Her ne kadar Cumhuriyet’in bu yılki 86’ıncı yıldönümü kutlamaları bir hafta önce Habur’da yapılan gayri-“resmi geçit”in gölgesinde kalmış olsa da ben 29 Ekim-10 Kasım zaman dilimini pek severim..
Çünkü ilkokuldan beri 29 Ekim-10 Kasım’ı çok yoğun bir şekilde “Atatürk-Vatan-Millet-Cumhuriyet” ile yaşayan bir neslin kalıntılarıyız….
Bu yıl üç ayrı olay farklı şekilde dikkatimi çekti, ufkumu genişletti, zenginlik kattı.
Biliyorsunuz, NOBEL’in bu yılki Barış Ödülü; Irak’tan çekilip-Afganistan’daki asker sayısını arttırmaya kalkan Obama’ya verildi.
Ödül’ün, etrafa saçtığı dolarlara karşın beş para etmediğini, bilimsel veya sanatsal ölçütlerden hareketle değil de “siyaseten” verildiğini önceki örneklerinden zaten biliyorduk.. Ama daha koltuğa oturalı bir yıl bile olmayan ve bu süre içinde neyi, nasıl ve ne ölçüde başardığını bir türlü anlayamadığımız Obama’nın bu “büyük başarısı” ile Nobel kurumunun kendi ipini de çektiği artık iyice anlaşılıyor.
Da, konumuz o değil..
Sivil Obama, Delaware’deki Dover askerî üssünde Afganistan’dan gelen 18 cenazeyi sağ elini alnına götürerek “asker selamı” ile karşılamış..
Oysa baba ve oğul Bush’lar “kamuoyunun etkilenmemesi-oluşturulmaması” için Irak ve Afganistan’dan gelen asker tabutlarını karşılamaz, tören yapılması bir yana görüntülenip-yayınlanmasına bile izin vermezlerdi..
Nobel Barış Ödülü’nü alan Obama’nın Amerikası Irak ve Afganistan’da 5000 askerini kaybetti.
Nobel Barış Ödülü’nü alan Obama’nın Amerikasının Afganistan’daki komutanı Stanley McChrystal 60.000’i geçen mevcutlara ilaveten 40.000 asker daha istedi.
Yâni demem o ki, Nobel’li Obama hem asker sayısını arttırıyor, hem asker cenazelerini karşılamaya başlıyor…
Hayırlara vesile olup olmayacağını en iyi sen değerlendirirsin ey okuyucu…
Cumhuriyet’in 86’ıncı yılı dolayısı ile Köşk’te bu yıl da iki ayrı resepsiyon verilmiş..
Sonraki, öncekinin alternatifi mi diye düşünürken duyduk ki asker de Merkez Orduevi’nde ayrı bir resepsiyon vermiş..
Bir ve aynı Cumhuriyet’e önce iki, sonra üç farklı resepsiyon…
Herkesin Cumhuriyet algılayışı farklı mı?
Talât da 2005’de KKTC’de seçilince Lefkoşa’da o zamana kadar hep beraber gerçekleştirilen “bayramlaşma ve kabul”ler ikiye bölünmüş; asker “Saray”daki kabulden ayrı olarak Ortaköy’deki Alay Gazinosu’nda alternatif bayramlaşma düzenlemeye başlamıştı..
Orada da herkesin bayramı kendine mi acaba?
Bilenler bilir, Bodrum’dan Turgutreis’e giden anayolun Gümbet sapağında Atatürk’ün üniformalı, şaha kalkmış at üzerinde (Samsun’dan beri klâsikleşen, kuyruğu yere değen figür) elindeki zeytin dalını havaya, İstanköy’e doğru kaldıran bir heykeli vardır.. Anıtın kaidesinde “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” yazar..
Yunanistan’a bırakılmış olan İstanköy’de sabah horozlarının sesi Turgutreis’den duyulur..
Bana; sivil, meselâ parkta gezerken değil de şaha kalkmış atın üzerindeki mareşal üniformalı Atatürk’ün eline uygun görülen zeytin dalı hep bir karikatür gibi görünmüştür..
İki ay önce de aynı şaha kalmış at üzerinde, aynı üniformalı Atatürk’ün Lefkoşa Metehan sınır kapısına iki kilometre uzaklıkta Rum tarafına kılıç çekmiş bir heykeli konulmuştu da hatırlayacaksınız, cümle embedilmişlerin tepkisini çekmişti..
Lefkoşa’da Rum tarafına kılıç, Gümbet’te İstanköy’e zeytin dalı…
Ya biri doğru ya öteki.. Biri doğruysa öteki yanlış..
Cenaze karşılamadaki Obama-Bush farklılığından, alternatif resepsiyonlara ve aynı heykelin zeytinli-kılıçlı versiyonlarına…
Diplomasi, politika ve sanatın omurgası mı kayıyor?
Sana da bu işte bir terslik var gibi gelmiyor mu ey okur? 30/10/09
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Hüseyin MÜMTAZ
Bir yanıt yazın