Türkiye’deki Rum azınlık ve Patrikhane’nin statüsü / Türkiye’ye Samimiyetsiz Baskılar

Kurtuluş Savaşı’nın ardından 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan’da imzalanan Barış Antlaşması ile belirlenen Türkiye’deki Rum azınlık ve Patrikhane’nin statüsü konusu, ekümeniklik iddiaları, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması, mazbut vakıf mallarının iadesi gibi hususlar ülkemizi uzun süredir meşgul eden bir sorundur.

Patrikhane özel bir düzenlemeye tabi olmadığından Lozan Antlaşması’nın azınlıkların korunması başlıklı 35 ila 45.madde hükümleri arasındaki dini kurumlar kapsamında mütalaa edilmek durumundadır. Lozan müzakereleri sürecinde Patrikhane’nin yetkileri konusunda yapılan tartışma ve sonucunda varılan uzlaşma kurumun hukuki durumunun da çerçevesini çizmektedir.

Lozan görüşmeleri sırasında taraflar siyasi ve idari yetkilerden yoksun, imtiyazların ayrıcalıkların tanınmayacağı, ancak dini yetkilerle donatılmış bir Patrikhane’nin İstanbul’da kalabileceğinde anlaşmışlardır. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ve herkesin azınlık da olsa eşit haklara sahip olduğu yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile Fener Rum Patriği’nin siyasi ve idari tüm ayrıcalıkları ortadan kalkmıştır.

Lozan görüşmeleri sırasında “bir Türk kurumu olduğu” ileri sürülerek Türkiye dışına çıkarılmasına itiraz edilen Patrikhane’ye seçilecek Patriğin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması ve makamının da Türkiye sınırları içinde metropolitlik olması gereklidir. Osmanlı İmparatorluğu’nda da Bizans İmparatorluğu’nda da durum böyle idi.

Dini açıdan Fener Rum Patrikhane’sine bağlı olsa da Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan metropolitler patrik seçiminde aday olamamaktadır. Bu durum, ekümeniklik iddiasının Türkiye tarafından tanınmadığının açık bir göstergesidir.

Fener Rum Patrikhanesi sorununa ilişkin Lozan Antlaşması gerçeğini kabullenemeyen ve tekrar uluslar arası bir sorun haline getirmeye çalışan Yunanistan, Milletler Cemiyeti’ne[1] başvurdu. Ancak Milletler Cemiyeti’nden Türkiye’nin girişimleri ile konunun iki ülke arasında çözülmesi gerektiği kararı çıktı. Bu durum bir kez daha Fener Rum Patrikhanesi’nin tümüyle iç hukuka bağlı bir kurum olduğunu ortaya koymaktadır.

Milletler Cemiyeti’nin bu kararı uluslar arası hukuk çerçevesinde alınmış esas niteliğinde bir karardır. İleride vuku bulması muhtemel uyuşmazlıklarda da geçerli bir karardır. “Dün öyle idi, bugün böyle” denildiği anda uluslar arası hukuku ilgilendiren, savaşlara son veren, sınırları çizen tüm barış antlaşmaları ve bunlara ilişkin tüm çok taraflı düzenleme ve kararlar altüst edilmiş, tartışmaya açılmış olur. Acaba Yunanistan, Bulgaristan sınırı ve Korfu adası ile ilgili kararların da -üstelik kendi aleyhine- hiçe sayılmasına, yeniden tartışmaya açılmasına razı olur mu?

Bu karardan sonra, Lozan dahil hiçbir uluslar arası antlaşmaya konu olmayan Patrikhane’nin ekümeniklik iddiası, Yunanistan ve Fener Rum Patrikhanesi tarafından uluslar arası hukuku, kararları, yasal düzenlemeleri hiçe sayarak, fiili durumlar yaratmak suretiyle, olup bittilerle gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.

Bilindiği üzere ekümenikliğin en önemli göstergesi genel konsil toplama yetkisidir. Fener’in konsil toplamaya ne yetkisi ne de kendisine bağlı olmayan Ortodoks toplumlar ve kiliseler karşısında gücü vardır.

Sibel Keskin

sibelkeskin@yahoo.com

[1] Milletler Cemiyeti (Cemiyeti Akvam-League of Nations) I.Dünya Savaşı sonrası kuruldu, 1920–1946 arasında faaliyet gösterdi. II.Dünya Savaşı sonuna kadar Mançurya sorunundan, Yunanistan ile Bulgaristan sınırının belirlenmesine, Fransa’nın Ruhr bölgesini, İtalya’nın Korfu Adasını işgaline kadar pek çok uluslar arası sorunda nihai çözüm ve karar organı oldu. Daha sonra yerine Birleşmiş Milletler geçti.

===================================================================

Türkiye’ye Samimiyetsiz Baskılar

Günümüzde Fener Rum Patrikhanesi için saplantılı bir fenomen haline dönüşen ekümeniklik iddiaları ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması çevresinde şekillenen talepler, direkt bir şekilde Türkiye’nin Yunanistan, Avrupa Birliği ve ABD başta olmak üzere Batılı ülkeler ile ilişkilerini etkiliyor.

Bu konudaki tartışmaların uluslar arası platformlarda gündeme getirilerek ön yargılı bir şekilde ele alınması, ülkemiz üzerinde yaratabileceği olumsuz etkiler açısından endişeye neden oluyor.

Fener Rum Patrikhanesi’nin talepleri konusunda Avrupa Birliği ve Yunanistan’ın ciddi baskılarının olduğu bir gerçek. Ancak Avrupa Birliği ve Yunanistan’ın bu konuda samimiyetsiz olduklarını da kabul etmek gerekiyor. Zira Türkiye’nin üyeliği için engel gösterdikleri uygulamalar AB üyesi Yunanistan söz konusu olunca olağan kabul ediliyor.

AB üyesi Yunanistan, 2.000–2.500 Rum Ortodoks’un ruhani lideri olan Fener Rum Patriğinin ekümenik olduğu safsatasını dayatırken, ülkesindeki etnik ve dini unsurların haklarını yok sayıyor. Bir taraftan Türkiye’deki dini azınlıkların hakları, AB’ne katılım müzakerelerine dâhil edilirken, diğer taraftan AB üyesi Yunanistan’daki etnik ve dini azınlıkların hakları ihlal ediliyor.

Yunanistan’da bugün 50 bini Yunan asıllı olmak üzere 350 bini aşan bir Katolik nüfus yaşadığı söyleniyor[1]. Üstelik bu gruptan son derece ağır şikâyetler yükseliyor: Son elli yılda Yunan Devleti nezdinde yapılan tüm başvurulara rağmen, “yabancı bir doktrin” olarak görülen Yunanistan Katolik Kilisesi’nin hukuki ve diğer sorunlarına bir çözüm getirilmediğini, Katoliklik niteliğini kaybedip, Yunanistan’ın ulusal kilisesi ve Atina ve Tüm Yunanistan Başpiskoposluğu’na bağlanmaya zorlandıklarını, Yunan Hükümeti’nin “Ekümenik Patrikhane”nin haklarıyla ilgilendiğini ama Katolik Kilisesi’nin haklarına ilişkin hiçbir girişimde bulunmadığını, “Yunanlı olmayı Ortodoks olmakla eşit gören” Yunan Devlet anlayışı nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldıklarını, Kültür Bakanlığı’nın hasara uğrayan kiliselerinin tamiri için gönderdikleri mektuplara cevap bile vermediğini, 1946’ya kadar var olan kurumların, kilise bölgelerinin ve manastırların tanınmakla birlikte hukuki boşluk nedeniyle yenilerini (çocuk yuvası, huzurevleri gibi) kuramadıkları, mevcut durumda bu tür kurumların ihdasının mümkün olmadığını söylüyorlar.

Yunanistan’daki Katolik azınlık, “ülkemiz, İstanbul’daki Patrik ve Rum Ortodokslar için Türkiye’den talep ettiklerini, Yunanistan’daki Yunanlılara Ortodoks değil de Katolik oldukları için vermiyor, Trakya’daki Müslümanları etnik azınlık değil de, dini azınlık olduğu yönünde ikna etmeye çalışıyor, ancak biz Yunanlı Katoliklere bunun tam tersi yapılıyor, biz devleti, Yunanlı olduğumuz fakat aynı zamanda da dini azınlık olduğumuz yönünde ikna etmeye çalışıyoruz, bu çabayı sarf etmek zorunda kalmamalıydık” diyorlar.

Katolik Kilisesinin kültürel mirasını koruma yönünde de sorunlarla karşılaştığını söyleyen Katolikler, “Yunanistan Katolik Kilisesinin
kültürel mirasını korumak amacıyla restorasyon çalışmaları için mali yardımda bulunmalarına yönelik talepleri ile ilgili Bakanlıktan cevap olarak, ‘Size Vatikan yardım ediyor’ şeklinde yanıt aldıklarını, öte yandan Vatikan’dan mali yardım istediklerinde ise ‘Siz AB üyesi olan Yunanistan’a aitsiniz’ denildiğini” anlatıyorlar.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, Dini Özgürlükler raporlarında da Yunanistan Katolik Kilisesi’nin dini hukukunun tanınması için Yunan Hükümeti nezdinde yaptığı girişimlerin başarıya ulaşmadığı kaydediliyor.

Bütün bunlar AB üyesi bir ülkedeki haksız uygulamalar. Fener Rum Patrikhanesi söz konusu olduğunda şahin kesilen, beklentilerinde sınır olmayan Yunanistan ve AB, kendi kusurlarının fakında değilmiş gibi bir tutum içerisinde.

AB’nin, Türkiye için sürekli gündeme getirdiği katılım kriterlerinde ve hazırladığı ilerleme raporlarında birtakım talepler ileri sürmeden önce kendi üyelerindeki sorunları çözümlemesi beklenir.

Sibel Keskin

sibelkeskin@yahoo.com


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir