İstanbul Barosu Basın Açıklaması

Terör örgütü liderinin talimatıyla ülkemize Habur Sınır Kapısı’ndan giriş yapan 34 kişinin girdikleri andan, serbest bırakıldıkları sürece değin yaşananlar, hukuku ve yargı erkini doğrudan ilgilendirdiği için Baromuzca bu konuda bir görüş açıklanması zorunlu olmuştur.

Öncelikle belirtilmelidir ki, Ulusumuzu oluşturan insanların bir arada ve eşit biçimde kardeşlik duygularıyla huzurlu ve güvenli bir ortamda yaşamlarını sürdürmeleri en büyük dileğimizdir. Bunun sağlanması için Ulus Bütünlüğümüzü bozmayacak biçimde adımlar atılması son derece önemlidir. Ancak yıllardır ülkemizde terörist faaliyetlerde bulunan örgüt üyelerinin ve yandaşlarının otobüs üzerinden halkı selamlamaya dek varan davranışlarının onaylanması mümkün değildir. Anayasa’sında Hukuk devleti olduğu yazılan bir ülkede hiç kimse terör örgütüne ve yandaşlarına kahraman muamelesi yapamaz, yapmamalıdır.

Burada eleştirilmesi gereken en önemli nokta, Hukukun Üstünlüğü ve Yargı Bağımsızlığı ilkelerinin ihlal edilmiş olmasıdır.

Bu teslim olma -teslim alma şovunda yaşananlar en başta o hukuk devleti kurum ve kurallarını içine sindirmiş ve ona göre yaşam biçimi sürdüren vatandaşlarımıza saygısızlık; kanunlara aykırılık oluşturmuştur. Unutulmamalıdır ki, sınırdan giriş yapan kişiler, yine bu ülkeye, bu hukuk devletine ve bu ülkenin ceza yasası olan TCK’da yer alan “etkin pişmanlık” düzenlemelerine güvenerek, sınırı geçmişlerdir. Bu gerçek hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.

Gelen 34 kişinin sorgulanması sürecinde de açıkça hukuka aykırılıklar ve yargı bağımsızlığı ilkelerine gölge düşürecek davranışlar yaşandığı gözlemlenmektedir. Şüphelilerin sınırdan alınıp görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmeleri gerekirken, “Vali Yardımcısı” tarafından karşılanıp “hoş geldiniz” denmesi, kendileri için ayrı bir mahkeme kurulması, talimatla savcı ve hakim görevlendirilmesi, hakim ve savcıların helikopterlerle “çadır mahkemelere” taşınması ve sorguların burada yapılması, bu savcı ve hakimlerin şüphelilerin suç teşkil eden bazı beyanlarını tutanağa geçirmeyerek ya da bu beyanların kullanılmaması konusunda müdafii avukatlardan “ricacı” olmaları, “normal” bir hukuk devletinde yaşanabilecek olay ve olgular değildir.

Salt duvara yazı yazdığı için yıllarca yargılanıp cezaevlerinde tutulan çocuklar gerçeği karşımızda duruyorken, pişman olduklarını beyan etmedikleri halde bu kişilerin TCK’ nın 221. maddesinden yararlandırılıp serbest bırakılmaları hukuk devleti ve adil yargılanma ilkeleriyle bağdaştırılamaz. Bu durum “doğal hâkim ilkesi”ne de açıkça aykırıdır.

Yaşanan süreç, yargının bağımsızlığını yitirerek, Anayasa’nın 138. maddesinde yer alan hiç kimsenin mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez hükmüne karşın, yargı yürütmenin denetimindeymiş gibi bir izlenim doğmasına neden olmuştur. Daha iş yargıya intikal etmeden siyasi iktidar temsilcilerinin gelenlerin serbest bırakılacağı yönünde sözler vermesi, adalet üzerindeki yürütmenin açık izlerini göstermektedir.

Yargı kurumlarının görevlerini tam ve bağımsız bir şekilde yerine getirmeleri bir zorunluluktur. Bu zorunluluk yalnızca herkesin kanun önünde eşit olduğunun yazıldığı Anayasa gereği değil, aynı zamanda Demokrasiye ve Yargıya olan güven ilkesinin de önemli bir koşuludur.

İstanbul Barosu 1878 Logosu

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir