Soğuk Savaş Politikaları
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
II. Dünya Savaşı sona ererken SSCB ile ABD, İngiltere ve Fransa aynı safta yer aldığı halde savaşın sona ermesiyle ortaya çıkan “ganimet paylaşımı anlaşmazlığı” Sovyet yönetimini uzaklaştırmış ve Soğuk Savaş Dönemi kavramı ortaya çıkmıştır. Berlin’in bir bölümünün kontrolü Ruslarda kalmış, sınır çizgisinde yaşanan birçok olaylardan sonra araya duvar örülmüştür. 1989’da duvarın yıkılması ile Soğuk Savaş’ın sona erdiği kabul edilmiştir.
Yaklaşık 40 yıl süren bu dönemde, sıcak ilişkilerin kurulduğu veya nükleer güç olan taraflar arasında “dehşet dengesi” sayesinde insanlığın daha önce hiç tanışmadığı korkunç savaşların son anda önlendiği alt dönemler yaşanmıştır. 1975 Helsinki Son Senedi ile NATO ve Varşova Paktı’nın belli başlı üyeleri aynı masa etrafında toplanmışlardır. Böylece barış ve güvenlik için gerekli ortam hazırlanıp Soğuk Savaş’ın olumsuz etkileri azaltılmaya çalışılmıştır. Bu tarihi dönüşüm de dikkate alınarak Helsinki Üniversitesi’nce Soğuk Savaş yeniden değerlendirilmiştir. 29-31 Ekim tarihleri arasında yüzü aşkın tebliğin sunulduğu sempozyumun sembolü ise Nikson ile Brejnev’in yumuşama dönemi görüşmelerinde dudak dudağa öpüştüğü fotoğraf olsa gerek.
Dönem politikalarının özellikleri yanında bunların Soğuk Savaş dönemi medyası, sineması, sahne ile resim ve heykel sanatlarına yansıması gibi konularda ilginç tebliğler sunuldu. Daha ilginç olan ise yeni soğuk savaşlar konusunda yaşanan endişelerdi. 1990’lar ABD’nin tek küresel güç olarak dünyayı yönetme heyecanı 11 Eylül 2001 ile zirveye ulaştı. BM Güvenlik Konseyi’nden istediği kararları çıkartarak Afganistan’a müdahale yolunu açtı. Hemen arkasından Irak’a yönelme hevesi ile korkunç bataklıklar dönemi başladı. 2000’ler, Putin’in Rusya’yı yeniden ABD’nin karşısında tek süper güç yapma projelerini hayata geçirdiği dönemdir.
İlişkilerin inişli çıkışlı seyrettiği Soğuk Savaş dönemi boyunca bütün tehdit ve dehşet algılamalarına karşın ABD ve SSCB arasında sıcak çatışma yaşanmamıştır. Bununla beraber her iki süper güç, kontrolü altında bulunup karşı güce göz kırpanı şiddetle cezalandırmıştır. 1956 Macaristan ile 1968 Çekoslovakya’da yaşananlar, bu ülkelerin mensubu bulundukları Sosyalist Sistem’e karşı tavırları yüzündendir. Moskova bunları şiddetle cezalandırırken ABD laftan öteye bir girişimde bulunmamıştır. Şili’de Marksist Allende’nin iktidarı da ABD destekli cunta ile devrilirken benzer şekilde Moskova sadece laf üretmiştir.
Soğuk Savaş şartları, dünyanın geri kalan ülkelerini iki bloktan birine katılmaya zorlarken aynı zamanda bu ülkelerin silah sanayileri açısından da verimli bir dönem yaşanmıştır. ABD ve SSCB müttefiklerini her yönüyle denetim altında tutup, ekonomik kaynaklarını merkeze aktarırken bunun karşılığı olarak verdikleri en önemli şey karşı süper gücün saldırısından koruyacak silah ve donanımlardı. Öte yandan, ekonomik ilişkilerin önemli siyasi boyutları nedeniyle süper güçler, kendi şemsiyesi altındaki devletlerin zenginliklerini de kontrol etmekteydiler. Dehşet dengesi, bu yönüyle süper güçlerinin “süperlik” vasfının devamı için vazgeçilmezdi.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Moskova, dünya üzerindeki iki temel kutuptan biri olma vasfını kaybetti. Böyle bir gelişme Rusya’yı zor durumda bıraktı. Putin dönemi, bu hüzünlü yıkımın meyvesi ve uygulamasıdır ki nedenleri kolayca anlaşılır. Ancak, ABD’nin Soğuk Savaş hevesini anlamak ilk bakışta zor gelebilir. Çünkü daha önce diğer süper güçle paylaştığı dünyada tek başına kalmıştı. Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tespiti süper güçler savaşının ABD tarafından kazanılmasıdır.
Bununla beraber Soğuk Savaş döneminde Kızıl Ordu’ya karşı ABD merkezli güce sığınan devletler açısından artık böyle bir gerekçe kalmamışı. Artık her devlet kendi başına dış politikasının ana hatlarını hazırlayabilmeli, “ABD ne der?” endişesine kapılmadan istediği devletle istediği şekilde ilişki kurabilmelidir. “Soğuk Savaş şartlarından kurtuluş” denemeleri aslında Soğuk Savaş döneminde de başlamıştı. Mesela Kıbrıs konusunda Türkiye’yi tehdit eden Johnson Mektubu’ndan sonra Rusya ile kurulan ekonomik ilişkilerden ABD hiç memnun olmamıştı. Yine 1980’lerde, Soğuk Savaş şartlarını “takmadan” Türkiye’nin bölge ülkeleri ile kurduğu çok yönlü ilişkilerin ABD’de ne derece rahatsızlığa sebep olduğu Fuller ve Lesser’in derlediği RAND yayınında açıkça dile getirilmiştir. Türkiye 1980’lerdeki bu “aykırı” politikaları sonucu ihracatını 10 kat artırmıştır.
Soğuk Savaş’ın resmen sona ermesi, formal olarak ABD şemsiyesi altında bulunan ülkelerin dahi temel konularda “kendi başına buyruk kesilmesi” demektir ki bu durum son derece sıkıntıya sebep olmaktadır. Yeni dönemin başında “Yeni Soğuk Savaş” denemesi olarak tedavüle sürülen “Medeniyetler Çatışması”ndan beklenen kutuplaşma sağlanamamıştır. Yine de İran veya Sudan gibi ülkelerle ilgili politikalarda bir parça Soğuk Savaş mantığı bulunabilir. ABD’deki çılgın subayın her fırsatta Müslüman kimliğinin yaygara konusu yapılmasında da bunun izleri bulunmaktadır. Halbuki bu tür çılgınlıklara her zaman Hıristiyanlarca da başvurulduğu halde onların dini kimliği sözkonusu olmaz.
Soğuk Savaş’ın yeni dekorları olarak ABD’nin Polonya ve Çek cumhuriyetlerine, Rusya’nın da Baltık kıyısında bulunan Kaliningrad’a füze yerleştirme planları belli bir aşamaya gelmişti. Karşılıklı olarak bu kararlardan vazgeçildi. Bizce bunun asıl sebebi küresel mali kriz ile ABD ve Rusya’nın içinde bulunduğu başka sıkıntılardır. İlk fırsatta imkânlar nispetinde yeni Soğuk Savaş özlemlerine hazır olalım. ABD ve Rusya açısından “Yeni Soğuk Savaş”a yukarıda işaret edilenler dışında siyasi, ekonomik, kültürel gibi daha birçok sebep bulunmaktadır.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 10.11.2009