Savaş Süzal
savassuzal@habergazete.com
Başbakan’ın ABD ziyareti yaklaşırken, Türkiye’nin atılan laflar dışında beş kuruşluk itibarının kalmadığı artık gün gibi aşikâr oldu. Son olarak Washington’u ziyaret eden Fener Patriği Bartolomeos onuruna verilen yemekte yapılan konuşmalar bile durumu sergilemeye yeterli. Beyaz Saray’da ve ABD Dışişlerinde Patrik Ekümenik, yani evrensel unvanı ile karşılandı. Bunun anlamı bizim Fener Patriği dediğimiz zata uluslar arası toplumun Papa ve Vatikan statüsünün verilmesi. Yani siz çocuğun adı Ahmet’tir diye nüfusa geçirmişsiniz, onlar hayır adı George’tur diyor. Gayet itibarlı bir durum.
İkincisi bir Türk vatandaşı olan patrik Bartolomeos’un, yemekte yaptığı konuşmada Makedonya konusunda sarf ettiği sözler. Patrik bu konuda Yunanistan’ın siyasi pozisyonunu takınarak Makedonya’nın bu ismi alamayacağını bunun Yunanistan’a ait olduğu cüretini göstermiştir. Bu arada hatırlatmakta yarar var, biz Yunanistan’ın tavrına karşı çıkarak Makedonya adının sahibi olduklarını tanımış bulunuyoruz. Şimdi bu ufak örnekten yola çıkarak siz karar verin, patrik Türk mü, yoksa Yunan vatandaşı mı?
Hani Tayyip Bey miting meydanlarında Cuma vaazını veren cami imamı aksanıyla yaptığı konuşmalarda diyor ya Kürtler üst kimlik Türkiye vatandaşlığında bizimle birleşecek diye. İşte görsün üst kimlikte bizimle Türkiye vatandaşlığında birleşen Rum asıllı patrikte konu kendi çıkarı olduğu zaman Türkiye’ye nasıl sırtını dönebildiğini.
Geçtiğimiz hafta yeniden bazı basın toplantılarına katılmaya başladım. Bunlardan sonuncusu olan ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Crowley’in, Yabancı basın merkezinde soruları yanıtlamasında, günün sıcak konusu hâkim ve savcıların dinlenmesi tele kulak konusunu sordum. Eskiden Diyarbakır ve Kürt konularında çimdiklemeyi bile insan hakları ihlali yapan Amerika bu kez konudan haberleri olmadığını söylemekle yetindi. Bu kez ben de pes etmedim ve Amerika’nın insan hakları ihlalleri konusunda politikalarının değişmediğini sordum. Sözcü bu soruya da bu konuda çok titiz olduklarını ve bu konuda sürekli Türk hükümetiyle temasta olduklarını söyledi. Artık kendisine bu hakların ihlallerinde yol ve yöntem mi gösterdiklerini yoksa uyardıklarını sormak içimden gelmedi.
Uyarı. Eğer başbakan şaşıp yanılıpta ABD’de bazı gazetecilerin mülakat taleplerini kabul ederse, bilsin ki kendisine öyle kolay yutulan veya pohpohlamaya ve ufak ufak atmasına zemin hazırlayacak sorular sorulmayacak.
Bu arada Türk televizyonlarından Türk siyasetini ve siyasilerin yaptığı konuşmaları dinlerken, ben mi bunadım yoksa bu millet kısa bir süre önce meydana gelenleri bile hatırlamaktan aciz mi sorusu takılıyor kafama. Başbakan Erdoğan’ın son olarak İzmir’de yaptığı konuşmalara bakıp bakıpta gülmemek elimden gelmiyor. Ne diyor Tayyip Bey, ““İktidarımız hiçbir illegal kişiyle bir araya gelmemiştir ve gelmeyecektir. Bu tamamen bir iftiradır, yalandır.” Yapmayın Tayyip Bey, yapmayın ne olur?
Hatırlatayım, bir zamanlar Devlet Güvenlik mahkemesince yargılanan ve Türkiye’ye girmekten kaçınan Fethullah Gülen’i hem siz hem de Abdullah Gül ABD ziyaretlerinizde gizli gizli ziyaret etmediniz mi? Deniz Feneri davası nedeniyle aranan ve yargılanması istenen RTÜK eski başkanı Zahit Akman sizin kankanız değil miydi? Sahi ne oldu şu Deniz feneri soruşturması? Birleşmiş Milletlerin terör zanlısı ilan ettiği Arap iş adamı kimin en iyi dostuydu. Sudan Devlet Başkanı darbeci El Beşir kime güvenerek Türkiye’ye gelmeye kalktı. Bunlar en son örnekler benim yurt dışından tespit edebildiklerim.
AKP hakkında Yargıtay’ın “Tele kulak yolsuzluğu” nedeniyle başlattığı yeni inceleme ve soruşturma bir yerde çok şeylerin değiştirilmesine yol açacağını sanmıyorum. Anayasa mahkemesine bile sızan bu tarikatçı zihniyetle mücadele için Türk aydını geç kaldı. Bu arada atı alan Üsküdar’ı geçti. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığı ile hareket eden Türk aydınlarının altından gerici zihniyet teker teker desteklendikleri konuları çekti ve ortada bıraktı. İşte bu da sustukça sıranın herkese ne kadar hızla geldiğini kanıtlıyor.
Ben Bu soruşturmalardan da bir şeyler beklemiyorum. Benim beklentim, kazığı yedikçe, “yahu bunları biz seçtik, bunlar bizi kazıklıyor” diye uyanacak olan Türk halkı ve seçmeninden. Evet, bir poşet yemeğe, bir çuval kömüre iktidarı teslim ettiklerinin kamyonlarla malı götürdü. Götürdükleri de senin benim param. Şimdiler ise patronlarının talimatıyla o senin benim paramı teröristlere dağıtmaya hazırlanıyor, poşetçileriniz. Mideniz kaldırıyorsa ne diyebilirim? 16/Kasim/2009
Bir yanıt yazın