Alman gazeteci Gerd Höhler’in, yazımda üzerinde duracağım makalesi, bana, 19 Ekim 2009’da Odatv’de yayınlanan, “Almanya’nın Sürpriz Kararı: Kürdistan’ı nasıl Tanıdılar” başlıklı haberi hatırlattı.
Atina’da yaşayan Höhler, neredeyse 20 yıldır, Almanya’daki bazı gazetelere Türkiye’yle ilgili haber-yorum yazıları gönderiyor. Bu yazılarında, Alman okurlarına, bir yandan, tepeden bakan bir oryantalist havasıyla Türkiye’deki politik ve sosyal gelişmeleri yansıtıyor, diğer yandan ise, Türkiye’ye, bıkmadan usanmadan, “Kürt sorunu’nu politik olarak çözmesi gerektiği” doğrultusunda telkinlerde bulunuyor.
Birkaç sene öncesine kadar, bu yazılarının başlığının altında, yazının gönderildiği yer olarak Atina geçiyordu. Şimdi, yazarımız hala Atina’da oturmasına rağmen, gelen eleştirilerden olacak, Atina’dan yazdığı Türkiye haber-yorumlarının başlığının altına, İstanbul veya Ankara sözcüklerini koymakta.
Bir buz dağının (Almanya’nın Türkiye/ Ortadoğu politikası) ucunu göstermesi açısından, Höhler’in “Kürt sorunu” ile ilgili yazılarının üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.
Burada kısaca değinmek istediğim yazısı, “İki Abdullah Barış Mücadelesi Veriyor” (Zwei Abdullahs ringen um Frieden) başlığı altında, 21 Ekim 2009 tarihli Hannoversche Allgemeiner Gazetesi’nde yayınlandı.
Yazısında, Türkiye’deki “barış inisiyatifi”nden söz eden Höhler, bunun, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile “Hapisteki PKK şefi Abdullah Öcalan’ın eseri” olduğunu söylüyor. Planın kamuoyuna açıklanmadığını belirten Höhler, yazısına şöyle devam ediyor:
“Başbakan Tayyip Erdoğan, Öcalan’la ve terör örgütü olarak değerlendirilen PKK’yla yapılan her çeşit müzakereyi dışarıya karşı reddediyor. Ama, Ankara’daki gözlemcilerin büyük bölümü, kulislerin ardında Öcalan’la bağlantı kurulduğundan yola çıkıyor. 2006 ve 2007 yıllarında da Öcalan’ı, sonunda başarısız kalan barış çabalarına katma denemeleri olduğu, herkesin bildiği bir sırdır.”
Gerd Höhler, yazısının yorum bölümünün sonunda ise, “Kürt sorunu”nu çözmenin Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolunu açacağını, hatta böylece Türkiye’nin Avrupa Birliği perspektifinin belki de yeni bir ivme kazanacağını söylüyor.
*
Gerd Höhler’in yorumu da gösteriyor ki, konuyla ilgilenen herkes, “açılım”dan, kendi çıkarına, dolayısıyla kendi ideolojisine ve zihinsel durumuna göre farklı şeyler anlamaktadır.
Bir Alman gazeteci olarak Höhler’in “Kürt açılımı”ndan anladığı, “Kürt sorunu’na politik çözüm”dür. 90’lı yılların sonuna kadar, bu projede, Türkiye topraklarının bir kısmını da içeren bağımsız bir Kürt Devleti’nin kurulması da vardı. Bugün artık Türkiye topraklarında Kürt Devleti’nden bahsetmeyen Almanya’nın ve dolayısıyla Höhler’in, “Kürt sorunu’na politik çözüm” derken asıl muradı, Türkiye’deki Kürtlere, federalizm bağlamında özel hakların verilmesidir. Bir sonraki amaç da, bu oluşumun, “Kuzey Irak Kürt Yönetimi” ile entegrasyonunun sağlanmasıdır. (“Alman ekolü”nden gelen Mesut Yılmaz’ın, “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer!” sözünü, ironik olarak biraz da bu bağlamda anlayabiliriz…).
90’lı yılların başında, o zamanın Almanya Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher, Hırvatistan’la Slovenya’yı bağımsız devletler olarak, yangından mal kaçırırcasına bir hızla hemen tanıyıp, Yugoslavya’nın parçalanmasına neden oldu, ardından, “Türkiye için de bir (parçalanmış; M. Ş.) Yugoslavya modeli düşünülebilir!” dedi. Yugoslavya’nın parçalanması, onun açısından başarılı bir eylemdi.
Bugün de görüyoruz ki, Almanya, Kuzey Irak Otonom Kürt Bölgesi’nde yaşayanlara, Irak kimliğinden farklı bir pasaport vermektedir. Diyelim ki orada bağımsız bir oluşum ortaya çıktı; o zaman Almanya, böyle bir oluşumu – Yugoslavya örneğinde yaptığı gibi – en önce tanıyan ülke, Gerd Höhler de dünyadaki en mutlu gazeteci olacaktır.
Mehmet Şekeroğlu
Odatv.com
Bir yanıt yazın