hipiagogion’dan oluşuyormuş. Bu “görkemli” yapılar topluluğu, Bergamalı Rumların Filanthropiki Adelfotita adını verdikleri ve Dr. Nikolaos Rallis’in kurucusu olduğu bir kuruluş tarafından yaptırılmışmış”..
Hayrettir Taşkın Rallis’in adını hatırlarken, Dilek bize Remziye Hocanım’ı anlatıyor, öğretiyor, unutturmuyordu..
Taşkın’ın şu satırlarına ise önce güldüm, sonra “Bergama’nın unutulan Türkleri’nin” zekâsına hayran kaldım..
“Okulun kuzey girişi Pergamon Akropol’üne, Bergama Kalesi’ne çıkan Parmakbatıran Caddesi’nden, yüzyıl öncesi Bergaması’nın Rum cemaati’nin yaşadığı mahallenin merkezi sayılan, Rumların Aya Yorgos Meydanı, Türklerin ise -Domuz Alanı- dedikleri alana giden yatay dar yoldandı”..
Bahadır Selim’in kitabı; adalarda “unutulan” Türkler’in eziliş, yokoluş sürecini içimizi ezerek aktarıyor..
Ne diyordu Dilek?
“Oniki ada Türkleri, Rodos ve İstanköy’ün 1947 yılında Yunanistan’a verilmiş olmasından dolayı, 1923 yılında imzalanmış olan Lozan Antlaşması’nın bu ülkedeki Türk azınlığa sağlamış olduğu haklardan da yararlananamaktadır”. (S.9)
Peki o halde, Bodrum-Turgutreis yolu üzerinde Gümbet sapağında, şaha kalkmış atının üzerinde mareşal üniformasıyla ve kolunu kaldırarak İstanköy’e zeytin dalı uzatan Atatürk heykelinin mantığı nedir? (Fotoğraf 1)
“Zeytin dalı” doğruysa; Lefkoşa’da Metehan kapısında Atatürk’ün aynı at üzerinde, aynı üniforma, aynı koluyla Rum tarafına neden “yalın kılıç” çekiyorsunuz? (Fotoğraf 2)
Aynı anda, aynı coğrafyada, aynı adalara karşı sergilenen bu çifte standartın hangisi doğru?
Bodrum’da ve Marmaris’te körfezimi, ufkumu; boğazıma çöken iki karaltı karartmıştı.. Bodrum’da İstanköy, Marmaris’te Rodos.. “Yunanistan” oldukları için.. (Fotoğraf 3)
Dilek’in kitabında birden (S.176’dan sonraki fotoğraflar) rahatladım.. Nefesim düzeldi.. İstanköy’den Turgutreis’i gören iki fotoğraf vardı..
Tam ters açı… Benim Bodrum-Turgutreis’den “karşıyaka”yı gördüğümden daha yüksek, daha heybetli daha bunaltıcı görülüyordu Anadolu… (Fotoğraf 4)
Varsın onlar bunalsın…
Ne diyordu ünlü coğrafya âlimi E. D’Martonne?
“Kıtaya komşu küçük adalar, kıyı topoğrafyasının sadece tafsilâtıdırlar”.
“Tafsilât” yahut teferruat canımızı sıkmamalıdır, sıkamaz..
Fonda “İzmir’in Kavakları” melodisi eşliğinde Elçin ile bitirmeye ne dersiniz?
“Ben seni Meis, öksüz, yetim bıraktım, nasıl söylesem, nasıl anlatsam,
Utanırım”
Sonra;
“Kozan’da askerlik arkadaşım Hasan’ın evi,
Çamlar arasında gelin çıçekleri açmış, salkım salkım, mor;
Ben bu güzel evde duramam artık,
Sıla Rodos olmuş içimi yakıyor”.
Evet; “orada da” Türkler var, yaşıyor.. yaşamaya çalışıyor..
Onları unutmak, kendimizi unutmaktır.. 17 Aralık 2009
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ