DAĞDAN İNME SÜRECİ DEVAM ETMELİ,
AMA ŞOV YAPMADAN, TAHRİK ETMEDEN, PROVOKASYONA YÖNELMEDEN,
SESSİZ ÇOĞUNLUĞU ÖFKELENDİRMEDEN!..
Bazen bir sembol, bir görüntü, hatta yüzdeki bir ifade, koskoca bir süreci, tarihi önemdeki bir adımı ikinci plana itebiliyor.
Türkiye, demokratik açılım sürecinde tartışmasız tarihi bir kavşaktan geçiyor. Sembollere odaklanıp bu sürecin önü tıkanmamalıdır.
DTP’lilerin karşılama törenleri abartılı ve sinir bozucuydu, doğru. Sloganlar, pankartlar ve zafer işaretleri açılım sürecini destekleyenleri bile rahatsız etti, bu da doğru.
Bunun bir benzerini Leyla Zana ve arkadaşlarının cezaevinden çıktığı zaman da görmüştük. O zaman da tatsız gösteriler yaşanmıştı.
Evet, PKK’nın baskılarına boyun eğen DTP’liler, tarihi sürecin bu noktasında büyük yanlış yaptılar. Muhtemelen, dağdan inişle Türkiye’ye varış yolunda o 8 kişiye akıl verenler arasında durumun ciddiyetini anlamayanlar veya bunu bir şova dönüştürüp kendince mutlu olmayı düşününler de vardı.
Ancak unutmayalım ki, DTP, sonuçta demokrasi geleneğimiz içinde çok yeni, çok tecrübesiz ve yüksek düzeyli faaliyetlerde ise teamül sahibi olmayan bir partidir. Kuruluşundan itibaren PKK’nın baskısı altında olduğu da unutulmamalıdır.
Kürt siyasetinin toplumla ilişkilerde, merkezi siyasette elle tutulur, gözle görülür bir tecrübesi henüz oluşmadı. Onun için adına “barış” dedikleri bir süreci bile ellerine yüzlerine bulaştırmaları hiç de şaşılacak bir şey değildir.
Bütün partilerin ve bütün siyaset geleneklerinin en tecrübesizi olan DTP öncülüğündeki Kürt siyaseti, Habur kapısında çuvallamıştır.
Ama o karşılama eğer bir ders ve tecrübeyse; o hata da bir daha işlenmemeli. İşlenmemeli ki, yakalanan bulunmaz fırsat bir daha zarar görmesin.
Bununla birlikte, görüntüler canımızı sıksa da, şımarık hareketler sinir bozsa da unutmayalım ki temel meselemiz PKK’yı dağdan indirmek ve bir daha o dağa Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çıkmamasını sağlamaktır.
Evet, bugün bir fırsat, bir imkan yakalanmıştır…
Ama her kafile ayrı bir problem getirecekse, Türkiye’nin tansiyonu bunu kaldıramaz. Ve iyi niyetle yapılan bir açılım, herkesin burnundan gelir.
Öyleyse ne yapmalı?..
“Gel, silahını bırak, teslim ol” yerine acaba şöyle mi demeli: “Gelme kardeşim, teslim olma. Ama silahını bırak.”
Haa, adam eve dönmek istiyorsa, ille de “köyüm evim barkım sevgilim eşim dostum” diyorsa, elbette ki buyursun.
Buyursun, ama vatanını ve milletini özlemiş bir insan gibi dönsün…
Pişmanım demesine de lüzum yok, gelsin vatanım dediği toprağı öpsün, milletiyle kucaklaşsın. Zira, iyi niyetli olan, samimi olan, vatanını özleyen, milletini seven böyle yapar. Aksi halde, hiç gelmesin. Teslim olmasın. Sadece silahını bıraksın. Sonra da gurbet ellerde kendine yeni bir hayat bulsun.
Evet, Demokratik Açılım sürecini Kandil’in sabote ettiğini, engellemek için ince bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kandil maalesef DTP’yi esir almış durumda. Kandil’in onayı olmadan DTP’nin herhangi bir konuda irade koyması mümkün değil. Kandil çok iyi biliyor ki, eğer bu süreç başarıya ulaşırsa Türkiye kazanacak, Kürt vatandaşlar kazanacak, Kuzey Irak kazanacak, ama PKK kaybedecek. Bunu çok iyi bildikleri için süreci tahriklerle dinamitlemeye ve bir Türk-Kürt çatışmasına zemin hazırlamaya çalışıyorlar.
SON SÖZ… PKK eğer gerçekten silah bırakacaksa, “siyasi temsil” alanını da DTP’ye bırakması gerektiğini kavramalıdır. DTP de, silahlı örgüt temsilcilerinin haklarını ancak silahları bırakmaya hazır oldukları anda savunabileceğinin ayırdında olmalıdır. Sembolik ve pazarlıkçı tutumlar süreci bozar. Yarısı dağda, yarısı ovada güçlerle barış inandırıcı olmaz. Yani empati yapma sırası Kandil-İmralı ve DTP üçlüsünde diye düşünüyorum.
Nail Amudi