Fransa’da Ermeni Tabusu

Sayin Turkish Forum   okuyuculari
Ahmet İnsel ve Michel Marian  Fransa’da Ermeni Tabusu Üzerine  Diyalog  basligini tasiyan bir kitap yayimladilar
Bu kitap konusunda yazdigim biryaziyi   ekte sunmaktayim
Saygilarla
Pulat Tacar <tacarps@gmail.com>
H.E. Ambassador Pulat Tacar, Head of the Mission of Turkey to the EC
————————————————————————————————————
Pulat Tacar ( 1931)


1931’de İstanbul’da doğdu. Kabataş Lisesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. Cakarta’da, Avrupa Topluluğu nezdinde ve UNESCO nezdinde Büyükelçilik, Daimi Temsilcilik; merkezde ise, Kültür İşleri Genel Müdürlüğü görevleri yaptı. ‘Kültürel Haklar, Dünyadaki Uygulamalar ve Türkiye için Bir Model Önerisi’, ‘Siyasetin Finansmanı’, ’50 yılında UNESCO; Mozart Gibi Beyhude mi?’ başlıklı yayınları ile Türkiye’de ve yurt dışında yayımlanmış ‘İslamda Hoşgörü’, ‘Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri’ konularında çeşitli incelemeleri ve uzun makaleleri bulunmaktadır. Turkish Forum danisma Kurulu Uyesidir.
————————————————————————————————————————————–

Pulat Tacar

Turkish Forum danisma Kurulu Uyesi

Ermeni tabusu üzerinde diyalog[1]kitabı hakkında yazı

Galatasaray Üniversitesi profesörlerinden Ahmet İnsel[2] ile Paris  Siyasal Bilgiler Okulu öğretim görevlisi Michel Marian[3], Gazeteci Ariane Bonzon’un [4] yönetiminde “Ermeni tabusu üzerine  bir  söyleşi” gerçekleştirerek, bu diyalogu 2009 yılında Fransa’da  169 sayfalık bir kitap olarak yayımladılar.  Kitabı okuyamamış olanların bilgi edinmesini sağlamak amaciyle önemli saydığım  bölümlerini  özetledim ve bazı  yorumlar yaptım

Dokunulmazlık zırhına bürünmüş bir tabu konusunda  diyaloga girmek, bunu sonuçlandırarak yayımlamak cesaret işi. Ahmet İnsel ve  Michel Marian’ın görüşleri  pek çok alanda benzerlik gösteriyor. Görüşlerinin farklı  olduğu terim  “ soykırımı”. O nedenle  kitabın anlatımına bununla başlamak istiyorum. Diğer konuları da başlıklar altında ayrıca  ele aldım..

Biri soykırımı diyor, öbürü değil”  (Sh. 109-125)

“Nürnberg kriterleri”

Michel Marian 1915 olaylarını değerlendirebilmek için “Nürnberg  kriterlerini” incelemek gerektiğini belirtmiş (Sh.109).Soykırımı suçu literatüründe Nazi Almanyası döneminde çıkarılan Nürnberg kanunları[5] hariç,“Nürnberg kriterleri” terimine daha önce rastlamamıştım. Ama,  Ermeni tarafının,  farklı ölçüt ve kavramlar icad ederek 1948  Soykırımı Sözleşmesinin kurallarını işlevsiz hale getirme çabası içinde bulunduğunu biliyordum.

Paris Siyasal Bilgiler Fakültesinin öğretim görevlisi, Nürnberg ölçütü derken  acaba  8 Ağustos 1945 tarihli Londra Anlaşmasını mı kasdetmiş? Ya da  Uluslararası Askeri Mahkemenin Statüsünün 6 maddesini mi?  Statüde “Mahkemenin yetkisi ve genel ilkeler başlığı altında,  “Barışa karşı suçlar”,”Savaş suçları” “İnsanlığa karşu suçlar” kategorileri ele alınmıştı Anlaşılan, Michel Marian sorgulanyamayacağı varsayımından hareketle  muhatabını ve okuyucuları yanıltma girişiminde bulunmuş. Oysa soykırımı suçunun, Marian’ın  duymak istemediği  hukuksal temel taşları  var. Bunlar arasında “yetkili mahkeme[6], “soykırımı suçunun gerçek kişi  tarafından işlenebileceği[7]” ve “soykırımı  suçunu  diğer uluslararası suçlardan ayıran  latince “dolus specialis” denilen bir grubu tamamen veya kısmen sırf ulusal,ırksal, etnik, dinsel gruba ait olduğu gerekçesiyle ile yok etme özel kastının bulunması” gibi hukuksal  öğeler  bulunuyor.

Michel Marian ise 1948 Sözleşmenin esaslarını oluşturduğunu ileri sürdüğü, ama uluslararası soykırım literatüründe bulunmayan Nürnberg kriterlerini şöyle  sıralamış:

İlk kriter hedef toplumun etnik ya da dinsel niteliğiymiş, bunu kimse tartışmamaktaymış.  Marian soykırımından söz ediyorsa,  eksik söylemiş.Sözleşmedeki “ulusal” ve “ırksal” kelimelerini atlamış. İkinci ölçüt : yapılan  eylemin niteliğiymiş. Marian, ayrıntı vermiyor, “bunu da kimse tartışmıyor” diyor. Oysa bu  da Sözleşmenin 2. maddesinde ayrıntılı biçimde  açıklanmış Marian  soykırımı eylemleri arasında “zorla din değiştirtmek”  var diyor.Sözleşmede kayıtlı ölçütler arasında bu yok. Sözleşmeyi hazırlayan Uluslararası Hazırlık Konferans konuyu ele almış, ama Sözleşmeye ölçüt olarak koymayı reddetmiş. Bunu da  bilmek için  zahmet edip 1948 Sözleşmesinin Hazırlık Konferansının zabıtlarını okumak gerekir.   Üçüncü kriter “Hükûmetin  soykırımı suçunun işlenmesine iştirakiymiş”. Bu  da  Sözleşmede çok daha farklı bir çerçevede, 9. maddede   (Hükumetin değil) Devletin – sorumluluğu konusunda, (bir başka  Taraf  Devletin Uluslararası Adalet Divanına başvurulabileceği çerçevesinde) ele alınıyor. Sözleşmeye göre soykırımı suçunu tüzel kişi işlemiyor Devlet ise – malum-  tüzel kişi. Soykırımının  dördüncü ölçütü “imha etme kastının” bulunmasıymış. Marian bu konuda  Sözleşmenin belkemiğini oluşturan  ve yukarıda değindiğimiz “özel kasıt” öğesinden söz etmiyor.

Özetle,  Michel Marian soykırımı  hukukunu  kendince Nürnberg  ölçütleri kavramını oluşturarak  kendine göre yeni baştan kodifiye etmeğe  kalkışıyor  “Bu bir hukuksal ayrıntı. Önewmli değil ” diyenler çıkabilir.  Soykırımı bir uluslararası suç olduğu  işin esası da bunu oluşturan 1948 Sözleşmesindedir. Ne var ki  anılan Sözleşme Marian’ın  beyninde oluşturduğu imgeden  farklı .  Yukarıda değindiğim özel kasıt unsurundan  başka, 1948 Birleşmiş Milletler Sözleşmesi  soykırımının varlığını saptayacak yetkili mahkemeyi de   açıkça belirlemiş (Md. 6) Marian  bu önemli  hukuk kuralını da   görmezden geliyor  ve  trajik 1915 olaylarına ve bunun nedenlerine selektif bir okuma getirerek, başkalarının da  kendi yorumuna aynen uymasını bekliyor.

Oysa, siyasal bilimler alanında  öğretim görevlisi olan bir kimsenin – ne kadar militan olursa olsun- asgari akademik disipline uyması ve amacı uzlaşma yollarını aramak olan bir diyalogda yanıltnaya başvurularak güven yitirmemesi gerekirdi.

Marian’ın muhatabı olan Prof. Ahmet İnsel de akademisyen, ama o da “Nürnberg ölçütleri” terimini sorgulamamış ve Maria!ın işine geldiği  için bu  kriterleri varsaymış; böylece bilerek ya da bilmeyerek 1948 Sözleşmesi kural  ve ölçütlerinin tahrifatına göz yummuş

Oysa, Ahmet İnsel, farklı nedenlerle, 1915 eylemlerini soykırımı saymadığını,o eylemlerin “insanlığa karşı suç” kategorisine girdiğini düşündüğünü, ve Osmanlı Hükumetinin bundan tümüyle sorumlu bulunduğunu (Sh.114)  belirtiyor;  ama “ yirmi yıl, iki yıl, altı ay veya bir gün sonra yeni bilgilerle karşılaşırsa  soykırımı  terimini de kullanabileceğini” ekleyerek (Sh. 125) kapıyı aralık bırakıyor.

Ahmet İnsel, bu  savını  Uluslararası Ceza Mahkemesini  oluşturan Roma Statüsündeki “insanlığa karşı suç” veya “savaş suçı” tanımlarını  da inceledikten sonra ileri sürseydi saygınlık kazanabilir, akademik unavına yakışır bir tutum içinde bulunurdu.İnsel bunu yapmamış,  kendisinin soykırımını Yahudilere uygulanan Shoah ile özdeştırdiğini, soykırımının çocuklara,  yaşlılara kadar herkesin bilerek, sistemli biçimde ve özenle imhası anlamına geldiğini, oysa Ermenilere yapılan katliamın, Osmanlının genelde kendi   tebaasına  uyguladığı katliam geleneğine uygun olduğunu……tarihte Kuyucu Murat Paşanın da Aleviler ile Dürzilerin başlarını keserek kuyulara doldurmasına    benzediğini ,Osmanlı devletinin geleneğinde  tehcir uygulamasının  bulunduğunu, hatta Cumhuriyet döneminde  de 1934 ve 1950 yıllarında Kürtlerin zorunlu göçü ile bu geleneğin sürdüğünü belirtmiş.(Sh. 110-111). Öte yandan ,”1915 yılında Osmanlı Devletinin   savaş  halinde bulunduğu ve Ermeniler  Ruslarla işbirliği yaptıkları  için sınır bölgesinden uzaklaştırıldıkları”  yolunda bir gerekçenin ileri sürüldüğünü”  belirten İnsel, ancak sınırdan binlerce kilometre uzaktaki İzmir, Çanakkale, Bursa  gibi kentlerde yaşayan Ermenilerin tehcirinin  güvenlik gerekçesi ile izah edilemeyeceğini, …  1941 ‘de Amerika’da  Japon asıllılara uygulanan muamele ile  1915 tehcirinin karşılaştırılamayacağını savunuyor.  İnsel, Osmanlı Hükumetinin Ermenileri hedef aldığını,  Rumların ve diğer Doğu Hristiyanlarının  da bu arada  paylarına düşenden kurtulamadıklarını belirttikten sonra, bununla birlikte Alman  (imha) sistematiği ile Türk uygulamasının aynı olmadığını, Osmanlıların bir ırkı ortadan kaldırmaya yönelmediğini, kimi Ermeni kadın ve çocukların kurtarıldığını, bu nedenle  1915 olayları hakkında soykırımı teriminin  kullanılasını uygun görmediğini  belirtiyor..

Srebrenica soykırımı değilmiş

İnsel’e göre “ Srebrenica’da olanlar  soykırımı  değildir; Srebrenica soykırımı  ise, Ermenilerin başından geçen de soykırımı sayılır,….  ama soykırım  bir halkın, bir etnik grubun radikal bir şekilde istenerek  yok edilmesi,  Devlet ile  toplumun da  bu amaçla yoğun biçimde harekete geçmesi olarak tanımlanıyorsa,  1915 olayları  soykırımı   sayılmaz”(Sh.  113.) Marian da Srebrenica’nın soykırımı olmadığını belirtiyor, ancak  1915 ‘in soykırımı olduğu konusunda  hiç bir  duraksaması bulunmadığının altını çiziyor (Sh. 115)

Soykırımı hukuku alanında bilgisizlik

Gerek Marian’ın, gerek İnsel’in ifadeleri, soykırımı hukuku konusundaki  “bilgisizliklerinin”  derin olduğunu  gösteriyor. Bir başka izah ise,   her ikisinin  de bu konuyu  1948 Sözleşmesi ve Uluslararası Adalet Divanı kararları ile şekillenmiş olan   soykırımı hukuku dışına bile bile çıkarıp, siyasal bir çerçeveye oturtmak istemeleridir Çünkü   akademisyen olan bu iki  konuşmacı,  eski Yugoslavya Ceza Mahkemesinin verdiği, iki Sırp yetkilisinin  Srebrenica’daki eylemlerini  soykırımı sayan  ve nihai olan kararına   rağmen,o eylemleri  soykırımı saymadıklarını  belirtebiliyorlar(Sh.113 ve 115) ve böylece kendilerini yetkili  mahkemenin yargıcı yerine koymuş oluyorlar, kesinleşmiş bir mahkeme kararını yok sayıyorlar.  Maazallah bu sözleri İsviçre’de söyleseler soykırımını inkar suçundan İsviçre Ceza yasasının 221 bis  maddesi gereğince  mahkum bile edilebilirler. Öte yandan,  böyle davranarak mahkeme kararına  bile bağlanmamış olan soykırımı suçlamalarının   yadsınabileceğine   örnek oluşturmuyorlar mı? Ama kendilerine hak olarak tanıdıkları  “yadsıma” başkalarının hakkı  değil

Michel Marian bu konuda şunları da söylüyor:  :   “Ermeni  tehciri  sadece bir  ahali transferi değildi, Ermenileri   yok etme kastı ile   yapılmıştı….. Bu da 1948  tanımına göre  soykırımıdır… O halde, kelimeler konusunda yapılan bu tartışma  neye yarar? Zaten 1915 yılında  suçu  cezalandıran bir pozitif hukuk yoktu o dönemde.Ermeniler Osmanlının o tarihe kadar uğradığı kayıpların tümü  için  bedel ödediler. Ermeniler öldükleri için  artık  bir tazmin olanağı yok.  Yargıya başvurarak   ceza  verilmesi de  sağlanamaz.. Bu  suçu yargılayacak bir  mahkeme kurulamaz. Bu nedenle  dünya  bu olayların soykırımı olduğunu  tanısın. Bu davranışi  o dönemden bu yana hukuk ve adalet duygusunda yaşanan gelişmelere uygun olur. Soykırım bir gerçek olduğu  cihetle bu  gerçeğin kredisi bize neden verilmiyor? Olayların soykırımı olduğunun yadsınması Türkiye açısından  bir uygarlık sorunu olduğu kadar, uluslararası açıdan da bu husus  geçerlidir.. Soykırım konusundaki görüş ayrılığı diğer gelişmeleri engellememelidir ve soykırımı tanınmadığı gerekçesi ile tüm diyalog kapıları kapatılmamalıdır. Shoah ile 1915 olayları arasındaki farklar tartışılabilir.Ancak bir şartla: 1915 olaylarının Shoah’dan çok Srebrenitsa’ya  benzediği  ileri sürülmemelidir (Sh. 117-118) ” ….Shoah ile  Ermeni soykırımı arasındaki farklardan[8] biri   kadın ve çocukların İslamlaştırılmasıdır. Ama bu İslamlaştırma da  eylemin  soykırımcı niteliğini azaltmamalıdır; zira bu insanlara  bir seçenek tanınmamıştı ve kadınlar ile çocuklar ya  boğazlanmış ya da çöle terkedilmişti  (Sh. 119) Günümüzde  bazı aileler, hele Kürt aileleri  bakımından  bir Ermeni kökenli büyükanneye sahip olma  şık sayılıyor…. Ancak durum biz Ermeniler açısından farklı…Biz bugüne kadar  dinsel kimliği ile bilinen bir  halk olduk…

Ahmet İnsel’in 1915 olaylarının insanlığa karşı suç  sayılması  düşüncesine karşı,  Marian,insanlığa karşı suç ile soykırımı arasında  muazzam  fark bulunduğunu, soykırımının bir halkı yeryüzünden silmek projesi olduğunu,  insanlığa karşı suçun ise Srebrenica’da olduğu gibi  hem sayı hem de hedef kitle açısından kısmî  olduğunu, bu nedenle  bu farkı kabul etmwnin uygar bir davranış sayılacağını  belirtmiş, kendisi dahil  Ermenilerin  büyük bir sabırsızlık içinde bulunduklarını, 2015 tarihinin   soykırımının kabulü  konusunda kendileri açısından son tarih  teşkil ettiğini ve  daha fazla beklenmesinin düşünülemeyecek olduğunu  “ söylemiştir Ahmet İnsel de  “ sabırsızlığını anlamaktayım”  yanıtını vermiş. (Sh. 124).

Bu sözler Marian’ın Roma Statüsündeki  insanlığa karşı  suç tanımı  ile  soykırımı suçu ve savaş suçu tanımları arasındaki  farkları  ya bilmediği veya bilmezden geldiği  yolundaki tesbitimizi  doğrulamakta.

Michel Marian diyalogun bu aşamasında,  “Ermenilerin Türkler ile ilişkilerinde, kendi ahlaksal  –açıdan üstün- pozisyonlarından yararlanarak, Türkleri  suçlayıcı bir tavır takınmalarını, …. soykırımı kelimesini kullanmayanları olduğu gibi, bu terimi şimdi işlevsel anlamda kullanan  Fuat Dündar[9] gibi tarihçileri de  inkarcılıkla suçlamalarını doğru bulmadığını belirtmiş, soykırımını inkar eden Türklerin bu  suçları işleyenlerle –bir- olduğunun ileri sürülmesine de katılmadığını, savunma ya da  olayın boyutunu küçük görmenin  eylem ile  eşit olmadığını” (Sh. 132) sözlerine eklemiştir.

Türkiye’den  beklentiler

İnsel,   Türklerin kapsamlı bir bellek  çalışması yapmasını, önce çok uzun zamandır  unuttuğumuz ve inkar ettiğimiz tarihsel olaylarla karşılaşmamız  gerektiğini,  söylüyor ve bunun zaman alacağını   …bu  çalışlmanın (tavandan değil) tabandan başlaması gerektiğini, yoksa, günün birinde Türk devletinin   bugüne kadar  bilinen gerçek değişmiştir, şimdi gerçek şudur diyerek yeniden tepeden inme bir  durum (tarih yorumu) yaratabileceğini  söylüyor.

Marian’a göre ise  Ermeniler doksan yıl beklemişlerdir.  Ermeniler,  Avrupa’nın anahtarını elinde tutanların  şimdilik kendi yanlarında olduğunu ve   soykırımının tanınmasını  sağlayabileceklerini sanıyorlar, bu güç dengesi bozulursa  istediklerini hiç bir zaman elde edememekten korkuyorlar.

Marian’a göre, “ilk AKP  Hükumeti buzların erimesinde önemli bir rol oynamıştır. . Daha sonra 23 Mayıs 2009 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın  Düzce’de yaptığı bir konuşmada,   yıllar  boyu farklı bir kimliğe sahip olanlar ülkeden kovuldular. Bu iyi niyetle yapılmadı.Bu faşist bir yaklaşımla yapıldı dedi., bu bir açılımdır; Cumhurbaşkanı Gül ise Nisan 2009’da  Barack Obama’nın  yaklaşımına katılmamış,  ancak, resmi inkâr tutumunu da tekrarlamamıştır” diyor  , Bu durumda Ermeniler,  Türkiye’nin,   Ermeni tutumunun  aynını kabul etmese bile,   resmi inkar  pozisyonunu terketmesini beklemekteymişler. Örneğin Türk diplomatlarının Ermeni  sorunu konusundaki  inkarcı söyleme göre yetiştirilmesine son verilebilecek,. okul kitapları gözden  geçirilebilecek,  Jön Türkleri  açıkça öven kurumlara destek verilmesinden vazgeçilebilecek, Türk Hükumeti  yurt dışındaki ulusalcı grupları desteklemeyi durdurabilecekmiş.

Marian’ın  dile getirdiği beklentiler arasında  şunlar da var:

1960’lı yıllardan beri Ermenilerin istediği  şey:  Mahkeme  Ancak bu  bir hayal. Uluslararası Ceza Mahkemesinin kurulduğu tarihten önceki olayları ele alamayacağı kararlaştırıldı.Ayrıca  suçlanabilier  Devletler değil, yöneticiler. Bir Nürnberg Mahkemesi kurulmasının olanaksızlığı Ermeniler için çok düş kırıcı” (Sh. 78) “1915 yılında müttefikler ittihat ve Terakki yöneticilerinin Ermenileri yok etmeğe devam ettikleri takdirde sorumlu tutulacaklarını  belirtmişlerdi. Bu uluslararası hukuk açısından  önemli bir yenilikti” (Sh.77)  “Daha sonra  bu amaçla bir  mahkeme kurulması fikri terkedildi  , onun  yerine  Türklerin Türk olmayanları yönetme yeteneği bulunnadığı gerekçesiyle  Osmanlı Devletinin  toprakları elinden alındı” (Sh.77)

Bu konuda  eklenmesi gereken   husus  Marian ve onun gibi düşünenlerin  Malta’ya yargılanmak için  sürülen Osmanlı yöneticilerinin aleyhlerinde bir delil bulunamadığı için  yargılanmadan salıverilmiş  bulunmalarınden hiç söz etmemeleridir. Bu da  selektif  okuma ve  işline gelmeyen hususları bellekten silme güdüsünün bir  tezahürüdür.

Marian’a “ göre Ermeniler’de  toprak değil,  , manevi tatmin  talebi  bulunduğu konusunda bir bilinçlenme  var. Tabii, azınlıkta bulunan bazı gruplar toprak taleplerini ileri sürüyorlar. Soykırımının kabulü dışında bu manevi tatmin nasıl sağlanabilir?  Ermenilerin,  bir Ermeni  yurdu kurulmadan  -eski topraklarına- geri dönüşü nasıl olabilir?  Belki Türk Hükumeti sembolik bir jest yaparak  Ağrı dağının yarısını Ermeniler’e verebilir. Veya tarihsel Başkent Ani’yi verebilir. Ya da daha  pratik olarak, Ermeni gemilerinin Trabzon limanına yanaşması kabul edilebilir. Örneğin Van sakinlerinin Van kökenli Ermenilere, Muş  sakinlerinin Muş kökenli Muşlulara yapabilecekleri jestler  olabilir. Bu  vatandaşlığa alınma  ya da toprak  talebi  değil, bir çeşit varlığını yeniden kabul etme gibi bir jest olabilir.”  “Doğal olarak  benim ailemin (Marian’ın  ailesinin)  geldiği yer olan Erzurum’da itirazlar gelebilir.   ….Ben hala Erzurum’a gitmeyi çok arzu ediyorum ama korkuyorum”(Sh. 136-137)

Türk hükumeti herkesin görüşünü açıklayabilmesi için bir propaganda silahsızlanması yapmalıdır”.  İnsel bunun şart olduğunu, ancak gerçekleşmesi için güçlü bir toplumsal talep bulunması gerektiğini belirtmiştir ( Sh. 144)

Diyalogun  Ermeni talepleri  bölümünün ve diyalogun bununla ilgili sayfalarının   okunması, özellikle  Michel Marian’ın ve onun gibi düşünenlerin  gerçeklerden ne kadar uzakta bulunduklarını göstermesi bakımından ilgi çekici. Bunlar, Birinci Dünya Savaşı  öncesinde ve sonrasında olduğu gibi  bazı dış güçlerin  örneğin ABD, Fransa ve Avrupa Parlamentosunun Türkiye üzerine baskı kurma  yoluyla  soykırımını Türkiye’ye kabul ettirebileceklerine inanıyorlar.  Bu baskıların  aksi tesir yarattığı kendilerine söylenince şaşırıyorlar, hatta   inanmak istemiyorlar. Bunun başında   bazı ABD’li ve Avrupalı siyasetçilerin sözlerin ve güvencelerin  kendilerinde oluşturduğu beklentiler geliyor. Ancak, bu beklentileri gerçekleşmeyeceği cihetle, ileride  bu konuda karşılaşacakları  düş kırıklıklarının yeni bir trauma  yaşatması  olasılığı şimdiden   üzüntü veren bir gerçek.

Ermenilerin sayısı

İnsel tarihle  yüzleşme alanında  bazı sivil toplum örgütlerinin  çalışmalarına değinmiş, örnek olarak TÜSİAD’ın  Ahmet Kuyaş’a hazırlattığı bir  tarih  kitabı projesinde, Ermeni saldırılarının  1915  olaylarından önce değil de  1916  yılında cereyan ettiğinin yazıldığını, 1915’te ölen Ermenilerin sayısının 600.000 olarak verildiğini, ancak bu kitabın okullarda okutulmadığını, gene de bazı öğretmenlerin  esinlendiğini  söylemiş; 1923 te Türkiye’de 300.000 Ermeninin bulunduğunu, bunlardan bir bölümünün Anadolu’da yaşadığını ,  bu Ermenilerin  çektikleri  acılarla -Türk halkının-   yüzleşmesinin gerektiğini ve daha genel olarak,  Kemalizmin  yeşerttiği korkudan  kurtularak, kendi  dolaplarımızdaki ölüleri saymamız icab eylediğini  düşündüğünü, aksi halde  “ başka ve yeni unutulanlar” yaratılmış olacağının  altını çizmiş ,Türkiye’nin  Ermenilere karşı  olan tarihsel gerçeği kabul borcu bulunduğunu, öte yandan   yaşanan büyük trajedinin  sebeplerinden birinin  iç düşman yaratılması olduğunu, bunun terk edilmesinin gerektiğini,  aynı iç düşman söyleminin bugün Kürtler için yenilendiğini  belirtmiş. (Sh.136)

Marian,  ölen Ermeniler konusunda  Taner Akçam’ın  800 000 sayısını verdiğini,  kendilerinin 1.500.000 sayısına alıştıklarını, ölen Ermeniler arasında,  tehcir sırasında  katledilenler,  yorgunluktan, açıktan, soğuktan  ölenler bulunduğunu, soykırımından önce  Osmanlı İmparatorluğunda 1.900.000 Ermeninin yaşadığını, bunların 3000 kilise, 2000 okula sahip olduklarını, sayılar savaşının  tarih kitaplarının yeniden yazımını engellememesi gerektiğini  anlatmış.

Osmanlı Türklerinin maruz kaldığı kıyım

İnsel sadece Ermenilerin değil,  bunun yanında “Kafkasya’dan, Balkanlar’dan sürülen ve katledilen Müslümanların  da  hesaba katılması  gerekeceğini”   belirtmiş(Sh.80 ve Sh 135) “70-80’li yıllarda  Türk resmi görüşü,   ASALA eylemlerini ve Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Ermenilerin Rus ve Fransızlara katılarak   ihanet etmelerini  öne çıkarmış ve olayların tarihsel  sıralamasını  gizlemiştir” diyen. İnsel’e göre, örneğin, Osmanlı sınırından Rusya’ya kaçan Ermeniler  Rus ordusu ile  Doğu Anadolu’ya geri geldikleri zaman  1915’te yapılanlardan intikam almak için Müslüman halkı gerçekten  katletmişlerdir. (Sh.80).

Öte yandan, “ Ermeni entellektüellerin Istanbul’dan sürülüşünün  sembolik tarihi olan 24 Nisan 1915’ten önce  Van’da  ayaklanan Ermeniler sivil müslüman halkı  katletmişlerdir. Ama bu katliam yüzbinlerce Ermeninin Orta Anadolu’dan ve Marmara kıyılarından sürgüne yollanmasını  haklı kılabilir mi ?  sorusu, çok kısa zaman önceye kadar sorulmamıştır”(Sh. 81).  Bu  soruya Marian’ın verdiği yanıt ta kayda değer:  : “Dikkat !  Taner Akçam Jön Türk propagandasının öne çıkardığı Van  ayaklanmasının bölgede yapılan çok sayıda Ermeni kıtalinden sonra olduğunu söylüyor. Savaşın başlaması ile Nisan 1915 arasında 55.000 Ermeni öldürülmüş…

Ermeni terör örgütlerinin eylemleri

Marian   “ASALA’nın ilk   saldırılarının Ermeni toplumunu  bu eylemlerin  olumlu medyatik  sonuçları ve kendilerini  terör  olayları ile özdeşleştirilme  açmazı arasında bıraktığını, 1981’de  bir Taşnak Komando timi tarafından Türk Sefaretine[10] yapılan ünlü  Van operasyonundaki rehin alma eyleminde sadece bir korumacının öldürüldüğünü, minimum şiddet kulanıldığını , kendisinin de o  akşam Türk Büyükelçiği önünde yapılan Ermeni nümayişe  katıldığını, zira orada Türkler ile kavgalar çıktığını,  bu eylemin 26 Ağustos 1896 tarihinde  Osmanlı Bankasına yapılan saldırının benzeri olduğunu, o tarihte alınan rehinelerden kimsenin ölmediğini”  belirtmiş[11] (İnsel ise   Türk temsilciliği ile araları iyi olmadığından o gün Büyükelçiliğe gitmemiş)  Marian soru üzerine  kendisi nin ASALA’ya kuvvetli bir sempati beslemediğini söylüyor ve  “uyanış  sevincine  evet,  ama o kadar”  diyor, 1984 yılında Esprit dergisinde bir makale yayımladığını ve  “teröre hayır, ancak   bu terör eylemleri yalınlığı ile terör ya da teröre verilen destek   bir çeşit  demokratik katılım sağlamıştır ve maalesef bu terör eylemleri  diyaspora’da iyi karşılanmıştır” diye yazdığını  sözlerine ekliyor.  Marian’a göre “Türk makamlarına karşı yapılan suikastlar  belleğin uyanmasını sağlayan bir megafon olmuş” (Sh. 83)  Daha sonraki yazılarında ise Marian, soykırımının kabulü lehinde ama terorizmin karşısında tutum aldığını, mensup bulunduğu  derneğin   Avrupa Parlamentosunun 1987  yılında aldığı Ermeni soykırımını tanıma kararı ile sonuçlanan Belçikalı parlamenter Vandemeulebroucke   ile  yoğun işbirliği yaptıklarını, kararın  Ermeni soykırımının tanınmasının Türkiyenin üyeliğinin koşulu olduğunu belirttiğini vurgulamış,

İnsel, “ Ermeni terör eylemlerinin   Türkiye’nin  aktif inkarcılık politikasına katkıda bulunduğunu”, “Türkiye’nin Devletin şiddet kullandığı bir ülke olduğunu, ama Devletin herşeye rağmen  halkın bu şiddet kullanımını desteklemesini  de  istediğini,  belirtmiş. (Sh.82)

Türkiye’nin Avrupa Birliği   adaylığı  konusu  ve  soykırımı

Marian Avrupa Birliğinin  Türkiye’nin üye olması için soykırımının tanınmasında ısrar edeceğini düşünüyor. Ermenistan Cumhuriyeti  Türkiye’nin AB  üye olmasının  Ermenistan’ı Avrupa’ya yakınlaştıracak bir öğe olarak değerlendirmekteymiş.Buna karşı diyaspora, inkarcılığın kabulü anlamına  gelme riskini taşıdığı için   Türkiye’nin AB üyeliğine karşı.(Sh. 139) Gene de soykırımını tanıması  halinde  Ermeniler Türkiye’nin  AB üyeliğini destekleyecekler, hatta onun avukatlığını yapacaklarmış.(Sh. 138) İnsel ise Türkiye’nin AB üyeliğinin  gerçekleşemsi konusunda  daha mesafeli.duruyor Bir süre sonra Türkiye’nin Avrupa’ya  gereksinme  duymayabileceğine işaret ediyor  ama, Azeri-Ermeni uzlaşmazlığının esiri haline gelmiş bulunan Türkiye’nin  Ermenistan ile ilişkilerinin normalleşmesini istiyor.

Arşivler

Marian, tanık kalmadığına göre arşivlerde araştırma yapılmasının özendirilmesini isteyince, İnsel İttihat Terakki mensuplarının kendi arşivlerini imha ettiklerini sandığını, ama  terk edilen mallar konusunda   Genelkurmay Başkanlığı arşivlerinin  bulunduğunu, ayrıca Taşnak arşivlerinde de yararlanılabileceğini belirttikten sonra, 2005 yılında Milli  Güvenlik Kurulunun Osmanlıcadan nakledilen  kadastro kayıtlarının yayımlanmasını yasakladığını, bunun gerekçesinin  Ermenilerin  öal talebimde  buolunmasına veya soykırımınıntanınmasına olanak tanıması olarak  izah edildiğini belirtiyor

Aileler, çocukluk ve gençlik yılları  “Cart ve Gart”

Söyleşinin ilk 73 sahifesi  İnsel ve Marian’ın ailelerini,  çocukluk ve gençlik yıllarını birbirlerine  anlatmalarına ayrılmış . Marian’ın Büyük babası  ve ailesi  Bayazıt  ve Erzurum göçmeni. İnsel’in ailesi  ise  Serez’den göçmüş. Marian’ın babasının adı Martin Haroyan Ermenistan’da doğmuş. Büyükbaba 1915’te Bayazıt’tan Ermenistan’a kaçmış. Kader Martin’i  daha sonra Fransa’ya götürmüş; kimliğini gizlemek için orada  Haroyan adını almış[12] Oğlu, Marian Fransa’da  Türk karşıtı olarak yetişmiş, Fransız Ermenileri bakımından Türkiye lehine olan herşey kötü ve haksız olduğu için acı vericiymiş  (Sh..53)

İnsel, gençlik yıllarında eski trajedilerden pek bahsedilmediğini söylüyor. Marian da  çocukluk yıllarında  soykırımından “cart” (katliam) ve “garttan”(sürgün)  sözedildiğini duymuş

1970’li yıllarda Marian da, İnsel de   Fransa’da aşırı sol görüşlüymüş. İnsel Fransa Komünist Partisine üyeymiş (Sh.58). Marian  bu dönemde  Ermeni soykırımı ve Ermenilere yapılan haksızlık konusundaki  çalışmalara katılmış. Türklerden korkuyormuş (Sh. 62)

Diyaloga katılanların “öğrendikleri”

Diyalogun son bölümü “öğrendiklerimiz” başlığını taşıyor. Her iki konuşmacının  üzerinde uzlaşma sağladıklarını belirttikleri öğelerden bazıları şunlar   (Sh. 148):

“1915 olayları    zulümler,ayaklanmalar ve siyasal çatışmalar zinciridir;

-Osmanlı devletini yöneten grubta Osmanlı Ermenilerini  yok etme iradesi  vardı;

-Türkiye Cumhuriyetinin  -bu alandaki- sorumluluğunu  tanıması  gereklidir;

– İnkarın demokrasiye  zarar veren bir niteliği bulunmaktadır;

Konuşmacıları  ayıran husus  olayların kendisi  değil, bunların tanımlanması hakkında Shoah  gibi bir kelimenin  kullanımıdır; bu konuya ileride dönülmelidir

– Olaylar ve bazı  açıklamalar konusunda farklı tepkiler bulunduğu nsağtanmıştır

– Diyalogun  devamında yarar vardır. Ancak bunun sonsuza kadar   süremeyeceğinin ve  diyalog tuzağına düşülmesi durumunda bunun ileride daha büyük hayal kırıklıklarına sebep olacağının  altı çizilmelidir.   Diyalog düğümleri çözer, doğru jestleri ve sözcükleri bulma durumunda olan . sivil toplum örgütlerine ve poltikacıloara yardımcı olabilecek malzemeleri bulma hususunda yardımcı olur . (Sh.151)

Kitabın ekinde  bir kronoloji, bibliografya, Ermenilerden özür dileyenlerin imzaladığı Aralık 2008  tarihli mektup, 60 Ermeni kökenlinin imzaladığı, Türk vatandaşlarına  teşekkür mektubu yer alıyor


[1] “ Dialogue sur le tabou arménien”  Editions Liane Levi,  169  sayfa.   2009; ISBN: 978-2-86746-522-

[2] Ahmet İnsel,  2007 yılından bu yana Istanbul  Üniversitesi Ekonomi bölümünü yönetmektedir. İletişim yayınları yetkilisi.

[3] Michel Marian Paris’te  Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim görevlisi. Ermeni sorunu konusunda Esprit dergisi  ve  Nouvelles d’Arménie dergisinde  makalaler yayımlamıştır.

[4] Ariane Bonzon, gazeteci,  1996-2000 yılları arasında ARTE  televizyonunun Istanbul temsilciliğini yapmıştır.

[5] Sevin Elekdağ, “Ermeni Olaylarını Anlamak Holokost ile Karşılaştırmalı Analiz” Ermeni Araştırmaları Dergisi No.32 (2009)  Sh.91  17 sayılı dipnotu : “ Yahudilere  uygulanan ırk  ayrımcılığına sahte bilimsel temel kuran Nürnberg Yasaları iki, kanundan oluşmaktaydı : Alman Kanı ve Alman Onurunu Koruma Kanunu… iler Reich Vatandaşlık Kanunu”

[6] 1948 Soykırımı Sözleşmesi. Madde  VI

[7] 1948 Soykırımı Sözleşmesi  Madde  Madde IV

[8] Bu konuda bakınız : Saevin ELEKDAĞ “ Ermeni Olaylarını Anlamak. Holojost ile Karşılaştırmalı Analiz “ in Ermeni Araştırmaları Dergisi  No. 32  Sh. 87-107

[9] Fuat Dündar’ ın , tehciri,  Anadolu’daki tüm azınlıkları   sulandırmayı   amaçlayan bir etnik mühendislik projesi ile, Rus ordularının ilerlemesi karşısında duyulan panikin  birleşmesi sonucunda doğduğu  görüşünü savunduğu Marian taraından  belirtiliyor.

[10] Saldırı Büyükelçiliğe değil,  Paris’teli Türk Başkonsolosluğuna yapılmıştı.

[11] Marian   eylemin Paris’teki Başkonsolosluğua yapıldığını, Konsolosun klarnından vurulduğunu    söylemiyor. Marian  1975 yılında Büyükelçi İsmail  Erez’in   bir  Ermeni  katil tarafından şehit edildiğini  de hatırlamamayı yeğliyor.

[12] Baba  Martin Haroyan Ermenistan’da gazetecilik yaparken 2. Dünya savaşı çıkmış  Görev yaptığı Rus birliği  Kırım’da Almanlara teslim olmuş.  Haroyan  Almanca bildiği için bir Alman subayının tercümanı olmuş- “diğer Ermeniler gibi esir kamplarında çürümemiş”-  Fransa’ya  ve İtalya’ya  Alman subayı ile birlikten  gitmiş. ( Marian  söylemiyor  ama ) babasının Alman askeri üniformasını giydiği muhakkak. 1944 yılında  Alman subayı öldürülünce  kaçmış, Paris’te saklanmış, savaş sonunda ortaya çıkmış, doğum yerini  Bayazit, adını Marian olarak beyan edip Fransa’dan siyasal  iltica istemiş. O dönemde pek çok Ermeninin Alman üniforması giydiği biliniyor. Ermeni birlikleri kurulduğunu biliyoruz  De Gaulle ile Stalin arasında imzalanmış olan  anlaşma gereğince, bu askerler  Rusya’ya  teslim edilmekteymiş.  Doğum yerini ve adını değiştirmemiş olasaydı, işbirlikçi  Rus askeri olarak Stalin   döneminde herhalde sonu  iyi olmazdı

Pulat Tacar - pulat tacar

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir