Uzunca bir süredir gazeteleri internet sayfalarından okuyordum. Ancak vermiş olduğu bir promosyon (Hammer’in Osmanlı Tarihi) sebebiyle yaklaşık bir aydır Milliyet’i sürekli alıyorum. Ancak vermiş olduğu paranın tam karşılığını almak isteyen bilinçli bir tüketici ve satın almış olduğu gazetenin doğru bilgi vermesini isteyen bilinçli bir okur olarak hiç üşenmeden Milliyet’in yanlışlarını bulup e-posta ile gazete yetkililerine gönderiyorum. Elime ne mi geçti? İsterseniz bakın kendiniz karar verin:
Çanakkale Savaşı’nda tarih karmaşası
Bahsetmiş olduğum e-postalardan birisini 11 Kasım 2009 günü Milliyet yazarı ve gazetenin okur temsilcisi Derya Sazak’a göndermiştim. Sayın Derya Sazak, görevinin bilincinde bir yetkili olarak mektubumuza ilgi göstermiş ve bu mektubu 16 Kasım 2009 günü “Ombudsman” isimli köşesinde “Çanakkale Savaşı’nda tarih karmaşası” başlığı ile yayınlamıştır. İşte Derya Sazak’ın köşesinde yazdıkları:
“11 Kasım 2009 tarihli Milliyet’te yer alan, ‘Beyin Cerrahı Prof. Kuday tarih dersi verdi’ başlıklı haber Çanakkale savaşlarıyla ilgili tarih tartışmasına neden oldu.
Cengiz Kuday, ‘Çanakkale zaferinin kutlandığı her 18 Mayıs’ı 19 Mayıs’a bağlayan gece saat 03.30’da, öğrenci ve arkadaşlarımızla birlikte, Çanakkale Savaşı’nın yapıldığı siperlerde tören yapıyoruz. Bunu, yabancıların ‘Şafak Ayini’ne karşı bir törenimiz olsun diye yapıyoruz.’ şeklinde konuşmuş.
Ömer Sağlam adlı okurumuz Okur Temsilcisi’ne bir düzeltme notu göndermiş. Şöyle diyor:
“Gazeteniz Milliyet, öteden beri itimat ettiğim yayın organlarının başında gelmektedir. Eskiden gazete aldığımda bunlardan birisi mutlaka Milliyet olurdu. Ancak, yaklaşık 25 gündür gazetenizi sürekli alıyorum. Sebebi Hammer’in Osmanlı Tarihi isimli kitabının veriliyor olmasıdır. Hatta aynı zamanda internet ortamında yazı yazan bir yazar olduğum için gazetenizde çıkan haberleri ve yorumları yazılarımda kaynak olarak gösteriyorum.
Üzülerek söylemek gerekirse; zaman zaman gazetenizin de yanlış bilgiler verdiği olmaktadır. Örnek mi: 11 Kasım 2009 tarihli Milliyet’in 19. sayfasında bulunan, ‘Beyin Cerrahı Prof. Kuday tarih dersi verdi’ başlıklı haberde, Cengiz Kuday’ın ağzından ‘… Çanakkale Zaferi’nin kutlandığı her 18 Mayıs’ı 19 Mayıs’a bağlayan gece saat 03.30’da, öğrenci ve arkadaşlarımızla birlikte, Çanakkale Savaşı’nın yapıldığı siperlerde tören yapıyoruz…’ cümlesinde verilen tarih yanlıştır.
Zira Çanakkale zaferinin tarihi 18 Mayıs değil 18 Mart’tır; 18 Mart 1915. Bu hata adı geçen profesörün hatası mıdır, yoksa gazetenizin muhabirinin hatası mıdır bilmiyorum. Ayrıca aynı cümlede geçen ‘… Çanakkale Savaşı’nın yapıldığı siperlerde tören yapıyoruz…’ sözü de yanlış olmasa bile eksik bir sözdür. Çünkü bilindiği gibi, Çanakkale Savaşı, sadece siperlerde yapılan kara savaşlarından ibaret olmayıp, aynı zamanda savaş gemilerinin de devreye sokulduğu deniz savaşlarıdır. Nusret Mayın Gemisi’ni ve kahraman denizcilerimizi unutabilir miyiz? Üstelik 18 Mart 1915 Zaferi kara zaferi olmayıp bir deniz zaferidir. Zaferin tam adı, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’dir. Eğer Prof. Dr. Cengiz Kuday, ‘Anafartalar Muharebeleri’nin yapıldığı siperler’ ya da ‘Arıburnu Muharebeleri’nin yapıldığı siperler’ demiş olsaydı çok daha doğru bir söz etmiş olurdu.
En doğrusunu tarihçiler bilir ama bana göre; ‘Savaş’ kavramı ile ‘Muharebe’ kavramı aynı şey değildir. ‘Savaş’ kavramı, birçok muharebeyi de içine alacak biçimde çok daha geniş çaplı çatışmaların adıdır. ‘Çanakkale Savaşı’ denilince aklımıza karada ve denizde verilen mücadele ve çatışmaların(yani muharebelerin) tamamını, hatta zaman zaman düşman uçaklarının yapmış olduğu bombardımanlar ile düşmanın balonlarla yapmış olduğu gözetlemeleri de aklımıza getirmeliyiz. Bu bakımdan, tarihle ilgili bilgi verirken ya da haber yaparken, kavramları doğru dürüst kullanmamız gerekmektedir.”
Ombudsman’a not:
Tarih kitapları Çanakkale savaşlarının 19 Şubat 1915’te Çanakkale’ye deniz hücumuyla başladığını, İngiliz – Fransız Birleşik Donanması’nın 18 Mart 1915 tarihinde Çanakkale Boğazı’nı geçme ve İstanbul’u işgal girişiminin başarısız kalması sonucu bittiğini gösteriyor. Yani, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi olarak biliniyor. Çanakkale Boğazı’nı denizden aşıp İstanbul’a giremeyen İtilaf Devletleri’nin kara savaşı ise 25 Nisan 1915 Arıburnu çıkartması ile gerçekleşiyor. 18 Mayıs 1915 tarihindeki Türk tarafının hücumu ise savaşın en kanlısı ve çatışmaların birincisi kabul ediliyor. Yani, Çanakkale kara savaşlarında, 18 Mayıs’ı 19 Mayıs’a bağlayan gece yapılan hücumun ise tarihte yeri büyük. Bazı tarihçiler bu tarihi en kanlı ve ilki kabul ediyor.”
Sayın Derya Sazak’a sorumlu yayıncılık ilkesine uyduğu için teşekkür ediyoruz.
Hasan Pulur bizden özür dilemiş
İkinci elektronik postamız Sayın Derya Sazak ile birlikte Sayın Hasan Pulur’a gönderilmiştir. 23 Kasım 2009 tarihini taşıyan e-postamız şöyledir:
“Sayın Hasan Pulur,
22 Temmuz 2009 tarihli Milliyet’te bulunan “Kıssadan Hisse” başlıklı makalenizde, “Muaviye, Peygamber’in torunu Hazreti Ali ile hep çekişirmiş…” şeklinde bir cümle kullanmışsınız.
Muaviye’nin Hz. Ali ile hep bir siyasi çekişme içinde olduğu doğru da, Hz. Ali’nin Peygamber’in torunu olduğu yanlıştır. Çünkü Hz. Ali, Peygamber’in torunu değil, damadı ve kuzenidir. Yani Hz. Ali, Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fatıma’nın kocası, amcası Ebu Talib’in de oğludur. Eğer sizin yörede veya sizin literatürde damada ve kuzene aynı zamanda “Torun” deniliyorsa orasını bilemem!
Evet; buyurduğunuz gibi, Muaviye ve babası Ebu Süfyan Mekke’nin fethi ile birlikte 630 yılında Müslüman olmuşlardır. Elbette kılıç zoruyla. Hatta bazı araştırmacılar, örneğin Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Ebu Süfyan ve Muaviye için tam olarak Müslüman olmuşlardır da demezler. Onları “Müellefe-i Kulüb”, yani “Kalpleri İslam’a ısındırılmak istenenler” kategorisinde sayarlar. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Ebu Süfyan’ın, muhtemel halife adayları arasında kötü niyetli olarak mekik diplomasisi yaptığını beyanla kendisine “Münafık” diyenler de vardır.
Ehl-i Sünnet âlimleri, ısrarla Muaviye’nin “Vahiy Kâtipleri” yani “Kur’an Yazıcıları” arasında olduğunu söylerler. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, buna da karşı çıkmaktadır ve bu konudaki rivayetin uydurma olduğunu söyler. Adı geçenin son kitabı olan “İmam-ı Âzam Ebu Hanife”de bu konuda yeteri kadar bilgi bulunmaktadır.
Doğrusunu söylemek gerekirse biz de bu konuda Yaşar Nuri Öztürk’e hak verenlerdeniz. Zira Hz. Peygamber, ölümünden henüz iki sene önce Müslüman olmuş bir adamı kendisine Vahiy Kâtibi yapmamış olmalıdır. Üstelik de bu adam, Müslümanların en azılı düşmanı ve aynı zamanda Kureyş müşriklerinin lideri olan Ebu Süfyan’ın oğluysa!
Sizin yazınızda vermiş olduğunuz Dişi Deve hikâyesi de Muaviye gibi bir adamın tam anlamıyla Müslüman olmadığına işaret etmektedir. “Devenin dişi mi yoksa erkek mi olduğunu, deveye değil, Muaviye’ye bakarak tespit eden bir halka ve o halkı o duruma düşüren bir valiye Müslüman denilebilir mi?” varın siz karar verin.
Netice olarak; Hz. Ali, Hz. Peygamber’in torunu değil, damadı ve kuzenidir. Dersim benzetmesi sebebiyle CHP’li Onur Öymen’e bayrak açan Aleviler, sizi de taşa tutmadan yukarıdaki bilgi yanlışını düzeltmenizi temenni ederim.
Selam ve saygılar.”
…
Sayın Hasan Pulur, 25 Kasım 2009 tarihli ve “Acemi politikacı vahim bir olay…” başlıklı makalesinin sonuna şöyle bir düzeltme notu ve özrü eklemiş bulunmaktadır:
“Bir düzeltme…
Hazreti Ali, Hazreti Muhammed’in torunu değil, damadıdır, özür dileriz.”
Hasan Pulur şahsımızdan olmasa bile, bizim gibi hassas ve dikkatli okuyucularından, ayrıca bir anlamda hedef kitlesi olan Türk toplumundan özür dilediğine göre onada teşekkür ederiz…
***
Kurban bayramınız kutlu olsun efendim…
25 Kasım 2009
Ömer Sağlam
Bir yanıt yazın