DERİNLERDEKİ TÜRKİYE


Nejat Eslen; “Ahmet Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ adlı kitabında açıkladığı jeopolitik vizyon, ‘hiç tartışılmadan’ Türkiye’nin dış politika rehberine dönüşmüştür” diyor ve ekliyor;

“Türkiye’nin küresel güç olduğunu iddia etmek ve bu esasa göre jeopolitik vizyon ve dış politika stratejileri geliştirmek hata. Doğrusu, Türkiye’yi, Afro-Avrasya coğrafyasının küresel bir gücü değil, kıtasal etkinliği de olabilen önemli bir bölgesel gücü olarak kabul etmek ve buna dayanarak jeopolitik vizyonlar geliştirmektir”..

“Hiç tartışılmadan” dış politika rehberine dönüşmüş olan bu vizyon, “Sıfır problem”den süratle “sıfır çözüm”e doğru ilerliyor.

1.Avrupa Parlamentosu AP’de 3 Kasım’da düzenlenen Avrupa-Akdeniz Parlamenterler Asamblesi (AAPA) Siyasi İşler,Güvenlik ve İnsan hakları Komitesi Toplantısına katılan AAPA Türk Grubu Başkanı milletvekili Zeynep Dağı, ABHaber’e verdiği özel mülakatta Türkiye’nin izlediği politikalarla bölgesinde istikrarı ve barışı tesis etmeyi hedeflediğini söylemiş. Dağı,”Türkiye’nin doğu ile batı arasında köprü oluşturan çoğulcu kimliği, Türkiye’yi Akdeniz için Birlik’in vazgeçilmez unsuru haline getiriyor” demiş.

“Akdeniz İçin Birlik”; Fransa’nın başını çektiği ve Almanya’nın da dört elle sarıldığı, “AB’ye almayacaklarını (şimdilik işlerine öyle geldiği için) bir türlü yüzüne karşı söyleyemedikleri Türkiye’ye uzattıkları bir havuç-elma şekeri değil midir?

Pantolon uyduramadık, gömlek verelim..

2.Yine AB Haber’e göre; Class Action isimli Amerikalı bir grup, KKTC’de mülkleri bulunanların mülklerini kullanmak istedikleri iddiasıyla ilgili olarak Türkiye’ye 400 milyar dolarlık hukuk davası açmış ve “19 Ekim 2009 Pazartesi günü, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, Kıbrıs’ın kuzeyindeki mülklerini kullanma hakkından yoksun olan binlerce mülk sahibiyle ilgili Class Action tarafından bir dava dosyalanmıştır” denilmiş.. Bildiride, mülklerin kullanımından mahrum edilmenin, 1974’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin % 40’nın müdahale sonucu gasp edilmesiyle başladığı ve bugüne kadar devam ettiği belirtilmiş.. Türkiye Cumhuriyeti’nin modern toplumla işbirliği yapmadığı iddia edilen bildiride, “Maalesef Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk askerlerinin mevcudiyeti vasıtasıyla KKTC’yle işbirliği halinde müessif tavrı devam ediyor” denmiş. Açılan hukuk davası ile, KKTC ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, yerlerini terk etmeye zorlanan yaklaşık 200,000 göçmen ve diğerlerinin mülklerini kullanmaktan mahrum edilmelerinin bedelini ödemesi isteniyormuş…

Hani KKTC’de anayasayal sınırlar zorlanarak kurulan iki yabancı üyeli “Takas-Tazmin-İade Komisyonu” Uluslararası ve bilhassa Avrupa Hukukunda “İç Hukuk” müsessesesi olarak kabul görüp, AİHM ve yabancı mahkemelere başvuru önlenecekti?

3.ANKA’nın haberine göre; halen Ermenistan’ın Bern Büyükelçisi olarak görev yapan Ermeni kökenli ünlü Fransız şarkıcısı Charles Aznavour, “Batı Ermenistan toprakları”nın iadesini istemiş. Aznavour, “1924’te doğduğum zaman, Ermenistan’a topraklarının iadesine söz verdiler. Şimdi 85 yaşında iyim ve daha fazla bekleyemem” şeklinde konuşmuş. Charles Aznavour, Stalin’in, 1924’de Ermenistan’a Erzurum, Erzincan, Bitlis, Van ve Muş gibi illerin iadesine söz verdiğini, 1920’de dönemin ABD Başkanı Wilson tarafından çizilen Ermenistan’ın da, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis’i kapsadığını söylemiş. Ermeniceyi hiç bilmeyen bir Fransız vatandaşı olan şarkıcının babası; Gürcistan Ermenisi olan Mısha Aznavourian; annesi ise Adapazarlı bir tütün eksperinin kızı olan Knar Bagdasaryanmış…

1920’de Wilson, 1924’de Stalin söz vermiş..

Babalarının malıydı ya..

2000’li yılların “söz veren”i de sakın; 6 Nisan 2009 günü TBMM’de tam 26 dakika konuşan Obama olmasın?

Obama’nın Meclis’teki konuşmasında Ermeni meselesiyle ilgili ilginç vurgular vardı. Obama, Amerikan tarihinden örnekler vererek, ülkenin kölelik geçmişini hatırlatmış ve “ülkelerin kendi tarihleriyle barışmalarının önemine” işaret etmişti.

Obama Gül’le görüşmesinden sonra da bir Amerikalı gazetecinin sorusu üzerine Cumhurbaşkanı Gül’ün liderliğinde Ermenistan ile Türkiye arasında söz konusu mesele de dahil çeşitli konularda birçok görüşmenin gerçekleşmekte olduğunu vurgulamış, “çok yakın zamanda meyve verebilecek bu müzakereler sırasında mümkün olduğu kadar cesaret verici olmak istediğinin” altını çizmişti. “Türkler ile Ermeniler bu -zorlu ve trajik tarih- ile başa çıkarken bir şekilde ilerleyebilirse, bütün dünyanın da onları cesaretlendireceğini” söylemişti. Gül ile konuşmasında, “mümkün olduğu kadar cesaretlendirici ve yapıcı” olmak istediğini ve bu sayede Türkiye ile Ermenistan arasındaki görüşmelerin ilerlemesinin sağlanabileceğini söylediğini belirten Obama, kendi hissiyatına göre bu sürecin çok hızla ilerlediğini ifade etmişti..

Nereden, nereye..

Hakikaten Obama’nın ziyaretinden sonra bu “çok hızla ilerleyen süreç” futbol maçlarından, İsviçre protokollerine kadar uzanmıştı.

Lozan’daki imza töreninde masanın arkasında “çıt çıkmasın” diye dikkatle izleyen Amerikan ve Rus Dışişleri Bakanları; 1920 ve 1924’deki Wilson ve Stalin’in politikalarını 2009’da ne ölçüde uygulayabileceklerinin hesabını mı yapıyorlardı acaba?

4.Ve bu arada, “stratejik derinliğimizin” fikir babası Davutoğlu Malezya’ya gidiyor… Davutoğlu, ziyareti çerçevesinde Malezya Dışişleri Bakanı Datuk Anifah Hj. Aman ile Dışişleri Bakanlığında bir araya geliyor. Davutoğlu, görüşmelerin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında, Malezya ziyaretinin kendisi için ayrı bir özelliği olduğunu da ifade ediyor ve bu ülkede beş yıl kaldığını, bu nedenle kendini Malezyalı gibi hissettiğini söylüyor. (www. ntvmsnbc.com 3. Kasım 2009 Saat 10.39)

Bize yıllar yılı Türkçülüğün kafatası ırkçılığı demek olmadığını, Türk olmak için kendini Türk gibi hissetmenin yeterli olduğunu söylememişler miydi?

Buyurun..Türkiye’nin dışişleri bakanı Afro-Avrasya vizyonunu geliştirmek için gittiği Malezya’da kendisini Malezyalı gibi hissettiğini söylüyor..

Ziyaret edilen ülkede diplomatik jest olarak “Kendimi evimde-ülkemde gibi hissediyorum” demek başkadır, oralı olduğunu söylemek başkadır.

“Malezyalılığı” dil-kelime bilimi açısından Türkçe’ye uygularsak, karşılığının “Türkiyelilik” olduğunu göreceğiz, dikkat..

Çocukluğunu Türkiye’de geçiren, Ankara Maarif Koleji’nde okuyan Pakistan’ın eski Devlet Başkanı Müşerref bile “Kendimi Türkiyeli gibi hissediyorum” dememişti.

Malezya’dan bir ayrıntı; edinilen bilgiye göre, Davutoğlu, Aman ile görüşmesinde Kıbrıs sürecinde Malezya’dan daha aktif davranmasının ve izolasyonların kaldırılması için yardımcı olmasının beklendiğini iletmiş. Ayrıca, KKTC’nin Malezya’da bir büro açmasına ilişkin görüş bildirilmiş..

İnceliği gözden kaçırmayın lütfen, “tanınmak” için değil, “izolasyonların kaldırılması için” yardımcı olunacak..

“Büro açmak” da elçilik veya Musul’da, Erbil’de açılan konsolosluk demek değildir.

“Kültürel” bir takım çalışmalar yapılacaktır…

5.Derken, yine Washington’dan bir başka “bomba” haber..(ntvmsnbc.com. 13:22 TSİ 04 Kasım. 2009 Çarşamba)

“WASHINGTON – Fener Rum Patriği Bartholomeos, Beyaz Saray’da ABD Başkanı Barack Obama ile biraraya geldi. Beyaz Saray’dan görüşmenin ardından yapılan açıklamada, patrik için “ekümenik” unvanı kullanıldı ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına destek verildi. Obama, Bartholomeos’u “ekümenik patrik” sıfatıyla kabul etti. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına destek verildiği bildirildi. Bartholomeos da, görüşmenin ardından Beyaz Saray’da yaptığı açıklamada, Obama’yla Türkiye ve dünyadaki insan hakları, azınlık hakları ve dini özgürlükleri ele aldıklarını söyledi. Bartholomeos şunları kaydetti: “Türkiye ve dünyadaki insan hakları, azınlık hakları ve dini özgürlükler üzerine konuştuk. Obama, bütün bu hakları destekleyen bir başkan. ABD’de olduğu gibi, demokratik ülkelerde bunlar doğal karşılanması gereken haklar. Ben de ona, Ortodoks inancının Amerika’da desteklenmesi dolaysıyla teşekkür ettim. Obama, bizim Başbakanımız Erdoğan’ı Aralık ayında beklediğini de söyledi. Görüyoruz ki, tüm dünya için çok çalışıyor.”

Barthalemeos’un, Anayasa Madde 66’nın yasal gereği olarak bile olsa Türk olduğunu veya kendisini Türk gibi hissettiğini ifade ettiğini hiç duymadım, bilmiyorum.. Ama o bir “dünya vatandaşı”, o bir “ekümenik”…

Ekümenik olarak karşılanıp, ekümenik olarak uğurlanıyor.. Beyaz Saray’da Obama ile, dünya ile birlikte “Türkiye’deki” insan hakları, azınlık hakları ve dini özgürlükleri “ele alıyor”lar

Obama’nın kendisine Beyaz Saray’daki iltifatlarından, “yeni bir protokol” endişesi taşıdığımı belirtmek istiyorum..

6. Ve … Talât…

Talât geçen hafta akıllara ziyan bir açıklama yaptı..

1983’de KKTC’nin Bağımsızlık ilânını üzüntüden ağlayarak karşılamış..

Bu lâftan sonra yazılanlara bakıyorum, herkes hakettiği cevabı vermiş..

Söylenecek ne kaldı?

Talât bir gazetecinin “nehir söyleşi” yapma teklifinin büyüsüne kendisini kaptırıp nehire düşmüştür..

Bırakın Türk tarihini, dünyanın hangi kabilesinde bağımsızlık ilanına hırsından ağlayan bir adamı reis yaparlar?

Hali hazır statüsü, yâni “KKTC Cumhurbaşkanlığı” ünvanı 2004’de denizaşırı desteklerle ona oy veren ve deniz aşırı etkilerle oy verdirenlerin ayıbıdır.

Talât Cumhurbaşkanı seçilince bir de yemin etmiştir..

KKTC’nin bağımsızlığı için..

2009’da açıklıyor ki, “1983’de bağımszılık kararı çıkmaması için çok uğraştım, başaramayınca ağladım”..

Peki 2004’de o yemini nasıl etmişti?

Yalan yere ve inanmadığı bir yemini ettiği kendi ifadesiyle sâbit bir insana biz nasıl güveneceğiz?

İşin en feci yanı Talât, Türk ordusunu “işgal ordusu” olarak gören Rum’u anlayış ile karşılıyor, sempati gösteriyor..

“Kıbrıs’ta iki toplum arasında bir çatışma ihtimali bugün çok zayıftır. Ama kesinlikle olmaz diyemem. İşgal ordusu olarak görürsen sen karşıdaki orduyu, bu ihtimal her zaman vardır. Çünkü işgal ordusuna karşı kurtuluş savaşı vermek mubahtır, hatta vatanseverliktir”.

Onların düşman değil, “vatansever” olduklarını düşünüyor..

Artık bağımsızlık için değil, Rum’a yama olmak için sürdürdüğünü saklamadığı nafile “görüşmelere” bakış açısı da öyle.. Rum hiçbir şeyi kabuşl etmiyor, ama o “Tıkanma yok, olgunlaşma var” diyor. (ntvmsnbc.com30 Ekim 2009. Saat 10 29)

Olur,çünkü “görüşmeler” ocakta kaynayan gullumbra yahut moluhiya idi ki, “akıdelensin”..

Diyecek lâf yoktur… Çoktur da. yoktur..

Artık 2010’da yapılacak KKTC Cumhurbaşkanlığı için Talât’ın işi bitmiş, kendi ipini çekmiştir..

Bu itirafından sonra kimsenin oy vereceğini, denizaşırı destek çağrılarının da artık yapılamayacağını düşünüyorum..

Eroğlu hiçbir şey yapmasa, Cumhurbaşkanlığı seçimi için gittiği köylerde Talât’ın “ağladığını” söylediği o cümleyi ele alıp konuşsa iş biter..

İşte size ülkemizin derinlerdeki stratejik zenginliğinin yüzeye yansımaları..

Ve “memleketimdeki” 6 farklı olaydan insan ve “sıfır sorun” manzaraları..05/11/09

57’İNCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ

mumtazbay@hotmail.com

Hüseyin MÜMTAZ

Nejat Eslen; “Ahmet Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ adlı kitabında açıkladığı jeopolitik vizyon, ‘hiç tartışılmadan’ Türkiye’nin dış politika rehberine dönüşmüştür” diyor ve ekliyor; - erbil parlamento aaarsiv

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir