Şükrü M. Elekdağ
Son 25 yıl zarfında Türkiye, PKK ile mücadelede hiçbir zaman bu kadar müsait bir konjonktürden yararlanamadı. Bu nedenle, AKP iktidarının PKK’yi tasfiye stratejisi yerine terör örgütü ile müzakere stratejisine yönelmesi akıl ve mantıkla bağdaşmaz…
Türkiye devasa ve giderek ağırlaşan bir sorunla karşı karşıyadır. “Kürtçülük fitnesi ve PKK sorunu” Türkiye’nin ayağında bir prangadır. Bundan kurtulmadan Türkiye’nin ekonomik ve sosyal alanlarda ciddi bir atılım yapması düşünülemez. Bu sorunun çözümü için siyasi, diplomatik, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda alınması gereken önlemlerin başında, Kuzey Irak’ta yuvalanmış olan PKK unsurlarının tasfiyesi gelmektedir. Bu amaç, Türkiye’nin karşılaştığı PKK/Kürtçülük sorununun çözümünde öncelikli bir önem taşıyor; çünkü gerçekleştirilemediği takdirde diğer önlemlerden bir sonuç alınması mümkün değildir. Ne var ki AKP hükümeti, terörle mücadelede terörün tasfiyesi hedefini terk ederek, terör örgütü ile müzakere ve uzlaşıya yönelmiştir. Nitekim, önce “Kürt Açılımı”, sonra “Demokratik Açılım” ve nihayet “Milli Birlik Projesi” olarak adlandırılan, ucu açık, içeriği ise hâlâ kalın bir müphemiyet perdesi arkasında ısrarla gizlenen bu girişim, esas itibarıyla PKK’yi muhatap almayı ve uzlaşmayı öngörüyor. Oysa, değişen küresel ve bölgesel dengeler nedeniyle oluşan koşullar, Türkiye’ye terörle etkin bir mücadele yürütebilmesi için bugüne kadar rastlanmayan avantajlı bir konum sağlamıştır. Bu açıdan, AKP stratejisi şu üç nedenle son derece hatalı ve sakıncalıdır.
PKK’ye yönelik strateji temelden yanlış
Birinci neden, önceki dönemlerde, PKK’ye karşı verdiği mücadelede bunaltıcı ve kısıtlayıcı dış baskılarla karşılaşan Türkiye’nin, halen bu alanda daha rahat hareket etmesine imkân sağlayan bir dünya ve bölge konjonktüründen yararlanmasıdır. Bu yeni siyasi ortamın oluşmasında başta gelen faktörler, ABD’nin Irak’taki askeri varlığına son vermek hususundaki kararı ve Obama yönetiminin, yaşamsal çıkarlarının bulunduğu Ortadoğu jeopolitik ekseninde istikrar sağlanması için Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyması ve bunu alenen dile getirmesidir.
İkinci neden, bölgesel siyasi dinamiklerin, PKK’yi yalnızlığa iten, hareket alanını daraltan ve örgütün güç aldığı kaynakları kurutan bir doğrultuda oluşmasıdır. Örgüt de bunun farkındadır. Ancak, AKP hükümetinin birden uzlaşma havasına girmesi, PKK’nin direncini güçlendirmiş ve çözülme psikolojisine girmesini önlemiştir. Böylece, müzakereye oturuncaya kadar kuyruğu dik tutma inancı örgüte hâkim olmuştur.
AKP hükümeti akla ihanet ediyor
Üçüncü neden, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), ilk defa olarak, tüm güç ve enerjisini PKK ile mücadeleye hasredebileceği bir durumdan yararlanmasıdır. Günümüz koşullarında, Türkiye’nin “dış askeri tehdit algılaması” çarpıcı biçimde değişmiştir. Nitekim, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun bakanlığının bütçesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmesi sırasında bu konuda yaptığı değerlendirme aynen şöyledir:
“Bırakın kısa dönemi, orta dönemde dahi, hatta uzun dönemde dahi, Türkiye ile herhangi bir komşusu arasında büyük ölçekli bir savaş, kriz değil, küçük ölçekli bir tansiyon yükselmesi bile beklenmiyor.” Buna mukabil, Türkiye’yi içerden ve dışardan kıskaç içine alan PKK terörü, yegâne acil tehdit haline dönüşmüştür.
Sonuç olarak, TSK bugün tüm güç ve enerjisini, PKK terörüne odaklamak imkânına sahiptir. Yukarıdaki değerlendirmemiz şu gerçekleri ortaya koyuyor: Son 25 yıl zarfında Türkiye, gerek küresel, gerekse bölgesel koşullar açısından PKK ile mücadelede hiçbir zaman bu kadar müsait bir ortamdan yararlanmamıştır.
Bölgesel dinamikler, PKK’yi yalnızlığa iten ve örgütün güç aldığı kaynakları kurutan bir doğrultuda oluşmaktadır. Bunlara ilaveten, TSK, ilk defa tüm gücünü ve enerjisini PKK ile mücadeleye odaklayabileceği bir konumdadır. Bu durumda, AKP hükümetinin, terörü tasfiye stratejisini terk ederek, PKK’yi muhatap alması ve -dolaylı veya dolaysız- terör örgütü ile müzakere sürecine yönelmesi akıl ve mantıkla bağdaştırılamaz.
Oluşan bu zeminde, Türk hükümeti, eğer Kuzey Irak’taki PKK unsurlarının silah bırakmak için Türkiye’nin kapısını çalmasını istiyorsa, o zaman stratejisi, terörle uzlaşmaya değil, terörü tasfiyeye odaklanmalıdır. Kuzey Irak’taki terör unsurları üzerinde moral çöküntüsü yaratacak, onları bozguna uğratacak ve silah bırakmalarına yardımcı olacak strateji budur. İktidarın tutumu ise, hem akla, hem de ulusal çıkarlara ihanettir.
‘Çatışma tuzağı’ kavramı
Amerikalı strateji uzmanları tarafından “çatışma tuzağı” olarak tanımlanan kavram da, Türkiye’nin terörle mücadele stratejisinin PKK’nin tasfiyesine odaklanmasını zorunlu kılıyor. “Çatışma tuzağı” kavramını geliştiren Paul Collier ve Nicholas Sambanis adlı Amerikalı akademisyenler, 1945’ten bu yana dünyada cereyan eden 125 değişik çatışmanın ayrıntılı analizlerini yapmak suretiyle şu iki sonucu saptamışlardır: (1) Çatışmanın bir tarafın kesin bir mağlubiyetiyle sona erdiği hallerde, gerçekleştirilen uzlaşma uzun ömürlü olmaktadır. (2) Buna mukabil, tarafların uzlaşma aramaları sonucunda sağlanan barış ise, çoğu zaman kısa süreli olmakta ve “çatışma tuzağı” süreciyle karşılaşılmaktadır. Bu durumda, taraflardan biri biraz dinlenip toparlandıktan sonra tekrar çatışmayı başlatmaktadır. Ve barış-savaş dönemleri açık uçlu bir süreçte birbirini izlemektedir…
AKP’nin uzlaşma stratejisine “çatışma kavramı” perspektifinden bakılacak olursa, bu stratejinin Türkiye’yi tüketecek ve parçalayacak bir nitelik taşıdığı anlaşılır. Bölgedeki Pankürdist ideolojiye bağlı güç odakları, siyasi bir kimliğe dönüşmüş olsa da PKK’den Türkiye’ye karşı sinsi emelleri için yararlanmak isteyecek ve örgütü canlı tutmak için çaba sarf edeceklerdir. Bugün Türkiye’nin karşısında, hâlâ Barzani’nin himayesinden yararlanan ve ondan almakta olduğu maddi ve moral destekle, kendi müzakere şartlarını Türk devletine dayatmak isteyen bir PKK varsa, nedeni budur.
Yeni askeri-politik konsept ve yapılanma
Bu durum, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine ve PKK’ye karşı yeni bir strateji geliştirmesini zorunlu kılıyor. Bu strateji kapsamında TSK, sivil zayiata yol açmadan ve bölgenin huzur ve istikrarını bozmadan PKK’yi etkisizleştirmeyi öngören bir askeri-politik konsept ve askeri kuvvet yapılanması geliştirmelidir. Amaç, uçar birliklerle yapılacak “cerrahi” nitelikte operasyonlarla “nokta hedeflerin” sürekli vurularak PKK örgütünün güven duygusunun yok edilmesi ve çözülme psikolojisinin yaratılarak teslime zorlamak olacaktır. Bu bağlamda yapılacak ilk operasyonlardan biri de, ABD tarafından uyuşturucu kaçakçısı olarak ilan edilip mali varlıklarına el koyulan terörist başılardan Murat Karayılan, Zübeyir Aydar ve Ali Rıza Altun’un baskınla inlerinden kaçırılıp Türk adaletine teslim edilmeleri olmalıdır.
İsrail, Telaviv’den 4200 kilometre uzaklıktaki Entebbe Havaalanı’na tereyağından kıl çeker gibi harekât yaparak İsrailli rehineleri kurtarabiliyorsa, NATO’nun ikinci büyük ordusu diye öğündüğümüz TSK’nin avucunun içi gibi bildiği yanı başındaki bölgede bu tür operasyonlar yapamaması kabul edilebilir mi?
Sonuç olarak, terörle mücadele alanında son 25 yıl zarfında hiçbir zaman bugünkü kadar olumlu koşullarla karşılaşmamış olan Türkiye, bu durumdan yararlanmalı ve PKK’yi tasfiyeye odaklanmış bir strateji izlemelidir. Dış odaklar tarafından AKP iktidarına dayatılan PKK ile müzakere stratejisi Türkiye’yi selamete değil felakete götürür. Yanlış strateji, yanlış ilaç gibidir… Öldürür!..
Bir yanıt yazın